| Konu: | Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 93 |
| Tarih: | 02.06.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu Teklifi hakkında İYİ PARTİ Grubu adına söz aldım. Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum.
Bu kanun teklifi İçişleri Komisyonunda 29 Ocakta kabul edilmişti. Teklif, Komisyondan geçtikten hemen sonra bir basın toplantısı düzenlemiş ve getirilen bu kanun teklifiyle ilgili görüşlerimi o zaman beyan etmiştim. Bugün de benzer noktalara vurgu yapmak istiyorum.
Bekçilerle ilgili çıkarılan kanun, en son 1966 yılına ait yani yaklaşık elli dört yıl evvel yapılmış. O dönem ve sonrasında, bizim bildiğimiz mahalle bekçileri gece asayişi korumak amacıyla polis kuvvetlerine yardımcı olan bir teşkilat. 1991 yılında mevcut bekçilerin tümü sokaklardan çekilip yardımcı hizmetlere getirildiler. 2008 yılında yeni bir kanun değişikliği yapıldı, bekçiler yardımcı hizmetlerden alınıp bu sefer emniyet hizmetleri sınıfına tekrar geçirildiler. 1995 yılından 2016'ya kadar çarşı ve mahalle bekçisi alımı hiç yapılmadı. Mahalle bekçileri 2016 yılında geri döndü.
Şimdi, Hükûmet yeni bir düzenlemeyi de önümüze getirdi. Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu adıyla getirilen teklifin gerekçesi şöyle yazılmış; gerekçeyi okumak istiyorum müsaade ederseniz: "14 Temmuz 1966 tarihli ve 772 sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu değişen mevzuat çerçevesinde güncelliğini yitirmiş, günün hukuki ve sosyal şartlarını takipten çok uzak kalmış ve ihtiyaçları karşılayamaz hâle gelmiştir." Gerekçedeki "güncelliğini yitirmiş" ifadesi makul ve anlaşılır gibi duruyor aslında ancak "günün hukuki ve sosyal şartlarını takipten çok uzak kalmış ve ihtiyaçları karşılayamaz hâle gelmiş" cümlesini okuyunca şöyle bir durup düşünmek ve sormak lazım: Hangi hukuki ve sosyal şartlar ve hangi ihtiyaçlar? Bunları tartışmamız gerekir diye düşünüyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında her şey Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha önce söylediği bir cümleyle başladı. Sayın AK PARTİ Genel Başkanı demişti ki: "Gece yatarken bekçi düdüğü duymak istiyorum." Böyle bir ifadede bulundu ve her şey ondan sonra gelişti. Bu aslında bir talimattı aynı zamanda. "Gece bekçi düdüğü duymak istiyorum."
20 Temmuz 2018 tarihinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Arnavutköy Polis Akademisinde yaptığı konuşmada da şöyle dedi: "Cumhurbaşkanımızın 'Ben gece yatarken bekçi düdüğü duymak istiyorum.' isteği ve talimatı üzerine bekçi alımlarına başladık. 2016 yılından bugüne kadar yaklaşık 9.500 bekçi göreve başladı, 7 bin bekçi için planlamaları yaptık, 10 bin kişilik daha kadro ihdas edeceğiz." Kamuoyu bir anda gündeme giren bekçilik sisteminin hayata geçirilmesinin asıl nedenini duyduğunda 2016'dan bu yana 10 bine yakın bekçinin göreve alındığını da yeni öğrenmiş oldu.
