GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:39
Tarih:13.12.2012

BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekilleri; sizleri şahsım ve partim adına saygıyla selamlarken Ulaştırma Bakanlığı bütçesine ilişkin grubumuzun düşüncelerini paylaşacağım.

Özelde Ulaştırma Bakanlığı, genelde 2013 bütçesinde, toplum dinamiklerinin temel ihtiyaçlarının açığa çıkarıldığı, onların karşılanmasına dönük bir sürecin tüketildiği söylenemez; aksine, ilgili bakanlıkların bürokratları ve teknokratlarına dayalı şablon bütçelerin 2013 versiyonu olarak okumak, görmek mümkündür. Bu çerçevede de bu bütçe, her şeyden önce katılımcı değil, şeffaf değil, hesap verebilir olmaktan uzaktır. Bu yönüyle de denetime açık değil, dolayısıyla da Meclisin bütçe üzerindeki denetim fonksiyonu baypas edilmiştir,  Meclisin görevleri bir kısım kurumların erk ve odaklarına hapsedilmiştir. Bu anlayış, tarafınızdan, yeni görülen, izlenen bir anlayış değil elbette ki; 1980'li yılların ikinci yarısından sonra Türkiye'nin hızla içine girdiği küresel emperyal güçlerin neoliberal politikalarının bir uzantısı, devamı olarak görmek, okumak mümkündür.  Özellikle de özelleştirmede, -AKP'nin on yıllık iktidarında yüzde 80'ler oranında gerçekleştirdiği özelleştirmeyle- bir bütçenin, ancak ticari açığın, cari açığın kapatılmasına hizmet edecek bir yamalı bohçaya dönüştürüldüğü de malumunuzdur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; neoliberalizm olarak ifade edilen siyasal akım özelleştirmedir, piyasalaştırmadır, taşeronlaştırmadır. Neoliberalizm, bu yönüyle, özgürlüklerin reddedildiği, sömürünün, baskının ve şiddetin topluma rağmen topluma dayatıldığı siyasal sistemin ideolojisidir. Yüzde 80'e varan özelleştirme politikalarıyla günümüz uygulamalarını birleştirdiğimizde, AKP'nin ve iktidarının da yapmak istediği, tam da özgürlük karşıtı siyasal erkin ve iktidarın geleceği tahayyül eden tasavvurlarıdır. Bütçe, âdeta özgürlükleri, meşru, demokratik talepleri es geçen, aksine yasağı, inkârı, baskıyı, dolayısıyla da güvenlikçi ve asayişçi politikaları topluma dayatan, o yönüyle de bir savaş bütçesi olmaktan uzak duramamıştır. Olması gereken barıştı, olması gereken toplumun ekonomik, demokratik, siyasal, sosyal, kültürel taleplerinin karşılanabildiği, demokratik ülkenin meşru ve denetlenebilir, şeffaf bütçesi olmalıydı. Ama bunu, bütçede olduğu gibi, hayatın her alanında görmek ve gördüğümüzde de alışılagelen bir uygulama silsilesi olmaya başladığını da üzülerek belirtmek istiyorum. Bunu, telefon dinlemelerinden siyasete, siyaset diline yaklaşımına, bu toplumsal temel taleplerin karşılanmasından dezavantajlı gruplara, bu toplumun her türlü meşru, demokratik taleplerinin yaklaşımında gördüğümüz, izlediğimiz ve yaklaşım olarak kriminalize, terörize edildiğimiz uygulamaların da bizatihi şahitliğini yapan bir siyasal gelenekten ve partiden geliyor olmaktan dolayı da ifade etmek istiyorum.

Özellikle 2009'dan bu yana, bu ülkenin on yıllardır savaş ve çatışmanın kayıpları üzerine yeni bir yaşamı özgürlük adına, adalet adına, eşitlik adına şekillendirmesi gerekirken, yine yasakçı, tekçi, katı merkeziyetçi devlet algısıyla soruna yaklaşılmış, bir halk 2009'dan bu yana topyekûn düşmanlaştırma hukukuna tabi tutulmuş, iradesi kırılmış, teslim alınmaya çalışılmıştır.

