GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin Milli Güvenliğine Yönelik Ayrılıkçı Hareketler, Terör Tehdidi ve Her Türlü Güvenlik Riskine Karşı Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Gerekli Her Türlü Tedbiri Almak, Irak ve Suriye'deki Tüm Terör Örgütlerinden Ülkemize Bundan Sonra da Yönelebilecek Saldırıları Bertaraf Etmek ve Kitlesel Göç Gibi Diğer Muhtemel Risklere Karşı Milli Güvenliğimizin İdame Ettirilmesini Sağlamak, Türkiye'nin Güney Kara Sınırlarına Mücavir Bölgelerde Yaşanan ve Hiçbir Meşruiyeti Olmayan Tek Taraflı Bölücü Girişimler ve Bunlarla İlgili Olabilecek Gelişmeler İstikametinde Türkiye'nin Menfaatlerini Etkili Bir Şekilde Korumak ve Kollamak, Gelişmelerin Seyrine Göre İleride Telafisi Güç Bir Durumla Karşılaşmamak İçin Süratli ve Dinamik Bir Politika İzlenmesine Yardımcı Olmak Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gerektiği Takdirde Sınır Ötesi Harekat ve Müdahalede Bulunmak Üzere Yabancı Ülkelere Gönderilmesi
Yasama Yılı:4
Birleşim:3
Tarih:07.10.2020

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Kocaeliliden zarar gelmez!

BAŞKAN - Evet, siz Kocaelili, buyurun.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi faaliyetlerinin bir yıl uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi hakkında şahsım adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti devleti, karşı karşıya olduğu dış politika ve güvenlik krizleriyle âdeta bir kuşatmanın, ateşten bir çemberin içine alınmak isteniyor. Son süreçte, Dışişleri Bakanlığıyla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri ve diğer güvenlik bürokrasisi de kriz olan bölgelerde hem çıkarlarımızı savunmak hem de huzuru temin etmek için mücadele veriyor. Bulunduğumuz konum itibarıyla Irak ve Suriye, ülkemizi en yoğun şekilde etkileyen ve müdahil olmamızı gerektiren güvenlik krizleridir. Irak'ın Amerika tarafından işgali otuz yıla, Arap Baharı sonrası Suriye iç savaşı da on yıla yakın bir süredir Türkiye'nin gündemini yoğun bir şekilde meşgul ediyor. Her devlet millî güvenliğine yönelik tehdit oluşturan yapı ve faaliyetlere karşı uluslararası hukuk çerçevesinde meşru müdafaa hakkına sahip. Bu tehditler komşu coğrafyalarda gerçekleşiyorsa, olası menfur sonuçlardan etkilenme riski ve boyutu da dikkate alındığında, bu hususun daha da ciddiyet kazandığı kesindir. Tezkere metninde de belirtildiği gibi PKK/PYD-YPG ve DEAŞ başta olmak üzere pek çok terör örgütünün yarattığı çatışma ve istikrarsızlık ortamı Türkiye'ye pek çok açıdan zarar vermektedir. Her şeyden önce, sınırlarımızın hemen ötesinde bulunan onlarca terör örgütü ve yasa dışı silahlı grubun sınırlarımız içinde ve dışında ülkemizi hedef aldığı bir dönemden geçiyoruz. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Pençe-Kaplan Operasyonları aynı kararlılıkla ve tavizsiz sürdürülmeli, PKK'nın sınır ötesindeki varlığı, olduğu her yerde ezilmelidir. Bugün, Suriye'de bunun en yakın örneği Fırat Nehri'nin doğusunu silah zoruyla işgal eden bölücü terör örgütü PKK'nın Suriye kanadı PYD-YPG terör örgütüdür. Bölgeye müdahale eden Amerika, Rusya, İran ve diğer Avrupa ülkeleri, Ankara'nın tüm uyarılarına rağmen bu terör örgütüne yönelik desteklerini arttırarak sürdürmeye devam ediyorlar.

