GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CEZA MUHAKEMESİ KANUNU İLE CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:57
Tarih:24.01.2013

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; verdiğimiz önerge hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Habur'da teröristleri karşılama, Oslo görüşmeleri, açlık grevleri? Bu süreci iyi analiz etmek lazım. Habur'da teröristleri karşılatanlar, çadır mahkemeleri kuranlar, Oslo görüşmelerinde PKK'ya söz verenler, altmış sekiz gün süren açlık grevlerini sona erdirmeyip devletin basiretini ayaklar altına alanlar, bugün gazi Mecliste bu tasarıyı getirenlerle aynı zihniyetteki insanlardır. Yıllarca bu milletin kanını emmiş bir terör örgütünün talepleri, milletimizin şahitliğinde AKP vasıtasıyla dayatılmaktadır.

Asırlardır dünya üzerinde hiçbir egemen gücün, hâkimiyeti altına alamadığı bu milletin iradesiyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletine, bu iktidar ile âdeta, PKK karşısında diz çöktürülmek istenmiştir ve gelinen süreçte, açlık grevlerinde PKK'nın talepleri arasında olan ana dilde savunma hakkı bugün görüşülüyor.

İster lehte ister aleyhte olsun, ana dilde savunma üzerine söylenecek sözlerin gerçek anlamını bulabilmesi için ele aldığımız kavramın hangi bağlamda değerlendirilebileceğinin bilinmesi gerekir. Ana dilde savunmayı stratejik bir araç gibi kullanmak, hem ayrılıkçı çevrelerin hem de iktidarın paylaştığı bir tutum hâline gelmiştir. Her iki odak da söz konusu kavramın insan hakları konsepti içerisinde düşünülmesi gerektiği konusunda hemfikirdir. Bunun da ötesinde, başka türlü yorumlar olabileceği fikrine de kapalıdırlar.

Ne var ki, iktidar partisiyle ayrılıkçı terörün müdafileri istedikleri kadar hemfikir olsunlar, bugün içinde bulunduğumuz ve AKP'nin müsebbibi olduğu durum, ana dilde savunma kavramını insan hakları bağlamında düşünüp, değerlendirmemize engeldir.

Her parça, bir bütün içerisinde anlamlıdır. Türkiye'de, Oslo'dan Habur'a, İmralı'dan Kandil'e AKP iktidarları pratiğinin gösterdiği, ana dilde savunmanın ayrılıkçı bir bütünün parçası olduğudur. Bundan dolayı da insan hakları bütünü içinde değerlendirilmesi beklenmemelidir.

Ana dilde savunma kavramının bugünkü bağlamını, AKP iktidarı ve ayrılıkçı terörün müdafileri birlikte oluşturmuşlardır. Her iki odağın da ana dilde savunmayı bir kazanım olarak görmelerinin ardında bu fikir ve amaç birliği vardır. Bu durumda ana dilde savunma kavramının kendi oluşturdukları bağlam içinde değerlendirilmesinden şikâyet etmeye de hakları olmamalıdır.

Başbakan, kendi aklında netleştiremediğini belli ettiği devlet ve siyasi iktidar kavramlarını kendinden başkalarının da tefrik edemeyeceğini umarak siyasi adımlarını atmaktadır. Oslo görüşmelerinin ifşa edilmesiyle gündeme gelen "şerefsiz" tartışmalarında bu yolu denemiştir. Kendisine sayısız danışmanının bildirmediğini ben söyleyeyim: Devlet memurları eliyle gerçekleştirilmiş olsa da, siyasi sonuç doğuran her türden eylemin tek sorumlusu siyasi iktidardır. Başbakan, "Götürüsü olanı, devlet yaptı; getirisi olanı, ben yaptım." demekle kendisine güldürmekten fazlasını başaramaz. İsterse siyasi iktidarın emrinde bir memur olan Oslo görüşmecisinin, XIV. Louis gibi "Devlet benim." dediğini bir hayal etsin, belki işi kolaylaşır.

Ana dilde savunma, siyasi bir karardır ve büyük siyasi resim içinde değerlendirilmek durumundadır. Siyasi bir kararı devlet politikası anlayışına sığınarak hayata geçirmeyi istemek, halkı aldatmak olduğu kadar, bir siyasi iktidarın kendi politikalarına güvensizliğinin de bir göstergesidir. "Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim." diyen bir Başbakan, bunun seçmende bir karşılığı varsa onunla yetinmeyi bilmelidir. Siyasi eylemlerin sonuçlarını devlet kavramına mal etmeye kalkışmamalıdır.

Sorarım, böylesine bir ayrışmanın birlik ve beraberliğe hizmet edeceğine AKP dışında kim inanabilir? Meclisin geldiği durum da bunu gösteriyor, amaç ortakları bile inanmaz. Biraz önce söyledi, "Bununla yetinmeyeceğiz." dedi. Zira, onlar da ne olacağını iyi biliyorlar. Onların iyi bilmeleri sayesindedir ki bizler de ana dilde savunmanın bir ara konak olduğunu biliyoruz. Bu konuda ikna olmak isteyen varsa salı günkü grup konuşmalarında "Sizi İmralı'ya gönderen Başbakan benim." diyen AKP Genel Başkanı ile "Ayrı bir halk olacak mıyız?" diye soran BDP Genel Başkanının sözlerini bir arada düşünmeyi denesinler.

Öte yandan, savunma ana dilde yapılacaksa, iddianamenin neden Türkçe olduğu sorulmayacak mıdır? Ana dilde iddianame istendiğinde bunu hangi savcı hazırlayacaktır? Kendisini Kürtçe daha iyi ifade edeceğini savunan PKK'lı bir sanığın karşısına, iddianameyi Lazca daha iyi hazırlayacağını savunan bir savcı çıkarsa ne olacak? Bir hâkim de hükmü kendi ana dilinde okumak isterse ne olacak? Yargıtayda ana dillere göre yeni daireler mi ihdas edilecek? Kendimizi zorlamayalım. Babil Kulesi'nin neden tamamlanmadığını herkes biliyor.

Sayın milletvekilleri, AKP zihniyetinin ebedi şefi Başbakan ve amaç birliği içinde olduğu ayrılıkçı terörün müdafileri başta olmak üzere, Türklük kavramından rahatsız olan herkes, şunu iyi bilsin ve asla unutmasın: Bu devletin adı Oğuz veya Kayı değildir, Türk devletidir. Bu devletin uyruğu da hâliyle Türk milletidir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.