KOMİSYON KONUŞMASI

KADİM DURMAZ (Tokat) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Bakanım ve kıymetli bürokratlar; dokunulmazlık statüsünde bir fon, Türkiye Varlık Fonu.

Darbe girişiminden bu yana yaklaşık bir ay geçti. Bu sürede gündemi televizyonlardaki darbeye ilişkin tartışmalar, yorumlar, sokaktaki darbe karşıtı demokrasi nöbetleri ve Cumhurbaşkanı, 3 parti liderinin katılımıyla gerçekleşen 7 Ağustos mitingi, FETÖ'cülere yönelik kitlesel operasyonlar ve OHAL uygulamaları belirledi. Oysa, bu sancılı haftalarda, böyle yoğun bir politik gündem altında ana akım medyada yeterince yer bulmayan "Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" adı altında çok önemli bir torba yasa tasarısı da hazırlanmıştı. Meclis Genel Kuruluna gelmesi beklenirken, Komisyonda muhalefet partilerinin itirazları nedeniyle bu torba yasadaki Türkiye Devlet Varlık Yönetimi AŞ ve Türkiye Varlık Fonu'nun kurulması, beraberinde Atatürk Orman Çiftliğinin arazisiyle ilgili maddelerin görüşülmesi ertelendi çünkü bu maddeler üzerinde yeniden çalışmak ve bir uzlaşı gerekiyordu, geri çekildi.

Konuyu yakından takip eden birçok insanın da altını çizdiği gibi, bu yeni torba yasa, ekonomik, siyasal ve toplumsal yaşamı ve emekçileri çok yakından etkileyecek olan çok önemli düzenlemeler içeriyor. Örneğin, tasarıda terörle ilişkilendirilen belediye yönetimlerinin, başkanlarının azledilmesi ve yerine valilerce atama yapılması gibi önemli siyasal sonuçlar doğurabilecek maddeler de olduğu gibi, AOÇ arazisinin ve ormanların fiziken yok edilmesine imkân verebilecek imar değişiklikleri ertelendi ve yeni yatırım teşvik tedbirleri gibi, sermaye kesimine de yönelik önemli düzenlemelerle birlikte geldi.

Yakın bir gelecekte tekrar gündeme getirileceği anlaşılan "Türkiye Varlık Yönetimi AŞ" adı altında bir devlet şirketinin ve buna bağlı olarak, borsada kote şirketlerin hisse senetlerinin, özelleştirme kapsamındaki kuruluşlara ait payların, her türlü altın, para ve sermaye piyasası araçlarının alım satımıyla uğraşacak olan Türkiye Varlık Fonu'nun kurulmasına izin veren düzenleme ülkemizin önemli iktisadi konularından birini oluşturmaktadır.

Nitekim, bu fona hazırlık olmak üzere zorunlu bireysel emeklilik yasası kabul edildi. 45 yaş altındaki emekçilerin zorunlu olarak kaydolacakları bu Özel Emeklilik Fonu'yla önümüzdeki on yılda 100 milyar liralık bir fonun oluşturulmasının hedeflendiği belirtilmektedir. Türkiye Varlık Şirketi ve Fonu kurulduktan sonra BES'in bu havuzun su kaynaklarından biri olacağı da hepimizce malumdur.

Tasarıya göre, ödenmiş 50 milyon liralık sermayesinin tamamı Özelleştirme İdaresi Başkanlığına dolayısıyla da Başbakanlığa ait olacak, bu şirket yasada belirtilen fonların yönetimini üstlenecek. Türkiye Varlık Fonu'nun kaynakları ise Özelleştirme Fonu'nun varlıkları ve nakdi, Bakanlar Kurulunca verilecek karara bağlı olarak diğer kamu kurum ve kuruluşlarının ihtiyaç fazlası gelirleri -örneğin, İşsizlik Fonu, BES- ve yine varlıkları ve iç ve dış finans piyasalarından sağlanacak diğer finansman kaynakları gibi çok geniş bir iç ve dış kaynaktan oluşacak bir çalışmadır.

