| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1319) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 15 .08.2016 |
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzde Plan ve Bütçe Komisyonunda olduğumuz dönemdeki en önemli yasal düzenlemelerden bir tanesi var. Bu yasal düzenlemeyi anlayabilmek için Türkiye'nin ekonomik durumunu iyi anlamamız gerekiyor. Neredeydik, nereye geldik, nasıl bir gelecek bizi bekliyor? Çok kısaca anlatayım: Türkiye'nin tarihi -Türkiye Cumhuriyeti değil- itibarıyla baktığınızda önemli kırılmalar var; 1950, 1980 ve 2002 gibi önemli kırılmalar var.
1980'de önemli bir model değişikliğine gittik; kimisi "iyi" dedi, kimisi "kötü" dedi ama bu 1980'de yapılan işler karşımıza 1990'lı yıllarda büyük krizler, yolsuzluklar, kötü yönetim olarak çıktı ve 2002 yılında da iktidar değişti. İktidara Adalet ve Kalkınma Partisi geldiğinde kendinden önceki dönemde yapılan büyük hataların büyük faturaları vardı. Bu "kendinden önceki dönem" derken de burası Plan ve Bütçe Komisyonu, bizler daha detaylı bakabilmeliyiz, kendinden önceki dönem bir yıllık dönemi ifade etmez; on yıl, yirmi yıl, otuz yıl, kırk yıllık dönemleri ifade eder. O dönem Hükûmeti de kendisi adına önemli kararlar aldı, zor kararlar aldı. Çoğu doğru muydu? Bana sorarsanız doğru değildi ama kapitalist ve liberal ekonomik mantıklar içerisinde alınması gereken güç kararlardı ve bunun faturası ödendi ve 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldi. Yeni bir ekonomik model oluşturulması gerekiyordu ve bu yeni ekonomik model de oluşturuldu. Bu yeni ekonomik model şuna dayanıyordu: Bir. borçlanma; iki. varlık satışı, özellikle ağırlıklı yabancılara varlık satışı ve kaynak yaratma mekanizmasına dayanıyordu. Mesela, bunun bir tane örneği Toplu Konut İdaresi tarafından yapıldı. Ne yapıldı? Toplu Konut İdaresi üzerinden önceki Emlak Bankasından kalan arsalar ve kentlerdeki yeşil alan olması gereken, kamu alanı olması gereken arsalar veya imar izni artırılarak yaratılan bir inşaat sektörü yaratıldı. Normalde her konuda özelleştirme üzerine duruyordu Hükûmet, mesela TELEKOM gibi stratejik bir kurum özelleştirildi ama Toplu Konut İdaresine baktığınızda, tamamıyla devletçi bir model uygulandı. "Devletçi model uygulandı." derken devlet konut yapmadı, devlet hangi konutu yapacak firmaları seçti. Burada da büyük yolsuzluklar olduğunu, böyle paralel maralel değil, ta 2004, 2005, 2006, 2007 yılları raporlarına baktığınızda çok büyük yolsuzluklar yapıldığını gördük, belirli firmalara kaynak aktarıldı bu inşaat işlerinden.
Diğer bir model neydi? Diğer bir model kamu yatırımlarıydı. Kamu ihalelerindeki sonuçlar da gördük. Kamu ihalelerine baktığınızda büyük ihalelerin sayısı 50 ile 100'ü geçmeyen şirketler arasında -daha sonra onların sayısı da çok azaldı- paylaştırıldığını gördük.
Bir diğer yapılan model, varlık satışıydı. Varlık satışı iki şekilde oldu: Bir, özel sektör üzerinden yabancılara varlık satışı; işte birtakım bankaların yabancılara satılması, büyük şirketlerin yabancılara satılması; bir de özelleştirme üzerinden kamu varlıklarının öncelikle iktidara yakın iş adamlarına düşük fiyattan satılması ve onların da aldıkları bu kamu varlıklarını uluslararası fonlara, diğer şirketlere yüksek fiyatta satılması. Yani ikinci bir el, bir ihale mekanizması ortaya çıktı. Belirli tanınmış firmalar fahiş fiyatlarla ihaleleri alıyorlardı, onlar kendi alt şirketlerine ihale yapma yetkisini yapar gibi, hiç işe girmeden, taşeron şirketlere yaptırma modeli vardı ve bunlar bir kaynak yarattı. Bu kaynak yaratmanın üzerine yani varlık satışından gelen kaynak yaratmanın üzerine bir de borçlanmayla kaynak yaratıldı. Eskiden kamu borcuyla yürütülen, kamu borcuyla yapılan borçlanmalar bu sefer özel sektör eliyle yapılmaya başlandı. İşte, banka borçlarındaki, hane halkları borçlarındaki artışı görüyoruz. Bu borçlanmanın yarattığı harcama kapasitesiyle oluşan vergiler; gümrük vergisi, KDV vergisi gibi şeylerle de kamu mali yönetimi görünürde düzeltildi ama altyapısına baktığınızda, sadece millî ekonomi olarak baktığınızda borçlu değişmiş oldu yani kamudan özel sektöre doğru bir borç geçişi oldu ve bunun da sonuna geldik. Şöyle ki sonuna geldik, artık tasarruflarımız bize yetmemeye başladı. Niye yetmiyor tasarruflarımız? Bir: Bu ithal ekonomisi dolayısıyla üretimlerimizi, üretim yapan bir çok tesisimizi Çin'den getirerek düşük döviz kuru politikalarıyla kendi üretim yerlerimizi kapattık. İki: Gelir getiren stratejik kurumlarımızı sattık. Mesela, nereden bahsediyorum, TELEKOM'u sattık. Biz Hazine Müsteşarlığında çalıştığımız dönemde gözümüzü dikip bu kurumlara bakardık, TELEKOM ne kadar kâr verecek, TEKEL ne kadar kâr verecek. Bu sattığımız kurumlar var ya, o varlıklar da satıldı. Şimdi, şu duruma döştük: Bir yandan çok borçluyuz, yani yaklaşık 200-220 milyar dolar finansman ihtiyacımız var borcumuzu ödemek ve cari açığımızı gidermek için. İki: Borcumuzu ödemek için de gelir getireceğimiz kurumlar elimizden çıktı ve şu an Türkiye ekonomisi çok iyi bir durumda değil. Çok iyi durumda olmamamıza rağmen hâlâ cari açığımız var, hâlâ finansman ihtiyacımız var, bunun sürdürülemez olduğunu hepimiz görüyoruz. Ne yapmamız gerekiyor? Borcumuzu ödememiz gerekiyor. Borcumuzu ödemek ne demek? Tasarruflarımızı artırmamız gerekiyor, cari açığımızı düşürmemiz gerekiyor. Halihazırda borç öderken, borç ödemek zorundayken ve hâlâ cari açık verirken, bunu yapmamız ne demek? Memur maşlarının düşürülmesi, uzun saatler çalışmamız, tasarruf tedbirleri uygulamamız. Zaten halkın dayanacak gücü yok, bu arada gelir dağılımında ciddi adaletsizlik var. Yani, yüzde 1'in durumu çok iyi, onların zaten mevduat hesaplarının... Türkiye'de bir servet ölçümü yöntemimiz yok bizim. Yani servet nasıl dağılmış göremiyoruz, onu da artık Devlet İstatistik Enstitüsü yapıyor ama bununla ilgili ipucu göreceğimiz yerler var. Mesela nerede görebiliriz? Mevduat hesaplarına baktığımızda çünkü mevduat bir servet unsurudur değil mi? Mevduat hesaplarına baktığımızda kabaca şunu görüyoruz: 1 trilyon lira civarında bir mevduat var bankalarda. Bunun tam yarısı 1 milyon ve üzeri bakiye veren hesaplarda. Bu şu demek, kurumları falan çıkararak söylüyorum ben: Milyonerlerin hesabında. Kaç kişi bunlar? Hesap olarak söylüyorum 26 bin kişi. Ama, bir milyonerin 5-10 hesabı olduğunu düşünür konsolide ederseniz, Türkiye'de bir 2.000-2.500 kişi var mevduatın tam yarısına sahip; kalan kısmına bakıyorsunuz, bu yüzde 99 mevduatın diğer yarısını alıyor. O binde 1'lik dilimden yüzde 1'e geldiğinizde oran daha da bozuluyor. Yani, Türkiye'de geniş halk yığınlarının mevduatı yok, mevduat olduğu gibi yüzde 1'lik, binde 1'lik, artık limite göre değiştiğinizde bunların hesabına yığılmış görünüyor. Yani, bir de böyle bir sorunumuz var, gelir dağılımı sorunumuz var.
