KOMİSYON KONUŞMASI

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, Sayın Bakanım, sizin de ifade ettiğiniz gibi, aslında, hani geçmişte, 2008'te, 2011'de, 2013'teki benzer düzenlemeler yapılmış gibi fakat aslında, benzer gibi görünmekle birlikte, bana göre, onlardan çok temel bir farklılığı var bunun. Ben onlara da aslında mesafeli duran birisiydim bir teknisyen olarak o dönemde ancak şimdi baktığımızda, burada siz de ifade ettiniz. Bir defa, hani bir para gelecek, bir paradan eskiden işte yurt içinden olmasına göre yüzde 2, yurt dışından olmasına göre yüzde 5 bir vergi alıyorduk. En azından diyorduk ki devlete bir gelir elde ediyoruz. İkincisi, orada, deftere kaydedilme zorunluluğu vardı. Üçüncüsü, sermayeye ilave zorunluluğu vardı.

Yani buradan diyelim ki özellikle Türkler, işte yurt dışına bir şekilde paralarını çıkarıyorlar "Ama o para gelsin, tamam mı, sermayeleri güçlendirelim, bu, ekonomide rekabet gücünü artırsın ve işte, ekonominin büyümesine katkı sağlasın." filan şeklinde bunlar savunulabilirdi. Şimdi, bu yeni getirdiğinizde bunların hiç birisi yok. Yani sizin söylediğiniz şeyler, bana hiçbir şekilde...

Ben sizin samimiyetinize inanıyorum Sayın Bakanım, onu söyleyeyim ama ikna edici değil. Lütfen, burada, az önceki maddede olduğu gibi... Ben yani hakikaten bizi anlamaya çalışacağınızı da ümit ederek söylüyorum çünkü ben şey edebiliyorum yani şimdi, sermaye kontrolünde bu noktaya gelmeniz de enteresan. Yani geçmişte, biz, sizin, Türkiye'ye giren-çıkan paralarda, normal, meşru paralarda dahi yani sermaye kontrolü olmadığı şeklinde fikirlerinizin olduğunu da...

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Sıcak para. Ayrı bir şey.

ERHAN USTA (Samsun) - Bu, sıcağın hani Allah'ı derler ya.

MUSA ÇAM (İzmir) - Daniskası.

ERHAN USTA (Samsun) - Yani daniskası. Bu, hem sıcak hem kara.

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Sıcak değil, kaynar, geldiği yeri yakar.

ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Bakanım, adamın kendi sermaye; sigorta şirketinin, uluslararası sigorta şirketlerinin getirdiği para da bile "Kontrol olsun." diyen -hani giriş-çıkışlarında- bir noktadan, ne olduğu belli olmayan...

Bakın, şunu söyleyeyim, en sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Ya, burada, helalinden kazanılmış, vergisi ödenmiş, her türlü çilesi çekilmiş bir paraya dahi bu kadar teminat yok bu ülkede. Yani şurada şimdi, vergisi ödenmiş bir şeye bile geriye doğru on yıl inceleme yapabilirken, burada hiçbir şekilde, nereden geldiği belli olmayan bir paraya bütün teminatları veriyorsunuz. Böyle bir şey olabilir mi?

Şimdi olayı, daha derli toplu... Birazdan aşağıda benim madde de geliyor, o yüzden hızlı hareket edeceğim. İşin iki boyutu var bana göre Sayın Bakanım, işin iktisadi boyutu var önce; ikincisi de hukuki ve bununla paralel olarak etik boyutu var.

Şimdi, iktisadi boyutu nedir? Biz, sermaye sıkıntısı çeken bir ekonomiyiz, dolayısıyla, bizim sermayeye ihtiyacımız var. Kendi sermayemiz, kendi tasarruflarımız yetmiyor. İşte, niye? Tüketimimiz çok fazla olan bir ekonomi olduğumuz için millî gelire oranla baktığımızda.

