GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:78
Tarih:07.04.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kamuoyunun da beklediği, Adalet ve Kalkınma Partisinin uzun süredir üzerinde çalıştığı ve coronavirüs salgını nedeniyle yeniden gündemine aldığı bu kanun teklifi, geçtiğimiz cuma günü Komisyona geldi, saatler süren bir çalışma sonucunda Komisyonda kabul edildi. Sabah beşi yirmi geçiyordu zannediyorum, takip ettim, Komisyonda görüşmeler bitti, bugün de Genel Kurulda görüşmeye başlıyoruz.

Teklifin geneliyle ilgili konuşmadan önce genel bir değerlendirme yapmakta ve bazı noktalara da değinmekte fayda görüyorum. Anayasalarla ilgili hukuk metinleri, kendilerine ihtiyaç duyulduğu ilk günden bu yana belli bir rejimde yöneten gücü dizginlemek ve ehlileştirmek amacı taşımaktadır. İktidarın politik özellik taşıyan takdir hakkı yerine, hukuki meşruluğa göre yönetim icra etmesi manasına gelen ve köklerini 1215'te ilan edilen Büyük Özgürlük Fermanı, Magna Carta'dan alan hukukun üstünlüğü ilkesine göre, idare anlayışında esas amaç, siyasetin hukukla kontrolünün sağlanması, siyasal çoğunluğun belli bir normatif alanın dışına taşmasının engellenmesidir.

Buradan hareketle, hukukun üstün olduğu devletlerde hükûmet ve devlet kurumları birbirinden tamamen ayrıdır. Bizim de önce kendimize sormamız ve cevaplarını vermemiz gereken sorular var; bunların başında, hukukun üstünlüğüne sahip miyiz, yargı bağımsız mı soruları geliyor. Bu soruların cevabını aslında çok iyi biliyoruz. Ülkemizde devlet ve iktidar kavramları siyasi saiklerle birbiriyle özdeşleştirilmiş, bu nedenle hukukun üstünlüğü deforme edilmiştir. Adil yargılanma hakkının insanların elinden alınması buna en iyi örnektir ve iktidar partisi şimdi görüştüğümüz çerçevede düzenlemeler getirerek sorunun aslını görmezden gelmekte, bu yüzden esas sorunlar çözülememektedir.

İçinde yargı bağımsızlığını güçlendiren, yargıçları teminat altına alan bir düzenleme yoksa bu düzenlemenin hukuka yapıcı çözümler getirdiğini nasıl söyleyebiliriz? Bu kararları verecek hâkimler bağımsız değil, bağımsız karar veremiyor, temel sorunumuz bu.

Değerli arkadaşlar, ülkemizde yargı erkinin kurucu fonksiyonlarından biri olan yargı bağımsızlığında yaşanan problem bir yana, en temel yapısal sorunlardan bir diğeri de cezaevlerindeki tutuklu ve mâhkum sayısı. Uzun zamandan beri cezaevleri dolup taşıyor. Ek ranzalar konuyor hatta bazı mâhkumların yerde yattığına dair duyumlar bile alıyoruz, nöbetleşe yatanlar da var.

