| Konu: | Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 112 |
| Tarih: | 11.07.2020 |
HDP GRUBU ADINA KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli Genel Kurul, değerli Komisyon üyeleri; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Hiç kuşkusuz, ordunun, silahlı gücün, şiddetin olmadığı, sınırların olmadığı, insanların eşit, özgür yaşadığı, birlikte paylaştığı, kimlik farklılığının olmadığı, insanların birbirlerini ötekileştirmediği, insanların birbirlerini hakir görmediği bir dünya dileğiyle, 21'inci Yüzyılın demokrasi ve insan hakları çağı olacağını biliyoruz. Hiç bakmayın şu anda kabaran ırkçı, tekçi, inkârcı dalgaya ve bu bağlamda yapılan çalışmalara. Şimdi, dünden beri konuşulan konu bağlamında bizim soracaklarımız var. Elbette öncelikle Srebrenitsa'da yapılan katliamı, soykırımı kınıyor ve orada şu çocuğun söylediğinin aynısının Suriye'de de söylendiğini hatırlatmak istiyorum. "Çocukları küçük kurşunlarla mı öldürüyorlar?" demişti ya Srebrenitsa'da mazlum bir çocuk. Suriye'de de mazlum bir çocuk dedi ki: "Gittiğimde bütün bunları Allah'a anlatacağım." Bu katliam, bu soykırım alabildiğine devam ediyor. Srebrenitsa'daki katliam, tıpkı Koçgiri'deki, Dersim'deki, Maraş'taki, Madımak'taki, Roboski'deki katliamın bir benzeridir.
Ve biz kimliği, kültürü, inancı inkâr edilenler olarak diyoruz ki: Tam bu noktada tekke ve zaviyeler niye açılmıyor? Niye Hacı Bektaş dergâhı, Şeyh Şücaeddin Veli dergâhı, Abdal Musa dergâhı, Ahi Evran Veli dergâhı niye açılmıyor? Buralar, Alevi toplumunun ibadethanesi. Rakamla ifade etmek istemiyoruz. Bakınız, biz bu ülkeye bu değerleri vermiş bir topluluğuz ve inancımız yasaklı, bu dergâhlar kapalı.
Şimdi, konuşmamın seyri içerisinde 2 tane örnek vereceğim fakat burada şunu da belirtmek isterim: "Aksedince gönlümüze sırrı hakikat pertevi / Meyde Bektaşi olduk, neyde olduk Mevlevi." Mevlâna dergâhının da açılması gerekiyor. Buraların müze olarak kalması, bu inanç topluluğuna yapılmış olan bir hakaret, bir ötekileştirme, bir aşağılamadır. Oysa Selçuklu tarihinde, Osmanlı tarihinde ve cumhuriyet tarihinde birçok devlet yetkilisi, birçok hükümdar, bizim bu erenlerimize intisap etmiş, bizim bu erenlerimizden ilim irfan, edep erkân, ders öğrenmiştir.
Bakınız, bir Osmanlı paşasının Diyarbakır'da yaşadığı şeyi anlatayım size: Diyarbakır'a atanıyor -muhterem biraz sohbet seven, muhabbet seven, biraz edebiyattan hoşlanan birisi- Diyarbakırlılara soruyor, diyor ki: "Yok mu burada böyle, bir muhabbet ehli, edebiyat bilen birileri?" Araştırıyorlar, kimi getirirlerse haşmetmeap beğenmiyor. En son diyorlar ki: "Bir divane var, Palancılar Çarşısı'nda kalır." Onu getiriyorlar ve getirdiklerinde Osmanlı paşası diyor ki: "Sen kimsin?" Diyor ki:
"Ol menem kim Kaysü Ferhat,
Ol menem kim hummarıaşk,
Ol menem kim camıaşkı nuş eden,
Ol menem kim surette serçeyem, sirette zümrüdüanka menem."
Biz surette serçeyiz, sirette zümrüdüankayız. Ve Osmanlı paşası Nigâhi Baba'ya intisap edip ondan ders alıyor.
Şimdi, nice devlet yetkililerinin, nice yöneticilerin ilim irfan, edep erkân öğrendiği bu inancı, sadece "Anadolu irfanı" deyip geçiştiremezsiniz. Hünkâr Hacı Bektaş makamı niye kapalıdır, niye ibadete açık değildir? Niye cemevleri hâlâ yasal güvenceye kavuşmamıştır? Cemevlerinin yasal güvenceye kavuşturulmadığı bir yerde, başkaca ibadethanelerden söz edip de bir kıyaslama yapmak başlı başına tekçiliğin getirdiği bir şeydir. O Hünkâr Hacı Bektaş ki "Yetmiş iki millete bir nazarla bakmayan, kırk yıl müderris olsa hakikatte asidir." diyen, sekiz yüz yıl önce; birlikte eşit, adil yaşamayı tembih eden ve bu yaşamı bize miras bırakan. Biz de ondan aldığımız feyizle diyoruz ki: "Yetmiş iki millete bir nazarla bakmayan kırk yıl müderris de olsa, vekil de olsa, bakan da olsa, cumhurbaşkanı da olsa hakikate asidir." O hâlde bu hakikat kabul edilmelidir, Alevi dergâhları açılmalıdır, cemevlerinin ibadethane olma statüsü kabul edilmelidir.