Şimdi, bakın, 2011'de biz millî gelirin yüzde 9,5'i kadar cari açık verdik, dış ticaret açığı yüzde 13'ü kadardı millî gelirin. Yani bu dünyada, işte böyle bir ekonomi yok. Zaten ondan sonra da o gazetelerin tartışmalarıyla biliyorsunuz, uzun süredir bir düşük büyümeye mahkûm olduk.

Şimdi, biz böyle dönemde bile, millî gelire oran olarak yüzde 20 yatırım yapan bir ekonomiyiz. Yani şu anda ortalama yüzde 6 dersek bizim cari açığımıza, son üç beş yıl cari açığına yüzde 6 filan şeklinde bir şey dersek, yüzde 6 cari açıkla... Cari açık nedir? Tasarruf-yatırım farkıdır. Yani kendi tasarrufumuz kabaca, ortalama yüzde 14; yüzde 6 da dış tasarruf kullanıyoruz, yüzde 20 yatırım yapan bir ekonomiyiz. Dolayısıyla, kaynak ihtiyacımız var ancak bu kaynak hiçbir şekilde sürdürülebilir bir kaynak değil. Yani geçmişte bile, o yasaları çıkardığımızda bile bunları yatırımlar üzerinde yani sermayeye ilave zorunluluğu, bilmem ne olmasına rağmen, biz, yatırımlar üzerinde hissedilir bir etkisini görmedik.

Şimdi, burada ne bekliyoruz bundan, ben bunu anlamıyorum. Yani iktisaden bizim kaynak ihtiyacımızı karşılayacak bir şey değil bu. Kaynak ihtiyacı nasıl karşılanır? İşte, konuşuyoruz hep, sizler de söylüyorsunuz, özellikle Sayın Davutoğlu da söylüyordu, yapısal reformlar yaparak, ekonominin temellerini güçlendirerek ancak biz ülkede hem tasarrufları artırabiliriz hem de kalıcı, uzun dönem yabancı kaynakları çekip yatırım yapabiliriz. İşte, yatırım ortamının iyileştirilmesi şeklinde bugün burada konuştuğumuz şeyler de bu. Yani yatırım ortamı iyileştirmesine yönelik maddeleri o yüzden biz de benimsiyoruz. Tabii, eğer bunlar yapısalsa, iki günde bu işin çıkmaması lazım. Hani, yapısal reform mahiyetli bir işse, o da ayrı bir tartışma da. Az önceki, Sayın Başkanla olan tartışma için söylüyorum bunu. Neyse, olayı dağıtmayayım.

Yani şimdi, dolayısıyla, ekonomide eğer biz hakikaten kaynak ihtiyacımızın olduğunu düşünüyorsak -ki var- bunu bir defa, yapısallarla sağlamamız lazım. Yani ekonomi temellerini güçlendireceğiz ve kalıcı kaynaklar... Hem kendi kaynaklarımızı artıracağız hem de dışarıdan gelen kaynakların bu anlamda kalıcı olması lazım.

Bakın, siz kendiniz ağzınızla söylüyorsunuz, diyorsunuz ki girişi-çıkışı... Yani hemen çıkabilmesi lazım. Yani, şimdi burada sermayeye ilave zorunluluğu yok, vergi yok. Yani bu para, nasıl gelen bir para, nasıl bir para, bu paranın bize nasıl bir faydası olacak?