Bilim ve teknoloji, insanın temel ihtiyaçlarının karşılanmasına dönük olması gerekirken eğitimden sağlığa, üretimden istihdama her alanda onun olanakları ve imkânlarıyla toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya dönük bir işlevi yüklenmesi gerekirken ortam dinlemeleri, teknolojik avantajlarla teknik takiplere tabi tutulan siyasetçiler, fişleme, izleme, en nihayetinde de baskı ve şiddetin dayatıldığı, bu yönüyle de toplumun esaret altına alınmaya çalışıldığı bir dizi uygulamayı hep birlikte 2009'dan beri görüyor ve yaşıyoruz.

Bu anlamıyla da ulaşımdan kentsel yaşama, dezavantajlı gruplardan çalışanlara dönük uygun olmayan, olumsuz koşulları birebir sıralamak mümkündür. Her şeyden önce, sanayileşmenin ve kentselleşmenin yol açtığı, günümüz dünyasının en temel problemlerinden biri olan ulaşımı, bugün bilim ve teknolojinin olanaklarıyla giderebilmenin bir kısım koşullarına kavuşmak mümkünken üretimden ticarete, barınmadan sosyal yaşama, özellikle başta işçiler, emekçiler, öğrenciler olmak üzere, bu kentsel dokunun ulaşım sektöründen faydalanamamakta, yararlanamamakta, ciddi mağduriyetler yaşamaktadırlar.

Kentselleşme, iktidar odaklarının iktidar karargâhlarına dönüştürüldüğü için, kadınından engellisine, gencinden sıradan vatandaşının her türlü ihtiyacını meşru demokratik zeminde karşılayabildiği bir formattan uzaklaştırılmıştır, mağduriyetler silsilesine dönüşmüştür. Bunu kara yollarında, demir yollarında, deniz yolu taşımacılığında ve hava yolu taşımacılığında da görmek mümkündür. Büyüyen rakamlarla, büyütülen filolarla bir kısım gelişmişliğin işareti olabilecek araçlar edinebilirsiniz ama bunlar, toplumun hizmetinde değilse, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaksa tartışma konusudur da. Elbette ki her ülke gibi Türkiye de dinamik bir toplumdur. Onunla birlikte, söz konusu olan sektörler de değişmek, gelişmek durumuyla karşı karşıyadırlar. Ne demir yolu ne kara yolu ne deniz yolu ne de hava yolu statik değildir, günün ihtiyaçlarına uyarlanmak, değişimi derinliğine hissetmek durumuyla karşı karşıyadırlar. Ama 1950'li yıllarda demir yolunun toplam yük taşıma kapasitesi yüzde 78 iken yolcu taşıma oranı yüzde 42 iken, bugün yükte yüzde 48'e, yolcuda yüzde 24'e gerilemiş olması izaha muhtaç bir konudur.

Demir yolu benzeri uygulamayı deniz yolunda da görmek mümkün 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde deniz yolunun hem güvenilir hem az hasarlı hem hızlı olabilme olanaklarının toplumun hizmetine sunulması gerekirken yine küresel güçlerin çıkarına olacak tarzda kara yolu taşımacılığı önemsenmiştir, öne çıkarılmıştır. Ona uygun bir seyahat, bir ulaşım politikası geliştirilemediği için de her gün "trafik canavarı" olarak ifade ettiğimiz trafiğe, onlarca vatandaşımızın ölümüne neden olmaktayız. Bunlar sorgulanmaya muhtaç konulardır.

Bu yönüyle de 1990'lı yıllardan bu yana, bir halkın kendi kültürünü, kendi dilini, kendi kimliğini anayasal güvenceye tabi tutmak yönlü meşru zeminleri kullanarak yürüttüğü demokratik meşru zemini terörize ederek, Terörle Mücadele Kanunu adı altında, demokratik anayasalarda ve yasalarda olması mümkün olmayan bir yargı ve hukuki kuşatmayla halk iradesi teslim alınmıştır. İçinde milletvekillerinin, belediye başkanlarının ve seçilmişlerin olduğu aydınından entelektüeline, gazetecisinden yazarına, öğrencisinden hukukçusuna -ama on binlerle ifade edilebilecek- birçok insanımızın bu kanun maddesi çerçevesinde düşman hukukuna tabi tutularak sorgulandığı, gözaltına alındığı, tutuklandığı ve iddialarının bile hâlâ su yüzüne çıkmadığı sorgu sürecini hepimizin unutmaması gereken bir Türkiye gerçekliği olarak görmemiz gerekiyor.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; gerek kara yolları gerek demir yolları gerek havayolları gerekse deniz yollarındaki kapasite gelişimi ve gelişmişlik bir ülkenin ekonomik gelişmişliğinin de önemli göstergeleridir  ama bu göstergeler Kürt coğrafyasına gittiğinde farklı okunabilmekte, Kürtlerin yaşadığı coğrafyadaki uygulamalarla yüzleştiğimizde farklı ve acı bir tablo ile karşılaşmamız mümkündür. 1930'dan 1950'li yıllara kadar demir yolu ağı Kürt coğrafyasının güneyinden kuzeyinden güvenlik amaçlı, daha çok da askerî mühimmat ve teçhizatın taşınmasına hizmet edecek bir durumla karşı karşıya iken kara yolları yakın zamana kadar yol geçmez, kervan geçmez konumundaydı. AKP iktidarıyla "duble yollar projesi" olarak başlatılıp bitirilemeyen âdeta köstebek yuvası durumuna gelmiş kara yollarıyla da ulaşım ve seyahat neredeyse günlük işkenceye dönüşmüş bulunmaktadır.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) -  Hangi memlekette yaşıyorsunuz Sayın Vekilim?