Şimdi, nerede kalmıştık, varlıklarımızı sattık, aşırı borçlandık ve hâlâ borçluyuz ve gelirimiz yok. Bu durumda kamu yatırımı yapılmak isteniyor çünkü Hükûmetinizin şöyle bir şeyi var: Osmangazi Köprüsü, işte herkes onun önünde "selfie" çekiyor, şeyler yapılıyor, "muhteşem işler yapıyoruz", yani bütün siyaseti mega projeler üzerinden anlatma gibi bir durumdasınız. Şimdi, bu "mega proje" meselesine dönüp bakalım: Mega proje nedir? Mega projeler yap-işlet-devret projesidir. Şimdi, iki tane proje yapma biçiminiz var; ya kamu hazinesinden proje yapacaksınız, ihaleye çıkacaksınız, hazineye ödeneğini koyacaksınız, hazineden bu paraları ödeyeceksiniz. Bu, hazinenin bu paraları ödemesi için borç yapması, sonra da proje bittiğinde gelirlerini alması gerekiyor demek.
İkinci model ne? Sizin adınıza birileri o projeleri yapacak, o projeleri işletecek -yani yapacak dediğim finansmanını bulacak- para kazanacak, ihaleye göre de öngörülen süre içerisinde bunu devredecek. Siz bu yap-işlet-devret modelini çok sevdiniz. Sebebi şuydu: Eğer bu projeleri hazineye yaptırmış olsaydınız hazine borçlanacaktı, işte, kamu borcu artmış görünecekti, siz de "Mali disiplin" falan diye anlatamayacaktınız. Yap-işlet-devret projesine döndünüz. Yap-işlet-devret projesi ne? Gizli kamu borcu. Niye gizli kamu borcu? Çünkü hem finansman garantisi var hem müşteri garantisi var. Toplamda ne kadar oldu bu, toplam şey? Yaklaşık 150 milyar dolara geldi. Yani, üçüncü havalimanı, üçüncü köprü -henüz daha kanal projesi de yok- sağlık tesisleri, diğer şeyler... Bizim devlet olarak verdiğimiz garantiler 150 milyar dolara geldi. Peki, biz yap-işlet-devret modelini niye yapmıştık? İşletmeci finansman bulacaktı, riski kendi alacaktı, parayı bulacaktı, tesisi yapacaktı, öngörülen fiyatlardan müşteriye satacaktı, sene sonunda devredecekti. Dönelim bakalım ne oldu büyük projelere; Osmangazi Projesi'ne, üçüncü havalimanına, üçüncü köprüye. Mesela, üçüncü havalimanının müteahhitleri para bulabildi mi? Bulamadı. İlk söylediğiniz de neydi? Yaklaşık 26 milyar avro, devletin kasasından 5 kuruş para çıkmayacak, 5 sent para çıkmayacak, adamlar yapacaklar, işletecekler, ondan sonra bize devredecekler. Parayı bulamadı, ne oldu? Parayı 3 tane kamu bankası verdi: Ziraat Bankası, Vakıfbank, Halk Bankası; ağırlıklı bunlar verdi. Peki, biz nasıl çıkmıştık? Bu adamlar para bulacaktı. Peki, parayı biz buluyorsak bu adamlar niye işletiyor? Parayı biz buluyoruz çünkü, bunlar kamu bankaları, onlar bulamadı, kimse onlara vermedi. Niye verilmediğini de anlatayım, aynen böyle yapılmıştı, aynen bu mantıkla yapılmıştı. O zaman İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının 1/100.000'lik çevre planı vardı; bu, İstanbul'un anayasası demek. Hatta, bütün Marmara Bölgesi ve Türkiye'ye de bakarak sizin belediyeniz hazırladı. Bütün ilçe belediyeleriyle, bakanlıklarla iki sene falan çalıştılar. 180 milyon liraya yakın bir bütçesi var. Eleştirdiğimiz yönleri var ama kabaca ana hatlarıyla çıkmıştı, İstanbul'un anayasası. İstanbul'un anayasası şunu söylüyordu: Her şeye bakmışlar, üçüncü havalimanına ihtiyaç duyulursa Silivri'de bir yer var, bir bölge var, teknolojik olarak da teknik olarak da havalimanının yapılması gereken yer burasıydı. Peki, siz nereye yaptınız? İstanbul'un kuzeyine, Karadeniz kıyasına, kuzey ormanlarının üzerine yaptınız. Onunla da kalmadınız, oradan bir köprü getirdiniz; üçüncü köprü, üçüncü havalimanı ve bir de otoban, Odayeri- Paşaköy Otobanını getirdiniz. Şimdi normalde trafik rakamları şunu söylüyordu: Transit geçişler, eğer orayı köprü olarak kullanacaksanız, sadece yüzde 5 demek, yine yüzde 95'i iki köprünün üzerine kalacaktı. Üçüncü köprünün hiçbir mantığı yoktu. Peki, niye burayı yaptınız? Onu da söyleyelim: Çünkü, TOKİ mantığı burada devreye girdi. Orada ormanlar var, kuzey ormanları, bunlar İstanbul'un yaşam kaynakları, temiz hava kaynağı, temiz su kaynağı ve İstanbul kaldıramadığı için de o yeşil bant, aslında üçte 2'siydi İstanbul'un üçte 1'ine indi ve öyle tutulması... Hatta o çevre planında şöyle diyor: "Kuzey Ormanlarında asla yapılaşmaya