Aslında, Sayın Erdoğan'ın duymak istediği bekçi düdüğü sesi Müjdat Gezen'in oynadığı "Bekçi" filmini akıllara getirdi. Bu filmde Murtaza üzerine vazife olmayan her şeye burnunu sokan, mahallenin kedilerine bile savaş açan bir bekçi karakteriydi. "Şekerpare" filminde vardı rüşvet yemez Bekçi Cumali ve Kemal Sunal'ın unutulmaz filmlerinden olan "Bekçiler Kralı"ndaki Bekçi Şaban karakterleri. Bunlar hep bekçiyle ilgili aklımıza ilk gelenler. Cumhurbaşkanı Erdoğan gece yatarken bekçi düdüğü duymak istediğinde bu karakterleri düşünerek nostaljik bir istek olduğu akla gelmiştir belki de ancak bugün bekçilerle ilgili düzenlemede getirilenlere bakıldığında olayın hiç öyle olmadığı ortada arkadaşlar. Bekçiler, çaldıkları düdüklerle nostaljik bir duygu olmanın boyutunu aşmış durumda çünkü, polis yetkileriyle donanmış olarak geliyorlar artık.
Peki, bekçi düdüğüne duyulan özlemden bekçilerin eline silah verilen bu sürece nasıl geldik? Böyle başladı, bekçi düdüğüne özlem duyarken birden o bekçinin eline silah verdiğimiz bir sürece girdik. Eğer bu bir ihtiyaç ise Türkiye'nin asayiş problemi nasıl bu kadar büyüdü? Yok eğer böyle değilse neden polis gibi yetkili ve silahlı bekçilik teşkilatı kuruluyor? Bu soruları sormamız ve bunlara cevap aramamız gerekiyor diye düşünüyorum. Ya da şöyle mi yorumlamalıyız: Aslında Türkiye'nin değil millî güvenliği, iç asayişi bile bozulmuş durumda. Polis sayısı artırıldığı hâlde sokakların, mahallelerin ve caddelerin güvenliği sağlanmaya yetmiyor. Yani, vatandaş için evinin kapısının dışı vahim derecede güvensiz bir durumda ki bekçilik sistemine geri dönülüyor. Bunu mu anlamalıyız? Ve yine durum o kadar vahim ki bekçilere polislerin kullanabileceği silah kullanma, araç durdurma, kimlik sorma hakkı, üst ve araç arama, olay yerine müdahale gibi yetkiler veriliyor. Bu yeni nesil bekçilere neden tekrar ihtiyaç duyuldu ve kime hizmet ediyorlar ve edecekler meçhul. Genel kanının yeni rejimin bekçiliğini yapacak olmaları ve bireysel yaşama müdahale olduğu apaçık ortadadır.
Bekçilere verilen yetkilere baktığımızda bir başka gerçek de sürekli Abdülhamit dönemine özenen ve o dönemden kopya çeken Hükûmetin günümüz jurnalcilerini oluşturmak istemesi. Jurnalci bir sisteme doğru gidiyoruz yani bekçilerle beraber jurnalciliğin daha yaygın olduğu bir sistem oluşturuluyor. Yani, bekçiler, insanlar hakkında bilgi depolamaya yarayan araçlar hâline mi gelecek? Siyasi iktidar, bir mahallede yapmak istediklerini o mahallede totaliter devlet otoritesiyle yapabilir. Yeni bekçi uygulaması, bu adımların en büyüğünü oluşturuyor desek yanlış olmaz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yeni bekçilik uygulaması gibi inzibati güçlerle nihai olarak nereye varılmak isteniyor, merak konusu. İktidar kendisine ait bir paralel polis ve ordu teşkilatı arayışında mı yoksa kendisine sürekli paramiliter bir güç devşirme peşinde mi? AK PARTİ'nin kafasında canlandırdığı bir Türkiye modeli var. O modeli hayata geçirmek için üstelik çok zamanı da kalmadı çünkü iktidarlarının her gün biraz daha eridiğinin onlar da farkında. İktidarları eriyen bütün totaliter yönetimleri düşünün, geçmişteki totaliter rejimlere, Nazilere, Mussolini'ye, Çavuşesku'ya bakın benzer şeyleri görürsünüz. Unutmayın, bütün baskıcı iktidarlar giderken baskılarının dozunu artırarak giderler. On sekiz yıllık bu hesabı vermekten korktuğunuz için koltuklarınıza