Tutuklu ve hükümlü sayısına değinmeden önce cezaevlerinden bahsetmek istiyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde 178 cezaevi açılmış. Yalnız 2019 yılında açılan 14 yeni cezaevi var. Türkiye'deki toplam cezaevi sayısı 375, bunların toplam kapasitesi 219.270 olarak açıklanmış. Tutuklu ve mahkûm sayılarına gelince, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiği 2002 yılında ülkemizdeki cezaevlerinde bu sayı ne kadardı biliyor musunuz? 60 bin. Bugün ne kadar? 300 bin. Bazı sayıları vererek artışa dikkatinizi çekmek istiyorum: 2003 yılında 64.296, 2006'da 70 bin, 2008'de 103 bin, 2012'de 136 bin, 2016'da 164 bin, bugün ise bu sayı, az evvel söylediğim gibi, yaklaşık 300 bine ulaştı. Bakın, bir ülkede hapisteki insan sayısı hızla artıyorsa bunun iki nedeni vardır. Birincisi: İktidar, suç oranının artmasına neden olacak sosyal politikalar izliyor yani çok fazla suçlu üretiyor demektir. İkincisi: İktidar yeni suçlar icat ediyor demektir. Peki, bizde nasıl? Bizde ikisi de var. Yalnızca cezaevlerinde bulunan hükümlü sayısı dahi on sekiz yıllık iktidarınızın gerek toplumsal politikalar nezdinde gerekse ceza hukuku teorisinin zaruri kıldığı uygulamalar bakımından başarısızlığının ve basiretsizliğinin tezahürü niteliğindedir. Bu başarısızlığı daha iyi izah etmek amacıyla teklifin geneli ve maddeleriyle ilgili görüş beyan etmeden önce cezaevleri ve buralardaki tutuklu ve hükümlü sayılarından bahsetmek istedim çünkü on sekiz yıllık iktidarınızın özetini anlatıyor bu sayılar. Yani cezaevlerindeki mevcut 60 binden 300 bine geldiyse burada kendinizle yüzleşmeniz gereken çok ciddi meseleler var. Böyle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da değişikliklerle bu meseleleri halledeceğinizi zannediyorsanız yanılıyorsunuz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk hukukuna göre infaz hukukunun temel ilkeleri, gücünü Anayasa'nın 2'nci ve 10'uncu maddelerinden alan hukuk devleti, insan onurunun dokunulmazlığı, eşitlik ve sosyal devlet ilkeleridir. Bu doğrultuda, infaz hukukunun amacı ise hükümlünün yeniden suç işlemesine engel olmak, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek ve hükümlünün üretken, kanunlara saygılı bir yaşam biçimine uyumunu sağlamaktır.

Getirilen bu düzenlemeyle, ceza infaz kurumlarındaki yaklaşık 300 bin hükümlünün 90 bin kişiye yakınının koşullu salıverme veya denetimli serbestlik hükümlerinden yararlanacağı öngörülmektedir.

Kanun teklifi Meclis Başkanlığına sunulmadan önce Adalet ve Kalkınma Partisi heyetiyle yaptığımız görüşmelerde de grubumuz adına düzenlediğimiz basın toplantılarında da kırmızı çizgilerimizi ifade ettik: Bu doğrultuda, kasten yaralama suçunda cezayı artırıcı hâllerin kapsamının genişletilmesi, cinsel saldırı suçlarının kapsam dışında bırakılması, uyuşturucu madde kullanımına, imalatına ve ticaretine ilişkin suçlar ile devlet güvenliğine karşı suçlar, terör suçları da dâhil olmak üzere örgütlü suçlar. Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar gibi suçlar, İYİ PARTİ grubu olarak bu kanun değişikliği teklifinin özüne ilişkin kırmızı çizgilerimizi oluşturmaktadır. Ama biliyorsunuz ki bu tip kanun hazırlıklarında bazı maddelerin arasına bazı ceza indirimleri gizlenebilir. Dolayısıyla ciddi olarak tahlil etmek lazım diye düşünüyoruz. Topluma bir taraftan "Biz, kadına şiddet, tecavüz, çocuklara istismar, uyuşturucu satıcılarına ceza indirimini kapsam dışı bıraktık." dense de diğer maddeleri de iyi incelemek lazım.

Kanun teklifinin 11'inci maddesine baktığımızda, ülkemizde kadına karşı şiddet olaylarında yaşanan hızlı artış ve kadına karşı şiddet vakalarının yalnızca eşe karşı işlenmemesi olgusu göz önüne alındığında, bahse konu şiddet eyleminin kasten yaralama suçundan dolayı cezayı artırıcı nedenlerden biri olarak düzenlenmesi zaruret teşkil etmektedir. Bu nedenle, 5237 sayılı Kanun'un 86'ncı maddesinin (3)'üncü fıkrasına "(g) Kadına karşı..." bendi eklenmelidir kanaatini taşıyoruz. Zira orada eşe karşı işlenen suçlar değerlendirilmektedir. Eş olmayan kadına karşı işlenen suçlar bu kapsama girmiyor. Bakın, uzun zamandır tek bir gündemimiz var, coronavirüs salgını, diğer sorunlar görünmez oldu, hâliyle toplumda dezavantajlı gruplar için hayat daha da zorlaşıyor. Mesela kadınlar, özellikle de şiddete maruz kalan kadınlar, pek çok kadının bu salgını yenebilmek için sığındığı evler onlar için güvenli değil artık. Birleşmiş Milletler Kadın Biriminin "Değişen Dünyada Aile" başlıklı 2019 Dünya Kadın İlerleme Raporu'nda aile içi şiddetin şaşırtıcı derecede yaygınlaştığını gösteren istatistikler, kadınlar için en tehlikeli yerlerden birinin evleri olduğunu ortaya koyuyor.

