GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BDP GRUBU ÖNERİSİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:47
Tarih:02.01.2013

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisi hakkında söz almış bulunmaktayım.

Öncelikle sözlerimin başında, 2013 yılının ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisinin, Afyonkarahisar Sultandağı'nda yaşanan birtakım hadiselerden yola çıkarak ve onu da gerekçesine koymak suretiyle önümüze getirdiği bu önerisiyle ilgili olarak, öncelikle Sultandağı'nda yaşananların bu kürsüden biraz evvel öneri sahiplerinin aktardığı şekliyle gerçekleşmediğini ve farklı cihette, boyutta yaşandığını bir kez daha buradan ifade etmek istiyorum.

Afyonkarahisar Sultandağı'nda yıllarca aynı potada erimiş, birbirleriyle saygı, sevgi, barış ve kardeşlik çerçevesinde yaşamını devam ettiren kardeşlerimiz arasında ortaya çıkan hadise kesinlikle etnik temelli bir hadise değildir, dolayısıyla nefret söylemi ya da nefret suçuyla ilgisi de yoktur. Bu kardeşlerimiz, yıllardan beri birbirlerinden kız alıp vermekte, birbirlerinin düğün, tören ve merasimlerine gidip gelmektedirler. Hâl böyle olunca, buradan bir istismar zemini ortaya koyarak nefret söylemine ve nefret suçuna ilişkin bir gerekçelendirme yapmak da çok doğru olmasa gerek.

Değerli arkadaşlar, nefret söylemi ve nefret suçu hakikaten önemli bir hukuk alanı, önemli bir konu olarak gündemimizde bulunması gereken bir husus. Nefret söylemi, özünde çoğunluğun azınlık haklarını inkârı olarak da değerlendirilebilir ancak burada bahsedilen azınlık haklarını dar anlamda, sadece etnik temelli haklar olarak değil; siyasi, dinî, mezhepsel vesaire, bütün alanlarla ilgili olarak da dillendirmekte fayda var.

Aslında, bizim normatif mevzuatımızda nefret söylemini ya da nefret suçunu karşılayan hükümlerin de yer almadığı söylenemez. Nitekim, Anayasa'mızın 10'uncu maddesinde herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu belirtilmektedir. Benzer şekilde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 3'üncü maddesinde de adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi koruma altına alınmaktadır. 76'ncı maddede de soykırım suçu yasaklanmakta; 122'nci maddede ayırımcılık; 216'ncı maddede de halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden ve aşağılamayı suç sayan metinler yer almaktadır. Ancak bu yasal düzenlemelerin elbette eksik olduğu ve açık şekilde nefret suçunu karşılamadığını da söylemek mümkündür.

Değerli arkadaşlar, sayın milletvekilleri; nefret suçu kavramı dünyada 1980'lerin sonunda kullanılmaya başlamış. Nitekim, 1985 yılında da pozitif hukuk hâline Amerika Birleşik Devletleri'nde getirilmiştir. Türkiye'de nefret söyleminin ya da nefret suçunun bir sosyolojik arka planının olup olmadığı sorgulanabilir. Zira, nefret suçlarının son zamanlarda artıyor olduğu tezi, Türkiye'deki hâkim hoşgörü söylemiyle de çelişmektedir. Türkiye'de Türklerin hoşgörülü ve misafirperver olduğu, tarihimizde Batı'daki gibi ırkçılığın olmadığı, İslam'ın barış dini olduğu, Osmanlı'da farklı etnik gruplara karşı hoşgörülü davranıldığı şeklindeki hâkim kalıp yargılar vardır.

Türkiye'deki nefret söyleminin ya da nefret suçunun aslında sosyolojik ve tarihsel bir arka planı da bulunmamaktadır. Zaten tarih kodlarımız ve dinî aidiyetimiz buna engeldir. Ülkemizde hâkim unsurun inancını oluşturan İslam da kelime anlamıyla "Barış" demektir. Nitekim İslamiyet'in "Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.", "Arap'ın Acem'e, Acem'in Arap'a üstünlüğü olmayacak." gibi, burada sayamayacağımız sayıda ilkesel yaklaşımları da bunun açık bir göstergesidir.

Öte yandan, tarihî ve kültürel mirasımızda da ilkesel yaklaşım kendini göstermiştir. Osmanlı medeniyetinin yüzyıllarca hâkimiyet kurduğu coğrafyalarda huzur ve barış hâkim olmuş, devlet idaresi hiçbir şekilde tebaasında yer alan farklı etnik ve dinî gruplardan homojen bir yapı tesis etmeye çalışmamıştır, ta ki 1789 Fransız İhtilali'yle ortaya çıkan milliyetçilik akımlarına kadar. Kısacası, Batı'yla karşılaştırıldığımızda, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki millet sisteminin daha hoşgörülü olduğu kesindir. Bunun en somut örneği İspanya'dan kaçan Yahudilerin Osmanlı'ya sığınmalarıdır.