Bu hâliyle tasarı tekrar gündeme getirilip yasalaşırsa Türkiye Devlet Varlık Yönetimi AŞ Türkiye'de şu ana kadar kurulmuş en imtiyazlı şirket olacak. Öyle ki, örneğin, yöneteceği Türkiye Varlık Fonu'nun varlıkları haczedilemeyecek, üzerine ihtiyati tedbir konulamayacak; keza, bu fon ve kuracağı şirketler ve alt fonlar da gelir vergisi, kurumlar vergisi, damga vergisi, banka ve sigorta muameleleri vergisi, kaynak kullanımını destekleme fonu kesintileri, emlak vergisi, tapu harcı, döner sermaye bedelleri ve ilgili yasalarda belirtilen diğer vergilerden muaf tutulacak.

Ayrıca, şirket ve bağlı ortaklıkları ve fon, KİT mevzuatındaki kısıtlamalara, 5018 sayılı Kanun'a, 657 sayılı Kanun'a ve Kamu ihale Kanunu'na da tabi olamayacaklar. Böylece, Türkiye Varlık Fonu serbest rekabete hiçbir biçimde açık olmayacak, kamuya hesap veremeyecek ve dolayısıyla da şeffaf olamayacak ve yani, doğrudan siyasal iktidarın tasarrufu altında faaliyet gösterecek, vergi ödemeyeceği ve diğer kamu kaynaklarını da gelir olarak kullanacağı için, bir yandan kamusal gelir kaybına, diğer yandan da verimsiz harcamalar yapabilecek olan yetkilerle donatıldığı için kamuya ait geliri istediği gibi kullanarak kamu zararına neden olabilecek.

Tasarıya göre fonun denetimi Sayıştay denetimine, dolayısıyla da Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetimine tabi olmayacak. Fonun denetimini yerli ya da yabancı bağımsız denetim kuruluşları gerçekleştirecek. Aslında, fonun Meclis ve Sayıştay denetiminden uzak tutulması Türkiye'de yeni bir durum değil. 12 Eylül askerî diktası sonrası 1983 yılında kurulan Turgut Özal Hükümetiyle hâkim kılınmaya başlanan neoliberal ekonomi yönetimi altında çabukluk ve esneklik gerekçeleriyle 100'ü aşkın bütçe dışı fon kurulmuş ve Özal iktidarı bu fonların hem gelir kaynaklarını hem de harcandığı yerleri Meclis denetiminden kaçırarak neoliberal birikim ve büyüme modelinin hayata geçirilmesinde bir araç olarak kullanmıştı. Bugün ekonomik ve siyasal gücün daha da merkezileştirildiği ve siyasal iktidardan hesap sormanın zorlaştığı bir yönetim biçimi altında bu model daha da büyük bir boyutta tekrar gündeme getiriliyor. Böylece Türkiye Varlık Fonu'nun potansiyel boyutları, hem gelir sağlama hem de harcama yapma konusundaki sınırsız bir hareket alanına sahip olması göz önüne alındığında onlarca milyar liralık varlık, servet ve nakdin iktidar bloğunun siyasal, ekonomik ve uluslararası tercihleri doğrultusunda ve tek merkezden nasıl kullanabileceğini kestirmekteyiz. Bir başka anlatımla, belirli kamu gelirlerinin, özelleştirme, bir kısım yeni vergiler ve kira gelirleri gibi doğrudan fona aktarılmasıyla bazı fonların yeni kurulacak Türkiye Varlık Fonu tarafından yönetilmesini -İşsizlik Fonu, DASK ve BES gibi- mümkün kılacak bir yapı kurulacak. Özelleştirme gelirleri fon çatısı altında, bütçe dışında ve denetim ve sınırlamalara tabi olmadan doğrudan yönetilecektir. Ayrıca, İşsizlik Fonu ve BES'e Türkiye Varlık Fonu'nun çıkardığı fonları aldırma yoluyla bu kaynakları doğrudan fona almadan yönetmek mümkün olabilecek.

