| Konu: | 27'nci Dönem Dördüncü Yasama Yılının milletimiz, ülkemiz ve bütün insanlık için hayırlara vesile olmasını temenni ettiğine, coronavirüs salgınının birçok alanda etkilerinin önümüzdeki dönemlerde yaşanarak görüleceğine, Doğu Akdeniz'de adil bir paylaşımın sağlanması gerektiğinin savunulduğuna, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da haklı davasında Azerbaycan'ın yanında yer alınacağına ilişkin konuşması |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 1 |
| Tarih: | 01.10.2020 |
BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, kıymetli misafirler, aziz milletimiz; 27'nci Dönem Dördüncü Yasama Yılını açıyorum. Bu yılın siz kıymetli milletvekillerimiz, yüce Meclisimiz, aziz milletimiz ve devletimiz için hayırlı olmasını Cenab-ı Hak'tan diliyorum. Yapacağımız müzakerelerin, alacağımız kararların, çıkaracağımız kanunların, göstereceğimiz gayretin milletimize ve devletimize faydalı sonuçlar getirmesini temenni ediyorum.
Sözlerimin başında yüce Meclisimizin açılışından bugüne bu mukaddes çatı altında görev yapan, başta ilk Meclis Başkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün milletvekillerimizi, siyasetçilerimizi, devlet adamlarımızı şükran ve minnetle anıyorum; vefat edenlere Allah'tan rahmet, hayatta olanlara da sıhhat ve afiyetle uzun ömür diliyorum. Bu yüce Meclisin faaliyetlerini sürdürebilmesi için canla başla gayret gösteren bütün çalışma arkadaşlarımıza da teşekkür ediyorum.
Siz değerli milletvekillerimizi, misafirlerimizi ve ekranları başında bizi alakayla takip eden aziz milletimizin bütün fertlerini saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bu yıl Meclisimizin açılışının 100'üncü yılını idrak ettik. Bu yüce Meclisin nice yüzyıllara güç ve kudretle ulaşmasını, ilelebet var olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ederim.
İnsanlık çok zor bir yüzyıl geçirdi. 20'nci yüzyıl insanlık tarihinin belki en kanlı yüzyılıdır. İki büyük dünya savaşı, bağımsızlık savaşları, bölgesel savaş ve çatışmalar, iç savaşlar, katliamlar, öldürülen 100 milyonu aşkın insan, göçler kara bir yüzyıl tablosu çizmektedir. Bu geçtiğimiz yüzyılda aziz milletimizin, Meclisimizin öncülüğünde elde elde etmiş olduğu çok büyük ve önemli kazanımlar vardır. Bunlardan birincisi, büyük bedeller ödeyerek kanımız ve canımız pahasına kazandığımız istiklalimizdir, bağımsızlığımızdır. 20'nci yüzyılın sihirli kelimelerinden olan "bağımsızlık" bizim tarihimiz bakımından çok daha vurgulu bir anlam ifade etmektedir. Biz "tam bağımsızlık" diyoruz. Bölgemizde ve yakın coğrafyamızda yaşanan hadiseleri gördükçe bağımsızlığın, özellikle tam bağımsızlığın ifade ettiği anlamın büyüklüğünün farkına daha fazla varıyoruz.
İkinci önemli kazanım, inkıraza uğrayan, onlarca yıl süren kesintisiz savaşlarla harap olmuş bir büyük devletin küllerinden yeni bir devlet, bir cumhuriyet kurmuş olmamızdır.
Üçüncüsü ise zaman zaman kesintilere uğramış olsa da kararlılıkla ve milletimizin sonuna kadar sahip çıkmasıyla var ettiğimiz demokrasimizdir. Milletimizin bu büyük ve önemli kazanımlarının elde edilmesinde öncülük hiç şüphesiz Meclisimize aittir. Bu yüce Meclis bağımsızlık savaşını bizzat yürütmüş, "Gazi" unvanını bihakkın almış yegâne Meclistir. Memleketimizin sıkıntılara düçar olduğu, zorluklar yaşadığı dönemlerde de bu öncülük görevini ifa etmekten bir an geri durmamıştır.
15 Temmuz gecesi hain terör örgütü FETÖ'nün saldırılarına uğrayan ilk kurum Meclisimiz olmuştur. O gece tarihine ve karakterine yakışır bir kararlılıkla bombardıman altında görevini ifa eden ve direnen Meclisimiz ikinci defa "Gazi" unvanını almış, bu unvanı hak ettiğini ve hakkıyla taşıdığını ispat etmiştir. Böyle büyük bir Meclisin mensubu olmak, bu yüce çatı altında görev ifa etmek, Mecliste aziz milletimize hizmet etmek ne büyük bir şereftir. Bu şerefli görevin üzerimize büyük sorumluluklar yüklediği de aşikârdır. Bu sebeple Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığının korunması en başta gelen görevimizdir. Demokrasimizin geleceği, demokrasiye duyulan güven buna bağlıdır.