izin verilmemelidir." Ama siz bu planı yok sayarak, getirdiniz havalimanını, oraya koydunuz. Havalimanı, üçüncü köprü ve kanal projeleri birer emlak projesiydi. Niye emlak projesi? Çünkü, konut yapabilmeniz için arsaya ihtiyacınız var, bütün arsaları tükettiniz. Orman bir arsa sizin gözünüzde. Bunları yaptığınızda oraya yapılacak rezidanslar, AVM'ler, yat limanları, falan filan, yeni bir İstanbul yapıyorsunuz, yeni bir İstanbul yapmaya çalışıyorsunuz. Bunu niye yapıyorsunuz, onu da söyleyeyim: Üreterek para kazanamadığınız için, Türkiye ekonomisinin, ilk tulumbaya suyu koyduktan sonra devam edebilmesi için sizin kaynak yaratmanız gerekiyor. Nasıl kaynak yaratmayı düşünüyorsunuz? İşte bu inşaat projeleriyle. İnşaat projeleriyle kaynak yaratılır mı? Evet. Peki, sakıncası nedir? İnşaat projeleri üretime yönelik bir şey geliştirmezse yapıldığı anda bir ekonomik kaynak yaratır, ekonomik kaynak borçla finanse edilir ama üzerine bir şey getirmez. Mesela bir fabrika yapmıyorsunuz, geleceğe yönelik iyi bir üniversite, okul kurmuyorsunuz. Bu inşaat projeleriyle gitmeye çalışıyorsunuz. Bunu yaparken ne olacak? Sıfır bedelle arsa maliyetleri ortaya çıkacak Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı üzerinden. Bu sefer konutlar yapılacak. Konutlar yapılırken ne olacak? Türkiye'de bir ihale sistemi görünürde olup normalde olmadığı için de yine 15 tane şirket girecek oraya. O 15 tane şirket -en iyi, en pahalı dairenin metrekaresi bin liradır veya bin 500 liradır- 200 metrekarelik çok lüks bir ev yapıyorsa bunu 300 bin liraya yapar, 3 milyon liraya satılıyor. 300 bin liradır bunun maliyeti. Sonra, bunu da arsa karşılığı gelir ortaklığı modeline çevirecek, haksız ihalelerle bu ev bedeli 600 bin lira kabul edilecek, yarısı devletin, yarısı müteahhidin ama fiyat ne? 3 milyon lira. Ondan sonra da bir şekilde o müteahhitten alınan paralar bölüşülecek. Şimdiye kadar bütün model bunun üzerinden çalıştı.
Tam bu modele geldiniz, bunu yaptınız ama artık para bulamıyorsunuz, belli. Para bulunamadığı için de iş kaldı. Bulduğunuz projeyi gördük işte. Osman Gazi Köprüsü Projesi'nde 40 bin araca garanti verilmiş, Ulaştırma Bakanı çıkıp diyor ki: "20 bin araç öngörülüyor, biz de bu kadar öngörmüştük." Madem 20 bin araç öngörülüyordu, 40 bin araca niye garanti verildi? Üstelik o 40 bin araçlık garanti de her yıl yüzde 5, yüzde 6 civarında artacak. Bu şu demek: Türkiye ekonomisinin yüzde 6, yüzde 7 büyüyeceğini düşünüyorsunuz ama Türkiye ekonomisi, şu an itibarıyla 2,5-3 zor büyüyor, o da rakamlara inanıyorsanız. Bu ne demek? Artan bir garanti olacak, sizin "Beş kuruş ödenmeyecek." dediğiniz ilk projenizden itibaren, şu an günlük 1 milyon dolar para ödüyoruz demek ve sizin böyle onlarca projeniz var ve bunu yapamaz hâle geldiniz. Üstelik proje yaparken de mevzuatlar arasında çok fark var. 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu var, yolsuzlukları hâlâ zorlaştırıyor, 2856 sayılı Devlet İhale Kanunu var, yolsuzlukları zorlaştırıyor ama özelleştirme mevzuatı idareye geniş takdir yetkisi tanıdığı için yolsuzlukları daha kolay yapıyor. Onun için, 2856'dan alıp Özelleştirme Başkanlığının altına koymaya çalışıyorsunuz. 4734'e göre yani kamu kaynaklarından ihale yapmak yolsuzluğu çok zorlaştırdığı için yap-işlet-devret modeline göre yapmak istiyorsunuz. Şimdi, geldiniz artık buralarda tıkandınız. Bu tıkanıklığı aşmak için de ...
Aynı zamanda, Türkiye'de siyaset de sürekli çalkalanarak gidiyor. Çalkalanmasının sebebi şu: Sadece darbeyle çalkalanmıyor Türkiye siyaseti. Türkiye siyaseti sürekli bir çalkalama içerisinde. Mesela, bu Mecliste Sayıştay raporlarının gelmemesi siyaseten büyük bir çalkalanmadır çünkü demokrasi ve Anayasa şöyle bir şey diyor: Orada iktidar var, onlar çoğunluğu elde etti, bu ülkeyi yönetecek ama bu muhalifleri de yöneteceği için bunlar karşı karşıya gelecek, onlar yapacak, bunlar denetleyecek, bir fren, denge sistemi olacak. Siz diyorsunuz ki: Biz yapacağız ve siz bizi asla denetleyemeyeceksiniz. Bunu Sayın Bakan çok güzel teorik olarak söylüyor işte. "Soru önergelerinizle denetleyebilirsiniz."
