GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Coğrafi Bilgi Sistemleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:49
Tarih:29.01.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Coğrafi Bilgi Sistemleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin tümü hakkında İYİ PARTİ Grubu adına söz aldım. Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum.

Bu kanun teklifi verildiği zaman tabii bu depremi tahmin eden yoktu, böyle bir deprem olacağını bilen yoktu. Ama depremin üstüne hâlâ bu teklifin Genel Kurula getirilmesi konusundaki ısrarınız bir çelişki. Yani biraz evvel ifade ettim, bir taraftan Türkiye depremle ilgili meselenin karşısında bir araya gelmiş çözüm önerileri ararken diğer taraftan yeni bir kanun hazırlanıyor. Bu kanun aslında bundan sonra gelmesi muhtemel yerel yönetimler kanununa bir ön hazırlık. Buradaki maksat şu: 31 Mart seçimlerinden sonra kaybedilen büyükşehir belediyelerinin intikamını alır gibi hazırlanan bir yasa olarak görüyorum ben bunu. Yani orada birtakım belediye gelirlerinin iktidarın tekrar rantına sunulması için TOKİ'ye devredilen yetkilerini görüyorsunuz. Daha arada bir sürü maddeler var ama ilk göze çarpan mesele belediyeyle ilgili meselelerin, konuların, gelirlerin TOKİ'ye devredilmesi. Yani "Aman ha, rantı bizden almayın, biz bu işe çok alıştık, TOKİ vasıtasıyla devam edelim." demenin mealidir bu kanun.

İki gündür deprem konuşuyoruz, çok konuşmak istemiyorum ama neticede deprem bir gerçek ve hâlen devam ediyor ülkemizde. Dünden beri Manisa'da, Denizli'de artçı depremler var, devam eden depremler var. Çok ağır eleştiriler de yapmak istemiyorum ama bu gerçek karşısında sessiz kalmak da mümkün değil. Deprem ülkesi olduğu gerçeğini unutmaması lazım bu ülkede yaşayan herkesin, depreme hazırlıklı olması gerekiyor. Ben neye kızıyorum biliyor musunuz? 1999 depremi yaşadık, oradan birtakım sonuçlar çıktı, bu sonuçlara karşı alınması muhtemel önlemler de var ama bunların hiçbirisini hayata geçirmediniz. Hani derler ya, merhem elinizdeydi, yaraya sürmediniz, merhem elinizde öyle beklediniz. Bir daha depremle karşılaştık ve bu sefer eleştirenlere de... Maalesef, üzülerek beyan ediyorum, bazı eleştirilerin belki zamanlaması yanlış da olsa bu eleştirilerin hiçbirisi "hain" sözünü hak edecek derecede eleştiriler değildir. Yani iktidar beceriksizliğini kamufle etmek için birilerini hain ilan etmek zorunda değil. Samimiyet en güzel testtir milletin karşısında, dersiniz ki: "Biz bu konuda yetersiz kaldık, bu konudaki çalışmalarımız eksikti ama size söz veriyoruz, bu eksiklikleri en kısa zamanda tamamlayacağız." Bu millet çok yüce gönüllü bir millettir, bu samimiyeti çok iyi anlar ama siz buna karşılık sizi bu konuda eleştirenleri "hain" diye ilan ederseniz bu birtakım yanlış yapılan işlerin saklandığı izlenimini verir, millet de bu "hain" lafından sizin suçlu olduğunuzu anlar. Bakın, ben size "hain" demedim farkındaysanız, "suçlu olduğunuzu anlar" dedim.

Depremle böyle mücadele edilmez zaten. Yani deprem olduktan hemen sonra -dikkat edin- bina yıkılmadan sağ salim çıkanlar hemen deprem olan binanın karşısına geçerler ve binayı seyretmeye başlarlar, fazla uzağa gidemezler. Neden? Çünkü yuvası orası, evi orası, anıları orada, çünkü gidecek başka yeri yok, çünkü o içinde sallandığı ev var ya yıkılırsa başka gidecek yeri de yok; o yüzden evin karşısında öyle seyreder depremden sonra.