yapışmaya çalışıyor olabilirsiniz. Kabul edin artık bu gerçeği, kanallarınız, medyanız, trolleriniz ne söylerse söylesin, bu halk artık size inanmıyor. Aslında iktidarın istediği çok net, hiç kelimelerin arkasında saklanmaya, lafı dolandırmaya, uzatmaya da gerek yok. Bekçiliğin yeniden gündeme getirilmesinin zamanlaması da çok anlamlı aslında. AK PARTİ iktidarı gücünü, desteğini yitirdiği zaman bir bakıyorsunuz, arkasından bekçilik kanunu gelmiş, buna benzer, işte, seçim kanunu, Siyasi Partiler Kanunu gelmiş. Bunların hepsi AK PARTİ iktidarının gücünün eridiği döneme denk geliyor. Gücünü yitirmemek için farklı yollara, daha çok zora başvuruyor AK PARTİ. Kurduğu baskının sürmesi için de toplumu yakından denetleyip sindirebileceği daha çok kolluk kuvvetine ihtiyaç duyuyor. Tabii, bu kanun teklifinin getirilmesinin amacı yalnız bu da değil, bekçilere verilen yetkilere bakarsak iktidar aynı zamanda ne diyor biliyor musunuz? "Biz Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi denilen bu ucube düzene, tek adam sistemine, daha iyi uygulamak istediğimiz bu modele, bu sisteme bekçi arıyoruz." diyor. Aradıkları şey bu, iktidarın söylemek istediği bu, başka bir şey değil.
İYİ PARTİ'nin başından beri dile getirdiği, parlamenter sisteme dönüşün artık elzem olduğunu herkes görüyor ve toplumumuz da artık bunu istediğini daha yüksek sesle dile getiriyor. Yapılan anketlere bakıyorsunuz "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denilen bu ucube sistemin memlekete hayır getirmediğini söyleyenlerin yüzdesi 65'lere çıkmış. Bu yüzden siz "Bize bekçi lazım." diyerek bu kanun teklifini getiriyorsunuz. Bu pencereden bakıldığı zaman sizi de çok haksız bulmuyorum aslında. Kısaca, asayiş için değil, getirdiğiniz düzeni korumak ve kollamak adına "bekçi" dediğiniz milis güçlerine yasal bir kılıf giydiriyorsunuz. Bizim gözümüzde bu yasa teklifi böyle değerlendiriliyor.
Bu büyük yığınak, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu dış tehditlerden değil, sallanan iktidarı muhtemel iç tehditlerden korumak içindir. Güvenlik vatandaşın değil, Hükûmetin öncelikli kaygısıdır. Vatandaşın mevcut sistemden şikâyeti arttıkça Hükûmetin korunma ihtiyacı da ona paralel olarak artıyor. Yani, Sayın Cumhurbaşkanının yatmadan düdük sesi duymak istemesi boşuna değil. Şimdi soruyorum: Bu bekçiler mahalle bekçisi mi? Bu bekçiler ahlak bekçisi mi? Bu bekçiler rejim bekçisi mi? Daha kanun geçmeden kendilerine verilecek yetkiyi kullanmaya başladılar bile. Çıkın bakın, sokaklar bütün bunların örnekleriyle dolu; Kayseri'de de var, Kocaeli'de de var, İstanbul'da da var, Ankara'da da var. Şimdiden İran'daki o ahlak polisi gibi davranmaya başladılar. Bekçilerin gece parkta dolaşanlara, yürüyüş yapanlara, işinden geç saatte çıkanlara, gece saatinde eve gitmeye çalışan hanımlara nasıl davrandığını görmeniz için biraz basını takip etmeniz yeterli. Ama "Hayır, biz bunları görmüyoruz, gözümüze bir gözlük taktık, bütün bunları görmüyoruz." derseniz eyvallah, görmemeye devam edin.
Bu kanun henüz çıkmadan, bekçilere yetki verilmeden, onların hareket tarzının nasıl olduğuna dair birçok örnek var önümüzde. Neredeyse her gün bir bekçi vakası duyuyoruz; ya arkadaşını yaralıyor ya vatandaşlarla tartışıyor ya da kendilerine daha yasal olarak yetki verilmemişken birtakım tatsız olaylara sebebiyet veriyor. Bu olaylar devam ediyor, korkuyorum, devam da edecek.