Şimdi, bizim, yüzde 20 yatırım yapıyor dememizin, yüzde 6 cari açık veriyor dememizin anlamı şu: Biz, geçmişte, bakın Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde, son on üç yılda, bu yılı katmazsak, 468 milyar dolar cari açık verildi. Yani 468 milyar dolar yabancı kaynak kullanıldı ve ortalama yatırım büyüklüğü, az önce ifade ettiğim gibi, millî gelirin sadece yüzde 20'si. Bakın, emsal ülkelerde, bizim gibi ülkelerde yüzde 30-35 yatırım yapılıyor. Bu kadar yabancı kaynağı kullandık. Bunu neyin karşılığında kullandık? Ya, arsamızı, arazimizi sattık, ya fabrikalarımızı sattık, ya işte bankalarımızı sattık. Bunların her birini konuşabiliriz. 30 milyar dolar gayrimenkul satışı var. 131 milyar dolar, bu dönemde hazır tesislerin satılması var ya da borcunuzu artırdık. Ama bunun karşılığında yani yaptığımız şey, malımızı satarak tam bir mirasyedi mantığıyla, ondan sonra gayrimenkulümüzü sattık, fabrikalarımızı sattık, 280 milyar dolar da borcumuzu artırdık, tükettik bu paraları biz Sayın Bakanım, tükettik. Yani yüzde 20 yatırım yapılması... Sizden önceki on üç yıla bakın, yatırımı, sizin döneminizin 1,6 puan üzerinde millî gelire oran olarak. Yani bu dönemde yatırım filan da yapılmadı. Cep telefonuna harcadık, otomobile harcadık, başkasının istihdamını artırdık, başkasının ihracatını artırdık.

Şimdi, hâl böyleyken, buradan gelecek parayla yine yapacağımız şey, eğer ekonomide bir güven ortamı yoksa, firmalar önünü göremiyorsa, uzun dönemli bir bakış yoksa, politikalarda bir istikrar yoksa, hukuk yoksa... Yani hiç kimsede bir şey yok, hiç kimsenin malı hukuki güvence altında değil, sadece bunlarınki hukuki güvence altında olacak. Yani bir tane, şimdi -o tartışmaya çok fazla girmek istemiyorum ama- cemaat memaat deyip, hemen, istediğiniz firmanın üzerine, istediğiniz şekilde çullanabiliyorsunuz. Böyle bir hukuk var bugün bu ülkede. Yani şimdi, böyle bir ortamda nasıl, kim yatırım yapabilir? Bu getirdiğiniz para da yine günübirlik, biraz daha fazla cep telefonu alacağız, biraz daha fazla otomobil kullanacağız, 800 bindi otomobil sayısı 900 bine çıkacak, 1 milyona çıkacak, tüketeceğiz. Yani arsamızın, arazimizin karşılığında, sattıklarımızın karşılığında yaptığımız, bu paraları tüketeceğiz. Bu, işin iktisadi boyutu. İktisaden bir mantığı yok, onu söylemeye çalışıyorum Sayın Bakanım. Bu, kalıcı bir para değil. Kendiniz söylüyorsunuz, işte, hemen çıkabilmesi lazım.

Dolayısıyla, şimdi, hukuki açıdan baktığımızda, ülkemizi kesinlikle uluslararası arenada -zaten şu anda bile sıkıntıdayız yani Gelir İdaresi Başkanımız burada, MASAK'tan arkadaşlar, kim var bilmiyorum- yani OECD'de toplantılara gittiğimiz zaman, her zaman karşımıza çıkan şey -ben Türkiye incelemelerinde 3 defa heyet başkanı olarak gittim- bu kara paranın aklanmasıyla ilgili mesele. Sürekli karşımıza çıkıyor uluslararası arenada. Yani şimdi, burada yaptığımız şeyle, kendi kara paramız veya başkasının kara parasına "Ben sana hiçbir şey sormadan, bu parayı getir buraya, hiçbir soruşturma açmayacağım, şunu yapmayacağım, bunu yapmayacağım." demek, bu ülkeyi kara para cenneti hâline getirmektir. Bunun, bu ülkeye bir faydası olmayacaktır.

Bakın, itibar zor kazanılıyor, kolay kaybediliyor. Türkiye, şu anda zaten terörle anılıyor, ne bileyim, dış politikada zaten berbat durumdayız. Bir de bu kara para meselesiyle yani ülkenin bu şekilde imajını bozmaya yönelik bir şey olur. Lütfen, bundan, Allah rızası için, ben, sizin kaçınmanızı, sakınmanızı istiyorum.

