| Konu: | KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNU İLE BAZI YATIRIM VE HİZMETLERİN YAP-İŞLET-DEVRET MODELİ ÇERÇEVESİNDE YAPTIRILMASI HAKKINDA KANUN VE KAMU İHALE KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 80 |
| Tarih: | 20.03.2012 |
CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkana teşekkür etsene.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Teşekkür ettim, bir daha ederiz tekrar, daha konuşmamız devam ediyor Sayın Aslanoğlu.
Bugün Katma Değer Vergisi Kanunu ile Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ve Kamu İhale Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlarken yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, geçtiğimiz Pazar günü 97'nci yılını kutladığımız 18 Mart Çanakkale Zaferi'nin tüm ulusumuza kutlu olmasını diliyor, doksan yedi yıl önce Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazan ve vatanı savunmak için canlarını ve kanlarını feda eden şehitlerimizin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor, Konya'da ve Afganistan'da meydana gelen uçak ve helikopter kazalarında şehit düşen askerlerimize Allah'tan rahmet, kederli ailelerine, yakınlarına ve tüm ulusumuza başsağlığı diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son dönemde yasama faaliyetleriyle ilgili bir konunun giderek yaygınlık kazandığını görmekteyiz, bu da kamu yönetimini ve toplumun geniş kesimlerini yakından ilgilendiren konulardaki düzenlemelerin hükûmet tasarısı yerine kanun teklifiyle yapılmasıdır.
Bununla birlikte, özellikle kamu yönetimini yakından ilgilendiren ve devletin varlıklarında ve gelirlerinde azalma, yükümlülüklerinde artışa yol açan düzenlemelerin, AKP hükûmetleri tarafından âdeta bir alışkanlık hâline getirildiği üzere, Hükûmet tasarısı yerine kanun teklifiyle yapılmak istenmesi büyük sakıncalar içermektedir.
Bu durum, bir taraftan, kanun teklifiyle düzenlenmek istenen konunun hazırlık aşamasında ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşlerinin yeteri kadar alınamamasına ve bu çerçevede gerektiği şekilde tartışılamamasına yol açarken, diğer taraftan, getirilen düzenlemelerin ekonomik ve mali etkilerinin anlaşılamamasına neden olmaktadır. Oysa, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 14'üncü maddesi hükmü uyarınca yapılacak düzenleyici yetki analiziyle konunun ilgili yılı bütçesi ve genel ekonomi üzerindeki muhtemel ekonomik ve mali etkileri çok daha açık bir biçimde ortaya konulabilirdi.
Kanun tekniği açısından diğer bir sorun da yakın ilişki içinde olmayan düzenlemelerin tek bir kanunda yapılması ve kamuoyunda "torba kanun" olarak anılan ve bilinen bir tercihte ısrarcı olunmasıdır. İlgili kanun teklifinin özellikle 5'inci ve 6'ncı maddeleri 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'yla ilgili değişiklikler olup bu değişikliklerin kendi kanununda yapılması daha uygun olurdu diye düşünüyorum.
Öte yandan, ekonomiyle ilgili bakanlar tarafından gerek 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi görüşmeleri sırasında gerekse izleyen dönemde kamuoyuna yapılan açıklamalarda mevcut teşvik sisteminin eksiklerini giderecek ve daha etkin çalışacak yeni bir teşvik sistemi üzerinde çalışıldığı ve bu kapsamda çalışmaların son aşamasına gelindiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte, söz konusu kanun teklifiyle yapılmak istenen düzenlemelerin yeni teşvik kanunu beklenmeden alelacele TBMM gündemine getirilmesi bütünlükten yoksun bir yaklaşım olup, konunun yeni hazırlanacak teşvik sistemi kapsamında ele alınması daha uygun olacaktır.
Değerli milletvekilleri, bildiğiniz üzere, teşvik sistemi farklı konularda farklı araçlar ve mekanizmalar kullanılarak yapılabilir, KDV istisnası bunların yalnızca bir tanesidir ama biraz önce de söylediğim üzere, AKP'nin son dönemlerdeki ekonomi yönetimine baktığımızda gördüğümüz bir husus, bütünlükten yoksun bir yaklaşımın kamu yönetimine egemen kılındığıdır. Bunun başka bir örneği de bildiğiniz gibi, seçim süreci içinde, nisan ayında çıkan, mayıs ayında yasalaşan ve Hükûmete altı aylık süreyle kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren düzenlemelerdir, yetki kanunudur.