Ben size tavsiye ediyorum, bu yandaş müteahhitlere para kazandırma gayretinizden vazgeçin. Bu müteahhitler var ya çok para kazandırdığınız, hepinizin çok yakınında dolaşanlar, şimdi piyasada yavaş yavaş sizin karşınızda atıp tutmaya başladılar, onu da size ben ihbar ediyorum. Yani çok para kazandırdığınız o müteahhitler var ya, sizin zafiyete düştüğünüzü fark edip, zayıfladığınızı fark edip "Yarın öbür gün karşı tarafta yer bulurum." düşüncesiyle size sallamaya başladılar. Emin olun, bunları özel sohbetlerinde söylüyorlar. Ben onların söylediklerini ifade edemiyorum, onlar daha ağırlarını söylüyorlar. Hayret ediyorum ben de, yahu bunlar düne kadar hep beraber iş ortaklığı yaptılar, bu memleketin bütün ihalelerini bunlar aldılar, bu düşmanlık neden? Aslında onlarınki düşmanlık değil, yeni mevzi kazanma sanatı. Onlar bu sanatı çok iyi biliyorlar. Sizden önce de bir başka iktidarın yanındaydılar aynı adamlar, bunlar yer değiştirmeyi çok iyi biliyorlar. Sakın onlara güvenip de kendinize herhangi bir mevzi kazandığınızı düşünmeyin. Onlar mevzilerini değiştirerek sizi yapayalnız bırakmaya çok hazırlar. Şu anda da siz sadece onların kazandıklarından daha da fazla kazanmalarına sebep olabilmek için, o yolu açmak için onlar adına milletin karşısında sıkıntılı duruma düşüyorsunuz.

Büyük depremler atlatmış Çin, Tayvan, Şili ve Yeni Zelanda gibi ülkeler ne yapıyorlar biliyor musunuz? Sismik güçlendirmeye yatırım yapıyorlar yani deprem paralarını alıp duble yol yapmıyorlar. Onlar da herhâlde bu konuda bir kaynak ayırıyorlar ama onlar bu paraları sismik güçlendirmeye ayırıyorlar. Sayın Naci Hocam burada mı? Naci Hocamın bir demecini gördüm ben "Deprem paraları sadece depreme harcanmaz." diye, hayır, öyle bir şey yok. "Deprem parası" adı altında alıyorsanız depreme harcayacaksınız. Deprem paralarını alıp da başka bir şey yapamazsınız. "Oğlana saray, kızıma ev, öbürüne başka bir şey." değil, deprem için alıyorsanız depreme harcayacaksınız. Onun dışında "Biz istediğimiz yere harcarız." deme lüksüne sahip değilsiniz. Ben sayın hocanın bu konuda bir... Benim yanlış anladığımı düşünüyorum, Sayın Naci Bostancı böyle bir yanlış yapmaz diye düşünmek istiyorum, böyle bir yanlış ifade kullanmaz diye düşünmek istiyorum. Bu sismik güçlendirmeye para harcayan Çin, Tayvan gibi ülkelerde tüm evler birtakım sarsıntılara daha dayanıklı hâle getiriliyor. Dolayısıyla böyle bir depremde onlarda yıkılan bina sayısı daha az oluyor, can kaybı daha az oluyor.

