GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Kanunlarda ve 399 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:100
Tarih:16.06.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bazı Kanunlarda ve 399 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'ne ilişkin İYİ PARTİ Grubu adına söz aldım. Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum.

Hep söylüyoruz ama bir kere daha söylüyorum: Torba, torba, torba; Meclisi çevirdiniz bir çorbaya, kanunlar zaten oldu çorba. Torba kanun yerine bir temel kanun görüşemedik, kanun yapma tekniğini değiştirdiniz. Bu, hep o tek adam rejiminin getirdiği şey yani kanun yapma tekniğinin değişmesi bir zorunluluk da değil. Tek adam rejiminde birisi kalkıyor, diyor ki "Şunu da ilave edin, bunu da yapalım, onu da yapalım." Aslında, bağlı olduğu kanunlara baktığınızda çok farklı kanunlar, mesela bu kanun 12 ayrı kanuna ithafen yapılan bir kanun, 12 ayrı kanun var burada, yine bir çorba kanun var; o tek adam rejiminin, biraz evvel izah ettim, bu ucube sistemin getirdiği sıkıntılardan bir tanesi. Yerimden söyledim, burada da söylüyorum: Bu tek adam sisteminden gün gelecek en çok, en çok zararı siz göreceksiniz, iddia ediyorum, en çok zararı siz göreceksiniz; "Yahu, keşke öyle olmasaydı, bu adamlar bize söylediler, hep böyle muhalif gözüyle baktık, hatta şedit ifadeler kullandık." diyeceksiniz ama son pişmanlık fayda etmeyecek. Günah ediyorsunuz hem ülkeye hem bize hem kendinize hem vatandaşa. Bir an önce, inşallah, aklıselim galip gelir, bu ucube sistemden kurtulursunuz, Türkiye'yi bu tek adam rejiminden kurtarırsınız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm dünyayla birlikte ülkemizde de ekonomik açıdan oldukça etkileri olan bir pandemi sürecinden geçiyoruz. Bu pandemi sürecinin ne olacağı konusunda da çok değişik bilgiler geliyor, sanki virüs mutasyona uğramış, yeni bir şekil almış, farklı bir şekilde bir daha, bir dalga daha geliyor ama ekonomide gelen dalga bu virüsten sanki biraz daha tehlikeli, ülkeye verdiği zarar açısından baktığınızda ciddi tehlikeler var. İlk vakanın çıktığı 11 Mart tarihini hatırlıyorum ben, ondan önce 30 Ocakta bu Mecliste konuştuk, dedik ki: "Bakın, arkadaşlar, önce Çin'de çıkan, sonra İran'da gelişen bu pandemi süreciyle ilgili gelin, burada bir araştırma komisyonu kuralım. Bu konuda alınacak önlemleri önceden alalım. Sonra zarar göreceğimiz konular var, onlardan daha az zarar görebiliriz." Ama bu uyarılarımızı hiç dinlemediniz. Bu uyarılarımızdan günler sonra, ülkemizde vakalar görülmeye başladıktan sonra birtakım tedbirler almaya başladınız. Salgın başladıktan sonra bir panik havası oluşturuldu ve birçok vatandaşımız ücretsiz izin kullanmaya zorlandı veya işten çıkarıldı. Bunun üzerine bir de kapatılan dükkânlar ve bu yüzden gelir elde edemeyenler de eklenince ekonomik anlamda sıkıntı yaşayan hane sayısı çok korkunç rakamlara ulaştı. Buna karşın Hükûmet ne yaptı? "İşsiz mi kaldın kardeşim, al sana kredi." "Kısa çalışma ödeneği ya da ücretsiz izin sebebiyle gelirin mi azaldı, al sana kredi." Eyvallah! "Berber ya da kuaförsün, manavsın, tesisatçısın, camcısın; dükkânın mı kapandı, al sana da kredi." "Lokanta, kafe, nargile kafe -hani çok gidiyorsunuz ya Çukurambar'da falan, oralarda- işletiyorsun; orası mı kapandı, al sana da kredi." Kredi verilebilmesi için kamu bankalarına da kaynak aktardınız. "100-200 milyar destek verdik." dediğiniz de işte bunlardan ibaret. Vatandaşı borçlandırdınız, kredi verdiniz yani. Esnafımız, vatandaşımız bu krediyi ne yaptı? Borcuna yatırdı. Adam borçlu; aldı, o borcuna yatırdı. Yine tığıteber şahımerdan, eve gittiğinde cebi delik, eli cebinde; çocuklarına mahzun mahzun baktı.