Hükûmet, bununla 35 tane kanun hükmünde kararname çıkarmış ve âdeta kamu yönetimini altüst etmiştir ve bu yetki kanununu, kendisine verilen altı aylık süreyi son ana kadar kullanmıştır. Meclis açılmasına ve çalışmasına rağmen -3 Kasımda bitiyordu süre- 2 Kasım süresine kadar birçok düzenleme yapılmıştır ve en sonunda, kamu personel sistemi âdeta yeniden düzenlenmiştir. Bunları kabul etmek mümkün değil. Bunlar, AKP Hükûmetinin en çok övündüğü ekonomi alanında aslında hiç de başarılı olmadığını, bütünlükten yoksun olduğunu, bütünlüğe sahip, olayları karşılıklı ilişkileri içinde gören bir yaklaşıma, perspektife sahip olmadığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Nitekim 2012 yılı merkezî yönetim bütçesine Cumhuriyet Halk Partisi olarak koyduğumuz muhalefet şerhinde de bu konuyu tüm ayrıntılarıyla açıklamış bulunuyoruz; tekrar milletvekilleri tarafından okunmasını dilerim.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, kanun teklifiyle, yap-işlet-devret modeliyle 3359 sayılı Kanun kapsamındaki kiralama modeline KDV istisnası getirilmiştir. Öncelikle belirtmeliyim ki, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu, özü itibarıyla istisna ve muafiyetlerin mümkün olduğunca en azda tutulması hâlinde amacına ulaşacak bir mantığa sahiptir. Bu çerçevede, bu teklifle getirilen istisnalarla sistemin etkinliği ciddi bir biçimde azaltılmaktadır.
Diğer taraftan, ilgili kanun teklifiyle getirilen KDV istisnası sonucunda, kısa dönemde KDV tahsilâtı azalacak ve bu da bütçe gelirlerinin azalmasına neden olacaktır. Bunun sonucunda, 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinde öngörülen bütçe açığı tahminleri aşılacak ve kamunun ek borçlanma ihtiyacı ortaya çıkacaktır. Ayrıca, paranın zaman değeri dikkate alındığında bu kaybın maliyeti, yıllara sâri olarak giderek artacaktır.
Bu bağlamda, merkezî yönetim bütçesi üzerindeki mali etkilerin bir projeksiyon olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulması beklenirdi. Bununla birlikte, söz konusu KDV istisnası ile ne kadarlık bir vergi kaybının doğacağı, gerek alt komisyon gerek üst komisyon toplantıları sırasında grubumuz tarafından ısrarla talep edilmesine rağmen, ortaya konulamamıştır. Bu durum da vergi kaybının tutarının ne kadar olacağına ilişkin olarak Maliye Bakanlığı tarafından yapılan ciddi bir çalışmanın olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Tabii, bu durumu daha geniş bir çerçevede aldığımızda başka bir sonuca da ulaşıyoruz: Ne yazık ki Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri için Dokuzuncu Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program, 2012 yılı bütçesi, 2012 yılı Programı, bunlar hiçbir şey ifade etmemektedir. Bunlar daha yeni yasalaştı; biliyorsunuz değerli arkadaşlar, Ocak 1 itibarıyla yürürlüğe girmiş bir bütçe var ve düzenlemeler var ve o düzenlemelerle biz, Orta Vadeli Program'la önümüzdeki üç yıl içinde, 2012-2014 yılı içinde neler yapılacağını ortaya koyduk. Yani bunlar Hükûmet tarafından ortaya konulur, zaten ilgili kamu kurumları, Kalkınma Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı, hepsi bu sürecin içindedirler. Buralarda düzenlenmeyen, bütçe sürecinde düzenlenmeyen birtakım yapılanmaların, kanunların arkasından, böyle, üzerinden daha iki buçuk, üç ay geçmişken gündeme getirilmesini anlamak mümkün değil. Bakın, aynı şey 4+4+4 kanun teklifinde de gündeme gelmiştir. Değerli arkadaşlar, Dokuzuncu Kalkınma Planı'na baktığınız zaman -ki 2007-2013 yıllarını kapsamaktadır, ki AKP hükûmetleri zamanında çıkartılmıştır- bu konuda hiçbir hüküm yoktur. 13 Ekimde yasalaşan Orta Vadeli Program'da da hiçbir hüküm yoktur. Yani, buralarda yer alması gerekmez mi bunların? 2012 yılı Programı'nda da yoktur. Biliyorsunuz, 2012 yılı Programı'nda ayrıntılı tedbirler var. Tedbirlere bakıyoruz, hiç böyle bir şey yok. Bütçede de yok, para da konmamış. Sonra, birdenbire bakıyoruz, karşımıza bir kanun teklifi ya da Hükûmet tasarısı geliyor. Bunlar ciddiyetten uzaktır, gayriciddidir. Hükûmet yönetmek, ülke yönetmek ciddiyet ister değerli arkadaşlar. Bu konuda da kamu yönetiminin gerekli teamüllerine ve demokratik çerçevelere uyulmasının önemli olduğunu düşünmekteyim.
