| Konu: | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 85 |
| Tarih: | 14.04.2020 |
AK PARTİ GRUBU ADINA ORHAN ATALAY (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle Covid-19 salgınında hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum, hastalara da acil şifalar diliyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün yükseköğretim kurumlarımızın ihtiyaç duydukları bazı düzenlemeleri içeren bir kanun teklifi üzerine söz almış bulunuyorum. Sizi saygıyla selamlıyorum.
Elbette ki insanın sahip olduğu en ulvi değer akıl olunca, akıl yürütmenin amacı olan bilgiye ve özellikle doğru bilgiye ulaşma çabası da insan için son derece insani kimliğini ve hâliyle üstünlüğünü oluşturan en değerli eylemi olarak tanımlanır. Tarihsel süreçlere baktığımızda ise insanın doğru bilgiye ulaşma çabası gerçekten hiç kolay olmamıştır. Sonuçları yaşayanların hayatlarını kolaylaştırmıştır ama o bilginin özneleri için o çaba, kim bilir, nice trajedilerle yoğrulmuş, nice acılarla yoğrulmuş, nice zorluklardan sonra aşılmıştır çünkü doğrunun, hakikatin izini sürmek birçok asli fedakârlığı gerektirmiştir. Hele hele insanın, doğru bilgiyi özgürce dile getirmesi, onu savunması, onu yayması gibi bir yolu seçmesi, çoğu zaman kendisini diri diri yakılmaya, darağaçlarında sallanmaya, hücrelerde çürümeye veya en hafifiyle itibar suikastlarına konu kılmıştır. Bu türden trajedilerin hikâyesi açılınca hafızamıza ilk gelen örnekler, genellikle Batı dünyasında ve engizisyon mahkemeleri şeklinde ifade edilir. Ne yazık ki bu tarz trajedilere konu olmuş nice din, bilim, düşünce, sanat ve edebiyat adamlarını biliriz ki onların yaşadıkları dilhun hikâyelerinden çok çok azını duymuşuz. Hakkında ya hiç veya çok az şey bildiğimiz kısmında ise kim bilir ne vahşetler ne vahşilikler yaşanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu girişi şunun için yapma gereği duydum: İnsanlığın kendisinden faydalandığı, bilim ve düşüncenin öncü atölyeleri olan üniversitelerin tarihine baktığımızda farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda ve farklı kültürel iklimlerde ortaya çıkan bilimsel büyük atılımların yapıldığını görüyoruz. Detaylarda farklı tasnifler ve yorumlar yapılmış olsa bile medeniyet tarihçilerimiz bu büyük bilimsel atılımların yapıldığı dönemleri genellikle 3 dönem olarak tanımlarlar. 1'incisi Antik Yunan dönemidir ki milattan önce 3'üncü ve 4'üncü yüzyılları kapsar. Bu dönemde Platon'un Atina'nın dışında kendisine ait "Academia" denen arazide bir grup insanla felsefe, düşünce, edebiyat, sanat ve ilahiyat üzerine konuşmalarla başlamış, üç asır sürmüş, bizim bildiğimiz Sokrates, Aristo, Eflatun gibi isimler bu dönemde yetişmişlerdir.
2'nci büyük bilimsel atılımların yapıldığı 2'nci evre, milattan sonra 8'inci yüzyıl ile 13'üncü yüzyıllar arası Bağdat ve Endülüs gibi ışık kentlerin merkezinde beş asır devam etmiş olan dönemlerdir. Kindî, Farabi, İbni Sina, Gazali, İbni Rüşd gibi dâhilerin zuhur ettikleri çağlar bu döneme tekabül eder.