Arkadaşlar, ben bir muhalefet milletvekiliyim. Sorduğum hiçbir önemli soruya cevap alamadım. Bir dönem bakanlar -çok özür dileyerek söylüyorum- şaka yapıyorlardı veya dalga geçiyorlardı. Mesela bir şeyi soruyorsunuz, partinin programını anlatıyor. "AK PARTİ iktidarında muhteşem şey..." Ben diyorum ki: "Doğal gaz anlaşmasında fiyatı nasıl belirlediniz?" "Biz mükemmel işler yaptık." diye bizi de üzen, küçük düşüren bir sürü cevap vardı. Sonra İsmail Kahraman Bey geldi, artık soru önergemiz bakanlara bile gitmiyor, soru önergelerimizi iade ediyorlar. Peki, biz size emanet ettiğimiz mal varlığını doğru kullanıp kullanmadığınızı nereden anlayacağız? Soru önergesi veremiyorsunuz, bilgi edinmeden alamıyorsunuz, zaten teftiş kurulları kapatıldı, Sayıştay da denetlemiyor ve siz hepimize ait bir şeyleri yönetmeye çalışıyorsunuz. Yani, Türkiye ekonomisi, Türkiye siyaseti işte bu uygulamalar yüzünden sürekli bir çalkantıya girdi ve en sonunda geldi, bir kalp krizi geçirdi, Allah'tan ölmedi, darbe olsaydı ölecekti ama ağır bir kalp krizi geçirdi. Şimdi, hastaya baktığınızda diyorsunuz ki: Doğru beslenmezsen yani demokrasin olmazsa, spor yapmazsan yani hukuk devletin olmazsa sen bir dahaki kalp krizinde ölebilirsin. Bu, illa bir askerî darbe olmak zorunda değil. Bu ekonomik gidişin... Korkunç bir yere doğru gidiyoruz. şöyle anlatayım: Eskiden Türkiye ekonomisine bakın, krizler hep şöyledir, iner, çıkar; iner, çıkar. Bu da periyotlara baktığınızda, beş ila sekiz yıl arasında bir dalgalanma gösterir; o da hükûmet süreleriyle alakalıdır. Şimdi, şöyle inip şöyle çıkıyorduk. Tek parti iktidarı, güçlü iktidar, istikrar sürsünde şöyle bir şey olduk: Yükseldik. Bu, şu demek: Düşeceğimiz yer de yükseldi. Eskiden şöyle iniyorduk ya şimdi böyle inmek durumunda kalıyoruz ve o türbülansa doğru, o tünele doğru girdik. Şimdi, buradan hep beraber çıkmak istiyoruz. Geçmişte ne olduysa oldu, buradan hep beraber, birlikte çıkmak istiyoruz. Bu yasa ne demek biliyor musunuz? Bizim paramız yok yasasıdır bu. Bu yasa, bizim paramız yok, bize para lazım yasasıdır. Parayı nereden bulmayı düşünüyorsunuz? Sadece bu yasa çerçevesinde bakmayın, son dört beş ayda geçirdiğimiz yasalara bakın.
Birincisi, şunu söylüyorsunuz: "Yurt dışından para getir, sana hiçbir şey sormayacağız kardeşim." Hepimiz biliyor muyuz İsviçre'deki, Cayman adalarındaki -"Keyman adaları" demediğim zaman beni çok cahil sanıyorlar da- Panama'da birtakım paralar var. Bu, gri ve kara para. Gri para ile kara para arasındaki fark da şudur: Kara para suçtan elde edilmiştir, gri para genellikle vergilendirilmemiş gelirler demektir. Birleşik Arap Emirlikleri'nde, Afrika'da birtakım ülkelerin liderlerinde, şunda, bunda para olduğunu biliyoruz biz, değil mi? Mesela, Yemen Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Yardımcısının karısında -adam ölmüş- o Yemen halkının sömürüsünden kaynaklanan bir para olduğu söyleniyor veya Körfez fonları, şunlar, bunlar. Biz, bu paradan bekliyoruz. Biz sanıyoruz ki kara para sahibi aptaldır. Hayır, kara para sahibi de -sadece paranın kaynağı suç olduğu için, rüşvet, uyuşturucu ticareti, silah ticareti gibi- dünya piyasalarına bakıyor, Londra piyasasında güvenilir bir şekilde daha az kazanca rağmen parasını aklamak varken Türkiye'ye niye getirecek parayı? Demek ki para henüz aklanmamış. Şimdi, 180 tane ülke var; herkes ağzını açmış fon arıyor, Brezilya'sı, Arjantin'i, Mısır'ı, Türkiye'si, gelişmekte olan ülkeler. Bütün bu ülkeler aptal, bütün bu ülkelerde hiç hazineci yok, finansmancı yok, onların büyükelçileri, yönetimleri yok, biz bu parayı aklayacağımızı sanıyoruz. Velev ki, diyelim ki girdik, onlarda o cesaret yok, tek başına Hükûmet cesaretiyle girdik, dünya ne diyecek bize? Dünya ne diyecek bize? "Bir dakika arkadaş, bu kara para tanımını boşuna yapmamışım, suçla mücadele etmek için." demeyecek mi? Çünkü, suçla mücadele suçüstü hâli dışında zordur. En önemlisi parayla mücadeledir yani bir terör örgütüyle mücadele etmek istiyorsanız en önemlisi onun para kaynaklarını kesmektir. Şimdi, biz, bu paraya müşteri olduk. Anladığım kadarıyla buradan bir para bekleniyor.
İkinci şey ne? Yeni bir kanun çıkardık, özel bütçeli kuruluşları özelleştirme kapsamına aldık, peyderpey satacağız. Mesela TRT'nin Kundu'da bir yazlık tatil kampı var, TRT'ciler gidiyor, orada yıllardır tatil yapıyorlar. 20 milyon dolara onu satacağız, 30 milyon dolara bunu satacağız, 1 milyar dolara şunu satacağız, bilmem ne yapacağız, oradan da bir para bekliyoruz, üzerine borçlanma.
Ve geldik, böyle bir kanun çıkarıyoruz, diyoruz ki, Varlık Fonu. Varlık Fonu'nu söylerken de bizim ülkemizdeki en büyük hatamız şu: Biz, "Canım bu Amerika'da da var." diyoruz "Bu, İngiltere'de da var." diyoruz, "Bu Birleşik Arap Emirlikleri'nde de var." diyoruz. Amerika'dakini, İngiltere'dekini benzetiyoruz, bu varlık fonlarına yani ulusal zenginlik fonlarının 2015 raporuna bakın, birçok Avrupa ülkesinde bu dediğimiz tanımda yok, fonları var, emeklilik fonları var, bazı "pension"ları var, bilmem neyi var ama bu dediğimiz anlamda mesela Norveç'te var. Toplamda dünyada 4,9 trilyon dolarlık böyle bir fon limiti var. Bu, bizim dediğimiz anlamda. Mesela, ben tartışmalara baktım, bütün tartışmalarda bu fonların şeffaflığı ve denetimi üzerinde bir tartışma var. Şunu bir rezerv olarak koyuyorum: Bir ülkenin millî fonunu kurması, özellikle dünyada para sistemini elinde tutan birtakım büyük fonları rahatsız etmesini bekliyorum ben. Mesela, "BlackRock" diye bir fon var, toplamda bunun kadar yani bütün ülkelerin fonu kadar 5 trilyon dolar fon sadece kendisinin var ama üzerine bankaları falan koyduğunuzda o 2 katına, 3 katına çıkıyor.
