KOMİSYON KONUŞMASI

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Sayın Bakan; ben de herkesi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bugün görüştüğümüz, sadece torba kanunun içerisinde yer alan, işte, "51'inci madde" diye tanımladığımız bir madde değil. Bu madde bağlamında, Türkiye'nin çözülmemiş en önemli sorununun geldiği noktayı konuşacağız. Tabii, bu mesele en fazla İçişleri Bakanlığının meselesidir, onların ana konusudur. Sonuç olarak yerel yönetimler İçişleri Bakanlığına bağlıdır ve bu yasa kapsamında bir hukuk katliamı yapılarak İçişleri Bakanlığı tarafından belediye başkanlarının son derece haksız, hukuksuz bir şekilde görevlerinden alınması söz konusu ama ne yazık ki İçişleri Bakanlığı burada yok. Bu temel eleştirilerimden biridir.

Şimdi, değerli arkadaşlar, 1924 yılında bir anayasa yapıldı bu ülkede. 1924 Anayasası, herkesin bildiği gibi, tekçi zihniyete dayanan bir anayasaydı. Bu anayasanın, 1924 yılındaki ilanından sonra 1925 yılında isyanlar başladı bu ülkede. Bunların adı Kürt isyanları. Yani ilki sayılabilecek olan da, yoğunluk açısından, ölçek açısından büyük sayılabilecek isyan da Şeyh Sait isyanıdır. Şeyh Sait isyanından günümüze Kürt sorunu, Kürt meselesi nedeniyle onlarca irili ufaklı isyanlar yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti devleti, cumhuriyet tarihi boyunca hem ekonomik anlamda hem de askerî güç anlamında önemli oranda gücünü, enerjisini bu isyanları bastırmakla uğraştı. Denenmedik yol ve yöntem kalmadı. İmhalar dayatıldı, tasfiyeler yapılmaya çalışıldı, şark ıslahat planları uygulandı ama ne yazık ki bu mesele günümüze kadar canlılığını, tazeliğini koruyarak geldi. Şimdi, geldiğimiz noktada da bu sorunu bitirmek, ortadan kaldırmak için sanki en can alıcı nokta yerel yönetimlermiş gibi bir algı yaratılarak yerel yönetimlere yönelik bir saldırı -söyleyeceğim- böyle, bir kampanya şeklinde sürdürülüyor. Belediye başkanlarımız nezdinde, işte, hemen hemen basına, medyaya çıkan her iktidar partisi yetkilisi bütün bu doksan yıllık cumhuriyet tarihinin en önemli, en temel sorununu belediye başkanları nezdinde Türkiye Cumhuriyeti devletinde yaşayan halklarımıza izah etmeye, anlatmaya çalışıyorlar. Bir kere bundan vazgeçmek gerek. Artık Türkiye'deki insanları, Türkiye halklarını böyle algı operasyonlarıyla, doğru olmayan bilgilerle ikna etmeye ya da bir şekilde inandırmaya çalışmanın bir değeri, bir anlamı yok çünkü bunu ne kadar yapsanız da sorun hâlen diri, sorun hâlen canlı. Hâlen bu ülkede her gün -şu anda haberimiz yok belki ama veya biraz sonra basına düşebilir- işte 5 asker yaşamını yitirdi, 5 özel harekâtçı yaşamını yitirdi, 5 PKK'li yaşamını yitirdi, 10 sivil yaşamını yitirdi... Yani, bu sorunun çözümsüzlüğü nedeniyle ne yazık ki insanlar yaşamlarını yitirmeye devam ediyorlar. Yani, böylesine can alıcı bir sorunu konuşuyoruz. Bu sorunu nasıl çözeceğimizi tartışmaktansa, belediye başkanını görevden alalım, teröre bulaşmış, onun yerine işte biz hukuku gasbedelim, valiye de yetki verelim, gitsin belediye başkanını alsın, belediye meclisini yok saysın, onun yerine getirsin, bir şahsı oraya belediye başkanı olarak atasın... E, ne olacak? Oh ne güzel, Kürt sorunu bitti, Kürt meselesi bitti. Bitmeyecek arkadaşlar, böyle bir gerçeklik yok. Siz oraya o kayyumu atasanız da insanlar ölmeye devam edecek. Bunu aslında anlatmama gerek yok, en iyisini siz biliyorsunuz. İki buçuk yıl bu ülkede "demokratik çözüm süreci", "barış süreci" dediğimiz, sizin de farklı isimlerle tanımladığınız bir süreç yaşandı. O süreç yaşandığında, bu meselenin ne olduğu yani Türkiye'yi nasıl etkilediği, Türkiye'nin demokratik geleceğini, birlikte ortak yaşamımızı nasıl etkileyeceği anlaşıldı, sizler de bunu bütün Türkiye'ye anlattınız. Yani, şimdi önümüze getirilen bu "kayyum yasası" dediğimiz yasayla bu mesele eğer bitecekse, eğer çözümlenecekse, bu yasa çıktıktan sonra eğer bu ülkede tek bir insan ölmeyecekse, yaşamını yitirmeyecekse, aha ben parmak kaldırıyorum, evet, haydi hep birlikte çıkartalım bu yasayı, bitsin ama böyle bir gerçeklik yok, hayatın gerçekliği farklı. Keşke ben de sizin gibi konuşabilseydim, keşke diyebilseydim ki: "Her şey bununla birlikte bitecek." Öyle değil arkadaşlar, tarihe geçsin diye söylüyorum. Ben de biliyorum ki bu yasa buradan çıkacak yani buradaki bu konuşmayı buradaki arkadaşları etkileyelim de... İşte, Sayın Mehmet Bekaroğlu Hocamızın dediği gibi, sizlere hitap ediyor, arkadaşlara hitap ediyor, diyor "Ne olur düşünün. Bakın, bu yasa çıkarsa sıkıntılar yaşanabilir, elinizi vicdanınıza koyun." filan. Yani, bu tür şeyleri söylemek istemiyorum, bir realiteyi, bir gerçekliği biliyorum, bu yasa buradan çıkacak. Yani, çıkmaması için de söylemiyorum, çıkacağını biliyorum çünkü, fakat olabilecekleri, yaşanabilecekleri biz burada eğer söylemezsek bir parlamenter olarak yani Türkiye'de bir milletvekili olarak bu halkı yanlış bilgilendirmiş, doğru bilgilendirmemiş oluruz.