İnsanların borçları var arkadaşlar ya. Samimi söylüyorum, insanlar utancından, onurundan söyleyemiyor ama açlar; yürekten söylüyorum, açlar. Evlerinde tencereleri kaynamıyor bu insanların.

Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre, yalnızca Nisan ayında 920 bin kişi ihtiyaç kredisi kullanmış, 1 milyona yakın. "İhtiyaç kredisi" dediğin ne? 3 bin, 2 bin... İnsanlar artık günü güne filan eklemeye başlamış. Bireysel kredilerin miktarı 664 milyar lirayı geçmiş yani 100 milyar dolar civarında bireysel kredi kullanılıyor bu ülkede. 38 bin vatandaşımız da bu dönemde ilk defa kredi kartıyla tanışmış.

Peki, size sormak istiyorum: Borçlarını krediyle ödeyen, bir kısmıyla ihtiyaçlarını ancak karşılayan vatandaş, zamanı geldiğinde bu kredileri nasıl ödeyecek? Geliri artacak mı? Var mı öyle bir vizyonunuz, fokuslandığınız bir sistem var mı; geliri mi artacak? Yok. Öyle bir şey olmayacak çünkü. Kısaca iktidar, kredi dağıtarak toparlamayı düşündüğü ekonomiyi toparladığını ve günü kurtardığını zannediyor.

Alınan tedbirler çerçevesinde, hatırlayın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu kırk beş gün kapalı kaldı ve 2 Haziran itibarıyla tekrar çalışmalara başladık. Sürecin başından beri doğru dürüst destek görmeyen vatandaş da 2 Haziranda Meclis açılınca, son umut, dedi ki: "Herhâlde bunlar bize bir şeyler hazırlayacaklar, bizi de rahatlatacaklar." Bir baktılar, karşılarında Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu. "Lan oğlum, bizim karnımız aç, bekçiyi ne yapacağız?" diyor ya. "Yahu, bizim bekçinin palaskasını yiyecek hâlimiz yok, bekçinin şapkasını yiyecek hâlimiz yok, bekçi parayı bizimle de paylaşmayacak. Yani bize bir çözüm var mı?" "Yok. Size bekçi lazım." "Niye?" "Siz, ne olur ne olmaz, rahat durmazsınız; sizin başınıza bir de bekçi getireyim." dediniz.

Hükûmet iki haftadır onun dışında ne getirdi? Rekabet. Yahu, neyle rekabet ediyoruz? Merak ediyorum, rekabet eden ne? İşletme mi kaldı rekabet edebilecek? Çevremizde bir sürü iş adamı, esnaf arkadaşımız vardır; birbiriyle rekabet etmekten vazgeçmiş adamlar, "Ayakta nasıl dururu.", onun çaresini arıyorlar; rekabet filan hikâye.

Ya milleti oyalıyorsunuz. Millet bize baktı "Bunlar toplandı, tamam." dediler, "Ya, ilk defa bu işin farkına vardılar, kırk beş gün Meclisi kapattılar, şimdi geldiler bize nefes aldıracak kanunları çıkaracaklar." Bir baktılar: "Yetmez, sizin başınızda polis var, jandarma var, bir de bekçi dikelim." dedik, bir de "rekabet" dedik. Ne olduğunu onlar da anlamadılar, biz de anlamadık; bir Rekabet Kanunu çıkardık.

Vatandaş televizyonunu açıyor, bir umut bizi izliyor "Bizim derdimize çare olacak bir şey var mı?" diye, yok. Şimdi görüştüğümüz teklife bakıyorum: Yüksek kademe kamu personelinin özlük haklarının düzenlenmesi, Vakıfbanka Kamu İhale Kanunu'ndan muafiyet tanınması, Bankacılık Kanunu'nda düzenleme, Çek Kanunu'nda düzenleme vesaire. Yahu, millet aç diyorum, aç; neden bahsediyorsunuz ya! Millet bizden ne bekliyor, biz neler görüşüyoruz burada! Hiç alakamız yok gündemiyle, vatandaşın gündemi ile Meclisin gündeminin hiç alakası yok. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Zannetmeyin ki millet bize buradan bakarken "Ya, milletvekilleri de ne güzel çalışıyor; bakın, bizim için kanunlar çıkaracak..." Hiç öyle bir şey demiyor.

