KOMİSYON KONUŞMASI

HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, saygıdeğer milletvekilleri, çok kıymetli yargıçlar, saygıdeğer bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, bugün Türkiye önemli bir günü yaşıyor ama Sayın Başkan, sizin tarihî bir gün değerlendirmenize katılmayacağım. İlk açarken toplantıyı hukuk tarihi, siyasal tarih ve toplum mühendisliği tarihi açısından çok önemli bir gün olduğunu söylediniz.

BAŞKAN - Sosyolojisi açısından dedim.

HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Evet, bence bu tespitlerinizin enteresan tarafı, aslında bu, AKP'nin siyasi tarihi açısından çok önemli bir gün. Yani orada vurguladığınız bir şey var. "Görev yaptığım süre içerisinde yüksek mahkemelere ilişkin 4 kez düzenleme yaptım." dediniz; not aldım bunu. 4 kez düzenleme yüksek mahkemelere ilişkin yapmışsanız demek ki bundan önceki 4'ü yanlış ki şimdi 5'inciyi yapıyoruz. O hâlde hukuk bütün bu yanlışları kaldırabilecek bir durumda mı ona bir bakmak gerekecek.

Tabii, biz burada, bu Komisyon salonu içerisinde oturup konuşuyoruz, bazı durumları değerlendireceğiz ama Türkiye, uygar dünyanın uygar ve iddialı bir bireyi. Doğal olarak böyle bir dünyada yalnız değiliz ve bu dünyanın kurallarına da uymayı taahhüt etmişiz, oralara da söz vermişiz.

Bu kuralları başlıklarıyla saymanın yeterli olacağını zaten biliyorum. En başında, Birleşmiş Milletlerin hukuka ilişkin yargıçların tarafsızlığı, bağımsızlığı, dürüstlüğü, eşitliği, vesaire gibi konulara ilişkin son derece kabul edilmiş, dünyada saygın ilkelerinin büyük bir kısmını burada ne yazık ki bir kenara koyuyoruz.

Yine, Venedik İlkeleri doğrultusunda Türkiye'nin de taahhüt etmiş olduğu birçok şeyi burada görmezden geliyoruz, uygar dünyanın ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde bir kenara onları da koymuş bu düzenlemeyle. Aynı şey Bangalore etiği ilkesinde var; onlar da burada görmezden gelinmiş ve bir kenara konulmuş.

Burada asıl can alıcı olan şey şu: -Burada, içimizde yargıçlar da var- Az önce Cemal Bey'e sordunuz "Niçin 13'üncü madde?" diye Sayın Başkan. Ben söyleyeyim niçin 13'üncü madde diye.

BAŞKAN - Söyleyin.

HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Herkesin yasalarla yönetilen bir ülkede, uygar bir dünyada geleceğini planlama hakkı en temel insan hakkıdır. Geleceğini planlayabilmelidir insanlar. Bir yargıç kendi geleceğini planlarken aslında toplumun da adalet anlayışına, adalet inancına olan geleceğini de planlayacaktır çünkü o, bilecek ki onu o göreve taşıyan, o birer öznel statüde tutan yasalar aslında onun hukukunu değil toplumun hukukunu da bir değerler orantısı içerisinde koruyacaktır.

Şimdi, hangi yargıç geleceğini planlama temel insan hakları ilkesinin Türkiye'de var olabileceğini bugünden itibaren söyleyebilir? Burada Sayın Bakanım, böyle bir şey söylemek mümkün müdür artık? Yanımızda çok kıymetli yargıçlarımız var. Bu yargıçlarımız yarın bu Anayasa'nın güvenceleri elinden alındığı takdirde nasıl bir geleceğin kendilerini beklediğini bilemiyorlarsa, yargıç bilemiyorsa, kuvvetler ayrılığının en temel ayağı bilemiyorsa, bizi bir arada tutan adalet sisteminin kurucu iradesi bilemiyorsa kim bilebilir? Adalet adamı olmak, hukukçu olmak, hukuk fakültesini bitirmekle olmuyor; adam gibi durmak, dik durmak, özgün durmak, hukuka, yasalara yaslamak bunlar önemli işler.