Yasa çıkarsa daha büyük sıkıntılar yaşanacak arkadaşlar, ben size bunu söyleyeyim. Bakın, şu anda, belki buradaki batıda milletvekilliği yapan arkadaşlarımız, belki buradaki bürokratlar mevcut bölgedeki tabloyu bilmeyebilirler, görmeyebilirler ama keşke iktidar partisinden bizim bölgede milletvekili olan arkadaşım olsaydı, kafasını sallayacaktı muhakkak evet anlamında, yok şu anda ama ben size anlatayım. Şu anda bölgede bütün karakollar, bütün emniyet müdürlükleri, valilikler dâhil olmak üzere bütün kamu kurumlarının etrafı en az 400, 500 metre uzunluğunda, yüksekliği 3 metre olan beton kalıplarla çevrilmiş durumdadır. Bütün kamu kurumları böyledir. Bütün kamu görevlileri, evet, bütün kamu görevlileri zırhlı araçlarla dolaşmak durumunda kalıyorlar. İki buçuk yıl süren süreçte böyle değildi; hep birlikte geziyorduk Diyarbakır'da, hep birlikte geziyorduk Siirt'te, Van'da, birbirimizi gördüğümüzde tokalaşıyorduk, selam veriyorduk, hâl hatır soruyorduk ama artık öyle bir durum yok. Şu anda bölgede, evet, şu anda bölgede kamu görevlilerinden, inanın, dışarıda gezen bir kamu görevlisi yok. Bir ilin valisi, bir ilçenin kaymakamı ya da başka bir görevlisi 5-10 tane zırhlı araç olmadan yola çıkmıyor, böyle bir tablo var. Zaten böyle sıkıntılı bir durum yaşıyoruz, sıkıntılı bir tablo yaşıyoruz, şimdi bu yasanın çıkmasından sonra bu sıkıntılar daha da büyüyecek, daha da artacak. Ne yapmak istediğimizi ben gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum. Ha, şunu istiyorsak: "Bu sıkıntılar iyice büyüsün, büyüsün, büyüsün. Biz gelelim, olanca gücümüz, askerî gücümüz, polis gücümüz, hepsini birlikte kullanalım. Bölgede bir kaos çıksın, bir karmaşa çıksın, bunun üzerinden... Kaos süreçlerinde kim güçlüyse o bu süreçten kârlı çıkar. E, bizim de bu kadar askerimiz, polisimiz var, bu kaos sürecinden biz kârlı çıkarız, bu sorunu da burada bitiririz." deniyorsa bu da gerçekçi değil. 1938'lerde bu sorunu bitirmek isteyenler... 1938 Dersim katliamından sonra oradaki komutanın söylediği lafı biliyoruz değil mi? O katliamdan sonra geliyor, diyor ki: "İşte Kürt sorununu buraya ben gömdüm, üzerine de beton döktüm." Beton dökmediği 1938'lerden beri anlaşılmıştır, hele hele bu geldiğimiz noktadan sonra beton da dökseniz, üzerine demir kalıplar koyup bir daha da beton dökseniz bitecek bir sorun değildir. Tek bir yolumuz var, tek bir çözümümüz var.