BEKİR KUVVET ERİM (Aydın) - Ne yapacağız, para mı basacağız?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Vallahi bize hakaret ediyorlar, bakın hakaret ediyorlar. Sizden bahsetmiyorum, hepimizden bahsediyorum. Hakaret ediyorlar, diyorlar ki: "Bize çözüm bulun; bizi oyalamayı bırakın, bizimle dalga geçmeyi bırakın."

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Bakmayıp ne yapayım, bakıyorum, tabii bakacağım. Ne yapayım yani?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Nereye bakıyorsunuz?

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Sizi dinliyorum ya, bakacağız yani.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Millete bak ya!

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Allah Allah!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Bana bakmak bir şey değil, millet aç diyorum, millete bak. Ama millete bakacak yüzünüz de yok, sen de haklısın, bana bak. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

Bir de vatandaşın çeşitli hizmetlere ulaşımının kolaylaştırılması için bazı işlemlerin elektronik ortamda sağlanması var bu teklifte. "Hizmet" dediğiniz de vatandaşın kredi çekmesi... O "hizmet" dediğiniz "Kredi çekerken, kredi kartı alırken daha nasıl borçlandırırız, daha kolay nasıl borçlanır vatandaş?" o kanuna yer vermişiz burada. Yine vatandaşı borca sokma kanunu var, onu kolaylaştırma; vatandaş zorlanmasın, biraz daha borçlandıralım onu.

Ya, bakın, vatandaş diyor ki: "Beni borçlandırma. Beni İŞKUR'un önünde, PTT'nin önünde kuyrukta beklemekten kurtar." Ona bir çözümün var mı, onu getir. Ona ne çıkarttığın bu kanunlardan; yapacaksanız, İŞKUR'un önüne gitmeden ona iş bulun, PTT'nin önünde verdiğiniz o yardımı beklemek yerine ona iş bulun, iş kurun.

Parti olarak bir öneride bulunduk, dedik ki biz: Bu süreçte işini kaybeden ve ekonomik sorunlar yaşayan her vatandaşa aylık 500 lira karşılıksız olarak verilsin. Siz bunu dinlemediniz, yine kredi verdiniz. Ya, hani bu Mecliste -ben, geçmişlerini bilirim- arkadaşlarım var; "Riba haram." diye geldiler, ribaya taptılar, vallahi billahi ya; "Riba haram." diye geldiler, "faiz haram" dediler, şimdi faizin efendisi oldular, o hâle geldiler. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) "Nasıl daha çok faiz alırız, vatandaşı nasıl borçlandırırız?" "Yüzüklerin Efendisi" gibi bu Hükûmetin ismi de "faizlerin efendisi". İlave borçlanma hakkı getirmişler, 2020 Merkezi yönetim bütçe kanunu yürütmeye 1 trilyon 95 milyar lira harcama yetkisi veriyor. Bunun 139 milyarlık kısmı için borçlanma yetkisi tanınıyor. Uğurcuğum, sen bütçeyi iyi bildiğin için daha iyi takip edersin. Ayrıca bütçenin yüzde 3'ü kadar da ilave borçlanma hakkı sunuluyor. Anlaşılan o ki bu ilave yetki de pandemi sürecinde kullanılmış, ben öyle anladım. Bu yüzde 3 ne oldu peki, nerede kullanıldı? Ne yaptınız arkadaşlar bunu? Mesela, vatandaşın elektrik faturasını mı ödediniz, doğal gaz borcunu mu kapattınız? Vatandaş hâlâ aç, hâlâ borçlu.

Şimdi, bir de kanun teklifiyle ilave yüzde 2'lik bir borçlanma yetkisi daha talep ediyorsunuz. Gelin bari bunu gerçekten ihtiyacı olan vatandaşa karşılıksız olarak aktarın. İnanın aktaracağınız bu 22 milyar lira var ya vatandaş hiç bekletmeden onu tüketmek zorunda kalacak zaten; borçlu adam, sıkıntısı var, tasarruf yapma ihtimali yok bu parayı alıp. Kaynağı aktardığınız anda piyasaya enjekte edilecek bu para, insanlar evlerine erzak alacak, işletmeler vadesi geçmiş borçlarını ödeyecekler; kısacası çark dönecek ve vatandaş "Ben bunu geri nasıl ödeyeceğim?" diye düşünmek zorunda kalmayacak.

