GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Gıda, Tarım ve Orman Alanında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:3
Tarih:07.10.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gıda, Tarım ve Orman Alanında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin geneli üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisinin ben yaptım oldu diyerek Meclis Genel Kuruluna getirdiği bir başka yasayla daha 27'nci Dönemin Dördüncü Yasama Yılını açmış bulunuyoruz. Bugün, millet iradesinin tecelligâhı olan bu çatı altında, 4 milyondan fazla insanı etkileyecek olan bir kanun teklifi üzerinde konuşacağız.

Bu yasa teklifi Meclis Genel Kuruluna gelmeden önce üretici temsilcileri teklifi görüp tartışabildiler mi? Haberleri bile yok. Yani siz dolaşırken duyduklarınızı bu kanuna ekleyebildiniz mi? Yok. Mesela, Sayın Komisyon üyesi, sütün fiyatının hâlâ 2,30 lira olduğu yerde, süt üreticilerinin feryatlarını duyduğu hâlde buraya yansıtabildi mi ? O da yok. Bağırıyorlar adamlar ya, diyorlar ki: "105 lira bu yemin çuvalı. Ben 2,30'a sütü satıp nasıl besleyeceğim bu hayvanı?" Onlar var mı? Onlar da yok. Zira burada aslolan tarım sektöründe yer alan köylünün, çiftçinin sorunlarına çözüm bulmak değil; tarım alanlarından malı nasıl götürürüz, onun hesabıdır. Bu kanun öyle, malı götürme kanunu. Yine bir dümen var bu işin içerisinde yani milletin hayrına bir iş yok.

Tarımla ilgili meslek odaları, Ziraat Mühendisleri Odası, Veterinerler Odası, Ziraatçılar Derneği, diğer sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri bu teklifi tartıştılar mı bu kanun teklifi gelene kadar? Yok. Siz de hatırlarsınız, daha önce kanun yaparken ilgili STK'leri çağırırdık, dinlerdik, onların görüşlerini alırdık değil mi komisyonlarda? Var mı? Yok, hiç haberleri bile yok. Yani kanun yapmıyoruz arkadaşlar, size bir buyruk geliyor, o buyruğu bize onaylatmak için burada tiyatro yapıyoruz, vallahi tiyatro yapıyoruz. Bu duruma kendi adıma üzülmüyorum, sizin adınıza da üzülüyorum. Bu tiyatronun bir figüranı da sizlersiniz aynı zamanda.

Bu yasa teklifi önlerine gelen Komisyon üyeleri ve milletvekilleri 34 maddelik kanun teklifini tek tek, yeteri kadar tartıştılar mı? O da yok. Bu kanun teklifinde tarımın durumunu konuşacağız biz aslında, çiftçinin durumunu konuşacağız üretmek yerine birçok ürünü ithalata mahkûm bıraktığınız tarım üretiminin çöküşünü konuşacağız.

2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısı 7 milyon 458 bin kişiyken 2020 yılında bu sayı 4 milyona düşmüş. Yani bu 3 milyondan fazla kişi, köyde istihdam yaptığı alanı terk etmiş, sosyal problemlerini de sırtına yüklemiş, kente göç etmiş. Adalet ve Kalkınma Partisinin tarım politikaları sonucunda 3 milyondan fazla insanımız tarımsal üretimden vazgeçmiş artık, tarım sektöründeki istihdamımız yüzde 44 oranında azalmış. 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde ülkemizde 26 milyon 579 bin hektar tarım arazisi vardı, iktidarın rantçı ve ithalata dayalı tüketim ekonomisi sonucunda tarım alanı 23 milyon hektara düştü. Yani yaklaşık 3,5 milyon hektar azalma var; on sekiz senede yüzde 12 erimiş.

Bu yüzde 12'yi küçümsemeyin, yok etti aslında, yüzde 12 öyle demek. Rakamları vereceğim size, niye yok etti? İktidara geldiğinizde nüfus 65 milyondu, şu anda 83 milyon. Suriyelileri saymıyorum yani deklare edilmiş Suriyeliler 5,4 milyon diyorlar, herhâlde kayıtsız 1-2 milyon da öyle vardır, Türkiye'nin nüfusu neredeyse 90 milyona yaklaştı. Nüfus 25 milyon arttığı hâlde tarım alanları yüzde 44 oranında küçülmüş. Hem nüfusunuz yüzde 30 artacak hem de tarım alanlarınız azalacak Türk milletini kıtlıkla imtihan etmekten başka bir şey değil bu tarım politikaları.

