GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 1974 DENİZDE CAN EMNİYETİ ULUSLARARASI SÖZLEŞMESİNE İLİŞKİN 1978 PROTOKOLÜNE KATILMAMIZIN UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:54
Tarih:17.01.2013

CHP GRUBU ADINA ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben, çok önemli, herkesin dikkatini çekmek istediğim, benim vicdanımı çok sızlatan, her geçen gün, biraz daha bilgi edindiğimde biraz daha üzüldüğüm ve yüce Meclisin bu konuda mutlaka haberdar olması gerektiği bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum.

İzmir'de "askerî casusluk ve şantaj davası" adı altında bir dava yürümekte. Aslında, bunlardan ilki İstanbul'da görülmeye başlanmıştı. Çok sayıda kişi inanılmaz suçlarla suçlandı ama dava bittiğinde davanın ismini teşkil eden casusluk suçlamasından ceza alan 1 kişi bile olmadı. Geriye dönük baktığınızda, Türk ordusunda şimdiye kadar 1 kişi casusluk suçlamasından dolayı ordudan atılma cezasını almış. Ama İzmir'deki davada 350 kişi, 350 sanık casuslukla suçlanıyor. Bunlardan 56'sı Ege Ordunun Askerî Cezaevinde tutuklu durumdalar. Ben, kendilerine Cumhuriyet Halk Partisi Cezaevi İnceleme Komisyonu adına yaptığım ziyarette inanılmaz bir tabloyla karşılaştım. Bu konuyu, Meclisteki her bir milletvekilinin kendi vicdanında değerlendirmesi? Hatta, bu konuda en ufak bir şüpheniz varsa son derece basit bir yöntemle, Adalet Bakanlığından gerekli izin başvurusuyla gidip görüşebiliyorsunuz. Çok sayıda milletvekilinin çeşitli davalardaki sanıkları ziyaret ettiğini biliyoruz. Mutlaka oradaki kişilerin hikâyelerini bir dinlemek lazım. Oradaki kişiler sekiz aydır iddianame bekliyorlar. Haklarındaki suçlama yine askerî casusluk, şantaj ve fuhuş. Bunlar söylenince ilk önce, bir kendinizi oradaki insanların annesinin, babasının, eşinin, çocuğunun yerine bir koyun lütfen. Bir de davada            -"kısıtlama" deniyor -biz daha çok "gizlilik" olarak biliyoruz, doğru terim- kısıtlama kararı var; deliller gösterilmiyor, iddianame ortaya çıkmıyor. İnsanlar eşlerinin yüzüne bakamaz hâle gelmiş bir şekilde anne, babaları ve komşularından utanır bir şekilde sekiz aydır iddianame bekliyorlar. Hepsi diyor ki: "Her şeyimizle açığız ama bu deliler ortaya çıksın. Biz bunlarla bir görüşelim." Bu delilleri görmüyorlar. Üstüne üstlük, birtakım yayın mecraları, birkaç ayda bir -en son da geçen hafta- ne akla hizmetse, tekrar tekrar, davada bir gelişme olmadığı, sekiz aydır herkes savcının iddianamesini beklediği hâlde, tekrar bu çirkin iddiaları gündeme getiriyorlar. Burada Türk ordusunun çok seçkin subayları inanılmaz şeylerle suçlanıyor. Ama, orada kimler var diye bakarsanız eğer, şöyle bir şey söyleyeyim, ortak özellikleri şu: Hiçbirisinin Ergenekon davasında ya da Balyoz davasında haklarında herhangi bir iddia olmamış. Yani, bu dava, bir evrensel küme düşünün, Ergenekon ve Balyoz'da hakkında iddia olmayan pek çok genç, başarılı subayı âdeta itham altında bırakan bir dava. 350 kişiden bahsediyoruz, 1 kişi bile herhangi bir suçlamayla karşı karşıya kalmamış.