Tasarının gerekçesi ve taslak maddeler arasında tam bir örtüşme de yok. Bu nedenle, amaçlananı tam olarak anlamak da mümkün görünmüyor.

Bu fonun sunumunu yaparken G20 ülkelerinin hepsinde var olduğu ileri sürülüyor ve bu fonla reel sektördeki petrol, doğal gaz gibi stratejik sektörlerde faaliyet gösteren şirket ve projelere uzun vadeli kaynak temin edilmesi ile ekonomik kalkınmanın hızlandırılması, sürdürülebilir bir büyüme hızının elde edilmesi ve ekonomik istikrarın sağlanması hedeflenmektedir. Öncelikle, referans gösterilen küresel muadil fonlar petrol, doğal gaz ve sair gelirleri ve diğer ticaret fazIalarından sağlanan gelirleri ve bütçe fazIalarını kullanıyorlar. Kuşaklar arasında servet ve tasarruf transferi de dâhil olmak üzere birçok ekonomik amaca hizmet etmek üzere kurulmuş durumdalar. Türkiye'de ne petrol geliri ne de dış ticaret fazlası veya bütçe fazlası mevcut değil. Ayrıca, G20 ülkeleri içinde sadece Türkiye'nin böyle bir fonunun olmadığı savı gerçeği de yansıtmıyor. Zira,, bu fonlar asıl olarak Birleşik Arap Emirliği, Norveç ya da Rusya gibi ciddi miktarda petrol ve doğal gaz geliri olan ya da Çin Halk Cumhuriyeti gibi mal ticaretinden dolayı büyük dış ticaret fazIalığı olan az sayıda devletlerin bu fazIaları yönetmek, döviz fazlasının içeride parasal istikrarsızlığa yol açmasını önlemek ya da küresel çapta finans piyasalarında bir aktör olarak yer almak için kuruldukları fonlardır. Türkiye'nin bu tür döviz fazIaları söz konusu olmadığından böyle bir fonun kurulmasının ardında başka ekonomik ve siyasal nedenler aramak daha doğru ve daha akılcı olacaktır.

Gerekçede, büyüme, kalkınma, ekonomik istikrar, etkin kaynak kullanımı gibi geniş anlamda ekonomi politikalarının -para ve maliye politikaları- amaçları sıralanıyor ancak bu gerekçelerin içinde son derece adaletsiz bir hâlde olan ve giderek daha da kötüleşen gelir ve servet bölüşümünün iyileştirilmesinden söz edilmemesi siyasal iktidarın sınıfsal pozisyonunu da göstermektedir. Yani bölüşümden kaynaklı adaletsizlikler ve yoksulluk görmezden geliniyor ve bu anlamda yapılan çalışma da göz ardı ediliyor. Oysa, Norveç örneğinde kuşaklar arası servetin yeniden dağılımı da fonun kurulma nedenlerinden bir olduğu gözden kaçıyor. Yani bölüşümün iyileştirilmesi bir kenara bırakıldığında, bu fon şu ana kadar yürütülmüş olan, özellikle de siyasal iktidarın etrafında kümeleşmiş olanların servet ve sermayesinin daha da büyütülmesinde bir araç olarak kullanılacağını tahmin etmekteyiz.

Yaygın bir biçimde giderek kabul gören bir görüşe göre (ekonomik krizler ve istikrarsızlıklar dâhil olmak üzere, ekonomik sorunların temelinde bölüşümsel adaletsizlikler ve eşitsizlikler yatıyor. Gerekçeye hâkim olan felsefe ise modası geçmiş, emek karşıtı ama bir yanıyla da ekonomik sorunlara çözüm olmaktan uzak ana akım ekonomi teorilerine dayanmaktadır..