PKK/YPG terör örgütünün uluslararası kuruluşlarca tespit edilmiş pek çok insanlık suçu bulunmaktadır. PKK'nın da hem sivillere hem de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekât bölgelerinde görev yapan personelimize yönelik terör eylemleri devam etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kırk yıla yakın süredir bölücü terör örgütü PKK'yla kahramanca mücadele etmiş, bu uğurda ağır bedeller ödemiştir Türk milleti. Yine, milletimiz, PKK terör örgütüyle ihanet açılımı sürecine girişen dönemin AK PARTİ Hükûmetine de tepkisini en ağır biçimde koymuştur. O dönemi burada yaşayan milletvekili arkadaşlarınızdan birisiyim ben. Bu sürecin sonunda şehirlerde rahatça yapılanan PKK terör örgütünü kendi şehir ve ilçelerimizden söküp atmak için 793 polis ve askerimizi şehit verdik. İktidarın uzun süren uykusunun bedelini kanımızla canımızla ödedik biz millet olarak fakat her ne olursa olsun, Türkiye'nin bir karış toprağını teröristlere teslim etmedik, emperyalizmin planını da yerle bir ettik. Emperyalizm Türkiye'de gerçekleştiremediği planı Suriye iç savaşını da fırsat bilerek bugün Fırat'ın doğusunda kalan bölgede gerçekleştirme projesini devreye sokma çabalarına hız veriyor. Türkiye, Suriye krizine müdahale eden ülkelere ve dünya kamuoyuna yönelik uyarılarını yapmış, gerekirse bölgeyi temizleyeceğini belirtmiştir. Son yaptığımız Barış Pınarı Harekâtı oldukça sınırlı bir bölgede Beyaz Saray blokajına takılmış, Türkiye'nin belki de en vahim diplomatik skandalı olan Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik aşağılayıcı o mektubuna maalesef tüm dünya şahit olmuştur. Aynı Amerika, şimdi sınırımızın hemen diğer tarafında bize karşı kullanılmak üzere binlerce tır askerî yardım götürüyor; bölgedeki petrol sahalarına kendi taşeron firmalarını yerleştirerek projesini hızlandırmaya çalışıyor. Buradan sormak istiyorum: Hükûmet, bu duruma ne kadar daha göz yumacaktır? Haysiyetimize, onurumuza, izzetinefsimize yönelik bu aleni saldırılara Türk milletinin ne kadar daha diş sıkması beklenmektedir? Türkiye'nin yanı başında onlarca yıl tehdit oluşturacak terör devletçiğini asla kabul etmeyeceğimizi, bu hususta da ihanet açılımı yapanlara değil Türk milletinin vicdanına güvendiğimizi buradan haykırıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, Fırat'ın doğusunda PKK zulmü altında ezilen yerli halka destek vermelidir; yeni ilişkiler tesis etmeli, var olan ilişkiler güçlendirilmeli ve halkın hem PKK'ya karşı koymalarına hem de yaşadığı bölgelerden göç etmemelerine yardım etmelidir. Kayıtlı ve kayıtsız yaklaşık 5,4 milyon Suriyeli sığınmacının terk ettiği bölgelere yerleştirilen PKK terör örgütünün ve onu destekleyen emperyalizmin planını bozmak ancak bu şekilde mümkün olacaktır.

Sınırlarımızda bunlar olurken bir taraftan da pandemi sürecinde DEAŞ terör örgütünün faaliyetlerini arttırdığını görüyoruz. Bu kapsamda Irak ve Suriye sahasında görev yapan personellerimizin güvenliğine yönelik gerekli önlemler, tedbirler hızla alınmalıdır.