Bunların içinde, İzmir'den İskenderun'a kadar bütün deniz üs komutanlarımız var, komodorlar, fırkateyn komutanları orada, Hava Kuvvetlerinde kendi dönem arkadaşlarından üç ila beş yıl ileride terfi alan, ileride Hava Kuvvetleri Komutanlığı için birbiriyle yarışacak 3 F-16 filo komutanımız var ya, onların 3'ü birden orada. Diyarbakır Asker Hastanesinin Başhekimi, GATA İstanbul ve Ankara'nın en başarılı bilim adamları, Jandarma Genel Komutanlığı Muharebe Komutanlığı MEBS Başkanlığının kritik subayları, özellikle subayların ve astsubayların askere alınmasında, terfi ve tayin işlerinde görevli subay ve astsubaylar içerideler. Savarona gemisine fuhuş operasyonu yapan, o pisliği ortaya çıkaran subay şimdi askerî casusluk davası iddiasıyla orada. Millî Gemi Projesi'nde görevli olan komutan, Millî Torpido Projesi'nde görevli olan komutan burada.

Açıkçası, açın bakın, orduda seçkin, saygın, başarılı bir tane subay varsa, eğer Ergenekon ve Balyoz'da değilse emin olun ki İzmir'de tutuklu durumda. Her kuvvetten, her rütbeden, her sınıf ve uzmanlık dalından olan bu personelin ortak özellikleri, kendi alanlarında son derece başarılı olmaları, pek çoğu geçtiğimiz Yüksek Askerî Şûrada terfi bekliyordu. Hepsinin kendi kuvvet komutanlarından, Genelkurmaydan, Genelkurmay Başkanlarından şerit rozetleri var, hepsi ileri terfi almış durumdalar ve hepsi çok kritik görevde. Bunların hepsi birden oradalar ve böyle bir çamura bulanmış durumdalar. Biran önce aklanmak için savunma haklarını kullanmak istiyorlar.

Bu bahse konu personelden bizim yaptığımız ziyaret sonunda edindiğimiz izlenimin ortak birkaç özelliğini ifade edeyim: Bu bahse konu personel, bu dava ve tutuklama tedbiriyle hâlihazırda bulundukları çok kritik görevlerden alıkonulmuş durumdalar. Mevcut mevki ve yetkilerinden uzaklaştırıldılar. Bu kadar başarılı ve kritik görevde olan personel şu an görevini yapamıyor hem orduya hem ülkeye faydalı olamıyor. Bu kişilerin, yapılan operasyonla, birliklerindeki, yani silahlı kuvvetlerin en kritik bilgisayarlarından imajlar alındı. Böylelikle askeriyenin en önemli, en kritik bilgisayarların imajları şimdi başka bir yerlerde.

56 subayın tutuklu olduğu 350 kişilik dev casusluk davasında hemen tüm birliklerdeki çağdaş, çalışkan, vatana sadakatlerinden şüphe edilmeyecek, Atatürkçü subayların alınması hemen tüm birliklerdeki diğer bu özelliklere sahip tüm personele bir gözdağı verme şeklinde. "Artık, erişemeyeceğimiz kimse yok, ayağınızı denk alın." diyor birileri. Gelecekte çok önemli görevlere gelecek olan bu kişilerin önleri kesilmek suretiyle, birileri silahlı kuvvetlerin yarınlarını dizayn ediyor.