Geçtiğimiz yıl ülkemizde 474 kadın cinayeti işlendi. Ne yazık ki bu cinayetlerden 12'si, benim de memleketim olan, seçim bölgem Kocaeli'ne aitti. Geçtiğimiz ay Türkiye'de 29 kadın cinayeti işlendi ve bu kadınlarımızın 18'i evlerinde öldürüldü, kendi evlerinde. Ülkemizde kadınlar en çok eşleri, babaları, sevgilileri, kardeşleri gibi yakınlarındaki erkekler tarafından öldürülüyor. Dolayısıyla evde kalmak pek çok kadını korumadığı gibi daha büyük bir ateşe atıyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun destek hattına mart ayında gelen başvurular coronavirüs mücadelesinde kadınların gözetilmediğine işaret ediyor. Platforma göre, kadınlar virüsün bulaşma riski yüzünden darp raporu almak için hastaneye gitmekte bile tereddüt yaşıyorlar. En vahimi de kolluk birimleri corona virüsü bahane ederek kadınları şiddetten koruyan 6284 sayılı Kanun kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmeyebiliyor. Bu yüzden, şiddet failleriyle ilgili tedbirlerde aksaklıkla karşılaşma endişesi, kadınları haklarını kullanmaktan vazgeçiriyor. Kadınlarımız "Saldırgan salınırsa şiddetini de artırır." endişesi taşıyorlar. Bu konudaki hassasiyetimizin temelinde, Genel Başkanlığını bir kadının yaptığı bir partinin milletvekili olarak konuşmuş olduğumu da bildirmek istiyorum.

Geçen yıl temmuz ayındaki trafikte, hem de hamile bir kadının, yol vermediği gerekçesiyle 2 adamın saldırısına uğradığı görüntüleri hatırlayın. Aracın dikiz aynasını kıran, üzerinde zıplayan bu kişiler önce gözaltına alındılar ve sonra da serbest bırakıldılar. İşte bu nedenlerle, gözlerimizin önünde kadınlarımız şiddet görürken mağduru sadece "eş" olarak tanımlayan ceza hukukumuza "kadın" kavramının müstakil olarak girmesini istiyoruz. Bakın, çeşitli kadın derneklerinden sürekli telefonlar, elektronik postalar aldık. Bu düzenleme için ne diyorlar biliyor musunuz? "Adı geçici, tahribatı kalıcı olacak af taslağını kabul etmiyoruz." diyorlar. Evet, aynen öyle diyorlar. Adı geçici, tahribatı kalıcı olacak af taslağını kabul etmiyoruz. Bu teklife göre, teklifin kanunlaştığı tarihten önce işlenmiş olan suçlardan dolayı mahkûm olunan süre ne olursa olsun, hapis cezalarının infaz sürecinden en fazla üç aylık bir süre kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlüler ve açık ceza infaz kurumuna alınan bütün hükümlüler teklif kanunlaştığı tarih itibarıyla geçici süreyle de olsa tahliye edilecek. Evet, açık ceza infaz kurumuna alınan bütün hükümlüler teklifin kanunlaştığı tarih itibarıyla geçici süreyle de olsa tahliye edilecek. Karısının yüzüne kezzap atmış, kızına cinsel saldırıda bulunmuş, öğrencisine cinsel istismar yapmış tutuklular elini, kolunu sallayarak dışarıda gezecekler.

ÖZLEM ZENGİN (Tokat) - Bu doğru değil. Bu doğru değil.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Kadın dernekleri soruyor iktidarın bu konuda kime ya da kimlere sözü var? Biraz sonra anlatacağım. Biraz sonra anlatacağım, dinlerseniz.