Sadece tarım alanlarını değil, çiftçiyi ve çiftçinin geleceğini de yok ettiniz. Resmî rakamlara göre bugün 20 çiftçiden 1'i borcundan dolayı icraya düşmüş. Ülkemizde zirai amaçlı kullanılan kredi miktarı 10 kat artmış. Buna "Biz krediyi çok artırdık." demeyin. Kredi artırması ne biliyor musunuz aslında? Köylü borçlanmış yani ve borcunun karşılığını da ödeyemiyor. Devamlı banka öteliyor, öteliyor, bir noktadan sonra da icraya gidiyor. Ben traktörünü garajdan çıkarmayan köylü gördüm. Sebep? "Ağabey, icra memurları dışarıda bizi bekliyor." diyor. Traktörü var, garajdan çıkaramıyor. Kendi garajında değil ha, ya kayınbabasının garajında ya bacanağının garajında, haczedilmesin diye. Köylünün durumu bu aşamada.

Tarımsal üretimin toplam hasıla içindeki payına baktığımızda yüzde 9'lardan yüzde 6'lara düşmüş. Bunun anlamı nedir biliyor musunuz? AK PARTİ iktidarı, Türk çiftçisini, nimetini göremediği külfetlere maruz bırakmış. Çiftçiyi borç yükü altında ezmiş ancak yüklendiği onca kredi borcuna rağmen emeğinin, alın terinin karşılığını almasına müsaade etmemiş. Çiftçiler bankalardan kredi kullanırken sermayeleri olan tarlaları ipotek vermiş. Çiftçimizin elindeki traktöre dahi el koyan, çiftçinin traktörünü garaja mahkûm eden bu düzeni kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz. Şu an gidin köylere, görün çiftçinin hâlini. Aileler perişan, hepsi borç içinde yüzüyor. Eskiden harman zamanını beklerdi köylüler çocuğunu evlendirmek için, "Harmanı bekliyorum." derdi. Niye? "Ben çocuğa düğün yapacağım." Şimdi harman yetmiyor; harmanı yaptıktan sonra o tarlayı satıyor ki anca düğünü yapsın, harman yetmiyor artık.

AK PARTİ'nin bugüne kadar olan her Tarım Bakanı aslında birer trajedi. Köylüyü, çiftçiyi bitiren zanlılar; başımıza Bakan diye getirdikleri şahıslardır bunlar. Kâğıt üzerinde başarılar yazmayı seviyorsunuz ya, tıpkı yerli ve millî uçağımızın devamlı havada uçtuğu gibi. Korkuyorum; daha yakıtı da bitmedi, aşağıya da inmedi; bu uçağın akıbetini de merak ediyorum. Uçak uçuyor ama aşağıya inmedi daha. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Yakıtı bitecek bunun, kaç senedir, aşağıya indirin şunu ya.

Rakamlarla gözünüzü doyurabiliyorsunuz ama insanların karnı hakikaten doymuyor. Boyayabilirsiniz, bu rakamlarla siz de tatmin olabilirsiniz ama bu rakamlar insanların karnını doyurmuyor.

Tarım Bakanı Pakdemirli geçtiğimiz günlerde Kocaeli'deydi. Sayın Bakan diyor ki: "Tarımda Avrupa'nın lideriyiz." Tarım Bakanıyla ilgili de şu ana kadar hiç söylemediğim bir şey söyleyeceğim. Suçların hep kişisel olduğunu iddia ederim ben yani hiç kimse kardeşinin, oğlunun, babasının, kız kardeşinin, eşinin suçundan dolayı suçlanamaz ama arkadaşlar, bakın, bu KHK'liler var ya, önemli bir kısmının kardeşi FETÖ mensubu, adam işinden el çektirilmiş. Gitmiş müracaat etmiş, suçsuzluğu ispat edilmiş, işe başlatmıyoruz. Niye? Bunun kardeşi FETÖ terör örgütü... Eyvallah. E, bunun da kardeşi cezaevinde ya. Birisini Bakan yapıyorsunuz, öbürünü öğretmenlikten atıyorsunuz. Adalet duygusunu geliştirin biraz diye bir örnek verdim.