Şimdi, spesifik bir örnek vermek istiyorum ama önce, birkaç tane daha özelliklerinden bahsedeyim: Bu kişilerin hiçbirisi daha önce birbirini görmemiş, bu çetenin ve bu kişilerin her birisinin kredi kartları borçla dolu. Ama mesela, birisi, istifa etse istediği hava yolu şirketinde çok yüksek maaşla göreve gelebilir. Bir diğer komutan, ayrıldığı takdirde, uzak deniz kaptanlığı yaptığında on binlerce dolarlık maaşlar köşede duruyor. İçlerinden birisi sizlerin "Bir Türk bilim adamı şizofreniye çare buldu" diye bildiğiniz, hepimizin göğsünü kabartan, o şizofrenide dünyanın ezberini bozan bilim adamı. Amerikan ilaç şirketleri milyon değil, milyar dolarlık anlaşmalar teklif etti kendisine. Türkiye'deki bazı ilaç şirketlerinin bütün yatırımı yapmak ve geliri çok yüksek olacak olan bu buluşu paylaşma tekliflerini "Bu buluş Türkiye'de kalmalıdır. Türk firmaları bir konsorsiyum yaparsa paylaşırım. GATA'da çalışmalarıma devam edeceğim. Bu şizofreni dünyanın kaderini değiştirecek." diyen bilim adamı orada örneğin. Bunların ortak özellikleri, hepsinin kredi kartı borçları boylarını aşmış. Bir araştırma komisyonu kuralım, içlerinde bir tane zengin adam var mı bu kadar önemli tekliflerle karşı karşıya oldukları takdirde, bunları bir görelim. Ama şu şizofreni meselesine bir dikkatinizi çekmek istiyorum.

Şizofreni -aramızda eczacılar var, hekimler var- dünyanın tedavisi en pahalı hastalığı ve kalıcı tedavisi olmayan bir hastalık. Bu hastalıkla ilgili şöyle çarpıcı bir örnek. Örneğin Nature One denilen dergi diyor ki "Bir tek şizofreni ilacının icadı dünyada 5 milyar dolarlık bir pazar değişimi yaratıyor." "Scientific American" diyor ki "Amerika Birleşik Devletleri  Hükûmeti şizofreni tedavisinde ilaç firmaları karşısında âciz durumdadır." Türkiye'de de durum farklı değil; yaptığımız ödemelerde baştan 2'nci sırayı alıyor şizofreniye yaptığımız ödemeler ve dünyadaki bütün popüler bilim dergileri bu başarıyı şöyle duyurmuştu: "Şizofreni tedavisinde ilginç yöntem, büyük umut." Çünkü 1970'lerden beri biz, Dopamin Hipotezine inanıyoruz. Yani V diye bir yol var; bu yolu seçtik, o yol hastalığı tedavi etmiyor, son derece pahalı ilaçlar ve dünya pazarında, dünya ülkeleri şizofreni pazarına 100 milyar dolar para ödüyorlar ama şimdi, diğer yola gitseymişiz, belki de birileri o yolu çoktan biliyordu, o yol Agmatin Hipotezi ve tutuklanan eczacı profesör albay tutuklanmasa, üç gün sonra, dünyanın en seçkin şizofreni kongresinde aslında meselenin dopamin değil agmatinden olduğunu, aslında belki de bizim bu hastaları birkaç ay içinde kalıcı olarak tedavi edebileceğimizi aslında bu tedavi maliyetlerin 100 milyarlarca dolar değil de hasta başına olan maliyetin mesela ayda 1.000 lira-1.500 lira değil de bir iki seansta 10-15 liralık basit bir ilaçla iyileşebileceğini açıklayacaktı. Şimdi, bu bilim adamı ne olacak diye bütün dünya merak ediyor ama birileri biliyor demek ki dopamin değil agmatin üzerine yürümemiz lazım. Ve bu bilim adamı şimdi içeride! TÜBİTAK araştırmasına yapmış olduğu katkıyı geri aldı, araştırma durdu, bilim adamı orada duruyor. Herhâlde bu işten en çok Amerikan ilaç şirketleri memnundur ama bu bilim adamı hakkında durup durup bu fuhuş, şantaj bilmem neleri bir gazete manşet yapıyor. O, Amerika'ya gönül bağı olan bir gazete, Amerika'dan çok önemli bağlantıları olan bir gazete bu konuyu yüce Meclisin dikkatlerine arz ediyorum. Mesele düşündüğümüzden çok daha vahim olabilir. Bu hepimizin sorunudur. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Özel, teşekkür ediyorum.