Bir kez daha buradan ifade etmek istiyorum: Bu örneklerin çoğalmaması, artmaması en büyük dileğimiz. Dileğimiz diyorum ama bizde kanunlaştırmaya çalıştığınız bu bekçilik uygulaması aslında neye benziyor biliyor musunuz? Nazi Almanyasındaki kolluk kuvvetlerinin 2020 yılına uyarlanmış hâline, evet, aynen onlara benziyor. Geçmişte Hitler'in Almanyasında yaptığı zorbalıklar ve sokakta çıkardığı kavgalarla kötü bir şöhrete sahip nasyonal sosyalistlerin politik savaşma örgütü vardı, kahverengi üniforma giyerlerdi. Onlara "kahverengi gömlekliler" demişlerdi. Daha sonra bunlar önemini yitirince Nazilerin SS askerlerine, subaylarına görev devrettiler. Şimdi görüyoruz ki Hitler'in kahverengi gömlekli rejim bekçilerini iktidar bugüne uyarlamaya çalışmış. Ancak, iktidarınızı korumak için kendinize yarattığınız bu bekçilere çok güvenmeyin derim ben. Bütün ülkelerde, dünya siyasi tarihinde, liderleri, rejimleri, sistemi koruyacak tek bir unsur vardır, o da millet. Hiç bir militer güç, hiç bir kahverengi gömlekli Hitler'i nasıl koruyamadıysa; Saddam, oluşturduğu, önce 15 binden sonra 150 bin kişiye çıkarttığı, başına Bosna'dan getirdiği bir insan kasabıyla kendini ve sistemini koruyamadıysa bunların hepsi beyhude işlerdir. Millete güvenmek yeterli; bu millet sizi de korur, bizi de korur, sistemi de korur, rejimi de korur. Hiç böyle diğer yollara sapmaya, başka yerlerden medet ummaya gerek yok çünkü biliniz ki bir sıkıntı hâlinde ilk teslim olan bunlar oluyor. Geçmişte oldu, devrilen liderlerin yakınındaki, çevresindeki ilk teslim olanlar kendilerini korumakla görevli olanlardı. 15 Temmuz hain darbesinde gördük, Genelkurmay Başkanının yanındaki, Cumhurbaşkanının yanındakiler ilk hain çıkmadılar mı, değil mi? Millete güvenmek esas, bunlar beyhude işler. Bu beyhude işlerle uğraşmak yerine, milletin güvenini tekrar nasıl sağlayacaksınız, onunla ilgili biraz kafa yorun derim.
Değerli arkadaşlar, sokaklarımızda huzur ve asayiş tabii ki olmalı, kolluk kuvvetleri elbette caydırıcı olmalı ama sokaklar da korku vermemeli insanlara. Sokaklarda onlarca polis yetmezmiş gibi, şimdi bir de bir o kadar bekçi görmek insanlarda bir güven duygusu oluşturmuyor, tam tersine, korku, psikolojik baskı ve güvenlik konusunda bir şeylerin ters gittiği algısı yaratacak, inanın! Bir şeyler var ters giden; bu kadar polis, bu kadar bekçi niyedir diye merak edersiniz. Yurt dışına gittiğinizde, Londra'da yürürken bir atlı polis görürseniz... Herhâlde görürsünüz, başka türlü bir şey göremezsiniz, ancak bir olay vukuunda insanlar polise başvurur ve polis oraya gelir. Şimdi biz sokaklarda yürüyoruz, ciddi anlamda bir polis görüyoruz yani bu kadar asayiş problemi mi var? Eğer varsa Türkiye, bu kadar mı asayişin bozuk olduğu bir ülke, nasıl geldi bu hâle? Eğer yok, kendinizi korumak kaygısıyla yapıyorsanız, biraz evvel ifade ettim, dünyada bu şekilde kendisini ve sistemini koruyan hiçbir lider kalmadı, olmayacak da bundan sonra.