Tarım Bakanı geçtiğimiz günlerde Kocaeli'deydi, Sayın Bakan "Avrupa'nın lideriyiz." dedi orada. E, madem lideriyiz, Avrupalı çiftçilere kıyasla bizim çiftçimiz, köylümüz neden yokluk ve fukaralık içinde? Köylere gidin bakın, Türkiye'de tarımın aynasını orada göreceksiniz. Sayın Bakana kalırsa "Tarım ve gıda dış ticaret hacmi dünyada 1,6 trilyon dolar, Türkiye'de 30 milyar dolar, Avrupa'nın lideriyiz." diyor. Yahu rakamlarla da oynamayı artık becerememeye başladınız. Konya Ovası kadar Hollanda'nın tarımdaki 112 milyar dolarlık dış ticaretini nereye koyuyorsunuz? Nasıl lider oldunuz siz? Yalan yalan, iyi de bu yalan artık fersah fersah... Yani, oradaki, Kocaeli'deki vatandaşlar onun yüzüne baktılar, dediler ki: "Ya, Sayın Bakan, sen bizi aptal mı zannediyorsun?" Hakaret ediyor yani insanlara. "Avrupa'nın lideriyiz." diyor, nasıl lideriyiz? Konya Ovası kadar bir ülkenin tarım ihracatı bizim 4 katımız kadar ama biz tarımda dünyanın lideriyiz.

Bu on sekiz yıllık iktidarda tarımda başarı yok, sorunlar var. Eğer tarımdaki sorunları çözemezsek Türkiye'nin sorunlarını da çözemeyiz. Tarımın, çiftçinin, üreticinin sorunlarını çözeceksiniz ki Türkiye'nin sorunları çözülsün; kırsalın sorununu çözeceksiniz ki kentin sorunu çözülsün. Aslında her tarla birer fabrika, her tarla yerinde istihdam, her bir tarla kendi kendine yeten ülke demek. O tarlaların hepsi dışarıya giden milyarlarca dolar yerine kırsalda gerçekleşen kalkınma demek.

İktidara gelir gelmez tarımda ilk yıkımı tütünde gerçekleştirdiniz, gitmeniz yakınken son yıkımı yine tütün çiftçisine yaşatmak istiyorsunuz. Bakıyoruz ki kanun teklifinde yerli tütünün en az yüzde 30 kullanılmasını şart koşuyorsunuz. Bu, on sekiz yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında, Türkiye'de çiftçilerin önemli geçim kaynaklarından olan tütün üretimini bitirdiğinizin ilanıdır. Tütün üretimi, tütün üreticisiyle birlikte dibe vurmuştur. 2003 yılında tütün üretilen alan miktarı 1 milyon 800 bin dönümdü. Bu ne kadar şu anda? 800 bin dönüm; yani yüzde 50'den fazla azalmış, yüzde 60 azalmış tütün üretim alanları. Tütün üretim alanlarımızın yüzde 50'den fazla azalmasını nasıl açıklayacaksınız bilmiyorum. 2003 yılında 150 bin tonmuş tütün üretimi, 2019 yılında bu üçte 1'ine inmiş, 50 bin ton sadece. 2003 yılında 334 bin aile tütün ekerken bu, şu anda 50 bin aileye inmiş yani yüzde 15'i sadece tütünle uğraşıyor. Tütünden geçimini sağlayan 284 bin ailenin geçim kaynağını kaybetmesini nasıl açıklayacaksınız, merak ediyorum. Türkiye'de tütünü korumak için bir fon uygulaması vardı, AK PARTİ döneminde bu fon kademeli olarak azaltıldı ve en sonunda, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçtikten sonra bir kararnameyle sıfıra indi. Bunun tek nedeni, uluslararası sigara şirketlerinin iktidardan olan talepleri ve iktidar üzerindeki baskılarıdır. Bu yaklaşım gösteriyor ki AK PARTİ, tütün üreticilerinin değil, uluslararası sigara şirketlerinin yanında yer alıyor.