Bakın, bir örnek anlatayım, belki ilk kez duyacaksınız şaşıracaksınız da. Ülkenin Başbakanıyla ilgili MİT soruşturmasında gelinen süreci "Bu süreç Sayın Başbakanı tutuklamaya yönelik bir süreçtir; finali Başbakanın tutuklanmasıdır." diye ilk uyaran hukukçu benim. Balyoz davasının o günkü tutanakları orada duruyor. Hukukçu olmak, az önce Sayın Ağbaba söyledi, yasalar nerede ihlal ediliyorsa orada dik durabilmekle mümkündür. Biz muhalefet ederken sırf sizin getirdiğiniz bir şeye muhalefet etmiyoruz. Biz, yalnızca doğru bir şeyi müzakere edebilelim diye bunlara gerçekten burada vurgu yapmaya çalışıyoruz, altını çizmeye çalışıyoruz. Bunları muhalefet söyledi diye söylemiyorum, geçmişte de bu koltuklarda oturan arkadaşlar benzer şeyler söylemişlerdir ama onları belli ki kabul etmediniz. Yargıtayda değişiklik yaptınız sayıyı artırdınız. Niye? Çünkü orada cemaatçi bir yapı var, o yapı gerçekten sistemi tehdit ediyor, bundan Türkiye'nin kurtulması gerekiyor. Yüzde yüz katılıyorum. Bakın, yüzümde sakallarım var. Arkadaşlarım soruyorlar "Entelektüel sakal mı bıraktınız?" diyorlar; değil Sayın Bakanım, Sayın Başkanım, değil.

BAŞKAN - Alacakaranlık bir sakal. Sakal yok, görünmüyor zaten.

HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Ben Balyoz davasını üstlendiğimde hayatımdaki belki de en önemli kararı vermiştim çünkü davayı incelediğimde, davanın delillerine baktığımda böyle bir davanın yalnızca Silahlı Kuvvetleri değil Türkiye Cumhuriyeti devletinin egemenliğini doğrudan hedef aldığını gördüm ve çocuklarımla, eşimle vedalaştım o davayı üstlendim. O davayı üstlendikten sonra 2 kez zona oldum. İnsanlar -hekim vardır herhâlde içinizde- 1 kez zona hastası olurlarmış, 2'nci kez çok ekstrem bir durummuş. 2 kez zona oldum ama kalıcı bir eser kaldı, senede bir, on gün, on beş gün yüzümde çöküntüler oluyor, çökmeler oluyor, işte o sürede tıraş da olamıyorum.