Bu takdirde sorulması gereken soru, neden ülkemizde nefret söylemi ve nefret suçları neşvünema bulmaktadır? Bu sorunun cevabını birden fazla noktada, birden fazla başlık altında verebiliriz. Nefret söyleminin artmasına yol açan sürecin, modernitenin aldığı yeni şekil ve küreselleşme olgusu olarak da örnek verilebilir. Bir süredir küreselleşme olgusuyla karşı karşıya olduğumuz birçok kesim tarafından söylenegelmektedir. Bu küreselleşme süreci, üretim ilişkilerinin dünyanın en ücra bölgesine kadar yayılmasından, sermayenin dolaşımından ve işçi çalıştırmadan da kaynaklanıyor olabilmektedir. Nitekim -zamanım kısalmakta- Avrupa'daki bunun örneğine bakabilirsek eğer, Avrupa'daki orta sınıfların, gittikçe yabancı işçilerin ağırlık kazandığı bir ortamda, kendilerinin sosyolojik durumlarının daraldığını görmek suretiyle bir nefret söylemi gerçekleştirdikleri söylenebilir. Ancak, Türkiye üzerinde şöyle bir örnek de vermek gerekebilir. Türkiye'de yaşanan süreç, klasik ulus devlet, laiklik, modernleşme kavramlarının ülke içindeki farklılıkları barındırmakta yetersiz kalmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye son yıllarda, hem batısı hem doğusuyla yakınlaşmakta hem de kendi içindeki farklılıkların daha görünür olduğu bir süreçten geçmektedir. Türkiye'de modernleşme sürecinin baskıladığı gruplar da kamusal gönüllülük kazanmakta, bu vesileyle dindar gruplar siyasette ve ekonomik alandaki başarıları sonucu zenginleşmekte; eğitimli, kentli ve laik gruplarla yakınlaşmaktadırlar. Bu süreçte laik orta sınıflar kendilerini daha ziyade güvensiz hissetmekte ve korkmaktadırlar.

Değerli arkadaşlar, burada, BDP tarafından getirilen grup önerisinin bizatihi bu parti tarafından Genel Kurulumuza getirilmiş olması da aslında bir ironi teşkil etmektedir.

Bakınız, değerli arkadaşlar, bütçe görüşmelerimiz esnasında, bu kürsü dokunulmazlığı çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir husus söz konusu iken bile, parti grubumuzdan bir arkadaşımızın kendi siyasi görüşlerini ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında burada serdettikten sonra bu kürsüye gelen bir BDP'li arkadaşımız, ne yazık ki tam da nefret söylem ve tavrını ortaya koyabilecek bir davranış modeli benimseyerek şuradaki bardağı alıp fırlatma teşebbüsünde bulunmuştur.

Değerli arkadaşlar, aslında kişilerin ortaya tez olarak attıkları hususlarda kendilerinin model teşkil etmesi ve model olarak diğer toplum katmanlarına örnek olmaları gerekmektedir.

Bakınız, sadece Kürt kardeşlerimizle ilgili olarak AK PARTİ iktidarları döneminde gerçekleştirilen reformlar bile aslında nefret söyleminin gittikçe daha az seviyede gerçekleşmesi gerektiğini, nefret söylemini ülkemizin diğer mozaiğine ilişkin olarak daha ziyade azalması gereken ve azaltması gereken bir parti bile, bunu daha da farklılaştırarak, derinleştirerek, kutuplaştırarak bir siyasi enstrüman olarak kullanmaya devam etmektedir.

Değerli arkadaşlar, ülkemizde Kürt kardeşlerimize ilişkin olarak ret ve inkâr politikaları artık yoktur. Kürtçenin seçimlik ders olması bu iktidar döneminde tanınmıştır.

SIRRI SAKIK (Muş) -Vay be! Allah sizden razı olsun! Allah razı olsun!

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - Kürtçe enstitülerin açılması yine bu iktidar döneminde tanınmıştır. Olağanüstü hâl gene bu iktidar döneminde ortadan kaldırılmıştır. Adı üzerinde "Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi" dediğimiz bir proje bu ülkenin çeşitli mozaiğine daha geniş imkânlar sunması açısından ülke gündeme getirildiği zaman, nefret söylemi tam da burada, ağırlaşarak devam etmiştir. Cezaevlerinde evlatların anneleriyle daha rahat konuşabilmesinin önü açılmıştır. Sadece, HADEP'in kapatılmasına ilişkin 1990'lı yıllardaki iddianameye bakarsanız bugün gelinen noktanın ne anlama geldiğini sizlerin daha iyi ifade etmesi ve anlaması gerekmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - Diğer taraftan, burada CHP'li arkadaşımız da, özellikle partimizin, nefret söylemine ilişkin birtakım hususlarda bulundu. Ben kendisine sadece şunu ifade etmek istiyorum?

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çavuşoğlu.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - Stockholm sendromu size neyi hatırlatıyor? "Türban bir Nazi bayrağıdır." neyi hatırlatıyor? Öbür taraftan, daha önceki İzmir Milletvekili Canan Arıtman Hanımefendinin, Başbakanımızın eşi hanımefendiye yazdığı mektup size neyi hatırlatıyor?

Herkes önce kendini sorgulamalı diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çavuşoğlu.