Yurt dışı sermaye hareketlerinin istikrar bozucu etkilerinin bu fFon aracılığıyla yumuşatılacağı, bu fonun piyasalarda stabilizatör görevini üstleneceği ileri sürülmektedir. Uluslararası sermaye hareketlerinin istikrarsızlık yaratıcı etkilerinin 50 milyon sermayeli bir fonla ortadan kaldırılması da mümkün değildir. Kaldı ki Türkiye'nin uluslararası sermayeye bağımlılığı yapısal bir sorun ve küresel kapitalist sistemle bağlarını koparmadığı sürece bu sorun da ortadan kalkmayacaktır. Zira, bu durum sadece sermaye talep eden ülkeyle değil, aşırı sermaye birikimi nedeniyle sermaye ihraç eden konumundaki ülkelerle de ilgili bir durumdur. Aşırı birikim, kâr oranlarının düşme eğilimine girmesine, bu da kârlılığın azalmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, metropol ülkelerdeki aşırı sermaye birikimini, böylece kârlılık sorununu çözmenin yollarından biri sermaye ihracıdır. IMF, hatta NATO gibi birçok küresel örgütlerin son tahlilde bunlara hizmet ettiği de görülmektedir. Bu gereklilik ortadan kalkmadığı, küresel kapitalist sistemle bu bağlar koparılmadığı sürece uluslararası sermaye hareketlerinden kaynaklı ekonomik istikrarsızlıklar, krizler ortadan kalkmayacaktır. Nitekim, sistem şu ana kadar aslında reformist bir çözüm önerisi olan Tobin vergisine dahi izin vermemiştir.

2023 hedeflerine uyulacağı, kısa vadeli finansman temin eden bankacılık sektörünün göreli rolü azaltılırken uzun vadeli fon temin eden sermaye piyasalarının göreli rolünün artırılacağı ileri sürülmektedir. Gerek İslami referansları gerekse de benimsediği birikim modeli nedeniyle faiz oranlarının yüksekliğinden şikâyetçi olan ve bu nedenle de ticari bankacılıkla arasının çok iyi olmadığı bilinen siyasal iktidar, fon temini açısından daha uzun vadeli fon sağlama özelliğine sahip piyasa türü olan sermaye ve sigortacılık piyasalarını ön plana çıkartıyor da olabilir. Ülkede sermaye piyasalarının -borsa, tahvil, bono ve özel emeklilik fonları- az gelişmişliği, sığlığı, spekülatif özelliği ve araç sayısının yetersizliği göz önüne alındığında, siyasal iktidar bu piyasaları kendi hâline bırakmaktansa, onlar adına hareket edici bir rol oynamayı ve bu yönde bir vekil sermaye piyasasının temellerini oluşturmayı da planlıyor olabilir. Ekonominin en temel sorunu hâline gelen düşük iç tasarruf sorununu da bu yolla aşmaya yani millî gelirin yüzde 13'ünün altına kadar düşen iç tasarruf oranını yükseltmeye çalışmaktadırlar. Uluslararası sermaye hareketlerinin giderek artan istikrarsızlığı, jeopolitik riskler ve iç politik riskler altında mevcut sermaye ve servet birikimi modelinin sürdürülebilmesi, kârlı yatırımların yapılabilmesi ve ortaya çıkan, işsizlik başta olmak üzere, birçok temel sorunun kısmen de olsa hafifletilmesi mümkün gözükmemektedir. Bunun sağlanabilmesi için yerli tasarrufların istikrarlı bir biçimde büyütülmesi -BES ve fon- içerde ve dışarıda yapılacak finans yatırımlarıyla bunun çoğaltılması, mobilize edilmesi ve yatırımcılarla buluşturulması gerekiyor. Dünyada tarihte bunu "arazi vergisi" gibi sağlam bir iç kaynak aracılığıyla uygulayan Japonya -1868 ve1940 yılları arasında- başta olmak üzere bazı ülkeler başarmışlardır ama o dönemde finansın bugünkü kadar başatlığı, asalaklığı, spekülatifliği söz konusu değildi.