Bizler, ülkemizin ve hatta dünyanın bütün sorunlarını bu yüce çatı altında grup toplantılarında, komisyonlarda ve Genel Kurulda usulüyle konuşacağız, tartışacağız ve bir sonuca bağlayacağız. Unutmayalım ki Türkiye Büyük Millet Meclisi milletimizin, cumhuriyetin ve demokrasinin kalbidir. Bu kurumun hepimizin üstünde, bizleri aşan yüce bir kimliği vardır. Söz ve eylemlerimizde, yaptıklarımızda bu gerçeğin ne kadar farkında olursak siyaset kurumu ve milletvekilleri olarak o kadar güç ve saygınlık kazanacağız.
Değerli milletvekilleri, tarihin önemli bir kavşak noktasından geçiyoruz, önemli bir döneme şahitlik ediyoruz. 20'nci yüzyılın sonlarında başlayan ve içinde bulunduğumuz 21'inci yüzyılın ilk çeyreğinde hızı artarak devam eden bir büyük değişim sürecinin içindeyiz. Siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel yapıların, kavramların, kuralların, kurumların, toplumların, devletlerin, coğrafyaların yeniden şekillenmeye başladığı, teknolojinin büyük dönüştürücü etkisinin âdeta kontrolü ele aldığı bir dönemden geçiyoruz.
Öte yandan, geçtiğimiz yılın son günlerinde Çin'de başlayan ve bütün dünyayı etkisi altına alan bir virüs salgınının bu büyük değişim sürecine katalizör etkisi yaptığını, sadece nicelik bakımından sürecin hızını arttırmakla kalmayıp aynı zamanda mahiyetini de değiştirmeye başladığını takip etmekteyiz. Şurası açıktır ki coronavirüs salgını bundan böyle hayatın her alanında az veya çok etkilerini gösterecektir. Salgının psikolojik, sosyolojik, siyasi, ekonomik, ticari, kültürel ve diğer birçok alanda etkilerini önümüzdeki dönemlerde yaşayarak göreceğiz.
Öte yandan, bu tablo, zaten uzun zamandır yapıları ve işlevleri tartışılan, üstlendikleri görevlerini yerine getirmekten uzaklaşmış uluslararası kuruluşların durumunu tekrar ve yoğun bir şekilde dünyanın gündemine getirdi. Dünyada uluslararası hukukun uygulanmasını sağlamak, iş birliğini ve barışı hâkim kılmak için kurulmuş olan başta Birleşmiş Milletler olmak üzere birçok uluslararası kuruluş tam manasıyla iflas bayrağı çekmiş durumdadır. Sayın Cumhurbaşkanımızın ilk dile getirdiğinde idealist bir eleştiri gibi görülen, "Dünya 5'ten büyüktür." ifadesiyle sembolize olan husus artık bütün ülkelerin hatta bizzat Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği ve "Yeniden yapılanma" adı altında çalışma başlattığı bir gerçeklik hâline gelmiştir. Ekonomik dengesizlikler, adaletsizlikler, sömürü, insana değer vermeyen kurumsal yaklaşımlar coronavirüs salgınıyla çok daha görünür hâle gelmiştir. Böyle büyük değişim dönemlerinin, tarihin akışının hızlandığı dönüşüm dönemlerinin büyük sıkıntılar, riskler ve tehditler içerdiğini inkâr etmek mümkün değildir ancak böyle dönemlerin bizim gibi tecrübeli devletler, itikatlı, kararlı, iddialı milletler için aynı zamanda büyük imkânlar sunduğunu da belirtmem gerekir. Yüz yıl önce uzun zaman tarihe istikamet veren büyük bir devletin inkıraza uğradığı bir dönemde, onlarca yıl süren savaşlar, göçler, yıkımlar ve kayıplarla ortaya çıkan bir enkazdan büyük imkânsızlıklarla hür ve tam bağımsız bir devlet var etmeye muvaffak olan aziz milletimizin ve ona öncülük eden bu yüce Meclisimizin tarihin bu kavşak noktasında da büyük sorumluluklar taşıdığını ve taşıyacağını ifade etmek isterim.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, uluslararası alanda daima hukuktan, hakkaniyetten, adaletten, meşruiyetten yana olmuştur. Uluslararası hukuktan ve anlaşmalardan kaynaklanan haklarını yine aynı hassasiyetle, meşru araçlar ve yöntemlerle aramaktan asla vazgeçmemiştir. Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki varlığını, sadece stratejik kaynaklar ve bunlar üzerindeki meşru hakları üzerinden tarif edemeyiz. Türkiye, kendi haklarını aradığı kadar, bu alanda ve sahada adil bir paylaşımın, hakça bir dağılımın olmazsa olmaz bir barış zemininde gerçekleşmesi için vardır. Emeği değil, sömürüyü; hakkı değil, zulmü; paylaşımı değil, el koymayı alışkanlık hâline getirenlerin bunu anlamasını biz zaten beklemiyoruz.