İnsan hakları, hukuk, etik eğitimi verilmeden, kırk günlük bir eğitimle görevlendirilmiş binlerce bekçinin ileride daha ne gibi hukuksuzluklara imza atacağı belirsiz. Bazı emniyet kuvvetlerinin skandal uygulamalarını görünce kırk bir günlük formalite bir eğitimin ardından apar topar almak istediğiniz ve eline silah verdiğiniz bekçiler için iç açıcı öngörüler gelmiyor aklımıza çünkü siz OHAL'i kaldırdınız ama OHAL dönemindeki gibi ülkeyi yönetmek ve sokakları gözetim altında tutmak istiyorsunuz. Ülkede bir güvensizlik problemi var. Asayişi, hukuku tam anlamıyla ve herkese adil olarak uygulayarak caydırıcı yasalarla suçu önleyebilir ve azaltabilirsiniz. Böyle olması gerekirken siz ne yapıyorsunuz? Yeni bir kolluk kuvveti yaratıyorsunuz. Bir iktidar bunca polise niye ihtiyaç duyar, hiç aklınıza getirdiniz mi? Bekçilere verilen silahlı koruma yetkisi kimi, kimden korumak için? Bir ülkede güvenlik silahla mı, huzur ve barışla mı tesis edilir? Bunu tekrar düşünmeye davet ediyorum sizi.
Kanun teklifinin maddeleriyle çok fazla detaya girmek istemiyorum, arkadaşlarım da bu konuda gayet iyi hazırlandılar, onlar da size ifade edecekler. Bu kanun teklifinde birçok eksik ve muğlak ifade var, örneğin "çarşı ve mahalle bekçileri" diyor. Hangi çarşı? Mesela Akmerkez'de bekçi mi olacak, merak ediyorum. Veyahut da Kocaeli'de bizim Symbol Alışveriş Merkezi'nde bekçi mi olacak? Çarşı tanımlanmamış, hukuka uygun tanımı yok bunun, bu ibarenin tanımı yok. Göreve devam eden veya ilk defa atanacak mahalle bekçilerinin atamalarının, 657 sayılı Kanun'un 72'nci maddesi uyarınca hizmetlerin gereklerine, özelliklerine göre Türkiye'nin ekonomik, sosyal, kültürel ve ulaşım şartları yönünden benzerlik ve yakınlık gösteren iller gruplandırılarak tespit edilen bölgeleri arasında adil ve dengeli bir şekilde yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Bekçilerle ilgili, örneğin, bir tayin yok, kendi mahallesine bırakıyorsunuz, o mahallenin asayişi ondan sorumlu; aradaki suç gruplarıyla olan ilişkisi sonucu o mahallede suç gruplarını da yönlendiren, belki onlarla da iş birliği yapan bir konuma gelebilirler. Bunların aynı yerde, kendi yetiştikleri bölgede görev yapmaları yerine, polisler gibi yer değiştirerek görev yapmalarının çok daha uygun olduğunu düşünüyorum. Hukukun temel prensiplerinden olan idarenin tarafsızlığı ilkesiyle de çelişiyor bu. Bu hâliyle yasalaşacak bir düzenleme, görev yapan bekçilerin bölgede hâlihazırda bulunan şahsi ilişkilerini ya da uzun süre görev yapmaları sayesinde edinecekleri şahsi ilişkilerini hukuka aykırı olarak kullanmalarına sebep olabilir. "Nasıl olur?" demeyin, kendi mahallelerinde ya da şehirlerinde kendisi imtiyazlı olacak; bunların çoğu da genç insanlar, kendilerini imtiyazlı görecek ve ondan sonra, biraz evvel arz ettiğim, belki de o suç örgütleriyle onları korumak için birtakım iş birliğine yanaşacak. Bu, çok tehlikeli. Aslında, mahalleye güven derken güvensizlik zerk ediyorsunuz farkına varmadan. Örneğin, İstanbul'un arka mahallelerinde üzerindeki üniformayı suistimal eden bir bekçiyi düşünün. Bu mahalle, örneğin, Taksim'in, Karagümrük'ün, Bakırköy'ün arka sokakları olacağı gibi, Etiler gibi gelir düzeyi yüksek mahallelerin civarında da olabilir veya gecekondu semtleri de olabilir. Mahallelerimizde Meksika'daki gibi sokak ticaretinin dönmesini istemiyorsanız bekçilerin kendi ikamet ettikleri şehirlerde görev almasının önüne geçmeniz gerekiyor; aksi hâlde, bu dediğim problemler hemen karşınıza çıkar, çok da uzun sürmez. Buna ilave olarak siyasilerle hukuka aykırı bir iletişim kanalı oluşturmalarına ve tarafsız duruşlarını kaybetmelerine de vesile olur. Bu sebeplerle bekçilerin zorunlu yer değiştirme usulüyle görev yapmaları daha uygun olur diye düşünüyoruz. Bunu bir kere daha tekrarlamak istiyorum.