Şöyle bir hesap yapın: Bugün Türkiye'de 500 liralık yardım aldığında bunu hemen harcamak zorunda olan en az 20 milyon vatandaşımız var. İki ay üst üste 500 lira karşılıksız destek versek 20 milyar maliyeti olur bunun, tamamı 20 milyar lira. Bu 20 milyar anında piyasaya döner, el değiştirir. Her el değiştirdiğinde de KDV, gelir vergisi, kurumlar vergisi olarak da devlete geri döner. Neredeyse zaten bu piyasaya enjekte ettiğiniz fakire, fukaraya verdiğiniz beş yüzer lira paranın yarısını da vergi olarak zaten anında geri alırsınız, ya bunun 10 milyarı anında hemen geri döner ama vatandaşı biraz rahatlatır, 10 milyar lira da kaynak aktarmış olursunuz. Bunun sonucunda ne olur biliyor musunuz? En az 40 milyon vatandaş nefes alır, milyonlarca insanın karnı doyar, milyonlarca çocuğun yüzü güler; esnafımız az da olsa para kazanır, kirasını öder, evine ekmek götürür, borçlarını öder; esnaftan alacağı olan da rahatlar. Çok değil 10 milyar lirayla ülkenin yarısından çoğuna nefes aldırırsınız. Bunun yerine dedim ya "faizlerin efendisi" olan bu Hükûmet kredi vererek parayı piyasada döndürmeye çalışıyor. Ama unutmayın kredi verdiğiniz hiç kimseyi mutlu edemezsiniz çünkü adam parayı aldığı gün bir gülüyorsa o kredinin ödemesi geldiğinde dört gün ah edecek size, emin olun ah edecek. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

Salgın döneminde yandaşlarınız burnundan hiç kıl aldırmadı, yandaş doğal gaz ve elektrik dağıtım şirketlerinden bahsediyorum; hani var ya sizin etrafınızda dönen o iş adamları, hepimizce malum dağıtım şirketlerinin sahipleri. Arkadaşlar, çok utanmanız gereken bir durum: Bu salgında 4 milyon kişinin elektriği kesildi. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Karanlıkta bıraktınız 4 milyon kişiyi. "Biz yapmadık." Kim yaptı biliyor musunuz? İhale verdiğiniz, sizin siyasetinizi finanse eden ortaklarınız yaptı. 120 bin haneye de icra geldi. İnsanlar hastalıkla mı, açlıkla mı boğuşsun, kapısında kalan icra memuruyla mı uğraşsın? Çiftçilerin o 2 milyar lira borcunu da buna dâhil etmedim.

Allah'tan Millet İttifakı belediyeleri vardı da vatandaşa bir nebze nefes aldırdı. Bakın, birçok büyükşehirde kampanyalar yapıldı ve bu faturalarını ödeyemeyen vatandaşa yardım ettiler. Hiç gittiniz mi, baktınız mı o faturalara? Bakın, ben size bir rakam vereceğim, "askıda fatura" uygulaması vardı ya, fatura tutarları ne kadar biliyor musunuz? 35 lira, 37 lira faturalar vardı onların arasında; 50 lira bile değil, 35 lira, 37 lira. Vatandaş 35 liralık faturayı dahi ödeyememiş. Şimdi biz ne yapıyoruz burada? 35 liralık su faturasını ödeyemeyen vatandaşın daha kolay kredi çekebilmesi için kanun çıkarıyoruz. Adam 35 lirayı ödeyememiş ya!

İnanın, ben böyle bir zamanda bu konuları konuşmaktan utanıyorum, üzülüyorum ama siz vatandaşa ölümü gösterip sıtmaya razı etmekten hiç çekinmiyorsunuz. "Utanmıyorsunuz" demek istemiyorum, "çekinmiyorsunuz" kelimesini kullandım burada. Vatandaş elektrik faturasını, su faturasını ödeyemiyor; siz, "Sana kredi veririm kardeşim, kredi." diyorsunuz. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Ufak esnafın mahallesinde her mahallenin bir tefecisi vardır, gözüne kestirir böyle, "Ne zaman sıkışacak da ben buna piyasa faizinin üstünde bir faizle kredi vereceğim." diye düşünür. O mahalledeki esnafın yolunu gözleyen tefecilere benzediniz, hükûmet etmiyorsunuz, o tefecilere döndünüz. O kredi taksitleri de ödenemeyecek çünkü vatandaş işini gücünü kaybetti zaten. Ödeyemeyeceğini bildiğiniz için insanların kredi taleplerinin çoğu da karşılanmıyor yani talep ediyor, karşılanamıyor. Mesela bankalar üç ay sonraya kredi ötelemesi yaptılar. Şimdi, adam yeni kredi almaya gidiyor; deniyor ki: "Hayır, sen öteleme yapmışsın, sen makbul müşteri değilsin, sana artık kredi de yok." Yani, o kredi imkânı da 1 kere var; 10 milyon isteyene 3 milyon, 2 milyon verdiniz; onu da üç ay öteledi diye bir daha kredi verme yolunu da kestiniz, vatandaşın öyle bir hakkı da kalmadı. Bugün aynı vatandaş bankaya gittiğinde hiçbir krediye başvuramıyor çünkü sistemde "ödeme güçlüğü çeken vatandaş" olarak görünüyor. Yani, siz burada kanun çıkarıyorsunuz, "Bankaların zincirini temizledik." diyorsunuz ama bankalar onu "back"inde tutuyor. Diyor ki: "Senin sicilin temiz gözükmesine rağmen geçmişte böyle bir ödeme güçlüğü içindeymişsin, dolayısıyla sana kredi kullandırmıyoruz." İnsanları resmen fişlemişsiniz aslında; bu da ayrı bir skandal, ayrı bir trajedi.