İYİ PARTİ Grubu olarak kadına şiddetin bedelinin ağırlaştırılması talebimizi sürecin her aşamasında kararlılıkla dile getirdik, getirmeye de devam edeceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine bir diğer kırmızı çizgimiz olan çocukların cinsel istismarı ve uyuşturucu madde ticareti. Değişiklik teklif edilen 48'inci maddeyle, hükümlülerin koşullu salıverilme sürelerine ilişkin üçte 2'lik genel oran, yarısı olarak belirlenmektedir. İkinci fıkraya eklenen hükümle üçte 2'lik oran bazı suçlar bakımından korunmaktadır. Fıkrada sadece çocuklar hakkında uygulanacak hükümler açıkça belirtilmiş olup diğer hükümler hem çocuklar hem de yetişkinler için uygulanacaktır. Maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişikliğe bağlı olarak dördüncü fıkrada yer alan koşullu salıverilme oranı üçte 2 olarak belirtilmiştir. Değişiklikle ihdas edilen ikinci fıkranın 2/3 oranına tabi tuttuğu ve kapsam dışında bıraktığı suçlar arasında TCK 103 var, çocukların cinsel istismarı ve TCK 188, uyuşturucu madde ticareti suçlarının erişkinler tarafından işlenmesi hâlinin de eklenmesi ve bu hâllerin 3/4'lük orana tabi tutulması gereklidir. Bu düzenleme uygulamada bir muğlaklığa sebep vermemeli ve doğrudan 107'nci madde kapsamında düzenlenmelidir. Zira bahse konu suçlar, kamu düzeni tesisi ve toplumsal huzurun sağlanması için ¾'lük oran ile istisna olarak ve koşullu salıverilmeyi düzenleyen 107'nci madde kapsamında tanzim edilmesi gereken suçlardır.

Üç ay önce, Aralık 2019'da, Çanakkale'de 2 çocuğa yönelik cinsel istismar davasında çocukların beyanlarına rağmen fail tutuklanmadı ve hakkında adli kontrol uygulaması kararı verilmedi. Yine, Mersin Tarsus'ta 12 yaşında bir çocuk din eğitimi almak üzere gittiği bir kursta imamın tecavüzüne uğradı. Savcı, imamın cezalandırılmasını istedi, mahkeme reddetti. Sanığın tutuksuz yargılanmasından dolayı aile psikolojik olarak dağıldı. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu gibi suçlar toplumda infial yaratan, toplumsal huzuru ve kamu düzenini yakından ilgilendiren suçlardır. Biz, bu suçların, uygulamada tereddüde ve karmaşaya mahal vermeyecek bir biçimde, 107'nci madde kapsamında düzenlenmesini ve kamu vicdanının bir nebze de olsa rahatlatılmasını arzu ediyoruz.

Teklifin 53'üncü maddesinin (5)'inci fıkrasıyla, açık cezaevinde bulunan tüm hükümlüler coronavirüs nedeniyle yıl sonuna kadar izinli sayılacak. Bu kapsama cinsel suçlar ve kasten öldürmeden mahkûm olanlar da eklendi. O oylarıyla geldiğimiz insanlar şimdi ne diyor size biliyor musunuz? "Önce uyuşturucu bağımlısı bir gencin annesine, tecavüze uğrayan bir çocuğun babasına 'Biz sizin evlatlarınızın hayatını karartanları affetmek istiyoruz.' deyin sonra gelip bizden bu tasarıyla ilgili destek istersiniz." diyorlar. Ne kadar acı gerçekten.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu düzenlemeye göre, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında bir suç işleyen, örneğin basit bir gösteri ve yürüyüşe katılan, bir derneğe bağış yapan, kitap yazan veya "tweet" atan kişi bu indirimlerden faydalanamayacak. Bu konuda sosyal medyada yalnızca attığı "tweet" ya da yazdığı bir yazı nedeniyle sadece size ve sisteminize muhalif diye cezaevine attığınız insanlar var. Bakın, Adalet Bakanlığının açıkladığı verilere göre Cumhurbaşkanlığına hakaret davalarında, Sayın Recep Tayyip Erdoğan döneminde, çok büyük bir artış görülüyor. 11'inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül döneminde 848 sanığa dava açılırken Erdoğan döneminde bu sayı 17.406'ya çıkmış. 1986 ile 2018 yılları arasında açılan davaların sayısına baktığınız zaman, Erdoğan'ın dört yıllık dönemindeki büyük artış biraz daha dikkat çekiyor. Söz konusu tarih aralığında 19.122 sanık için dava açılmış, bunun 17.406'sını Sayın Erdoğan açmış. Düşünebiliyor musunuz, 19.122 sanıkla ilgili açılan davadan 17.406'sı Erdoğan tarafından açılmış. Bu rakamlar, açılan toplam davaların yüzde 91'ini teşkil ediyor. Cumhurbaşkanının açtığı davalardaki sanık sayılarına bakarsak Türkiye Cumhuriyeti'nin 7'nci Cumhurbaşkanı olan, dikta rejiminin kanlı paşası Kenan Evren'in döneminde davalardaki sanık sayısı 340, Özal döneminde 207, Demirel döneminde 158, Sezer döneminde 163, Abdullah Gül döneminde yüzde 420 artmış, o da 848 olmuş ama esas dikkat çeken sayı, bu ucube sistemin gelmesinden sonra 12'nci Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'la ilgili sayılar. Niye? Parti Genel Başkanı Sayın Cumhurbaşkanı. Parti genel başkanları eleştirilir. Parti genel başkanlarını eleştirmiyor muyuz? Hepimiz eleştiriyoruz diğer partilerin de genel başkanlarını... Ama hayır, "Ben Cumhurbaşkanıyım." diyor Sayın Cumhurbaşkanı.