Hükûmet bu fonun gelirlerini uluslararası piyasalarda ya da petrol ve doğal gaza dayalı türev piyasalarda büyütmeyi hedefliyor olabilir. Oysa bu piyasalar son derece spekülatif ve manipülatiftir. Bunun en somut kanıtı, bu piyasaların 2008 finansal krizinin tetikleyici mekanizması olmasıdır. Birçok küresel emeklilik fonu ve uluslararası varlık fonu bu krizle ciddi değer kaybetmiştir. Bu fonlarda tasarrufları tutulan milyonlarca insan geleceklerini, ekonomiler ise yatırım ve büyüme imkânlarını beraberinde yitirdiler.

Yeni bir küresel finansal krizin, özellikle de 2008 krizi sonrasında uygulanmış olan miktarsal ve parasal kolaylaştırma politikalarıyla nakde ve hisse geri alımı biçiminde spekülatif finansal kazanç sağlamaya dönük faaliyet gösteren bu uluslararası finans piyasalarınca adım adım yaratıldığı, bu yönde yeni finansal balonların şişirilmekte olduğu IMF gibi yetkin kuruluşlarca açıklanırken, Hükûmetin bu piyasalara bel bağlayarak böyle bir fonun oluşumuna girişmesi taslağı hazırlayanların küresel ekonomik gelişmeleri doğru kavramadıklarının bir göstergesidir. Bu bağlamda bu fonda birikecek milyarlarca liralık kamu parasının bu piyasalarda batırılması, buna karşılık bu işlemlerden bazı çevrelerin komisyon, işlem payı, yönetim ücreti vesaire adları altında ciddi gelirler elde etmesi sürpriz de olmayacaktır.

Böyle bir hesap nasıl yapılmıştır bilinmiyor. Ancak hâlihazırda yılda ancak yüzde 3-4 arası büyüme bandına sıkışmış, ekonomisi durgun hem de ülkenin darbe girişimi sonrası artan politik riskleri nedeniyle bu oranların 2016 ve 2017 için öngörülmemesi gerçekçi olacaktır. Bu gerçeğe rağmen olası bir büyümenin yarısı kadar -yüzde 1,5- ilave bir büyüme oranının bu fonun işleyişiyle sağlanabileceği iddiasının ekonomi bilimi açısından sağlıklı bir açıklaması henüz yapılmış değildir.

Teoride en sık kullanılan büyüme modeline başvurduğumuzda, büyüme oranı eşittir tasarruf oranı/marjinal sermaye hasıla katsayısı (g=s/c) olarak formüle edilir. Bu formüle uygun olarak yılda yüzde 1,5 ilave ekonomik büyüme sağlayabilmek için basitçe tasarruf oranının her yıl yüzde 6 oranında artması gerekmektedir. Bu yüzde 6'lık yıllık tasarruf artışı bizim ülkemizde yakında ve orta vadede görülmemektedir.

Ayrıca ülkemizdeki gelir bölüşümü eşitsizliğinin boyutları, yüksek borçluluk ve yoksulluk düzeyi geniş kitlelerin tasarruf yapmasını mümkün kılmıyor. Tam tersine büyük çoğunluk kredi kartı harcamalarıyla eksi tasarrufta bulunur iken tasarruf yapabilecek kesim ise Panama belgelerinde de görüldüğü gibi, tasarruflarını büyük ölçüde yurt dışında tutmaktadırlar.

Gelinen bu noktada yapılan bu düzenlemenin ülkemize ciddi bir getirisinin olmayacağını herkes bilmekte ve görmektedir. Ayrıca IMF'ye borç verebilme kabadayılıklarını AKP iktidarıyla yaşamış bir ülkede gelinen bu noktada fakirin fukaranın alın teri ve fonlarına göz dikerek dünyaya hükmetmeyi hayal etmeyi de çok doğru bulmuyoruz.

Gecenin bu vaktinde, yeniden bu tasarının gözden geçirilip çekilmesinin doğru olacağına inanıyoruz.

Teşekkür ederiz Sayın Başkan