KOMİSYON KONUŞMASI

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli hazırun; bu 70'inci madde gerçekten öyle geniş ki, başta sunumu sırasında da bazı sorular sormuştum ama Sayın Müsteşarımızdan hem alım garantisiyle ilgili olarak hem de Bakanlar Kuruluna -aslında Sayın Bakanımız da söyledi- Meclisin üzerinde, yasama yetkisinin üzerinde var olan kanun ve kuralların dışında karar yetkisi veren bir yasa maddesiyle yine karşı karşıyayız.

Şimdi, bunun mantığını çözebilmek açıkçası kolay da değil, aslında anayasal olarak da mümkün değil.

Şimdi, bir dönem Türkiye'de yatırım ve tasarruf eksiğinden kaynaklanarak "yap-işlet-devret" diye bir model uygulamaya geçti, özellikle enerji yatırımlarıyla ilgili yap-işlet-devret noktasındaydı. Ama orada yapan özel -yabancı veya yerli yatırımcı- işleten onlar, devredildiği yapı kamuydu.

Şimdi, biz bu "yap-işlet-devret"in yeni bir modelini oluşturduk. Devlet yapacak, işletecek, ondan sonra da devredecek. Peki, yani bu ortaya konulan teşviklerle, bu ortaya konulan başlıklardaki sınırları da tam belli olmayan, muallak olan teşviklerle nasıl bir süreç idaresi olacak? Bunun istihdama veya bir teşvik kapsamında bakıldığı zaman, tabii ki, ekonomik ve sosyal gelişmişlik açısından etkisinin yanı sıra kamuya kazanımının da ben açıkçası tam sonuçlarını bu içerik içerisinde bulamıyorum.

Şimdi, teşvik ve yatırım çok önemli. Türkiye'nin zaten son on beş yılına baktığımızda, tüketim ve borçlanmayla büyüyen ekonomik yapısı içerisinde yine uluslararası kaynakların bol olduğu dönemdeki elde edilen kaynak girişlerinin maalesef ya portföy yatırımları diye o dönemki reel getirilerin üzerinde yoğunlaşması ya da "taşa toprağa yatırım" dediğimiz yatırımlarla maalesef katma değer yaratmayan, istihdamı çok önemli ölçüde etkilemeyen, tam tersi sonuçlarıyla da karşılaştığımız bir ekonomi yönetim modeliyle bugüne kadar geldik.

Şimdi, bundan sonra bir teşvik sistemine ihtiyaç oldu. Türkiye'nin tasarrufunu artırmasını, yatırımlar için cazip bir merkez hâle gelmesini hepimiz kabul ediyoruz ve bunun için de gerek yabancı yatırımcı gerek kendi içimizden yerli yatırımcı açısından onların üretime kanalize edilmesi, üretimi tercih edecek noktada bir yatırım yapmaları hepimizin ortak fikri. Ama şuradaki "teşvik" başlığı altında ortaya konan ilkeler ve kararlar bence bu doğal ve aslına bakarsanız objektivitesi de yeterlilik açısından sorgulanan bir süreci beraberinde getirmiyor.

Şimdi, Sayın Bakanım, teşviklerin bilançosunu gösteren bir çalışma yapılmıştı. Yani birkaç ay önce ben bunu bir araştırma sonucunda da bakmıştım. Yani Türkiye'de on beş yıldır teşvikler kaç projeye kullanıldı, parasal montanı nedir ve sonucunda hedeflenen hangi başlıklarda gelişme sağlamıştır diye. Ve oradaki rakamsal karşılaştırmalara baktığınız zaman-2001 yılından bu yılın mayıs ayına kadar olan rakam bu- teşvik belgeli olarak 51.700 civarında bir proje teşvik kapsamında olmuş ve 625 milyar civarında da bir yatırım gerçekleşmiş. Bir de 2 milyon civarı istihdam sağlandığına dair de bir rakam var ama Türkiye'deki nüfus artışı, çalışabilir yaştaki nüfus, onların ihtiyaçları ve onların sonuçlarıyla beraber baktığımızda, bu yapılan bu kadar geniş montanlı bir teşvik ne sağladı diye baktığınızda, ne bölgesel gelişmişlik açısından bugünkü tabloda karşımıza çıkan sonuçlarda bir fark azaltılma yönünde bir sonuç var ne üretim teknolojisinde önemli bir gelişme sağlanabilmiş ne istihdamda dediğim gibi, görece olsa bile bu artışın nihai değerlendirmede yeterliliği bugünkü işsizlik oranlarıyla ortada ve buna baktığımız zaman bu teşvik bilançosu bizim, on beş yıldır, yine zaten mevcutta verilen teşvikleri devam ettirip biraz daha artıran bir yöntemin içerisinde olduğumuzu gösteriyor.

Burada, bakıldığında, imalat sanayisinde 21 sektör bu noktada bir teknolojik dağılım ortaya koyarak teşvik kullanmış ama bu teşvike baktığınız zaman da bunların sadece 4'ünde yüksek teknolojiye yatırım yapılmış, 4'ünde orta düşük teknoloji, 11'inde de düşük teknoloji. Şimdi, bizim Türkiye açısından baktığımızda, OECD rakamlarıyla karşılaştırdığımızda Türkiye'nin en büyük sorunlarının başında geleni yüksek teknolojili ürün üretememek ve yüzde 1,9 rakamı gerçekten karşılaştırmalı olarak baktığımızda, Türkiye'nin en dipte yer aldığını gösteren bir sonuç.