Yasalarla belirlenmiş depreme uygunluk standartları oldukça katı aslında. Bu yasalar okullar, ofis binaları gibi diğer yapılar için de geçerli. Bakın, Tokyo 37 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık şehri, orada bile binaların yüzde 87'si depreme dayanıklı. Kaynak yetersizliği ya da inşaat yasalarının uygulanmaması ise nerede oluyor biliyor musunuz? Pakistan'da, Kamboçya'da, Çin'de ve Hindistan'da yani insan hayatına çok fazla önem verilmeyen bölgelerde oluyor. Peki, Türkiye bu konuda ne yapıyor? Maalesef hiçbir şey yapmıyor. AFAD'ın açıklamasına baktım ben, 5.407 bina ağır hasar almış yani Elâzığ, Malatya, Diyarbakır, Adıyaman ve Kahramanmaraş'ta. Bilim adamları büyük Marmara depreminde İstanbul'da 50 bin tane binanın ağır hasar alacağını söylüyor. 50 bin bina yıkılırsa, ağır hasar alırsa ne olur biliyor musunuz? Onar kişiden olsa 500 bin kişi büyük Marmara depreminde İstanbul'da hayatını kaybeder. Bakın, siz bu kafayla giderseniz bu 500 bin kişiyi gömecek mezarlık bulamazsınız ya, vallahi, ciddi söylüyorum. Bundan birkaç ay evvel Manisa'da olan depremde evleri zarar gören vatandaşlar hâlâ çadırda yaşıyorlar, gidin Manisa'ya görün. Onları bile bir yere yerleştiremediniz.

Üç ay evvel biz bir araştırma önergesi vermiştik bu depremle ilgili. Bu araştırma önergemize karşılık siz sessiz kalıp Türkiye'yi Kanal İstanbul Projesi'yle meşgul ettiniz yani olması mümkün olmayan, Türkiye'ye bir sürü sıkıntılar getirecek olan Kanal İstanbul Projesi'yle uğraştınız. Ben Kanal İstanbul'la ilgili birkaç şey söyleyecektim, onlardan vazgeçiyorum, zira şunu söylemek istiyorum: Kanal İstanbul çok uçuk bir proje yani yapılması da ülkeye getireceği faydalar açısından değerlendirdiğimizde de çok uçuk bir proje. Bunu yapmanın ne bu Hükûmete ne de bu ülkeye bir faydası olacağına inanmıyorum. Ben bu Hükûmetin böyle bir projeyi hayata geçireceğine de inanmıyorum ama bu ülke insanının hayaller peşinde koştuğunun çok farkında; bu ülke insanı hayal kurmayı seviyor, herkes hayal kurmayı seviyor, hepimiz seviyoruz ama bu hayalin bir gün gerçekleşeceği umudunu da hep muhafaza etmek istiyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, bu hayalleri ortaya koyup hiçbir zaman gerçekleştirmeyeceğini söylemeyi unutuyor, hayallerini söylüyor ama gerçekleştirmeyeceğini ifade etmiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; artık ülkelerde akıllı şehirlerden bahsediliyor. Artık kendi ekolojisi olan, elektriğini üreten, çevreyi ve insanı merkeze koyan, ulaşım sorunlarını aşmış, bilim ve teknoloji imkânlarını kullanan şehirlerin yüzyılı bu yıl.

Şehirlerimizin ve insanlarımızın yarınlarını çalan müteahhitlere ihtiyacımız yok bizim. Vatandaşlarımıza nefes aldırabilecek, geniş alanlar sunan, bu yapıları yapan mühendislere ihtiyacımız var. İnşaatla, betonla büyüyen ekonomi hiç gördünüz mü siz? Dünyadaki gelişen ülkelere baktığınızda inşaatla büyümüş, betonla büyümüş, üretim yapmadan büyümüş hiçbir ülke gösteremezsiniz.

Burada çölün ortasında bir Bedevi ülkesi yok, bizim petrolümüz de yok yani petrol parasıyla beleş yaşayan Vehhabîlerin ülkesi değil burası. Bu ülke çalışarak, alnının teriyle, hayatını ortaya koyarak evine rızkını, ekmeğini götürenlerin ülkesi ama on sekiz yıldır görüyorum ki yönetenlerin zihniyeti o çölün ortasında petrol parasıyla beleş yaşayan zihniyetle aynı.

Size göre şehirler inşaat projelerinin âdeta birer arazisi oldu. Zihniyetinizde mahalleler, sokaklar, çarşı ve pazarlar, kentin tanığı tarihî binalar, dereler, ormanlar ve özellikle İstanbul bir rant kaynağı ve merkezi oldu. Hatta sizler bunu kendi ağzınızla da itiraf ettiniz. Üç yıl önce "Biz bu şehrin kıymetini bilemedik, biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz. Bunun sorumlusu da biziz." Bunu diyen Genel Başkanınız Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dı.