Ben bunları niye anlatıyorum? Yani neyi becermenizi bekliyorum ki? Siz, şu maske var ya, maskeyi bile bir buçuk ayda dağıtamadınız, vallahi şu maskeyi bir buçuk ayda dağıtamadınız; millete ne dağıtacaksınız, karnını nasıl doyuracaksınız, yaşamına nasıl kolaylık getireceksiniz? Yani, isteseniz de bu kredileri veremeyeceksiniz çünkü TÜİK rakamlarıyla ne kadar oynanırsa oynansın, hızlı büyüyen bütçe açığı yıl sonunda millî gelirin yaklaşık yüzde 7'sine yaslanacak. Yani, bundan sonra kredi vermek isteseniz de kredi verme imkânınız kalmayacak çünkü kimse parasını alamayacağı bir ülkeye borç vermez. Doğal olarak içerideki bankalardan borçlanacaksınız, o bankalar bu sefer vatandaşa kredi veremeyecek hâle gelecek, gidişat belli.

Ekonomiyi Deli Dumrul rejimiyle yönetiyorsunuz. Bir sabah uyanıyoruz, 1.500 ürüne ek vergi gelmiş; ertesi sabah uyanıyoruz, dolar alım satımlarına ek vergi gelmiş. Bütçe hedefini tutturamayacağınız çok belli. Salgından önce 2020 bütçesini Mecliste görüşürken diyordunuz ya "Ekonomi yüzde 5 büyüyecek." diye, salgın sonrası dünya resesyona girmiş, üretimin kralını yapan ülkeler bile daralmaya başlamış, siz hâlâ "Büyüyeceğiz." diyorsunuz ve buna da bizim inanmamızı istiyorsunuz, dünyanın inanmasını istiyorsunuz. Yani, arkadaşlar, yalanın da bir de çetrefilli olanı var, böyle biraz sağından solundan kurcalarsınız. Siz, yalanı şakkadak önümüze koyuyorsunuz, bütün dünya "Daralıyoruz." diyor, "Hayır, biz büyüyoruz." Üstelik, bu ekonomiyle herkesin rakamlarını bildiği bu ekonomiyle "Biz büyüyoruz." diyorsunuz ve buna inanmamızı bekliyorsunuz. Anlaşılan o ki TÜİK verileriyle ekonomiyi otomatik pilota almışsınız ama uçağı indirecek pilot yok. Pilotun bazen aklına geliyor, kumandaya geçiyor ama bu sefer ineceği pist kalmamış; uçak havada dolanıyor. O dokuz sene evvel vardı ya AK PARTİ'nin "Uçağımız göklerde dolaşıyor." diye afişleri, dokuz senedir aşağı inmedi; ben hâlâ korkuyorum uçağın yakıtı biter de düşer diye. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Uçak, dokuz senedir havada dolaşıyor, bir türlü inemedi. Seçim dönemi vardı ya "Yerli uçağımız havada uçuyor." diye, yahu, dokuz senedir nasıl bitmedi bu yakıt ya? Hâlâ inemediniz bir türlü aşağıya. Ekonominin havalimanı, onu besleyen ona güvenli iniş ve kalkış imkânı sağlayan demokrasi ve hukuktur aslında. Bunlar olmadığı için bu uçağın yere çakılması da kaçınılmazdır. Pandemiyle beraber oluşan kriz de eklendiğinde Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle zaten rayından çıkan ekonomiyi kurtarmanız hiç mümkün değil. O yüzden acilen demokrasiyi yeniden kaim kılmak zorundasınız, hukuku yeniden tesis etmek zorundasınız. Ne yaparsanız yapın, ne paketi açıklarsanız açıklayın demokrasi, hukuk, adalet olmadığı sürece hiçbir şekilde ekonomiyi düzeltemezsiniz. O yüzden bu sene pozitif büyüme bir yana, maalesef, yeniden küçülmeyle karşı karşıya kalacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; salgının etkisiyle ticaret hayatı ve hizmet sektörü de normale dönmedi, hatta Sağlık Bakanlığının tüm