Şimdi, bu fonu kurarken biz diyoruz ki: "Böyle bir fonu hangi ülkeler kurmuş?" Mesela, petrol ticareti yapıyor Suudi Arabistan, bütçesinin üzerinde bir zenginliği var "Ya, bu parayı ne yapacağım?" diyor. O parayı gelecek nesillerine daha zengin olarak aktarabilmek için fonu kuruyor. Norveç balıkçılık ile petrol ticaretinden para kazanıyor, bir fon fazlası var, cari fazla veriyor. Zaten dünyada ülkeler bu anlamda ikiye ayrılıyor: Cari açık verenler yani bizim gibi ülkeler; cari fazla verenler, mesela Japonya, Çin gibi ülkeler. İşte zaten bütün hepimizin cari açığı da onların cari fazlasına denk. Şimdi, biz borçlu bir ülkeyiz, bizim zaten fonumuz yok, milletten borç alıyoruz, üzerine bir de fon kurmaya çalışıyoruz yani cari fazla veren bir ülke değiliz.
Şimdi, bu fonu koyduğumuz zaman kamu kaynaklarını koyacağız, çeşitli fonlardan aktarmayla oluşan Türkiye Varlık Fonu, kendi varlığını yaratan bir yapıya dönüştüreceğiz diyoruz. Yani, tulumbaya ilk suyu kamu kaynaklarından koyuyoruz, zaten 50 milyon lira özelleştirme bütçesinden ayırıyoruz ilk sermayesini, kalan kısmını da bu yatırımlar yapacak, kendi şeyiyle dönecek.
Şimdi, buraya bu şeyi yapıyoruz, cümlelere bakın, gerekçesinden okuyorum: "Ulusal varlık fonları kamuya ait çeşitli varlıkların belirli kurumsal yönetim ilkelerine bağlı olarak yönetileceği şeklinde düzenlenen özel amaçlı yatırım fonlarıdır. Söz konusu fonlar ile kalkınmanın lokomotifi olan reel sektör yatırımlarına, stratejik sektör, şirket ve projelere uzun vadeli kaynak sağlanması."
Nasıl seçeceksiniz Sayın Bakanım? Hangi proje olduğunu hangi sistemle seçeceksiniz? Diyelim biz 5 iş adamıyız. Birimizin projesini seçtiğinizde biz yaşadık. Bir de sadece bununla bakmayın. Bir teşvik maddeniz var ya sizin, bir buçuk sayfa "Ne varsa vereceğiz." dediğiniz, hani bir önceki torbada geçen. Orada da söylemiştim, nasıl seçeceksiniz? Mesela, Artvin Cerattepe'de ormanlarımızın katledildiği bu altın madenini stratejik sektör olarak seçecek misiniz? Oysa bu projeye göre çok daha temiz, çok daha tecrübeli, çok daha verimli maden açması gereken ama iktidarımıza yakın olmayan iş adamı da buna başvurursa ikisi arasında adaleti sağlamanın garantisini nasıl veriyorsunuz bize? Çok büyük laflar var yani diyorsunuz ki burada: "Kalkınmanın lokomotifi olan reel sektör yatırımları." Bir parantez açayım, deprem ve afet işleri diye bir yasa çıkardınız. İstanbul'da Beşiktaş'ta en pahalı araziler o deprem üzerinden gidiyor. Kimin arazisini nasıl seçtiğinizi açıklayabiliyor musunuz, bir ihale yapıyor musunuz? Hayır. Yani, bunları nasıl seçeceğinize, seçim yöntemine ilişkin hiçbir şey yok; hangi projeyi finanse edeceğinize dair seçim yönteminize göre hiçbir şey yok.
Şimdi, geliyoruz, diyoruz ki: "Diğer ülkelerde de var." Birincisi, diğer ülkelerdeki böyle değil. Böyle denetimsiz, ne olduğu şey değil yani denetim mekanizmalarının zayıf olduğu tartışmaları var. Az sonra denetim şeyini biraz daha konuşacağım.
Şimdi, emeklilik sistemi: Bu Bireysel Emeklilik Sistemi Kanunu geçerken çok da şaşırdım. Bireysel Emeklilik Sistemi fonlarını buna alıyorsunuz, peki nasıl yaptınız? Ya, niye SGK üzerinden almadınız o zaman? Bütün çalışanları yüzde 90'ı yabancıların eline geçmiş sigorta şirketlerine prim ödeyecekler, onlar prim toplama, bilmem ne, işte operasyonel masrafları cebine koyacaklar, kalan fonu da buraya yatıracaklar anladığım kadarıyla. Çünkü, emeklilik fonları, eğer SGK'da bir fon varsa, bunu kastetmiyorsanız benim anladığım böyle bir şey.
Şimdi, burada özellikle işaret ettiğimiz mega yatırımlar. Arkadaşlar, siz mega yatırımların hepsinin ihalesini yaptınız mı? Yaptınız değil mi? O ihalenin şartlarında "Sizi varlık fonundan finanse edeceğiz." diye bir şart var mıydı? Yoktu, parayı onlar bulacaktı, bulamasalar da belirle cezalar ödeyeceklerdi. Şimdi, yapılmış ihalelere sonradan şartlarını kanunla değiştirmek, kanunla ihaleye, edimin ifasına fesat karıştırmaktır. Çünkü, mesela üçüncü havalimanında, oradaki 5 tane şirket o şartlarda ihaleye girdiler değil mi? Bu şartlar altında "Biz bu parayı bulacağız, bulamazsak da şu kadar tazminat ödeyeceğiz." diye.
ERGÜN TAŞCI (Ordu) - Yeni projeler için.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Hayır, hayır. "Mega projeler, mevcut projeler için." diyor.
ERGÜN TAŞCI (Ordu) - Bundan sonra mega proje yapılmayacağı anlamı çıkmaz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bakın, daha sonra yapılacak projeler için ayrı bir mesele ama o zaman mevcut hiçbir projeye yasa koyucu olarak izin vermiyorsunuz demektir.
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - İhaleyi alan firmalar da oradan kullanabilir varlık fonunun da kendisini içine alarak.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - İşte daha bir şeyi düzeltiyor ki, tutanaklara öyle geçmesin diye. O zaman şöyle bir şey...
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Doğru yani varlık fonunun işleyişine baktığınız zaman o ihaleyi alan firmalar da varlık fonu sonuçları...
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ama, ihaleye girerken bir varlık fonu şartı yoktu. Öyle bir şey olsa başka firmalar başka teklifler verirdi.
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Onun teklifini daha ucuz bulursam öbür krediyi kapatır, yeni bir kredi istediğim kadar alırım.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Şimdi, o şöyle bir şey oluyor ama bu kamu kredisi anlamına geliyor. Mesela, ihale şartnamesini yazıyorduk ya: "Kendin bulacaksın, köprü kredin olacak, şöyle olacak, böyle olacak." Şimdi, şartları değiştirmiş olduk biz, bu şartlar bilinmiş olsaydı devlet adına daha iyi teklif verilirdi. Onun için ihale sonrasında şart değişmesin, haksızlık olmasın diye de bunu suç yapmışlar "Edimin ifasına fesat karıştırma." diyorlar buna. Biz bunu şimdi yasa çıkararak yapmaya çalışıyoruz.