Yine, bugün, ağır ekonomik sorunlarla boğuşan ve Batı'nın ianeleri ve sadakalarıyla yaşayan bazı küçük ülkelerin tetikçi olarak kullanıldığına şahit oluyoruz. Bölgesel ihtilafları canlı tutmak, eski yaraları kanatmak için bu muhtaç ve basiretsiz ülkelerin yönetimleri istismar edilmektedir. Ayrıca, Batılı bazı devletlerin siyasi acentesi gibi hareket eden, halklarını temsil etmeyen birtakım kukla devlet yönetimlerinin de dünya ve bölge barışı için tehdit teşkil eden tavırlarına da işaret etmek gerekir.
26 Eylül sabahı Ermenistan'ın yönettiği terör çeteleri eliyle kardeş Azerbaycan'a yönelik saldırılarıyla başlayan hadiselerden büyük bir üzüntü duyduğumuzu ifade etmek isterim. Öncelikle, Ermenistan saldırılarında şehadete yükselen bütün kardeşlerimizi rahmetle anıyor, yaralılarımıza Cenab-ı Hak'tan acil şifalar niyaz ediyorum.
Bunu tekrar buradan ifade etmek isterim: Türkiye, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da haklı davasında, vatan savunmasında Azerbaycan'ın yanında yer alacaktır. Türkiye ve Azerbaycan, dünyada başka iki ülke arasında benzeri olmayan yakın bir ilişkiye sahiptir. "Tek millet, iki devlet" prensibi sadece bir slogan, sadece bir tarihî tespit değildir; aynı zamanda diplomasiden sahaya her alanda Türkiye - Azerbaycan ilişkilerine istikamet veren, yaşayan bir ilkedir. Bu husus ve Türkiye'nin desteği, gelişmelerin her aşamasında Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından açık bir şekilde ifade edilmiştir, 28 Eylül Pazartesi günü 4 siyasi partimizin imzasıyla yayınlanan bildiride bu kararlar bir kez daha ortaya konulmuştur, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Azerbaycan'ın yanında olduğumuz bir daha ifade edilmiştir. Ermenistan'ın bir an önce işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çıkmasının, komşularına saldıran ve bölge barışını tehdit eden bir ülke olarak hareket etmekten vazgeçmesinin zaruretini burada bir kere daha ifade etmek isterim.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, sadece çalışkan ve asil milleti, istisnai konumu ve parlak tarihi sebebiyle değil, aynı zamanda köklü demokrasisinden dolayı da örnek bir ülkedir. Yüz yetmiş yılı aşkın seçim, yüz kırk üç yıllık parlamento tarihi ve toplamda doksan yıla yaklaşan çok partili siyasi hayatı Türkiye'yi farklı ve öncü kılmaktadır. Bu yüzden, demokrasimizin değerini daha iyi kavramak, bize kattıklarını hakkıyla değerlendirmek zorundayız. Bu noktada, demokrasimizin değeri üzerinde dururken demokrasi dışı arayışları, özellikle şiddeti ve terörü siyasi bir yöntem sayan ve bu yolla şiddet ve terörü meşrulaştırmaya yönelen çarpık anlayışın içerdiği tehlikeye işaret etmeyi de elzem görüyorum. Gerekçesi, yöntemi ve şekli ne olursa olsun şiddet ve terör demokrasimizin ve siyaset kurumunun en yıkıcı düşmanıdır. İçinde şiddetin ve terörün onaylanmasına dair niyet taşıyan her söylem Türkiye'ye karşı bir suikasttır ve ortadan kaldırılmayı hak etmektedir.
Tarihin bu önemli dönüm noktasında Türkiye, değişmiş, gerçekliğini kaybetmiş artık var olmayan bir dünyanın yapay dengelerine değil, yeni şartların icabına ve sadece millî çıkarlarına uygun hareket etmek kararındadır. Bu yüzden, Doğu Akdeniz'de, Ortadoğu'da ve bütün coğrafyalarda yegâne ölçümüz, milletimizin şerefini ve menfaatlerini, dünya barışını ve bütün insanlık için adaletin gerçekleşmesini esas alarak hareket etmektir.
Yüce Meclisimizin açılışının 100'üncü yıl dönümünde milletimizin bizden beklentisi de fikir ve telakki farklılıklarımıza rağmen bu yolda mutabakatla hareket etmemiz, millî çıkarlarımızın tahakkuku için el birliği yapmamızdır. 100'üncü yılını idrak eden bu yüce ve Gazi Meclisin her bir mensubunun bu beklentiye uygun davranacağına inanıyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle yeni yasama yılının milletimiz, ülkemiz ve bütün insanlık için hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, hepinize sağlık ve başarılı çalışmalar diliyorum. (AK PARTİ, MHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)