Türkiye hâlâ DEAŞ'ın hedefindedir ve bu kapsamda kolluk kuvvetleri pek çok gözaltı işlemi gerçekleştirmektedir. Burada dikkat çeken husus DEAŞ kapsamında gözaltına alınanların neredeyse tamamının sığınmacı olmasıdır. DEAŞ, AK Parti Hükûmetinin tüm uyarılarımıza rağmen sürdürdüğü son derece yanlış açık kapı politikasını suistimal etmiştir. Kayıtsız sığınmacılar gerçeği -buradan da anlaşılacağı gibi- daha da ciddi bir tehlikedir.

Değerli milletvekilleri, İdlib'deki ateş gün geçtikçe büyümektedir. Türkiye destekli Suriye Millî Ordusu ile Rusya destekli Suriye rejim güçleri arasındaki çatışmalar geçtiğimiz ay sonunda şiddetini daha da arttırmıştır. İdlib tabiri caizse Suriye'de kaosun beşiği konumundadır ve bu kaos beraberinde büyük bir fırtınayı getirme riski taşımaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri İdlib'e yönelik rejim saldırısı ve akabinde Türkiye'ye yönelecek göç dalgasını âdeta bir duvar gibi karşılamaya çalışmaktadır. Bu kapsamda bilhassa gözlem noktalarında bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri personelimizin güvenliği öncelik olarak belirlenmeli, gerekli tedbirler de ona göre alınmalıdır. Fakat Rusya'yla yapılan mutabakat gereği İdlib'in güney bölgesinden muhalif unsurların tümden çekilmesi ve muhalifler ile terörist unsurların ayrıştırılması gerekmektedir. Bu, doğrusu çok zor bir taahhüttür. Üstelik bölgede büyük etkiye sahip HTŞ terör örgütü dışında Huraseddin gibi oldukça radikal unsurlar da mevcut, buna ek olarak Rusya artık tonunu değiştirmiş ve Suriye'nin tamamında Esad yönetiminin etkin olmasını istediğini de dillendirmeye başlamıştır. Yani İdlib'de Rus ve İran destekli Esad taarruzu, sahadaki şartlar hâlen geçerlidir ve buna karşı caydırıcı tek unsur Türk Silahlı Kuvvetleri gibi görünmektedir. Böylesi bir kıvılcımın alevlenmesi hâlinde İdlib hem personelimizin güvenliği hem de olası göç dalgası açısından oldukça büyük bir tahribat doğurabilir.

Bir hava saldırısı sonucu kaybettiğimiz 34 evladımızın acısı hâlâ içimizi sızlatıyor. Bugün dahi bu hain saldırının hesabının sorulup sorulmadığını bilmiyoruz. Birçok coğrafyada savaşan Türk ordusu, Türk milletinin göz bebeğidir. Türk ordusunun kabiliyet ve cesaretinden hiçbir Türk vatandaşının şüphesi yoktur. Ancak partili Cumhurbaşkanlığı sistemiyle Beştepe'den yönetilen güvenlik stratejileri doktrinden uzak, millî güç unsurlarını doğru analiz edemeyen ve İhvancı bir dış politika ekseninde oluşturulmaktadır. Sahadaki taktik başarılar her ne kadar yüksek olursa olsun stratejik hataları telafi edemez. Yani millî güvenlik politikaları kapsamında oluşturulan politik hedefler komşu ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı duyularak belirlenmelidir. Komşuların iç politikalarına hele ki İhvancı bir yaklaşımla müdahale edilmemesi gerektiği unutulmamalıdır. Türkiye'nin daha fazla sığınmacı yükü çekmesinin engellenmesi de olmazsa olmazlar arasında yer almalıdır. Tüm bu görüş, uyarı ve önlem, önemli şerhlerle birlikle Türkiye'nin millî güvenliğine yönelik tehditlerin güney sınırlarımızdan artarak devam ettiği yönündeki tespitlere katılarak tezkerenin uzatılmasını destekliyoruz. Cenab-ı Allah güvenlik güçlerimizi muzaffer kılsın, ayaklarına taş değdirmesin.

Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)