Şimdi, bu mega projelerin üstelik Osmangazi Köprüsü'nde başımıza ne getireceğini gördük, işte hazine garantileri çalışıyor. Hazine garantisi ne demek? Bundan sonra o köprünün finansmanı boyunca ben hiç geçmediğim köprüyü finanse edeceğim." diyor.
Şimdi, ayrıca, finansal stres ortamında piyasalarımızı stabilize edici bir görev üstlenecek. Şunu biliyoruz mesela, darbe sırasında 11 milyar dolar döviz satıldı ki döviz yükselmesin diye. Evet, ülke ekonomileri bu tip finansal müdahalelere açıktır. Hele benim gibi antiemperyalist, antikapitalist bir adamsanız bunun büyük kapital çevreleri tarafından bilinçli olarak yapılacağını da tahmin edebilirsiniz. Biz bunu söylediğimizde öyle kızıyorlardı ama 2001 ekonomik krizinde de aynı şey oldu, 3 tane banka bir araya geldi birini batırmak için, Türkiye'yi krize soktu. Bunun çok daha büyüğü olabilir. Bu bir istikrar fonudur. Bu istikrar fonu görevini de yapıyorsunuz ama bunu yaparken de, dikkat edin, dünyanın bütün finans sistemine savaş açıyorsunuz.
MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Niye?
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - O dediğiniz çok doğru bir şey ama arkasından başka bir şey söyleyince...
MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Niye savaş açalım?
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Yani, tam alkışlayacaktık Aykut Bey, çok güzel anlattınız, tespit yaptınız.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Benim amacım alkışlanmak veya şey değil.
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Yani, güzel bir şey. Şu ana kadar konuşulanları en güzel şekilde ifade edecek şeyi söylediniz ama arkasından öyle bir şey söylediniz ki müdahale etmek zorunda kaldım.
MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Niye savaş açılsın?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Şimdi, bakın, bu bir hazırlık, tahkimat yasasıdır. Bu tahkimat yasasıyla şunu söylüyorsunuz siz, diyorsunuz ki: "Benim ülkemin piyasalarına müdahale edersen ben artık 200 milyar dolarlık bir fon kuruyorum. Bu 200 milyar..."
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Evet.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bak, ben söyleyince güzel oluyor. Birincisi; 200 milyar dolar kaynağı bulamayabilirsin. İkincisi; savaş açtığın adamlar için 200 milyar dolar çerez parası olabilir. Şunu anlatmaya çalışıyorum: "Savaş açmak", "antiemperyalist mücadele" bunlar güzel sözler ama bilinçli gitmezseniz boyar atarlar. Karşınızda çok büyük şeyler var, çok büyük güçler var. 3 tane fonun birikimi, sizin buradaki fonunuz onların "petty cash"i olmaz.
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Açmayalım mı? Yapmayalım mı?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bilinçli yapalım. Bu bir millî mücadele. Şimdi, bakın, bilinçli yasa olmaz.
MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Ama, ne yapalım?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bilinçli yasanın... Bakın, eksiklik, sadece bir cümlesini okuyayım. Şimdi, bir kalitedir savaş açmak.
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Eksiklikleri vardır yani onları kabul ediyorum, her şey dört dörtlük değil.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) ¬- Tutanaklara "savaş" diye geçmeyin, başımıza iş açılır.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Vallahi, o açılacak bedeli hiçbir zaman ödemekten korkmadık. Birilerinin bunlara meydan okuması lazım ama bu meydan okuma böyle olmaz. Bu meydan okuma ezilen halkların kardeşliğiyle olabilecek bir şeydir. Başka bir disiplinden konuşuyorum ama demin şunu söyledim ya, böylesine önemli bir yasanın Meclise gelen gerekçesinde şöyle bir laf olmaz: "Yasada bir bürokratik kısıtlamalara bağlılığı olmadan..." Hem bana getiriyor "Yasa çıkar." diyor hem de "Senin çıkardığın yasalar ayağıma dolaşıyor." diyor. Bu dalga geçmektir, bu şaka yapmaktır yani gerçekten şaka yapmaktır. Bu kadar önemli şeyin gerekçesi bu kadar olmaz, bu kadar az kanun maddesi de olmaz. Bunun 150-200 maddesi olur, ta fonun yönetiminden... Mesela, bu fona kimin atanacağını nereden biliyorsunuz? Yönetim kurulu nasıl atanacak, nasıl görevden alınacak, sorumlulukları neler olacak? Fonun muhasebe sistemi nerede konulacak? Sanki Tarım Bakanlığına yönetmelikle 8-9 maddelik bir şey kuruyorsunuz. Yeni bir hazine kuruyorsunuz. Bu yaptığınız işle şu an siz yeni bir hazine kuruyorsunuz ve şöyle kuruyorsunuz; hazinenin borcunu artıracak şekilde kuruyorsunuz. Şöyle: Şimdi, normalde özelleştirme gelirinin kime gitmesi gerekiyordu? Hazineye. Varlık satışından gelecek paraların kime gitmesi gerekiyordu? Hazineye. Siz, şimdi, buradan, hazineden buraya alıyorsunuz. Hazine ile bunun arasında fark ne? Hazine bütçe disiplini içerisinde.
MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Dışarıdan para gelmeyecek mi?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Dışarıdan ne geleceğini bilmiyoruz, dışarıdan da gelebilir.
ERHAN USTA (Samsun) - Buradan gelen parayla dışarıya savaş açmaktan bahsediyorsunuz, ben anlamıyorum.
MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Savaşı biz söylemedik ki.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Mücahitlerin parası...