Bakın, dün de çokça tartıştık; Abdal Musa'yı hepiniz biliyorsunuz mutlaka ve Abdal Musa'ya intisap eden Alaiye Beyi'nin -Alaiye Beyi'ni de biliyorsunuz, Gaybi'yi- hikâyesi kısaca şöyledir: Gaybi Alanya'da bir geyiğin peşine düşer, geyiğe bir ok atar ve geyik ta Elmalı'ya kadar gider, Elmalı'da bir evin içerisine girer. Virane bir yerdir ama o viranenin içerisinde ilim irfan, edep erkân vardır. Oraya girdiğinde niye girdiğini sorarlar, der ki: "Benim avladığım geyik -ok atmıştım- buraya girdi." Ve keremine niyaz olduğum Abdal Musa kolunu kaldırır, "Okun bu muydu?" der ve Alaiye Beyi Gaybi, Abdal Musa'ya intisap eder ve o intisaptan Kaygusuz Abdal doğar. Kaygusuz Abdal ki: "Şu insan dedikleri ayak ile baş değil. İnsan manaya derler, suret ile kaş değil."
İnsanın manasını, insanın inancını, insanın dünyasını, insanın kutsalını hâlâ inkâr eden, kabul etmeyen, reddeden, konuşmalarında ötekileştirici ve suç unsuru, nefret suçu kullanan bir dil varken biz Türkiye'de laiklikten, demokrasiden, eşit yurttaşlıktan, inanç eşitliğinden söz edemeyiz. O hâlde, tam da içinde bulunduğumuz bu süreçte, cemevleri yasal güvenceye kavuşmalı ve bu dergâhlar açılmalıdır. Bu dergâhların açılması o gün sarf edilen kemalatı, o gün sarf edilen irfanı bugün de topluma taşıyacak, insan-insan, insan-toplum, insan-kainat, insan-doğa, insan-kurum ilişkileri bu irfan, bu edep, bu erkân üzerine düzenlenecek ve hak, hakikat yerini bulacaktır. Bunun dışında, "Falan yeri ibadete açtık, filan yeri ibadete açtık." söylemiyle köpürtülen ama öte yandan koskocaman bir inanç topluluğunu yok sayan bir yaklaşım kesinlikle demokratik, eşitlikçi ve adil olamaz.
Tam içinde bulunduğumuz süreç, bütün yönleriyle, toplumsal talep açısından, tarihî talep açısından, anayasal açıdan, eşit yurttaşlık açısından, uluslararası sözleşmeler açısından ve toplumsal hakikat açısından ve birlikte eşit yaşama kültürü açısından, birbirini sevme ve sayma açısından olması gereken bir yaklaşımdır. Bu inanç topluluğuna, Alevi inanç topluluğuna, Türk ve Türkmenler, Kürtler, Araplar, Romanlar bakın ne kadar çoğul bir kimlik içerisinde; bu kimliklerin de eşit buluştuğu, bu kimliklerin de demokrasiye, insan haklarına, eşitliğe hizmet ettiği bir noktaya gelmiş olacağız. O nedenle, aziz vekiller, bakınız, aşıkların sadıkların, ermişlerin dervişlerin, erenlerin evliyaların nefeslerinde, deyişlerinde, söylemlerinde vurguladığı, miras bıraktığı bu hakikati hâlâ inkâr ediyor olmak hiçbir şekilde açıklanabilecek bir tutum, açıklanabilecek bir siyasal yaklaşım, açıklanabilecek bir davranış değildir. Bu anlamda gelmiş geçmiş tüm hükûmetler, ötekileştirilmiş olan Alevi toplumu başta olmak üzere, bize karşı inkâr ederek, yok sayarak suç işlemiştir. Tam da bu suçu kaldırmada tam da eşitliği, adaleti sağlamada olması gereken noktaya gelmiş bulunuyoruz. O nedenle, hiçbir şekilde sağa sola evirip çevirmeden, hiçbir şekilde bahane üretmeden, hiçbir şekilde gereksiz oyalamalara gitmeden bu sürecin karşılanması gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Tamamlıyorum, teşekkür ediyorum.
Dolayısıyla "Kâinatın aynasıyım
Mademki ben bir insanım
Hakk'ın varlık deryasıyım
Mademki ben bir insanım
İnsan Hakk'ta, Hak insanda
Arıyorsan bak insanda
Çok marifet var insanda
Mademki ben bir insanım
Tevrat'ı yazabilirim
İncil'i dizebilirim
Kur'an'ı sezebilirim
Mademki ben bir insanım
İlim bende, kelam bende
On sekiz bin âlem bende
Yazar Levhikalem bende
Mademki ben bir insanım
Daimi'yim harap benim
Ayaklarda turap benim
Aşk ehline şarap benim
Mademki ben bir insanım" diyen ve bu ülkede radyolarda, toplumsal üretimde, kamusal alanda, eğitim ortamında topluma hizmet eden ermişlerimizin, dervişlerimizin yüzü suyu hürmetine tam geldiğimiz noktada bu hakikati kabul etmenin zamanıdır, kabul etmemek münafıklıktır.
Saygılar sunuyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)