DEMİR ÇELİK (Devamla) - Tarih boyunca, doksan yıllık cumhuriyet tarihinin inkârcı, merkeziyetçi uygulamaları bu anlamıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da kendisini, kendisiyle birlikte toplumun geleceğini de karartan bir tabloyla bizi karşı karşıya bırakmıştır.

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Hayret ediyoruz, hayret!

DEMİR ÇELİK (Devamla) - Öncelikle, birçok siyasetçi ve devlet aklı "Kürt sorunu yoktur, Kürt meselesi yoktur, bölgenin geri kalmışlık sorunu vardır." demelerine rağmen, doksan yıldır bu bölgenin geri kalmışlığı giderilememiş, ekonomik gelişmişlik seviyesi karşılanamamış, feodalite tasfiye edilememiş, ağalık, beylik ve şeyhlik giderilememiştir. Acaba neden? Aklınızda bunu izah edebilecek bir gerekçe mutlaka olmalıdır. Türkiye'nin batı yakası kapitalist üretim ilişkileriyle emperyal pazarlara entegre olmuşken, bu yönüyle bölgesel gelişmişlik farkıyla güneyi ve doğuyu katbekat aşmışken acaba bu bölgeye altyapı hizmetleri, sosyoekonomik gelişmeye fırsat verecek dinamikler niye seferber edilememiştir? Bunun tek bir izahatı vardır; bölgeyi insansızlaştırmak, bölge insanını Türkiye'nin batı yakasına, başta İstanbul olmak üzere, İzmir, Bursa, Adana, Mersin, İzmit'e göçürtmek. Buradan da arzulanan fayda, Kürtleri asimilasyona tabi tutarak hızlı entegrasyonla sistem içine çekmek, ehlileştirmektir. Bu politika neticesinde Kürt nüfusunun yüzde 70'i, doksan yıl boyunca siyasal ve sosyal koşullardan kaynaklı göçürtüldü, hâlâ da göçürtülüyor. Yakın zamanda 4 bin köy boşaltıldı, yakılıp yıkıldı; köylerin insanları, yoksulları metropol kentlerinin varoşlarında yaşamlarını ikame etme durumuyla karşı karşıya kaldılar. Biz, bu ve benzeri uygulamalarla Kürt sorununu nasıl ki öteleyip erteleyerek, çözümsüz ve karşısında çaresiz kaldığımız bugünlere taşıdıysak aynı zamanda, İstanbul'da, Bursa'da, Mersin'de, Adana'da, İzmir'de ve hissettiğimiz kentten çevreye, sosyal travmadan siyasal travmaya, etnik ayrışmadan çatışmaya, ulaşımdan trafiğe, yoksulluktan açlığa kadar her türlü sorunun da yaşandığı mega kentler yarattık. Hâlbuki, Türkiye'yi Ankara'dan, Türkiye'yi İstanbul'dan yürütmek, yönetmek yerine, meşru demokratik noktada 20-25 bölgesel yönetimle herkesin kendisini, kendisiyle birlikte kentini yönetebildiği bir siyasal mekanizmayla; idari, mali, siyasal özerklikle, demokratik ortak vatanda birlikte yaşamak mümkündür. Bu birlik iradesi Türk'ün de, Kürt'ün de yararınadır diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çelik.