Köylü milletin efendisiydi, artık milletin efendisi küresel tarım çeteleri, küresel tarım lobileri oldu. Tıkır tıkır işleyen bir planla Türk köylüsü, Türk çiftçisi ipotek altına alındı, Türk toplumuna büyük bir oyun oynandı. Maalesef, bu güzel coğrafyanın değerini bilmiyorsunuz, bu temiz toprakları işlemesini, bu topraklar üzerinde yaşayan temiz insanlara sahip çıkmayı bilmiyorsunuz, üretmesini bilmiyorsunuz. Türkiye'de güneş var, toprak var, su da var ama hâlâ istenilen düzeyde tarımsal üretim yok, sebebini hiç düşündünüz mü? Ancak daha asıl kötüsünü görmedik, ilerleyen dönemde insanların ekmeğe muhtaç olduğunu göreceğiz asıl. Bakın, altını ısrarla çiziyorum, ekmeğe muhtaç olacak bu ülke. Bunu en iyi idrak eden ülkelerin başında Rusya geliyor. Rusya dünyanın en büyük buğday üreticilerinden biri, aynı zamanda Türkiye'nin ithal ettiği buğdayın yüzde 50'sini de üreten ülke Rusya. İhracatından çok daha fazla, tüketiminden fazla, ihtiyacından fazla üretim yapmasına rağmen ihracatını durdurdu pandemi döneminde, yapmıyor. Rusya'yı yönetenler iyi biliyor ki aç insan karnını doyurmak için her şeyi yapar. Çünkü artık küreselleşmenin sonuna geldi dünya. Önümüzdeki birkaç yıl içinde ülkeler kendi içlerine kapanacaklar. Rusya bu elindeki buğday stokuyla yarın öbür gün karşımıza gelip her türlü talebini size kabul ettirmek isteyecektir. Küreselleşmenin sona ermesinden en çok etkilenecek ülkelerin başında Türkiye geliyor. Kendi kendine yeten bir ülke olmanın önemini kavrayamayan...

Hatırlar mısınız ne dedi Tarım Bakanı? "Dövizimiz var ki ithal ediyoruz." Hadi, döviz yok şimdi, ithal et bakalım. Yok döviz ya, yok, ithal et. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) İthal edemezsen ne olacak? Aç kalacak bu toplum. Sebebi de siz olacaksınız. Tarım Bakanı bu acı gerçeği kafasına koymalı. Çünkü AK PARTİ iktidarı yüzünden, yediğimiz ekmek bile artık ithal buğdaydan yapılıyor. Ekmek yoksa pasta yesinler yani makarna yesinler bile diyemeyecekler çünkü makarnanın buğdayı da ithal, makarna da yiyemeyeceğiz.

Ekonominin tamamında olduğu gibi tarımda da rant üzerine kurduğunuz saadet zinciriyle çiftçiye değil büyük sermaye sahiplerine hizmet ediyorsunuz. Türkiye'de bulunan -bunu, daha önce bu kürsüde söylemiştim- Amerikan Büyükelçiliği Tarım Müşaviri Amerikan Büyükelçiliği nezdinde çalışan en önemli birimlerinden birisidir, siyasi müşavirden bile önemlidir. Ben bunu geçmişte yaşadım bir sanayici olarak. Çıkan bir kanunun yanlışlığıyla alakalı o zaman Devlet Planlama Teşkilatına ve Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığına gittim. Karşıma çıka çıka Amerikan Tarım Müşaviri çıktı. Onlar izin vermedikleri için Türkiye'de ayçiçeği üreticisini her sene kapana sıkıştırdılar, her sene. Tek sebebi de Tarım Müşavirinin baskısıydı. Artık Türkiye'de tarım politikalarının tamamına müdahale etmeye başladı Amerika Tarım Müşavirliği. Bu yanlıştan bir an önce dönün. Ya, bu bir boyunduruk, Türkiye'nin başını uzattığı bir boyunduruk. Tarım Bakanlarını da bu Amerikan şirketlerinin yöneticilerinden seçerseniz bu boyunduruk daha da sıkıyor. Seçtiğiniz Tarım Bakanı da bir Amerikan patates şirketinin temsilcisi. Amerika Tarım Müşavirliği rahatlıkla at oynatıyor "Bu bizim adam." diyor ya. "Bizim adam şu anda tarımı yönetiyor, yani biz yönetiyoruz." diyor. Bunu kim diyor? Amerikan Tarım Müşaviri diyor.