ERHAN USTA (Samsun) - Yani, kimin parasıyla, kim bu parayı kazanıyor, nereden geliyor bu para?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Şimdi, bakın, dışarıdan bir para gelecekse bizi rahatlatmak için kanuna şöyle bir şey yapabilirsiniz: Dışarıdan gelecek para da denetlenmiş mi, denetlenmemiş mi bilmem, hiç umurumda değil kardeşim. "Bunun kaynağı yurt dışı bilmem ne fonlarıdır." deyin, alın götürün ama buna TRT'nin bir arazisini koyarak şey yapacaksanız, bilmem neyin satışlarından veya bunu, İşsizlik Fonu'nu koyacaksınız bunu böyle yapamazsınız. Mesela dışarıdan gelen parayla istediğini yapabilirler, bırakın onlar kendi... Onlara teşvikler verilebilir, bilmem ne. Siz burada kamu fonlarını koyacaksınız. Kamunun bütün artık paralarını, onun fazla parası, bunun fazla arazisi, bilmem neyi koyarak bir fon yaratıyorsunuz ve ondan sonra bu fondan... Şöyle diyeceksiniz: "Türk Akımı Projesi çok stratejik, ben bu projeyi finanse edeceğim, 5 milyar dolar." Diyelim ki Türk Akımı Projesi'ni veya Şırnak'taki bilmem ne projesini koyup da Türk Akımı'nı nasıl seçeceksiniz? Kim böyle bir yetki veriyor? O zaman Başbakan ile Cumhurbaşkanı diyecek ki: "Ben bu projeye 5 milyar dolar koydum." Bizim 5 milyar dolarımız hop o projede. Mesela biz Sinop'ta ve şeydeki nükleer santrallerin yüzde 51'ini finanse edeceğiz. Normalde nasıl finanse etmemiz gerekiyor? Bütçe ödeneğini koyacaksınız; o bütün vergiler, bilmem neler, şunlar bunlar bütçeye geliyor ya, oradan da o yüzde 51'ini götürüp buraya koymuş olacaksınız değil mi? Onda da işte hangi şirketin alacağını ihaleyle belirleyeceksiniz, kamu disiplini içerisinde olacak. Şimdi öyle yapmıyorsunuz. Yanına bir tane gölge hazine koyuyorsunuz ve o gölge hazinede hiçbir denetim yok, hiçbir sorgu sual yok, ne yapacağı belli değil, onun için al bu kanun maddesi, eli rahat olsun. Bu, kuralsızlık demek.
Şöyle düşünün: Norveç veya Patagonya cumhuriyetinde böyle bir fon kuruldu ve Patagonya cumhuriyetinde bir iş adamı gitti, o ülkenin bakanına -bunu sizler şey olmayın diye, sadece riski anlatmak için- götürdü, 10 milyon dolar para verdi; bakan da getirdi, ayarladı buradan, 100 milyon dolar krediyi çıkarttı veya finansman sağladı. Ne olacak, kim denetleyecek? "Bunu nasıl seçtin?" diye kim soracak? Bu yapılandan bir sene sonra dedikoduları çıkmaya başlayacak. Ondan sonra "İftira atılıyor.", "Haysiyet cellatları" diye bunları anlatanlar suçlanacak. Daha önce de böyle oldu.
Bakın, ben milletvekili olduğum 2011 yılından 2015 yılına kadar Sayıştay raporlarını dikkatli okuyarak, şeyleri dikkatli okuyarak bir sürü yolsuzluğu ortaya çıkardım. O zaman Genel Kurulda anlatırken bana "Haysiyet celladısın. Burada kamu zararı var mı? 'Yolsuzluk' diyemezsin, sadece..." Ne oldu arkadaşlar? Bize inanmadınız, inanmadınız, en sonunda 17 Aralıkta getirdiler, adam boyu kasalarla paraları ortaya koydular. Bakın, bize inanmış olsaydınız, bizim söylediklerimizi dikkate almış olsaydınız o adamların o hakkı olmayacaktı. Çünkü, biz anlattığımızda siz engellemeye çalışsaydınız, siz engelledikçe biz daha fazlasını bulup işte "Oyunuz artsın, bakın ne kadar iyi denetliyoruz." diye anlatmaya çalışsaydık başımıza bu işler gelmemiş olmayacaktı. Şimdi yeni başımıza gelecek işlerin yolunu açıyorsunuz. Çünkü, yolsuzluk şöyle bir şey: 1 birim yolsuzluk yapabilmek için 10 birim kamu kaynağı mahvediliyor. Bir adam 1 milyon lira kazanabilmek için 10 milyon lira kamu kaynağını mahvediyor.
Şimdi buna siz büyük bir yol açıyorsunuz ve bize diyorsunuz ki... Şimdi burada hepimizin ortak mal varlığı ya bu Varlık Fonu, "Onu yöneteceğiz." diyorsunuz. Biz de diyoruz ki: "Bizim adımıza biri denetlesin." Şimdi çok güzel Sayın Bakan konuşuyor, Sayın Başkan konuşuyor -Başkanın hiç konuşmaması gerekiyor ama Başkan böyle açıklamalar yapıyor- ve Anayasa'nın 165'inci maddesi diyor ki "Meclis belirler." Şunu söylüyor: Sayıştayca denetlenir, esaslarını Meclis belirler diyor. Maddeyi okuyalım, isterseniz açıp okuyayım, okuyayım mı?
BAŞKAN - Okuyun tabii.
Ama biraz da toparlarsanız sevinirim, iki dakika içinde toparlarsanız...
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - İki dakika içinde toparlayayım Başkan.
"MADDE 165- Sermayesinin yarısından fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı olarak -burayı anlatıyor- Devlete ait olan kamu kuruluş ve ortaklıklarının Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesi esasları kanunla düzenlenir." Madde ne diyor? Sermayesinin yarısından fazlası zaten şeyse Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından denetlenmesi, denetleyeceksin diyor, esaslarına da kanun çıkar diyor.
BAŞKAN - Denetlenmesi esasları belirlenir mi diyor yoksa Meclis tarafından denetlenmesi esasları mı?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Süreyya Bey, gözünü seveyim. Sen bu kanunun ruhunu da metnini de bilebilecek bir adamsın da...
Bu, şöyle bir sakıncaya yol açar: Biz şimdi bir yorumla Anayasa'yı değiştirmeye çalışıyoruz. Ruhu da budur, yüzde 51'i şeyse... Hatta hisseleriyle ilgili de Anayasa Mahkemesinin kararları var. Bu, şunu diyor: Türkiye Büyük Millet Meclisi... Zaten demokrasinin temel mantığı o. Biz vergi toplama hakkı üzerine, bütçe hakkı üzerine özellikle bir araya gelmiş insanlarız. Şimdi siz bunu parlamentonun dışına... Bunu yapamazsınız, yapmamalısınız da, hem hakkınız yok, kendinize de bunu yapmaya hakkınız yok.
BAŞKAN - 160 ile 165'i niye birleştirmemişler o zaman? Merak ettiğim için soruyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ağabey, şimdi 160 genel bütçe, 165 KİT'leri anlatan bir şey. Her şey toz bulutuydu.
BAŞKAN - Sadece KİT'ler değil canım yani. 160 ile 165'i tek maddede çözerdi o zaman sizin dediğiniz gibi olsaydı.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - O zaman 1980 yılında darbe yapan generalleri bulduklarında "Niye birleştirmediniz?" diye...