İSMAİL KAYA (Osmaniye) - Eleştirene bir şey yok Başkanım, küfrediyor adam, hakaret ediyor.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - İyi de, bakın, bir şey söyleyeceğim: Bu eleştiri ile, sizin dilinizdeki eleştiri ile evrensel kaideler arasındaki eleştiri çok farklı. Siz eleştirilmemek üzere bir düzen kurmak istiyorsunuz, o düzenin ismi diktatörlük. Demokrasilerde böyle bir düzen yok, böyle bir sistem yok. Dolayısıyla demokrasi ile diktatörlük arasındaki o çizgi çok kalın bir çizgi, onu sakın aşmayın.

YUSUF BAŞER (Yozgat) - Hakaret etmeden...

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu düzenlemede, özellikle ifade hürriyeti kapsamında kalan birtakım isnatlarla cezaevinde olan gazetecilerin durumuyla ilgili hiçbir adımın atılmadığını da görmüş olduk. Oysaki toplumun en fazla beklenti içinde olduğu ve basın özgürlüğü noktasında yine en fazla tartışma yaratan konuyu bu konu oluşturuyordu. Aranızda cezaevinde yatan ve cezasını tamamlayıp Parlamentoya dönen gazeteci arkadaşlarımız var, onlar da kuşkusuz, yapacakları konuşmalarda bu konuya değineceklerdir ama ben bir şey söylemek istiyorum: Murat Ağırel, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve burada sayamadığım birçok gazeteci daha sizin haksız, hukuksuz uygulamalarınız yüzünden, sadece haber yaptıkları için cezaevindeler. Türkiye'nin adı cezaevindeki gazetecilerle ya da fikir suçlarıyla anılmamalı arkadaşlar. Bu bizim ayıbımız olur sadece sizin değil, ülke olarak bizim ayıbımız olur. Son dönemde gazetecilere yönelik yürütülen adli süreçlere ilişkin ifade hürriyetini öne çıkaran ilerici adımların atılması gerekiyor. Sadece infaz sisteminde değil, diğer kanunlarda da bunu sağlayacak adımların atılması gerekiyordu.

Soma maden faciası gibi, ayrıca Çorlu gibi hızlı tren facialarının faillerinin cezaevinden çıkması ama sadece yaptıkları haber yüzünden yatan gazetecilerin cezaevinden çıkmaması toplum vicdanını yaralar, bunu unutmayın. Birden çok insanın ölümüne yol açan taksirli insan öldürme suçu paket dışında tutulmalı, getirilen düzenlemeye dâhil olmamalıdır.

Sözlerime son vermeden önce şunu ifade etmek istiyorum: Asıl çare toplumda net, sürekli değişime izin vermeyen düzenlemeler yapmaktır. Adalet, onu sağlayacak yargı sistemi, iktidarın kendi bekasını korumak için kullanacağı bir araç değildir. Bu sistem güçler karşısında güçsüzlere güç vermek içindir. Yargı bağımsızlığı, yargıçlık teminatı ceza hukukunun temel ve evrensel prensipleri, hukuk devleti, erkler ayrılığı, makul sürede yargılanma gibi yargı erkinin temel yapısal sorunları temele alınarak bunlardan kaynaklanan uygulamaların bir an önce çözülmesi gerekmektedir.

Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)