Gelin hep birlikte çiftçilerin borçlarını silelim, İYİ PARTİ olarak size çağrımız var. Bırakın öyle desteği mesteği, çiftçilerin borçları var ya. Bir sürü adama bir sürü kıyak yapıyorsunuz ya; Cengiz İnşaatın borçlarını siliyorsunuz, öbürüne ballı yerler veriyorsunuz, öbürüne ihaleyi veriyorsunuz, geri alınca 45 milyon para veriyorsunuz. Onları yapmak yerine, gelin bu gariban köylünün borçlarını silin ya. Hem hayır dua alacaksınız hem memlekete iyilik yapacaksanız, ikisi bir arada olacak. Öbürleri hayır dua da yapmaz, siz gittikten sonra sizin karşınıza geçer, onlar size küfretmeye başlar. Yemin ediyorum, onlar öyle, onlar her dönemin adamı çünkü; ama o gariban köylü ölene kadar size dua eder, o dualar da size belki yeter.

Çiftçimizin nefes alması lazım, nefes alamazsa insanımız nefes alamaz, şehirlerimiz nefes alamaz. Hepimizin gördüğü bir gerçek daha var, köyden kalkınmayı başlatamadığımız için meydana gelen ekonomik yıkım sosyal yıkımı da beraberinde getirdi. Bu yıkımın bedelini boş kalan köyler, aşırı göç alan kentler, sokaklar ve dağılan aileler ödedi. Buna artık dur demenin zamanı geldi. Dur demek için de öncelikle milletin sesine, köylüye, çiftçiye, esnafa, çalışana kulak vermeniz gerekiyor. Vatandaşı duyabilmemiz için mutlaka iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistemi yeniden inşa etmemiz gerekiyor.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; partili Cumhurbaşkanlığı sistemiyle geçirdiğimiz bu üç yıl içinde her şeyin düzeleceğini, durdurulmaz bir yükselişe geçeceğimizi iddia etmiştiniz. "Bize yetkiyi verin, doların hâlini görün." demiştiniz, doların hâlini görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçmeden önce dolar 4,55 liraydı, ben artık takip edemiyorum, şu anda en son gelirken 7,80 diye okumuştum. Belki yine yükselmiştir yani oradan kürsüye gelene kadar yine yükselmiştir mutlaka. Bak, mesafe o kadar, oturduğum yerden kürsüye gelene kadar doları sabit tutamıyorum, yükselmiştir diyorum; süreç bu kadar sıkıntılı. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Aynı tarihlerde kamunun iç ve dış borç stoku 970 milyar Türk lirasından... Evet, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçtiğimizde kamu borç stoku, iç ve dış borç stoku 970 milyar liraydı, şimdi 1 trilyon 810 milyar liraya çıkmış, neredeyse yüzde 100 artmış. Kişi başına düşen borç miktarı ise 12 bin liradan 22 bin liraya çıkmış. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin karnesi burada. Hiç öyle boşuna, yalandan dolandan lafları söylemeye gerek yok, bütün rakamlar... Bu rakamlar da benim söylediğim rakamlar değil, biraz evvel arkadaşların da çok eleştirdiği, bütün toplumda artık güvenilmez bulunan TÜİK'in rakamları. Bunlara da "Yalan söylüyor." diyorsanız gelin burada da söyleyeyim. "TÜİK burada da yalan söylüyor." Deyin, diğerlerinin de yalan olduğunu kabul etmiş olursunuz en azından.