Peki, itiraf etti de ne oldu? Fatih'in emanetine, Şehr-i İstanbul'a son ihanet projeniz Kanal İstanbul'un günahını nasıl çıkaracaksınız? Kanal projeniz sadece İstanbul'a değil, Türkiye'ye de bir ihanet projesidir. Yani yapılan AVM'lere, şehrin sağına soluna yerleştirilen o gökdelenlere, hançer gibi saplanan o gökdelenlere hiç girmiyorum. Sanıyorsunuz ki gökdelenleri diktiğimizde dünyayı fethediyoruz, finans merkezi kuruyoruz. Böyle bir dünya hiçbir zaman olmadı. İstanbul Finans Merkezi'ni gördünüz değil mi? Finans merkezinin bitmesi daha mümkün değil. Binasını bitiremediğimiz finansın içini nasıl dolduracağız bilmiyorum. Binasını bitiremiyoruz, içi nasıl dolacak, onu da merak ediyorum.

O güzel İstanbul'u paylaşırken -zaman zaman sizlerin de ben bakıyorum paylaşımlarınıza- bugünün İstanbul'unun paylaşımı yok hakikaten, o Yeşilçam filmlerindeki İstanbul'u paylaşıyorsunuz; aslında siz de farkındasınız o güzel İstanbul'a yazık ettiğinizin.

Tarihî Yarımada'yı fotoğraflarken gözüken o arkadaki çirkinlik abidesi, birbirine küsüp barışanların gökdelenleri duruyor. Hatırlıyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı küsmüştü bir ara, sonra bir imam-hatip lisesi yaptı o iş adamı arkadaşımız, barıştılar. O kuleler de duruyor, yıkılmadı hâlâ. Yani "Gücünüz yetmedi." demiyorum, gücünüz mutlaka vardır ama küsüp barışmak belki de orayı yıkımdan kurtardı.

Şehirlerin ekonomik, psikolojik, sosyolojik, mekânsal, estetik bütün boyutlarını anlamayanların o şehirleri bataklık olmaktan kurtarma şansları yok; ülkelerini de bataklık olmaktan kurtarma şansları yok. Artık, büyük nüfuslu kentler geri kalmış ülkelerde var. Bakın, dikkat edin, zannediyorum İstanbul 10'uncu büyük kent dünyada, 10'uncu veya 11'inci olabilir. 37 milyon nüfusla Tokyo geliyor ilk sırada, aklıma gelen, bildiğim kadarıyla Mexico City var 2'nci sırada ama mesela Amerika'da, 328 milyon nüfuslu Amerika'da hiç 16-18 milyon nüfuslu bir kent yok; yatay gelişmiş, küçük kentler var. Londra, Paris dışında yani çok eski yerleşim birimleri olan Londra, Paris dışında Avrupa'da da bu büyük kentlere rastlayamıyorsunuz. Sanayi ülkesi Almanya'da neden İstanbul kadar büyük bir kent yok, hiç düşündünüz mü bunu? Amerika'da 8 milyonluk New York'un dışında da yok. Yani bir tek büyük kent New York var, o da 8 milyon. Amerika'nın nüfusu bizden fazla -dediğim gibi, 328 milyon nüfusu var- bizden çok daha fazla zengin, bizden teknolojik olarak çok daha ileri fakat hiç öyle 15-20 milyon nüfuslu kentleri yok. Amerika'da altmış yılda nüfusu 15 milyon artan bir kent de yok. İlk ve temel ihtiyacımız, artık, insanca yaşanan, kontrol edilebilen, ulaşımın sorun olmadığı nefes alan şehirler olmalı. Boyuna nüfusu artan ve şişen şehirler ilkel, insanlık dışı, sağlıksız, korku verici ve mutsuzluk kaynağı bataklıklara dönüşüyor. Ülkemizin güçlü bir inşaat sektörüne tabii ki ihtiyacı var, Türkiye'nin kentsel dönüşüme her yerde ihtiyacı var ama rantsal dönüşüm için değil, geleceğin modern, güzel Türkiye'sini inşa etmek için inşaat sektörüne ihtiyacımız var.

