KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET AKİF YILMAZ (Kocaeli) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Değerli Bakanım, değerli Komisyon üyelerimiz; geçen oturumda özellikle muhalefet partilerinin, AK PARTİ dönemindeki eğitim çalışmalarına yönelik cidden benim biraz insafsızca bulduğum eleştirilerine muhatap olduk. Bu konuda -kayıtlara geçmesi açısından- AK PARTİ siyasi iradesi olarak 2002 yılından bu yana, on dört yıldır ülkede muhalefet partilerinin iddia ettiği gibi "Hiçbir şey yapmadınız, her şeyi berbat ettiniz." mi, yoksa neler yaptık, bu konuda kısaca bazı şeyleri hatırlatmak istiyorum. Tabii, eğitim meselesi Türkiye'nin en temel ve en büyük meselesi. En büyük meselesi olduğu için de eğitim meselesiyle alakalı sorunları konuşurken bütün bu sorunları, on dört yıl içinde doğmuş sorunlar ve on dört yıl içinde de çözülmesi beklenen sorunlar olarak görmek, bu temel anlayışla da iktidara bu şekilde eleştiriler yöneltmenin ben haksız olduğunu düşünüyorum. Zira, Türkiye Cumhuriyeti devleti 1923 yılından 1950 yılına kadar Cumhuriyet Halk Partisi tarafından yönetildi. Bir kurucu parti, bütün kurumlarıyla ve kurallarıyla bu devletin millî eğitiminden askerî sistemine, yargısına, bürokrasisine tüm kurumlarını ihdas eden, oluşturan ve bu kurumlarda kendi ideolojisini topluma bu kurumlar aracılığıyla yirmi sekiz yıl boyunca... Tek adam, Millî Şef İsmet İnönüyle -rahmetli- o dönemden başlayan yirmi sekiz yıllık bir tek başına iktidar tecrübesi geçirmiş bir parti CHP. Ve bundan sonraki süreçte de, çok partili döneme geçtiğimiz süreçte de o günden bugüne altmış yıldır milletin iradesiyle iktidara gelemedi ama biliyoruz ki resmî CHP ideolojisi o yirmi sekiz yıllık altyapısı, birikimiyle bütün devletin kurumlarında hâkim bir ideoloji olarak yaşadı. Ve hatta, millî iradenin, sandıktan çıkan iradenin bu kurumlarda hâkim olmaması, bu kurumlarda kendi anlayışını ve kendi uygulamalarını yapmak için, millet iktidarının bu kurumlarda hâkim olmaması noktasında birçok darbe süreci geçirdik bu altmış altı yıl boyunca. Sadece bu dönemde, 1960 darbesinden sonra bir CHP iktidarı var kısa bir dönem, darbe sonrası dönem. Şimdi buradan yola çıkarak -Niçin bunu anlatıyorum- hangi sorunu konuşursak konuşalım, geçmişe dönük -muhalefet partileri- bir defa her sorunun temelinde bu altmış altı, artı, yirmi sekiz yıllık bir birikim var. Biz 2002'de bu ülkeyi devraldık, milletin iradesiyle ve iktidarıyla ve 2002 yılından bu yana da devraldığımız Türkiye, kurumlarıyla, kurallarıyla hepimizin hafızalarında. Öğretmenlerimizin, eğitimimizin durumu hepimizin hafızalarında capcanlı.