Yeni sistemde yükselişe geçen sadece borçlarımız oldu, başka da hiçbir şey değil.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sistemle ne alakası var? Sistemle alakası yok.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - İlk günden itibaren demokrasiden, denetimden ve hukuktan uzak bu yönetimin, değil bir ülkeyi yükselişe geçirmek, olduğu yerde bile tutamayacağını söylemiştik. Keşke biz haksız çıksaydık, siz de haklı çıksaydınız; keşke ekonomimiz sıralamada dibe çakılmak yerine yukarıya doğru ilerleseydi, keşke Türk Lirası güçlenseydi de iddia ettiğiniz gibi uluslararası finans lobilerinin oyuncağı hâline gelmeseydik; keşke insanımızın alım gücü, huzur ve refahı artsaydı da biz yanılmış olsaydık.

Bu süre zarfında kişi başına millî gelirimiz 2 bin dolardan daha fazla azalmış, her bir vatandaşımız sadece iki yılda yüzde 20 daha fakirleşti. Son açıklanan verilere göre, sadece son bir yılda istihdam edilenlerin sayısı 2 milyon kişi azaldı. Genç işsizlik oranı yüzde 26'ya yükseldi, gençlerin bu ülkede yaşama hayalleri yok oldu; birçoğu fırsat bulmaları hâlinde yurt dışında yaşamayı tereddüt etmeden kabul edecek hâle geldi çünkü nepotizm memleketimizi âdeta esir aldı, adam kayırma ve torpil bütün devlet bürokrasisini işgal etti. Bu ahbap çavuş ilişkileri sarmalında gençlerimiz, emeklerinin karşılığını alamayacağını görmeye başladı. İşsiz kalan ya da güvencesiz işlerde oradan oraya sürüklenen gençlerin umutları ve inançları kayboluyor. Hak ettiğini alamayacağını düşünen gençlerin oranı yüzde 70'lerin üzerinde yani kısacası, gençler hayallerinden ve ideallerinden vazgeçmiş. Peki, niçin? Tam olarak ne olduğunu kimsenin çözemediği, ülkeye her geçen gün yeni bir hasar bırakan, denetimin, şeffaflığın ve hukukun olmadığı bu ucube siyasal sisteme geçtiğimiz için.

16 Nisan 2017'de bu sistem için ne söylediysek maalesef hepsinde haklı çıktık. "Biz demiştik." demek çok hoşumuza gitmiyor ama o gün bu sisteme "hayır" demenin gururunu da ömrümüz boyunca göğsümüzde madalya olarak taşıyacağız. Türkiye Büyük Millet Meclisinin yüksek tarihî vasfı ve vazifesi, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte de akamete uğradı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyasal iktidarın yasamayı ve yargıyı tahakküm altına aldığı Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, dar bir zümreye geniş yetki ve imtiyazlar verirken Türk milletinden bugününü ve geleceğini çalıyor. Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki sabah parti mitingi yapsın, öğleden sonra yüksek yargı mensuplarını atasın. Ne kadar mantıklı geliyor size? Ne kadar doğru geliyor? Bir Cumhurbaşkanı düşünün, bir taraftan cumhurbaşkanı sıfatıyla illere vali atasın, öbür taraftan dönsün, parti genel başkanı sıfatıyla aynı ile partisinin il başkanını atasın. Doğru mu bu? Bu açıkça bir parti devleti, adı da tek adam rejimi, başka bir şey değil. Türk toplumunu ekonomide, hukukta, eğitimde ve beşeriyette olan yarışındaki tüm mecralarda geride bırakan bu siyasal sistemi daha fazla sürdürmemiz mümkün değildir. Biz, yüz kırk dört yıllık parlamento geleneği olan bir ülkeyiz. Gazi Meclis unvanına sahip tek Parlamento olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, kurulduğu ilk günden itibaren tarihin kendisine yüklediği sorumluluğun ve vasıfların bilinciyle hareket etmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin kendisine tevdi etmiş olduğu kanun yapma iradesiyle kişi hak ve hürriyetlerini, ifade özgürlüğünü ve devlet yönetiminde adaleti gözetme iradesini sonuna kadar muhafaza edecektir. Biz, ısrarla "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." demeye devam edeceğiz.

Saygılarımla. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)