Diğer taraftan, -devam edersek konumuza- borçlanma maliyetleri yani kredi faiz oranları bir dizi faktöre bağlı olarak değişebilmektedir. Amaçlandığı gibi KDV istisnasının borçlanma maliyetlerini beklenen ölçüde düşürmeyebileceğinin yanı sıra, KDV istisnasının diğer hizmet alanları için de yatırımcı firmalarca talep edileceği göz önünde tutulmalıdır. Değerli arkadaşlar, bu da bu alanın gittikçe genişlemesi anlamına gelmektedir. Bu, KDV istisnası konusunda da, teşvikte de vardır, aynı şekilde yap-işlet-devrette de bu kanun teklifiyle gündeme gelmektedir.
Başka bir husus da 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu hükümleri uyarınca uygulanan yap-kirala-devret modelinde bu KDV istisnasının kira düzeyini ne ölçüde etkileyeceği konusunda açık ve yeterli bir bilginin komisyona sunulmamış olmasıdır. Biraz önce de bahsettim, bütün gelen hem KDV istisnası hem biraz sonra bahsedeceğim yap-işlet-devret, hepsinde bunların devlete nasıl bir yük, maliyet getirdiğine ilişkin ekonomik, mali çerçeveyi ortaya koyan bilgiler, dokümanlar ne yazık ki ortada gözükmemektedir.
Başka bir husus da ilgili kanun teklifinin 1'inci maddesinin 31/12/2023 tarihine kadar uygulanması öngörüldüğünden geçici madde yerine, sürekli maddede uygulanmasının, sürekli maddeyle düzenlenmesinin uygun olacağı hususudur. Çünkü eğer siz 2023 yılına kadar bu kadar hüküm içerecek, etkiler doğuracak bir maddeyi düzenliyorsanız bunları geçici maddede düzenlemek bizim kanun teklifine ve bürokrasinin alışkanlıklarına, geleneklerine de aykırıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin 2012 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'na ilişkin karşı oy yazısında da belirttiğimiz üzere, giderek yaygın bir biçimde birçok kamu hizmeti alanında uygulanan kamu özel iş birliği modelleri, koşullu yükümlülükler olarak bütçe açığının düşük görülmesine neden olurken yükümlülüklerin uzun vadeye yayılmasına yol açmaktadır. Kasım 2000 ve Şubat 2001 ekonomik krizlerinde de olumsuz sonuçlarını yaşadığımız koşullu yükümlülüklerin artması, ekonomi üzerinde ciddi belirsizliklere yol açmakta ve riskleri artırmaktadır. Bu belirsizliklerin yanı sıra, koşulların gerçekleşmesi, borç yönetimi ve kamu finansmanı açısından Orta Vadeli Program, Orta Vadeli Mali Plan ve merkezî yönetim bütçesinin hazırlık safhasında öngörülemeyen ek mali yüklerin doğmasına sebep olmaktadır.
3996 sayılı Kanun'a 2008 yılında getirilen değişiklikle, kamunun yapmak zorunda olduğu bir kısım yatırımların özel sektöre yaptırılması, bedelinin ise yılı bütçesine konulan ödeneklerle taksitler hâlinde ödenmesi mümkün kılınmıştır. Bu, bir nevi borçlanma yöntemidir. Bu uygulama, kamu borcunun gerçekte olduğundan daha düşük görünmesine yol açmaktadır. Diğer taraftan bunun anlamı, kamu yatırım harcamalarının bütçe dışına çıkarılmasıdır. Bu alan genişlediği ölçüde kamunun yatırım harcamaları azalmaktadır. Nitekim, kamu sabit sermaye yatırımlarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı 2002 yılında yüzde 4,9 olan seviyesinden, 2010 yılında yüzde 4,3'e gerilemiştir.