3'üncü atılım dönemiyse son üç asırdır Batı tarafından gerçekleştirilmiştir. Hepimizin bildiği gibi, Batı'da 12'nci yüzyılın sonlarından itibaren Paris Üniversitesiyle başlayıp Oxford'la devam eden üniversite süreci ne yazık ki kilisenin aşırı baskısından bir türlü kurtulamamış, özellikle Aristoteles'in ve onun Müslüman şarihlerinin tercümelerine bolca rastladığımız Paris Üniversitesinin sanat fakültesindeki kürsüler, bağımsız bilim ve düşünce anlayışının en canlı temsilcileri olan İbni Rüşd'çülerin eline geçince İspanya ve İtalya'dan başlayıp kuzeye doğru sayıları hızla artan engizisyon mahkemelerinin ortaya çıkışına tanık oluyoruz ve o mahkemelerde hakikatlere nice kalemler kırılmış. Sonra karanlık çağlar dönemi başladı. Batı bilim, düşünce ve inançlara özgürlük için tam altı asırlık hem de trajedilerle dolu çok sancılı, kanlı bir dönemi beklemek zorunda kaldı. Peki, bilimin, düşüncenin, sanatın, edebiyatın, hatta ilahiyatın yani üniversitenin büyük atılımlar yaptığı bu dönemleri diğerlerinden farklı kılan neydi? Böyle bir soru sorduğumuzda karşımıza çıkan cevap "imkân"dan başka bir şey değildir. Bu imkân, medeniyetleri de meydana getiren temel iksirdir. O iksir olmayınca medeniyet ortaya çıkmıyor. Mesela Yunan medeniyeti denilince akla gelen dönem milattan önce 3'üncü ve 4'üncü yüzyıllardır. Platon'u, Sokrat'ı, Aristo'yu, Eflatun'u çıkardığımızda Yunan'ın elinde ne kalıyordur? Aynı şeyi elbette ki İslam medeniyeti için de söyleyebiliriz; İbni Rüşd'ü, Farabi'yi, Kindî'yi, Gazali'yi çıkardığımızda medeniyet olarak hangi isimlerle övünebiliriz? Aynı şeyi Batı medeniyeti ve diğer medeniyetler için de konuşmak elbette ki mümkün. Demek ki imkân olmadan gelişme olmuyor, imkân olmadan medeniyet ortaya çıkmıyor. Anlıyoruz ki medeniyete ve insanlığa katkı yapmanın yolu, insan kapasitesinin azami seviyede kullanılmasına bağlıdır. Bunun için de ona imkân verilmelidir. İmkân öncelikle özgürlüktür, imkân öncelikle özerkliktir, imkân öncelikle maddi katkıda bulunmak ve üniversitelerimizin maddi ihtiyaçlarını karşılamaktır. "Kuşkusuz ki insan için en büyük imkân onun özgürlüğüdür." dedik. Çünkü özgürlük, insani kimliğimizi oluşturan en temel, yapısal unsurumuzdur. O unsur olmadan insanın tanımı bile yapılamaz. Özgürlük yoksa ilerlemek, gelişmek, verimlilik gibi kelime ve kavramlardan da bahsedemeyiz. Bu nedenle, tarih boyunca büyük inkişafların ekseriyeti itibarıyla özgür toplumlarda ortaya çıkmış olması elbette ki bir tesadüf değildir. Bu imkân ise başka imkânları doğuracaktır. Bugün insanlığın hayatını kolaylaştıran her imkân, işte o büyük imkânın sonuçlarıdır. Öyleyse gelin, biz de üniversitelerimizin her türlü imkân alanlarını genişletelim. Bu teklifimizin, esasında böyle bir amacı vardır: Üniversitelerimize imkân verelim, mevcut imkânlarını genişletelim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Dönemi itibarıyla kendimize baktığımızda 1863 yılında kurulmuş olan "Darülfünun" adında Osmanlı bakiyesi bir üniversitemiz vardı; 1933 üniversite reformuyla bu üniversitemiz kapatıldı, yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. 1982'ye geldiğimizde 19 üniversitemiz vardı, 2006'ya geldiğimizde üniversite sayımız olabildiğince, arzu ettiğimiz seviyeye çıkmadığı için ancak 51'le kalmıştır. Bugün ise 207 üniversitemiz var. Buraya çıkan hatiplerin bazıları "Bu kadar üniversite kurdunuz da ne oldu?" şeklinde itirazlarda bulunuyorlar. Arkadaşlar, üniversite sayımız fazla değildir. Hindistan'ın üniversite sayısı 8 binle başlar, Amerika'nın 5 binle başlar; Arjantin'de, Endonezya'da binlerdedir bu sayı. Yanı başımızda, bizim kadar nüfusa sahip İran'da 350'yi aşkın üniversite vardır.
ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) - Kalite... Kalite...
ORHAN ATALAY (Devamla) - Kalite, nicelik, ardından da nitelik gelir Değerli Vekilim.
Hiçbir yerde siz, akşam kurduğunuz üniversitede sabah kalite bekleyemezsiniz. O yüzden sabredeceğiz, imkânlarımızı genişleteceğiz, üniversitelerimizin sayısını elbette ki bir plan program dâhilinde artıracağız ama aynı oranda onun niteliğini ve kalitesini de derinleştirmek için, geliştirmek için elimizden gelen çabayı hep birlikte sarf edeceğiz. Gönlüm arzu eder ki bu yüce Meclisimiz bu toplumun ihtiyaç duyduğu sivil bir anayasayı yapsaydı ama aynı gönlüm yine arzu ediyor ki aynı Meclis, aynı iradeyle yeniden YÖK'e layık yeni bir YÖK yasası yapsaydı. Bu teklifimiz Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karar nedeniyle belki aceleye getirilmiş olabilir ama üniversitelerimiz için yapılması gereken daha çok şey vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Devam edelim lütfen.
ORHAN ATALAY (Devamla) - Hazırunu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)