Ülkenin batıdan doğuya zaten var olan bir sanayi hattı üzerine 250 bin, 500 bin nüfuslu yerel sanayi kentleri, önce altyapıları kurularak, İstanbul'un ve diğer büyük şehirlerimizin yükünü alacak şekilde kurulabilir. Mesele paraysa o parayı böyle de kazanabilirdiniz ama siz kolay parayı seçtiniz. Bu Kanal İstanbul Projesi için 75 milyar dolardan bahsettiler. Bu 75 milyar dolarla Orta Anadolu'da yani Selçuklu coğrafyasında 250 binlik, 500 binlik, sanayisi olan, ciddi yapılanmış, altyapısı olan 15 tane kent kurabiliriz ve Türkiye'nin o sosyal dokusunu da bozan büyük kentlere olan göçü de önleyebiliriz, hem sosyal meselesini çözeriz hem de Türkiye rahat bir nefes alır, büyük kentler rahat bir nefes alır. İstanbul sevdanız yani ranta ve paraya olan aşkınız maalesef bu planların önüne geçti. Bunları planlayacak bilimsel düşünce sizlerin siyasi menfaat ve kaygılarınızın önünde gelmeliydi, vatan aşkı böyle bir şeydir aslında.

Şimdi, getirdiğiniz bu teklifte amacınız ne biliyorsunuz, hani siz İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya gibi büyük şehirleri kaybettiniz ya işte bir taraftan, yerel seçimlerde muhalefete geçen büyükşehir belediyelerini kontrol altında tutmak, diğer taraftan da yakında önümüze getireceğiniz yerel yönetim kanunu değişikliklerinin altyapısını oluşturmak istiyorsunuz. Bu teklifle esas amacınız da bu, bunun ötesini düşünmemizi de bizden beklemeyin. Kısaca, yerel yönetimler muhalefete geçince artık Bakanlık yetkiyi kendisine alıp rantın yönetiminde söz sahibi olmak istiyor.

Kanun Teklifi'nin maddeleriyle ilgili milletvekili arkadaşlarım konuşacaklar ama ben de bazı maddelere kısaca dikkat çekmek istiyorum.

Kanun Teklifi'nin 2 ve 18'inci maddeleriyle yerel yönetimler ve TOKİ arasındaki yetki çatışmalarını engellemek gerekçesiyle yerel yönetimlerin yetkilerini TOKİ'ye devreden düzenlemeler yapılıyor. Belediyeye ait alanların TOKİ'ye devri son derece yanlış bir uygulama. Danıştay kararıyla belediyelere verilmiş olan haklar kanuni bir düzenlemeyle belediyelerden alınamaz. Bu uygulama Anayasa'nın 138'inci maddesine de aykırı. İktidar partisinin bu gibi yetkileri belediyelerden alıp merkezî kurumlara vermesi siyasidir, başka da hiçbir şekilde nitelemek istemiyorum. TOKİ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerinden bütün satır aralarında ve ipuçlarında yerel yönetimleri kontrol eden bir süreç organize ediliyor bu kanun teklifinde. Daha sonra, Genel Kurula getireceğiniz Yerel Yönetim Kanunu'yla birlikte bunu daha net göreceğiz. Özellikle kamu arazileri üzerindeki gerçek ve tüzel kişilerin işgal ettiği haksız işgal tazminatı dediğimiz ecrimisilin Millî Emlak Genel Müdürlüğü eliyle toplanarak yüzde 50'sinin genel bütçeye, yüzde 50'sinin de TOKİ'ye verilmesinin altını çizmemiz gerekiyor. Burada TOKİ güçlendiriliyor. Niye? TOKİ, biraz evvel bahsettim ya, sizin şu anda kulislerde dedikodunuzu yapan o müteahhitlere kaynak aktarıyor. Sayın Başkan, yüzüme bakıyorsunuz ama bunların çoğu sizin de arkadaşınız. Vallahi, hakkınızda söylemiyorum ama iktidarla ilgili söylediklerini bir bilseniz "Biz bunlara boşuna para kazandırmışız." diyeceksiniz. Çünkü onlar sizin gidici olduğunuzu anlamışlar, öyle inanmışlar, "Bunlar artık gidiyor, bizim de mevzi değiştirmemiz gerekiyor." diyorlar. Ama siz hâlâ onlar lehine kanunlar çıkarmaya devam ediyorsunuz. Onlar sizi çoktan terk etti, siz hâlâ terk etmediniz onları.