gayretlerine rağmen, ekonomik gerekçelerle yarattığınız zamansız rehavet yüzünden salgında ikinci dalga da kapımızda. Ekonomimiz ise ikinci ve üçüncü dalgada dümdüz olur, bunu hiç kaldıramaz, emin olun. Üretimde sosyal mesafe kısıtlamalarının maliyet artırıcı etkisiyle, gelmeyen turistten dolayı gelmeyecek olan turizm geliriyle, en önemlisi ithalat vergilerinin maliyete yansımasıyla artık Türkiye'de üretilen hizmet ve ürünlerin miktarında ciddi düşüşler yaşanacak; bu yaz, bu sonbaharda kaçınılmaz olarak enflasyon daha da artacak. Karşılıksız bastığınız parayı da düşünürsek yakında dolar kuru patlar, enflasyon daha da yükselir ve Türk milleti hızla yokluk ve fukaralığa doğru çekilir. Bu şartlar altında ekonomiyi yönetemezsiniz. Dışarıda yarattığınız tek adam algısı dünyaya güven de vermiyor ki para gelsin, gelmeyecektir de. İktidarın oyları giderek eriyor. Bu yüzden, iktidar, hızla ekonomiyi kendince normalleştirmeye ve zaman kazanmaya çalışıyor. Şu an, o yüzden, elinizdeki son kozu oynuyorsunuz; bir yandan para basıyorsunuz, bir yandan batan yandaş şirketleri kurtararak seçim kampanyasına hazırlanmaya çalışıyorsunuz. "Yazın her şey toparlanır." hesabı yapıyorsunuz ama size o aklı kim verdiyse gidin hatırlatın, ekonomi üç ay sonra normale dönmez.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Bu süre zarfında, pandemi esnasında kaybettiğimiz istihdamı geri getirmemiz de imkânsız. "İstanbul Ekonomi Araştırma" diye bir şirket var, onun anketi gelmiş. Ankette sorular sorulmuş, işte "Bu dönemde ne oldu?" diye, "Borcum arttı." "Salgın bittikten sonra harcamalarım uzun süre normale dönmez." "Salgın bittikten sonra harcamalarımı kısıtlamak zorunda kalacağım." gibi cevaplar var; yüzde 25 "Kesinlikle katılmıyorum." diyor. Yani size oy verenlerin bile neredeyse yarısı sizin ekonomiyi düzelteceğinize artık inanmıyor; ekonomi bu hâlde. Dolayısıyla boşuna yalana başvurmayın, millet gerçeği biliyor; haberiniz olsun, ben de uyarayım sizi.

Vaka sayıları çok artmış, salgın ciddi anlamda tekrar kapımızda. Vatandaşlarımızın hem sağlık açısından hem de ekonomik açıdan endişeleri yeniden arttı. Artık vatandaşlarımız, bizden bir araya gelip çözüm bulmamızı istiyor. Bırakın bu yalandan dolandan, hikâye kanunları ya; diyor ki vatandaş: "Arkadaş, bana ne yapacaksın?"

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Başkanım, bitti, müsaade ederseniz...

BAŞKAN - Toparlayın Sayın Türkkan.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Vatandaş diyor ki: "Gelin, bir araya toplanın, şu ülkede vatandaş için neler yapacaksınız, onu anlatın. Bizi refaha ulaştıracak, bizim aramızdaki bu husumeti bitirecek bir şeyler yapın. Ülkeyi bu kadar germeyin, ülkeyi bu kadar kutuplaştırmayın, 'şucu' 'bucu' diye ayırmayın, bu ülkeye sarılın. Gelin, memleket masasının etrafına oturun." Meral Akşener'in lafını o yüzden bir daha hatırlatıyorum size: Şu memleket masasına gelin, oturun; imtina etmeyin, kaçmayın bu masadan. Bu masa bu ülkenin kurtuluşu olacak.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)