| Konu: | Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 106 |
| Tarih: | 01.07.2020 |
SAİT DEDE (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri görüşülmekte olan Hukuk Muhakemeleri Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin 33'üncü maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım.
Ülkemizde, son yıllarda, giderek artan biçimde temel kanunlarda değişiklik yapılmakta; değişikliklerin tamamının, hiç tartışılmadan, ilgili kişi ya da kurumların görüşleri sorulmadan, aceleyle Meclise getirilerek kanunlaştırılması yoluna gidilmektedir. Bu anlaşılmayan acelecilik sonuçta, aynı kanun üzerinde defalarca değişiklik yapılma zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Eski adıyla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 1927 yılından 2011 yılına kadar yani seksen üç yılda 33 defa değişikliğe uğramış, 2011 yılından bugüne ise -eğer bu değişiklik kabul edilirse- 19 kez değiştirilmiş olacak. Şimdi, tekrar yargılamanın etkin ve verimli bir biçimde yürütülmesi için HMK burada, Genel Kurulun gündeminde. Çözüm bekleyen, bilinen ve kronikleşmiş sorunlar mevcut iken temel kanunlarda sık sık değişiklik yapılması o uygulayıcılarda kafa karşıklığına sebebiyet vermekte, bir içtihat oluşumuna engel olmakta, bir gün öncesiyle geçersiz olan, bir gün sonra geçerli sayılmakta. Tek suçlu, yargıdaki gecikmenin tek sorumlusu kanunlara bağlanmaktadır. Gecikmelerin asıl sebebi, böyle alelacele, yangından mal kaçırırcasına hazırlanan kanunlardır. Elbette, tüm kanunlar zaman içinde değiştirilebilir ancak bu yapılırken kanunun sistematiği, amacı ve ruhu zedelenmemelidir. Teklifin genel gerekçesinde doktrin ve uygulamadaki görüşlerin değerlendirildiği belirtilmişse de teklif görüşe sunulmamış, en azından konunun uzmanlarının görüşü alınmamış, mesleki kuruluşlar, hukuk fakülteleri, yargı organları ve hukuki kurumların görüşleri değerlendirilmemiş, bu konudaki toplantılarda tartışılmamıştır. Eğer yapıldıysa kamuoyuna karşı sorumluluğunuzu yerine getirip lütfen, açıklayın; hangi baroyla görüşülmüş, hangi hukuk fakültesinden görüş alınmıştır?
Değerli milletvekilleri, şimdi, iktidarın kalem oyunlarıyla, kelime oyunlarıyla hukuk düzenlemesi anlayışının yanında, bir de pratikte hukukun icra edilişi esnasında Hakkâri ili özelinde yaşanan hukuki anormalliklere de kısaca değinmek istiyorum. Hakkâri'nin normali, sürekli GBT kontrollerine girmek, adımbaşı bulunan arama noktalarında aramalara maruz kalmak, aldığı 2 kilo pirincin hesabını karakol komutanına vermek, deposundaki yakıtın neden fazla olduğunu izah etmek. Hakkâri'nin normali yine "Nereye? Niçin? Neden gidiyorsun?" sorularına makul cevaplar vermek. Bu anormal durum, temel hak ve özgürlüklerin, hukukun askıya alınmasıyla normalleştirilmeye çalışılmaktadır. Bugün, sürekli hâle gelen yasaklamalarla, il ve ilçe merkezleri dışında kalan bölgelerin tamamı özel güvenlik bölgesi ilan edilmekte, bu keyfiyet hukuka aykırı olarak valiliğe ve İçişleri Bakanlığına bırakılmaktadır.
Hukuk devleti, kendi yaptığı hukukla kendini sınırlandıran devlettir. Buradaki amaç, toplumsal yaşamda bir veya birkaç kişinin keyfîliğinin değil yasaların egemen olmasını sağlamaktır. Ne idari anlamda bir denetim yapılmakta ne de yargısal denetim yapılmaktadır. Cezai anlamda ise yaşanan olaylara baktığımızda, ne yazık ki bu haksızlıklar himaye edilmekte, bir devlet politikası olacak şekilde korunmaktadır.
Bakınız, geçen hafta, 2016 yılında Yüksekova'nın Büyükçiftlik beldesinde ot toplayan çocuklarına yemek götürürken öldürülen Sürmi İnce'nin Yüksekova Ceza Mahkemesinde duruşması görüldü. 9 şüpheli hakkında takipsizlik kararının önceden verildiği dosyada yargılanan tek sanık vardı. Bu tek sanığın yargılandığı dosyada sanığa verilen üç yıl dört ay hapis cezası istinaf mahkemesi tarafından bozularak yerel mahkemeye geri gönderilmiştir; bozma gerekçesi ise sanığa verilen cezanın fazla bulunması. Bir anne öldürülüyor ve adalet "Üç yıl ceza çok." diyor, bu mu adalet? Yüksek mahkeme, cezasızlık zırhını suç işleyen kolluk kuvvetine giydirebilmek için epey titiz davranıyor. Tabii, bu vaka tek değil; Bemal Topçu, Mehmet Reşit İşbilir, Veysel İşbilir, Rahmi Safhalı, Serhat Buldan, Necdet İşözü, Aydın Tümen, Mehmet Temel, Sertip Şen, Vedat Ekinci ve toplanmamış mühimmatlarla oynarken ölen çocuklar. Bunların tamamı sivil, silahsız, evinde, bahçesinde, sokağında öldürülen yurttaşlarımız. Bu saydıklarım son birkaç yılda yaşananların yalnızca bir kısmı, Hakkâri'nin anormal normali bu işte. Bu cinayetlere karışanlar ve bunların failleri korundu hatta bir kısmı ne acıdır ki ödüllendirildi. Dolayısıyla şunu net bir şekilde ifade etmek kendi adıma bir sorumluluk ve zorunluluktur. "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." düsturunuzun içerisindeki insan Kürt değildir ve bu açıktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyursunlar Sayın Dede.
SAİT DEDE (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım.
Şimdi, Genel Kurulda siz sayın milletvekillerine soruyorum: Hani hukuk, hani temel hak ve özgürlükler, hani nerede o en kutsal yaşam hakkı? Anayasa'da yazıyor, Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devletidir. Hukuk devleti anlayışına göre, hukuk yoksa devlet de yoktur. Hukukun olmadığı yerde var olan, sırf bir örgütlü şiddettir. Bu şiddeti uygulayanlar ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar ama Hakkârili köyüne, mahallesine gidemiyor. Seçtiğim milletvekili, belediye başkanı tutuklanıyor. Hukuk, iki satırlık bir yasa değildir. Hukuk "Yok kanun, yap kanun." demek değildir; hele, böyle alelacele temel kanunları bir oldubittiye getirmek hiç değildir.
Hukuk ve adaletin bir gün herkese lazım olacağı gerçeğini belirterek Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)