Şu anda, az önceki oturumda biz, öğretmen atamamakla veya verdiğimiz sözü tutmamakla suçlandık. Bunu biz reddediyoruz. Biz ağustos ayında öğretmen atama sözü vermedik, birinci şeyimiz bu; seçim beyannamemizi de getirdim bu arada. İkincisi, 2002 yılındaki Türkiye'de 513 bin öğretmen vardı arkadaşlar, 2002 yılında. Yani, az önce bahsettiğim altmış altı, artı, yirmi sekiz yıllık dönemdeki Türkiye'deki öğretmen sayısı, cumhuriyet tarihi döneminde. On dört yıl içinde atanan öğretmen, on dört yıl sonra bugün öğretmen sayımız 993 bin. Yani, bir cumhuriyet dönemi, bizden önceki cumhuriyet tarihi döneminde cumhuriyet tarihi döneminde atanan öğretmen kadar öğretmen ataması yapmış bir iktidarı az önceki oturumda öğretmen atamamakla suçlamak bir insafsızlıktır. Ben bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Ceyhun Bey ifade ettiler, "Siz söz verdiniz, atamayı yapmadınız." dediler. Seçim beyannamemizdeki bizim beyanımız: Şubat döneminde öğretmen alımı yapacak şekilde gerekli düzenlemeleri yapacağız, şubat dönemlerine endekslemek. Artı, dönemin Başbakanı Sayın Ahmet Davutoğlu Başbakanımızın seçim meydanlarında verdiği söz, 17 Ekim 2015 bir gazete kupürü, konuşma şu: "Şubat ayında öğretmenlerimize yeni atama yapıyoruz." Bu geçtiğimizi kastediyor. "10 bin atama bu seneden şubata aktarıldı. Gelecek seneki kadroların yarısını şubatta atayacağız. En az 20-30 bine kadar atamayı inşallah gerçekleştirmeye çalışacağız." dedi ve bu şubatta 30 bin atama gerçekleşti mi? Gerçekleşti. Yani bu noktada biz sözümüzün arkasındayız.

Bu eğitim sahasında da hem öğretmen sayılarını artırmak hem çocuklarımızı en az özel okullar kadar nitelikli okullarda okutmak, hak ettikleri eğitimi onlara sağlamak amacıyla yine derslik sayısında da cumhuriyet dönemi kadar dersliği biz nesillerimize kazandırdık on dört yılda. Nasıl hiçbir şey yapmamış, Türkiye'yi eğitimde batırmış bir iktidardan bahsedilebilir? Bunun da insafsızlık olduğunu düşünüyorum.

Buradan son olarak da az önceki oturumda Nurettin Topçu'dan bahsedildi. Benim de kendisini yakinen takip ettiğim önemli bir düşünürdür, bir öğretmendir aynı zamanda kendisi, meslektaşımdır ve takip ettiğim bir insandır. Bu noktada -ben haberi az önceki oturumda Ceyhun Bey'den aldım- İnternet'te karıştırırken hakkındaki yazılanları alevihaber.com sitesinden Soner Yalçın'ın Nurettin Topçu'yla ilgili yazısından kısa bir bölüm aktaracağım. "Ama ne yazık ki bu dönemde cesur İslamcı düşünürleri, -Nurettin Topçu gibi- mumla arıyoruz." diyor. Bu döneme eleştiri getiriyor. "Baş davası ahlak olan Müslüman sosyalist Nurettin Topçu." "Oysa dün vardılar... Ve bunlardan biri de 'isyan ahlakı'nın sembol ismi Nurettin Topçu'ydu. Milliyetçilik, İslamcılık ve muhafazakârlığa en sert eleştirileri, -tarikatlere de, medreselere de yakinen takip edenler bilirler Türkiye'deki kurulu toplumsal yapılara karşı en sert eleştirileri yönetmiş bir düşünürümüz, münevverimizdir." diyor. Mustafa Kemal Atatürk'ün bursuyla yurt dışında okumuştur, doktorasını da orada yapmıştır, değerli bir münevverdir. Kitabından cımbızla alınmış bir ifadeyle -tam da az önceki oturumda söylendiği gibi- Alevi kardeşlerimizi tahrik edecek bir duruma getirerek bu haberi yayınlamak esas tahrik budur, bunu böyle düşünüyorum. Onun kitaplarının bütüncül olarak okunması ve öyle değerlendirilmesi gerektiğini özellikle buradan vurgulamak istiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.