Değerli arkadaşlar, elbette bir ülkenin gelişmesi için yapılacak yatırımlara kamunun yanında özel sektörün de girmesi normaldir, buna karşı değiliz, bunu isteriz ama temel kamu altyapı yatırımlarının, temel hizmetlerin, enerjinin, ulaştırmanın temelde dünyanın bütün ülkelerinde kamu tarafından yapılması esastır. Özel sektör, daha çok, ekonomi literatüründe "dış ticarete konu olan sektörler" dediğimiz imalat gibi, madencilik gibi, tarım gibi, turizm gibi sektörlerde yoğunlaşmak ve bu alanlarda yatırım yapmakla yükümlüdür. Kamu sektörünün özellikle altyapı yatırımları alanına girmesi ve bu alanda yatırım yapması, ekonomi içinde özel sektör yatırımlarını da uyarmakta ve ülkenin sermaye stokunu hızlı bir biçimde büyütmektedir. Ancak son dönemde kamu, altyapı yatırımlarını yeteri kadar yapmamakta ve bu boşluğu, doğan bu boşluğu özel sektörü devreye sokarak kamu-özel iş birliğiyle -ki bunun değişik modelleri vardır yap-işlet-devret, yap-işlet, yap-kirala gibi- karşılamaya, yapmaya çalışmaktadır. Bu konunun önem arz ettiğini düşünmekteyim ve kamu yatırımlarının hızlı bir biçimde 2002 yılındaki yüzde 4,9 olan seviyesine ve sonrasında da daha yüksek seviyelere çıkarılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.
Söz konusu kanun teklifi ile tutarı 30 milyar dolara ulaşan yap-işlet-devret projeleri için Hazine garantisi imkânı yaratılmış bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlar, o arada ben Plan ve Bütçe alt komisyonunda da görev aldım, Plan ve Bütçe Komisyonunda hem alt komisyon görüşmeleri sırasında hem de üst komisyon görüşmeleri sırasında "Bu yap-işlet-devret projelerinin sayıları nedir, tutarları nedir?" diye ısrarla tekrar tekrar sormamıza rağmen sağlıklı bir cevap alamadığımızı belirtmek zorundayım. Bu da aslında bu alanda çok ciddi bir açık olduğunu gösteriyor. Yani devletin, kamunun, Hükûmetin bu alanda yapılmış olan yatırımların tutarının ne kadar olduğunu bilememesi de büyük bir zafiyete işaret etmektedir.
Söz konusu kanun teklifiyle -biraz önce de söyledim- 30 milyar dolara ulaşan yap-işlet-devret projeleri için hazine garantisi imkânı yaratılmış bulunmaktadır. Bu, Türk mali sistemi üzerinde ciddi bir mali risk yaratmaktadır. Yap-işlet-devret modeli çerçevesinde gerçekleşecek yatırımların önümüzdeki dönemde artacağı yetkililerce ifade edilmiştir. Böyle bir durumda, hazinenin borcu üstlenmesi nedeniyle, kamu borcunun da artabilecek olması nedeniyle hazinenin riski yükselecektir. Hazinenin riski dolayısıyla faiz oranları yükselebileceği gibi, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye'nin kredi notunu düşürmesi olasılığı da gündeme gelebilecektir. Bu konuya özellikle dikkat çekmek istiyorum çünkü Hükûmette, biliyorsunuz, işte not artırımı konusu, ciddi biçimde ekonomiden sorumlu bakanların da övündüğü konular arasında gelmektedir. Bu açıdan ortaya çıkacak bir zafiyetin Türkiye ekonomisinde borçlanmanın yükünü ciddi bir biçimde artıracağı aşikârdır.
Söz konusu değişiklik ile görevli şirket tarafından ödenecek finansman yükünün azaltılması ve böylece gerçekleştirilen yatırımların kamuya dönüş süresinin kısaltılmasıyla borçlanma maliyetlerinin azaltılması hedeflenmektedir. "Buna ilişkin olarak ilgili kamu kurum ve kuruluşlarımız tarafından yapılmış herhangi bir çalışma var mıdır?" sorusu, biraz önce de ifade ettiğim üzere, Plan ve Bütçe Komisyonunda Grubumuz tarafından ısrarla gündeme getirilmesine rağmen bir cevap alınamamıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teklifin 2'nci maddesiyle, yap-işlet-devret modeli kapsamında gerçekleştirilen ihalelerden yatırım bedelinin idare veya hizmetten yararlananlarca ödenmesinin mümkün olduğu projelerde ödeme yükümlülüğüne girme yetkisine sahip idarelerin kapsamı genişletilmektedir. Hizmet ve kuruluş itibarıyla böylesi bir genişlemenin yol açacağı risklerin, kamunun borçlanma projeksiyonu üzerinde ciddi belirsizlikler yaratacağı açıktır.