Teklifin 19'uncu maddesinde kamuoyunda Salda Gölü'nün kıyılarına millet bahçesi yapılması hususuyla gündeme gelen düzenlemenin kanunlaştırılması amaçlanıyor. Kanun teklifiyle, kıyılara yapılacak alanlara millet bahçeleri ekleniyor. Burada aklıma ne geldi biliyor musunuz? Sayın Hülya Koçyiğit'in, büyük sanatçımız Hülya Koçyiğit'in damadına Konyaaltı'nda verilen o sahil şeridindeki yer aklıma geldi. Antalya Büyükşehir Belediyesi bunu iptal etti. "Bu kanunla beraber millet bahçesi yapacağız." dediler. Bu millet bahçesi kime ihale edilecek bilmiyoruz. Bir de bir şey söyleyeceğim, millet bahçesinin hukuki tanımı ne? Yani 60 katlı bir bina da millet bahçesi olabilir, tek katlı yüzeysel bir bina da millet bahçesi olabilir. İçinde neler olacağı da tarif edilmediği için her şey millet bahçesi tanımına girer. Kıyıların yağma edileceği, peşkeş çekileceği bir kanun bu. Gökan Bey, siz de bu konuya dikkat çekmişsinizdir zannediyorum. Doğal güzelliklerimizin çevrelerine ucube yapılar yapmaktan vazgeçin ya da kurulabilecek rant odaklı işletmelerin ne gibi zarar verebileceğini kamuoyuyla paylaşın. Öncelikle, Anayasa'nın 43'üncü maddesi bağlamında bu teklif düzenlenmeli, millet bahçesinin ne olduğu açıkça ifade edilmeli ve ona göre düzenleme yapılmalı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, bağlayın sözlerinizi Sayın Türkkan.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Bu kanun teklifiyle, bir taraftan kişiye özel ayrıcalıklı rantlardan, kentlerin yaşanamaz hâle geldiğinden şikâyet edilirken bir taraftan -yine daha önceki kanunlarda olduğu gibi- Cumhurbaşkanına özel kanun teklifi hazırlandığını görüyoruz.

İşte, kanun teklifinin 20'nci maddesinden bahsedeceğim size. Bu maddeyle Bitlis'in Ahlat ilçesine, Van Gölü'nün kıyısına resmî kurum yapılabilmesi yönünde düzenleme yapılıyor. Anayasa Mahkemesi kararı ve Kıyı Kanunu deliniyor bu maddeyle. Burada, bildiğiniz gibi, Cumhurbaşkanlığı saray inşaatı başlamış ve bununla alakalı daha önce yapılan yasal düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Getirdiğiniz kanun teklifindeki bu maddeyle Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği bir düzenlemeyi ufak değişikliklerle yeniden Meclis gündemine getiriyorsunuz yani Anayasa'yı bir kez daha ihlal ediyorsunuz.

İlkesel olarak, Türk tarihinde müstesna bir yeri olan Ahlat ilçemizde Türk devletini temsil edecek bir tesisin kurulması son derece doğaldır ancak bu tesisin yeri noktasında hukuksuzluk kabul edilemez.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım.

BAŞKAN - Buyurun, lütfen bitirin artık.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Bu kanun teklifi, hukuksuzluğunuzun kanunudur dersek yanlış olmaz. Yıllardan beri göz yumduğunuz kentsel rantın itirafıdır bu kanun teklifi aynı zamanda ve İstanbul'u kaybetmenin intikamını almaya çalışmaktır.

Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)