Şimdi, bakın, bunu, Anayasa'ya aykırılık iddiasını delillendirmeye çalışıyorum. Diyorum ki yüzde 51'inden fazlası hissedarlarıyla ilişkin, daha az oranlar varsa onunla ilişkin de Anayasa Mahkemesi kararı var. Anayasa bize emretmiş, biz burada Anayasa'ya göre oturuyoruz. Diyor ki: "Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenir." Türkiye Büyük Millet Meclisi adına ben müfettiş gibi gidip de oturup bir yeri denetleyemeyeceğime göre bana da bir kurum kurmuş, demiş ki senin adına en üst düzeyde -yani buna "supreme audit" diyorlar- Sayıştayı kurdum. Sayıştay, hiç kimse ona karışmadan, raporlarına karışmadan denetleyecek, raporu buraya getirecek, siz burada tartışacaksınız. Şimdi, siz ne yapıyorsunuz? Açık olarak Anayasa'yı ihlal ediyorsunuz ve Anayasa'yı ihlal ettiğiniz için de ilk sizin başınız ağrıyacak çünkü Anayasa bir gereksizlik metni değildir, en temel şeyleri düzenliyor. Peki, niye denetlenmeli? Mesela, bağımsız denetim diyoruz. Bağımsız denetim yapılmasında hiçbir kaygımız yok, elbette ki yapılsın. Zaten orada "finansal tabloların denetimi" diyor. Finansal tabloların denetimi de şudur: Hesap kalemlerine gelen rakamların doğruluğu belgeleriyle test edilir ve oradaki rakamlar... Yerindelik denetimi yapamaz, hukuka uygunluk denetimi yapamaz. Eğer materyal dedikleri önemli bir şey varsa onu not olarak bildirir. O notları da zaten yönetim mektubuna koyarlar, yönetim mektubunu da biz görmeyiz. Yani kamuya açıklanan şeyler şunu söyler: "Uluslararası denetim standartlarına göre bu şeylerde materyal bir hata bulanamadı." Ah bankacılar, ah!
Kardeşim, mesela şimdi diyor ki: "Şu ihaleye, şu krediye 5,5 milyar lira para aktarılmıştır ve kullanım belgeleri sunulmuştur. 5,5 milyar lira buraya para aktarıldığı da hesaplarda görülmüştür." Hangi projeye aktarıldı, nasıl seçildi, hukuka uygun mu diye bakmaz. Finansal tablo dediğim denetim budur. Bu denetimi kastetmiyor Anayasa da zaten. Oysaki orada kimi alt düzenlemeler yapacaksınız; şöyle seçilir, böyle seçilir, bilmem ne yapılır, şu yapılır. Onlara uygun mu diye bakacak tek yer Sayıştay ve mecburi bir yerde Sayıştay.
Şimdi, siz bunu çıkarıyorsunuz, başımıza büyük işler getirecek. Bakın, bu tip projelerde muhalefetin söylediği şeyler çok önemlidir. Eğer şeyde bir toplumsal muhalefet olmasaydı kuzey ormanları yüzünden, o proje Silivri'ye yapılsaydı, biraz daha şekli bilgilendirmesi tam olsaydı bugün nefis bir hava limanımız olabilirdi; önemli de olabilirde, arkasında lojistik tesisleriyle, şunlarla bunlarla. Oysa ne yaptınız? Bütün toplumsal muhalefeti yok saydınız. Mesela bununla ilgili ben derdimi anlatmaya çalışıyorum, "Başımız belaya girecek." diyorum, neredeyse Alman ajanı da ilan edildim, vatan haini de ilan edildim oysa ben bir yurtseverim, iyi bir havalimanımız olsun istiyorum. Anlatıyorum sebeplerini de. Daha o işin yolsuzluk boyutuna girmedim bile hani ortam gerilmesin diye.
Şimdi, bunu da anlatıyoruz, anlıyorum, sizin partinizde daha bir merkezî yapılanma söz konusu. Onun için de başından beri sürekli rica ederek gittik, ikna etmeniz gereken Başbakansa, Cumhurbaşkanıysa gidin bunu anlatın. "Biz, bütün bunlara rağmen bunu çıkaracağız." dediğinizde şöyle bir şey yapıyorsunuz: Siz bu arabayı duvara doğru sürüyorsunuz, sizin yan koltuğunuzda da biz oturuyoruz. Siz tam gaz duvara gidiyorsunuz, yan koltukta... Çünkü biz bu ülkenin insanıyız. Bu ülkeyi yolsuzluklar ve finansman krizine soktuğunuzda biz de zorluklar çekeceğiz. Onun için mümkün olduğu kadar gecenin bu vakti bu kadar boğaz patlatarak bu hatayı yapmamanızı istiyoruz.
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz biz de. Toparlarsanız...
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bitireceğim Sayın Başkan.
Eğer yapacaksanız yapılması gereken şudur: Temel başlıkları düzenlediniz, sadece denetimle de sınırlı değil, hukuki normları düzenlediniz. Şeffaflık, tarafsızlık gibi ilkelerin maddelerle sabitlendiği, mümkünse yönetimine sivil toplum örgütlerinden ve muhalefetten de üye koyduğunuz... Mesela 1 veya 2 muhalefetten üye olsa o fonun yönetim kurulunda, o fondaki işleyişi muhalefet adına yönetim kurulundan izleyebilse... Mesela 1 sendikalardan, 1 işverenlerden üye koysanız çok daha iyi olmaz mı, çok daha sağlıklı olmaz mı? Çünkü onlar vermiyor mu, işverenler ile işçiler? Çok daha iyi olmaz mı?
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Olmaz, o tarz profesyonel bir şey...
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bu, bunun profesyonel olmasına etken değil ki. Tam da profesyonel...O zaman işte...
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Bunun amacı sermaye piyasalarını, dış piyasaları... Müdahale ediyorum ama...
BAŞKAN - Sayın Kavcıoğlu, söyledikleriniz kayda girmiyor ama. Yani ben üzülüyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Yani şunu anlatmaya çalışıyorum. Tam profesyonel bu olur. Demokrasi tam profesyonel demek. İşte o zaman diyelim ki bilmem British, bilmem ne fonuyla karşılaştığınızda, bakın kardeşim, bu o kadar şeffaf bir fondur ki içinde işçi sendikalarını temsilen bir üyemiz var, işveren sendikalarını temsilen bir üyemiz var, denetim kurulu başkanı kanun gereği muhalefet tarafından atanıyor. İşte, o zaman siz fonu bulursunuz ama sizin amacınız bu değil. Sizin amacınız, bizim Anayasa'yla, İnsan Hakları Temel Beyannamesi'yle aldığımız bütçe hakkımızı elimizden alacaksınız bu yasayla, yeni bir paralel bütçe koyacaksınız ve bu arabayı duvara toslayacaksınız.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Son cümleler.
Size tarihi bir uyarı: Yaptığınız iş gerçekten çok tehlikeli, çok yanlış ve ülkenin başına büyük işler açacak. Bu olduktan sonra, bu yasaları çıkardıktan sonra "Vay bizi Amerika istemiyordu, vay bu işlerin arkasında Amerika vardı, paralel devlet vardı." demeyin. Tamamıyla siz yapıyorsunuz ve bu ekonomik bedeli de siz ödeyeceksiniz. Ne yazık ki bunu halk da ödeyecek. Sizi uyarıyoruz, bu yasayı geri çekin diyoruz.
Saygılarımı sunuyorum.