O Balyoz davasına geri dönelim. O davada görev yapan bu ülkenin egemenliğine müdahale edenlerin hepsi hâlâ bir şekilde sistemin içerisinde, onlara hiçbir şey yapmadınız, oraya bir şey yapmadınız. Bir başkasını söyleyelim Sayın Bakanım, kozmik odayı bir sürü entrikayla açıp, devletin en stratejik projelerini kim bilir kimlerle paylaşan... Bugün terördeki en büyük zafiyetin temeli Sayın Bakanım kozmik odada kopyalanan CD değil midir efendim? O CD bu ülkedeki terör zafiyetinin temel kaynağı değil midir? Onunla ilgili hâlâ o Yargıtayda o üye yargıç kimliğini taşıyorsa hangimiz güvendeyiz bu ülkede? Ben soruyorum, kim güvende? Bu yargıç hâlâ orada "Ben Yargıtay üyesiyim." kimliğiyle gezebiliyorsa ve Yargıtaydaki bu hukukçularımız onu aralarında hâlâ barındırabiliyorlarsa bence çok daha ötelere gitmek gerekiyor, yasalar bir şeyi çözmüyor. Yasaları uygulayacak hukukçular... Sayın Başkanım dedi ki: "Hukukçu yok." Öyle değil. Önce hukukun temeli... Hukuk devletine hepimiz inanmalıyız, biz hukukçular inanmalıyız. Bana "Türkiye'de adalet yok." diyorlar. Bugüne kadar hiçbir zaman bu cümleye katılmadım, katılmayacağım. Eğer Türkiye'de adalet yoksa, Türkiye'de hukuk yoksa, hukukçu yoksa biz bu masada niye oturuyoruz, biz kimiz o zaman? Ben hukukçuyum, bu masada oturmaya hak ederek geldim oraya ve bu ülkede, benim ülkemde uygar, aydın, dünyanın her yerinde saygın bir hukukçu olarak gezme hakkım var; bu iddiam var. Önümüze gelen taslağa bakıyorum, gerçekten dramatik bir şekilde Anayasa'ya aykırı. Yapılanlara bir bakıyorum bunun içerisinde... Evet, Yargıtayın mutlaka bir içtihat mahkemesi olması gerekiyor ama Yargıtaya ilişkin tanımlamanın içerisinde "içtihat" kelimesi geçmiyor, ekleyelim Sayın Bakanım. 17'nci maddede "salt çoğunluk" hiç iyi niyetli düzenlenmemiş. Yani bizim şu anda Parlamentomuzda 550 milletvekilimizin salt çoğunluğuyla Hükûmeti kuruyoruz, 276'yla bunu yapıyoruz. Peki,, aynı şeyi Parlamento için yapabilir miyiz? Hastalar, istifalar, ölümler düşüldüğü takdirde 500'e indiğinde salt çoğunluğu da aşağıya indirir miyiz, indirebilir miyiz? Hayır, yine 276'da tutacağız. O hâlde niye 17'nci maddede salt çoğunluk Anayasa'ya uygun düzenlenmemiş? Yine söyleyeyim Sayın Bakanım, on iki yıl Anayasa'da 65 yaş sınırı var, onunla çelişiyor. Niçin on iki yıl, niçin? Az önce Cemal Bey söyledi, meslek memuru hassasiyeti korunmamış. Gönderdiğiniz bölge mahkemesine meslek memuru değil, mühendis, Başbakanlığa göndereceksiniz, danışman olarak gidecek. Temel hakları orada da korunacak mı korunmayacak mı o da belli değil. Onun için alelacele, özensiz, Sayın Bakanım, hem alelacele hem özensiz hem de hakkaniyete uygun değil. Az önce arkadaşlarım ısrarla söylediler, bunun doğrusunu, evet bunu hukuka teslim edelim. Gelin bu ülkeye bir şans verin, hep beraber bir şans verelim. Ülkenin çok gergin olduğunu hepimiz görüyoruz. Bu ülkenin en temel, en korucu değeri adalettir, yeniden inşa edebiliriz. Bir arada kardeşçe yaşamayı yeniden inşa edebiliriz. Bu kadar büyük gerginlikten çıkarabiliriz. Buna önce yargıçlarımızla nefes aldırarak başlayalım. Gelin şu HSYK yasasını da bir alt komisyonda hepsini bir paket olarak görüşelim ve bu işi hep birlikte elbirliğiyle çözelim, ülkemizi yeniden dünyanın uygar ülkeleriyle yarışabilir hâle getirelim.

Yargıtay Başkanının "Yargıya güven yüzde 30'a inmiştir." dediği bir yerde yapacağı en erdemli davranış, bir beyaz kâğıda bir istifa dilekçesi yazıp gereğini yapmak. Yapar mı? Yapmayacağına eminim.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Çayı kim toplayacak, çayı?

HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Niçin? Çay toplamaya Yargıtay Başkanı gider mi? Gider mi gitmez mi önemli değil. Ama ne diyoruz? Yargıcın tarafsızlığı yetmez, toplumdaki algısının da tarafsız olduğu yönünde yerleşik bir kanaatin de onun üzerinde örtüşmesi gerekir. Peki Yargıtay Başkanının üzerinde tarafsız olduğu yönünde toplumda bir algı yerleşebilir mi bu saatten sonra? Elbette ki bu mümkün değil. Doğal olarak yargı görevini üstlenen, hukuk adına konuşan herkesin kendi işgal ettiği, elde ettiği, ele geçirdiği -her nasıl tanımlarsanız- birel, öznel statüsüne uyarlı bir erdem sergilemesi hepsinin en önce hukuk adamlığı görevidir. Bu taslağın içerisinde o kadar çok eleştireceğimiz hususlar var ki Sayın Bakan ama bence siz, az önce başlıklarını çizdiklerimin hepsinden bunları zaten görüyorsunuz. Gelin Yargıtayda da, Danıştayda da gerçekten uluslararası normlarla örtüşen bir düzenlemeye hep birlikte el verelim.

Bakın, vurguluyorsunuz, siz de vurguladınız, Sayın Başkan siz de vurguladınız içtihat istikrarını. Peki, içtihat geçiyor mu burada? Yargıtayın görevleri içerisinde yazmışsınız, içtihat oluşturma geçmemiş. Yerindelik denetimleri, vesaire geçmiş.

BAŞKAN - Haluk Bey, "içtihat" doğru, "içtihat istikrarı" terimi yanlış.

HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Evet, şimdi şöyle, "içtihat istikrarı" bana ait bir terim değildir, 2005 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihat İstikrarı Dairesi kurmuştur ve bütün üye ülkelere de tavsiye etmiştir Sayın Başkanım, "İçtihat istikrarı dairesi kurun." diye. Sayın Yargıtay Başkanı ne yazık ki, Yargıtayda bir içtihat istikrarı ilkesini bugüne kadar yerleşik hâle getirememiştir. Aynı dava, bir örnek anlatayım size: Bir gemi içerisinde kömür geliyor, yarıya bölünüyor, 1.500 tonu bir arkadaşın, 1.500 tonu bir arkadaşın. 1.500 tonunun davasına ben bakıyorum, diğer 1.500 tonun davasına başka bir avukat arkadaş bakıyor. İkimizin baktığı davaların arasında Danıştaydan geçen kararlar yüzde yüz birbiriyle çelişti. İşte, içtihat istikrarı dediğim bu. Bakın aynı gemi, aynı yük, aynı yargı yöntemi, idari yargı ve sonuç: İkisi arasında büyük bir çelişki. İçtihat istikrarı Türkiye'de mutlaka bir daire hâline dönüştürülmeli. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin tavsiyesini Türkiye mutlaka bir an önce başlatmalı. Onun için bu kadar yığılmalar var. Aynı konuda Türkiye'de binlerce, on binlerce dava var. Bakın, bir tane örnek vereyim size.

Sayın Başkanım, izninizle, hoş görünüze sığınarak, bir örnek vereyim. Bir banka, zaten... Bankalarla ilgili de bir sitemimi söyleyeyim: Ticaret mahkemeleri gerçekten bankalarla ilgili bu ağır toleranslarını devam ettirdikleri sürece bu vatandaş çok daha çekecek demektir. Bakın bir banka, bir krediye ilişkin kredi sözleşmesini takibe koyuyor, ipoteği ayrı bir takibe koyuyor, kefalet sözleşmesini ayrı bir takibe koyuyor, krediye karşı almış olduğu çeki senedi ayrı bir takibe koyuyor, vesaire ayrı bir takibe... 5 tane ayrı takip koyuyor, 100 bin liralık alacak 500 bin liraya çıkıyor, devletin cebinden 500 bin lira takip olduğu için ihtilaflı alacak miktarı 500 bin lira olduğu için devletin cebinden 400 bin liralık vergiyi çalıyor -maalesef böyle- 400 bin liralık vergi alıyor çünkü anonim şirketler ve bankalar biliyorsunuz ihtilaflı alacağı attıkları anda vergi matrahından düşerler.

BAŞKAN - Usuli dürüstlükle o davayı kazanmamız lazımdı.

HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Şimdi, oraya gelelim, bakın buna ilişkin niçin bir içtihat oluşturulmuyor, niçin içtihat oluşturulmuyor? Bu en temel sorunlardan bir tane örnek verdim. Bakın, buna ilişkin farklı düşünen var mı? Yok, hepimiz aynı düşünüyoruz ama yapmıyoruz. Onun için Sayın Bakanım, lütfedin bunu alt komisyona gönderelim, düzgün bir çalışma olsun, iyi bir şey yapalım hem gelin az önce arkadaşlarımın da gerçekten son derece insancıl duygularla bir temel insan hakları ihlalinde siz bir şekilde karıştınız Sayın Bakanım. Bu temel insan hakları ihlali gerçekten toplumun vicdanında çok büyük travma yarattı. Siz, Adalet Bakanı olarak bu tür işlere bence hiç karışmamalısınız. Siz, adaletin Türkiye'deki en önemli temsilcisisiniz. Yani, bir devletin en önemli kaç tane bakanlığı var? Adalet, Millî Eğitim ve Millî Savunma. Diğerleri sonraki bakanlıklar ama bir devletin en önemli kurucu üç bakanlığı var. Doğal olarak arkadaşlarımın uğramış oldukları bu ağır travmadan siz, sizin vicdanınız bence rahatsız olmuştur, siz buna üzülmüşsünüzdür. Bunu düzelteceğinize inanıyorum. Lütfen hem arkadaşlarım hem toplumdaki bu gerginliği düzeltecek şekilde bu konuda kamuoyuna aydınlatıcı bir açıklama yaparsanız, bir de bu konuyu alt komisyona gönderip iyi bir çalışmayla tekrar buraya getirirseniz bence hukuk adına doğru bir iş yapmış oluruz hep beraber.

Hepinize teşekkür ediyorum.