Bakın, değerli arkadaşlar, şu anda bu çatışmalar nedeniyle her gün onlarca insanımız yaşamını yitiriyor. Bu çatışmaları durdurmak gerekiyor. Önce bu çatışmaları durdurmak gerekiyor, arkadan da derhâl bu sürece müdahale etmek gerekiyor. Eğer böyle bir müdahale yapılmazsa daha çok öleceğiz, daha çok öldüreceğiz.

ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) - O ne biçim cümle?

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Evet, öyle.

ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) - Nasıl bir laf o? Anlamadım cümleyi, açar mısınız?

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Öyle oluyor yani. Ölüyoruz ve öldürülüyoruz yani.

ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) - "Daha çok öldüreceğiz." dediniz.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Şöyle: Yani, lütfen o şekilde anlamayın.

ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) - Hayır, aynen öyle dediniz, düzeltin.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Hayır. Aynen düzeltiyorum o zaman, düzeltiyorum, düzeltiyorum.

ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) - Aynen öyle söylediniz.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Düzeltiyorum, düzeltiyorum.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Kastı aşan bir ifadeydi galiba, düzeltmeniz gerekiyor bence de.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Tamam, tamam, düzeltiyorum o zaman, yanlış anladıysanız ben düzeltiyorum. Yanlış anlaşılabilir, doğru, haklısınız.

Yani, bir çatışma ortamı var, buna düşük yoğunluklu savaş mı dersiniz, büyük yoğunluklu savaş mı dersiniz, bu savaşta insanlar...

ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) - Hayır, anlıyorum ben onu, siz o sözcüğü geri alıp düzeltin.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Özür diliyorum, tamam, özür diliyorum, geri alıyorum.

Yani, karşılıklı ölümler devam ediyor, bu ölümlere bir son vermek gerekiyor. Bunun yolu da belediye başkanlarını hukuksuz... Bakın, Türkiye demokratik bir hukuk devletidir. Eğer bu yasa Anayasa Mahkemesine giderse olduğu gibi döner. Siz belediye meclisinin olduğu bir yerde belediye meclisini yok sayıp oraya bir belediye başkanını vali ya da İçişleri Bakanlığı aracılığıyla atayamazsınız, bir kanun çıkarmakla bunu yapamazsınız, böyle bir şey yok. Yani "Benim çoğunluğum var, geldim, bunu yaparım, yaptım oldu." Yaptım oldu diye bir şey yok. Türkiye demokratik bir hukuk devletidir. Değişecek, şimdi değişmezse altı ay sonra bunu değiştireceksiniz; artık nasıl değiştirirsiniz bilmiyorum ama değişecek. Eğer Türkiye demokratik bir hukuk devleti olma konusunda ısrarcıysa, eğer demokrasiyle yönetilecek bir ülkeyse, öyle bir vali gelip, orada belediye meclis üyesinden 25 kişi otururken, kendi içlerinden bir belediye başkanı seçme yetkisine sahipken, oraya bir belediye başkanı atayamaz; bu, hukuksuzluktur.

Teşekkür ederim, daha çok konuşacağız tabii bu maddeyle ilgili, sağ olun.