Peki, bu yüksek teknolojili üretim açısından, ihracat açısından baktığınızda, ülke karşılaştırmaları yaptığınızda hangi rakamlarla karşılaşıyoruz diye bakıldığında da karşımıza şu çıkıyor: Bu bir senelik, iki senelik rakamlar -ki, bu civardadır neticede- Güney Kore'nin ihraç ürünlerinde yüzde 27'si ileri teknoloji. Ondan sonra Çin geliyor, o da yüzde 27 civarında. Haydi onlarla beraber, Güney Kore ve Çin'i dikkate aldığımızda, biz de gelişmekte olan ülkeler liginde yarışa beraber başladığımız, hatta yaşadığımız 1990'lı yıllar krizinde, 2000'li yıllar krizlerinde domino etkisinde bu ülkelerle ilgili gelişmelerde en fazla mağdur olduğumuz ama onlar 2000'li yıllardan sonraki dünya ekonomik yapısı içinde, para hareketi içinde, sermaye hareketi içinde öyle atılımlar yaptılar ki karşımıza çıkan tabloda yatırımlarla rekabet şansında nereye geldikleri gözüküyor.

Şimdi, bakıyorsunuz, Rusya'nın ihracatında da yine ileri teknoloji yüzde 10'ken, haydi, yine bizde çok anılan bir ülkeyi söyleyelim Brezilya, Brezilya'nın ihracatının yüzde 9,6'sı ileri teknoloji; Brezilya'dan geçtim, İspanya'ya geliyorsunuz, İspanya'da bunun yüzde 7,7; Yunanistan'da yani bakın -Yunanistan, diyoruz ya Avrupa Birliğinin sürekli desteklediği, ekonomik göstergelerle karşılaştırmamızda her zaman kendi hem ekonomik büyüklük hem de faaliyetlerimiz açısından karşılaştırdığımızda- Yunanistan'ın bile ihracatının yüzde 7,5'u ileri teknoloji. Şimdi, Türkiye olarak bize baktığınızda, tekrar söylüyorum, yüzde 1,9. On beş yıldır verilen projeler bazında yarısına yakını çoğu düşük teknolojiye verilmiş ve bununla beraber bir son karşılaştırmayı da size Şili ve Portekiz olarak vereyim. Şili'de yüzde 4,9; Portekiz'de 4,3.

Şimdi, bizim teşvik ve yatırım... Üretimimiz olmazsa olmaz ihtiyacımız ama üretim ve maddi teşvikin beraberinde veya öncesinde tabii bu bilançoyu iyi alıp okumak lazım. Ben, finansal tablo üzerinde yıllarca çalıştım, işim buydu. Şirketin bilançosunu alıp geçmiş dönemlere bakıp, o bilançonun verdiği sonuçlara göre hangi tedbirleri almamız gerektiği veya bir sonraki sene değil de orta ve uzun vadeli hangi hedefleri koymamız gerektiği ve o bilançoyu nasıl iyileştirmemiz gerektiği konusunda çalışma yapardık. Şimdi, Türkiye'de de geneliyle baktığınızda böyle bir çalışma ihtiyaca var, çok açık bu yani siz burada tanımlıyorsunuz, dediğim gibi, pek çok yap-işlet-devreti özel veya yatırımcı kimse -yurt içi, yurt dışı- "Siz yapın işletin, biz de garantisini verelim, sonra zaten bunu belli bir ölçüde devam ettiririz." noktasında devlet yapıyor, işletiyor ve onlara devrediyor.

Burada, mesela şeyi gördüm: Yüzde 49'luk kısmını geçmemek kaydıyla ortak olunma ve sonra satış. Bu neyi gösteriyor? Ben bu mevzuata baktığımda yine gayrimenkul sektöründe gayrimenkul yatırım ortaklıklarının halka açık olma şartı vardır, onun tanımıyla o kadar örtüşüyor ki, baktığınızda acaba bu proje bazındaki ortaya çıkan başlıklardan bir tanesi yine bizim on beş yıllık kaosumuzu getiren sonuç olarak gayrimenkulle mi beraber gidecek? Çünkü orada da öyle bir şart vardır.

Uzun lafın kısası, sektörel olarak tam hedefleri belli olmadan ve bugüne kadar yapılan teşvikler ve harcamalarla geri dönüşün etki analizini tam tesis ettirmeden, hepimizin ortak hedefi olan, tamam, üretelim, istihdam yaratalım, ülkenin rekabet şansını artıralım ama doğru sektörler, doğru başlıklar...

Yine, biraz önce söylediğim gibi -kayda girmemişti- övünç duydum Hacettepe Üniversitesiyle; bu kordon bağıyla ilgili kanser mücadelesinde gerçekleştirdikleri çalışmadan dolayı. Tabii ki bu tür teknolojiler olsun ama bu olurken, bu başlıklar içerisinde tanınan serbestî içerisinde kamunun ve kamu kaynağı olan 79 milyonun buraya sağladığı katkıyı ne yazık ki olumsuz değerlendirmeler noktasında heba etmeyecek bir tercih içinde olalım diyorum.

Teşekkür ediyorum.