Amacınız, suçluyla mücadele etmenin yanı sıra en başta suçu ve suça teşvik eden koşulları ortadan kaldırmak olmalı. Suç bir salgın gibi. O yüzden, bu salgını kaynağında yok etmezseniz, şehirlerimiz artan göç ve çarpık kentleşmeyle zaten başlı başına bir bataklık gibi, bunların sayılarını çoğaltırsınız. Asıl sorunun kaynağı buradan başlıyor zaten. Bir de inkâr ettiğiniz ve giderek toplumda ağır yaralar açan ekonomik kriz ortamını da düşünürseniz, tüm bu şartlar psikolojisi zarar görmüş suça eğilimli insanlar yaratmakta. Öncelikle ekonomik şartları iyileştirmemiz, çarpık kentleşmeye son vermemiz ve yeni istihdam alanları yaratmamız gerekiyor yoksa suç salgınını polisle, bekçiyle önleyemezsiniz.
Jurnalcilik ya da kişisel özgürlüklerin sınırlandırılmasından başka bir işe yaramayacak olan bekçilik sistemi yerine sorunun gerçek kaynağına inmeliyiz. Unutmayın suç, bir düzensizliğin ve sistemin işlemeyişinin sonucudur. Birkaç kırık penceresi olan bir bina düşünün.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayın lütfen.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Camlar tamir edilmemişse Vandallar birkaç cam daha kırmaya meyillidir. Sonunda bina boş ise tüm camları kırabilir; gecekonduysa, terk edilmişse yangın dahi çıkarabilirler. Sokaklarımız da tıpkı böyle. Bir mahalle suçla anılıyorsa ve bu da orada yaşayanlar, hatta polis merkezleri tarafından normal bir durum hâlini aldıysa varın olacakları siz düşünün.
Kendi bölgemde de bu tip mahalleler var. Orada oturanları ilzam etmek istemiyorum ama onlar da polisin ilgilenmemesinden, suçluların, suç işlemeye meyilli insanların kendilerini taciz ettiğinden o kadar çok şikayetçiler ki. Cesareti olan suçlu veya suça meyilli insanlar, sistem işlemediğinden yakalanma ya da uyarılma korkusu bile yaşamıyorlar. Ne kadar bekçi dikerseniz dikin, önce o mahalledeki koşulları iyileştirmeniz ve o vatandaşlarımıza değerli olduklarını hissettirmeniz gerekiyor. Böylece suçu kaynağında bitirmiş olursunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Genel olarak getirilen düzenlemelere baktığımızda, böyle bir kanun teklifiyle iktidarın kendisini de sıkıntıya sokacağını düşündüğümüz, rejim muhafızları veya Beştepe muhafızları gibi yeni kuvvetleri icat etmesini değil, toplumun huzurunu, toplumun müreffeh hayata geçişini sağlayacak somut çözümler getirmesini beklediğimizi ifade ediyor, yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)