Diğer taraftan, dünyada kamu-özel iş birliği uygulamaları bağlamında hazine garantileri istisnai enstrümanlardır. Zira, kamu-özel iş birliği modeliyle amaçlanan şeylerden biri de kredi sağlayan kuruluşların, projeler üzerindeki gözetim ve denetimlerinin varlığıdır. Zira, kreditörler, verdikleri kredinin geri ödenmesinde bir sorun yaşamamak amacıyla, projeyle yakından ilgileneceklerdir. Ancak, hazine garantisi verilmesi durumunda, projeye idarece el konulduğu takdirde -ki bu durum proje şirketinin iflasını da kapsayan çok farklı gerekçelere dayanabilir- hazine garantisi devreye girecektir. Bu nedenle, kreditörlerin verdikleri borçları tahsil etme kaygıları olmayacak ve ilgili proje, kamu-özel iş birliğinin özü olan proje finansmanı esasından çıkıp, fiilen hazine borçlanması yoluyla yapılan bir projeye dönüşecektir.
Değerli milletvekilleri, kanun teklifinin problemli gözüken önemli bir maddesi de 4'üncü maddesidir. Teklifin 4'üncü maddesiyle 3996 sayılı Kanun'a bir geçici madde eklenmektedir. Buna göre, teklifin 3'üncü maddesinde getirilen dış finansman kredisini üstlenmeye ilişkin hükümler, uygulama sözleşmesi imzalanmış ancak finansman çalışmaları sonuçlandırılmamış projeler için de uygulanacaktır. Bununla birlikte, bu durumun, ihalesi yapılarak uygulama sözleşmesi imzalanmış yap-işlet-devret projeleri için, rekabete aykırılık iddialarını gündeme getirebileceği hususu göz önünde bulundurulmalıdır.
Diğer taraftan, Türkiye Cumhuriyeti hazinesi tarafından verilecek yüksek tutarlardaki bir kredi garantisine biçilecek fiyat değeri, ihalesi tamamlanmış bir projenin yüklenicisine, karşılığında bir şey talep edilmeksizin aktarılmış olacaktır. Bu kapsamda, söz konusu madde hükmünden yararlanacak olan şirketlerin, kanun teklifini verenler tarafından ve TBMM'de tartışılarak yüce Meclisimize açıklanmasının büyük önem arz ettiği kanısındayım. Çünkü, bu maddenin, belli birtakım şirketler için çıkartıldığına ilişkin ciddi iddialar ortada dolaşmaktadır. Bu konudaki bu iddialara açıklık getirmek Hükûmetin görevidir diye düşünüyorum.
Zamanı idareli kullanmak için son bir noktaya değinip konuşmamı bitireceğim. O da şudur değerli arkadaşlar, kanun teklifinin geneli üzerinde son olarak belirtmek istediğim husus: Kamu-özel iş birliği alanına bir çerçeve kazandırılması, parçalı ve dağınık mevzuatın toplulaştırılması ihtiyacının yanı sıra bu alana ayrılan kamu kaynağının büyüklüğü dikkate alındığında, TBMM'nin bu alandaki denetiminin mutlak surette etkinleştirilmesinin gerektiğidir.
Bu çerçevede, kamu-özel iş birliği modelinin yaygınlığı ve hacmi de göz önünde bulundurulduğunda, Sayıştayın kamu-özel iş birliği modelinin uygulamalarını performans denetimine tabi tutması ve müstakil bir raporu her yıl Plan ve Bütçe Komisyonuna sunması uygun olacaktır.
Buna ilaveten, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunun, özel gündemle yapılacak toplantıyla yılda bir defadan az olmamak üzere Hükûmet tarafından bilgilendirilmesine ilişkin düzenlemelerin mevzuata kazandırılması büyük önem arz etmektedir. Bu çerçevede, konunun ilgili kanun teklifinde düzenlenmesi uygun olacaktır.
Konuşmama burada son veriyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türeli.