Şimdi, yani şunu da diyemeyiz: Mesela, bu hiç hissedilmeyecek olsa, "Bana ne kardeşim, kara para, ak para, benim kalkınmaya ihtiyacım var, benim istihdama ihtiyacım var, benim ülkeme gelsin, başkasına nasıl olsa gidiyor bu; Londra piyasasına gidiyor bir şey olmuyor da bize gelince mi olacak? Ondan sonra, ben bu parayı kullanayım, ekonomimi büyüteyim." Ama az önce ifade ettim yani bu paraların hiçbirisinin ekonominin büyümesine, netice itibarıyla bir katkısı olmuyor ancak bizi, uluslararası arenada zora sokacak bir şeydir.

Dolayısıyla, hakikaten, şimdi bu maddeyi okuduğunuz zaman, içeride parasını meşru yollardan kazanmış, bir defa yani legal iş yapmış, vergisini vermiş, bu insanlara bile, olmayan güvenceyi, hiç kaynağının ne olduğunu bilmediğimiz paralara vermemizi yani anlamak son derece zor.

Şimdi, burada bir de şeyi söyleyeceğim, siz, yabancılar dediniz. Arkadaşlara onu sordum, dünkü tartışmada, bunun TC vatandaşları mı değil mi, dar mükellef mi, tam mükellef mi filan diye. Siz "Yabancılar da olabilecek." dediniz. Şimdi, aslında maddeye bakarsanız -siz öyle dediniz ama- madde tamamen bu yerlilere göre yazılmış. Bir defa o yani maddenin yazılması yerlilere göre. İlave vergi tarhiyatı, bilmem ne filan türü şeylerin hepsine bakarsanız yani içerideki vatandaşa göre yazılmış bir şey. Zaten dışarıdan getiren adama bir sermaye kontrolü falan yok ki. Adam para getirdiği zaman adama ben ne vergisi çıkaracağım? Yani adam zaten ülkeye para getiriyor. Bu para, helalinden, ak bir paraysa yani düzgün bir paraysa zaten bir sermaye kontrolü filan yok. Ama burada ne olacaktır mesela? Şimdi, parayı valizle dışarıya çıkaracak kendi vatandaşımız, içeride nasıl kazanıldığı belli olmayan, vergisiz -yani bir defa, illegal bir işlem de olabilir veya legal bir işlem olur ama vergisini vermemiş olabilir- açıklayamadığı bir parayı valizle dışarıya çıkaracak, size beyan edip içeriye getirecek, ondan sonra anasının ak sütü gibi helal bir para olacak. Var mı böyle bir şey Sayın Bakanım? Sizin adalet duygunuz buna izin veriyor mu?

Yani o yüzden, bu, sizin bahsettiğiniz türden paralar, bir defa, kesinlikle uluslararası sermaye akışı teminatı altında. Oralarda zaten hiçbir sorun yok. Yani sizin söylediğiniz para bize gelmesin demiyoruz, bize elbette gelsin yani siyaseten baktığınız zaman da başka yerlerde işte "Paranın üzerine çöküyorlar, bilmem ne oluyor, falan filan..." Yani onlarla ilgili ben de bir sürü şey söyleyebilirim ama o paranın gelmesine engel hiçbir şey yok.

Bakın, bu Halk Bankası meselesinde ben çok uyarmıştım. Yani biz zannettik ki böyle bir şeyler keşfettik, bu İran, biliyorsunuz, altın maltın işinde filan. Türkiye'nin başı belaya girecek bu işte. Yani bunda da yarın bir gün böyle üç kuruş, beş kuruş bize gelecek diye, hem imajımız bozulacak hem de -beni aşağıdan arayıp duruyorlar- başımız belaya girecek.

O yüzden istirham ediyorum, bunu bir kez daha düşünün. Bizim de zaten buna ilişkin önergemiz var bunun madde metninden çıkartılması konusunda.

Ben teşekkür ediyorum.