GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:34
Tarih:15.12.2019

HDP GRUBU ADINA KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Değerli hazırun, saygıdeğer milletvekilleri, Değerli Bakanlar, Sayın Millî Eğitim Bakanı; herkese sevgiler, saygılar sunuyorum.

Öncelikle dün Dersim'de Hakk'a yürüyen 104 yaşındaki hak ve hakikatin âşığı; dengbej, kemanıyla stranları, klamları dile getiren; yolumuza, erkânımıza hizmet eden Silo Qız'ı sevgi ve saygıyla uğurluyoruz. Şu anda Dersim Cemevinde Hakk'a uğurlanıyor. Mekânı pürnur olsun, Hızır makamına mihman olsun diyoruz.

Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi üzerine konuşmak için söz almış bulunuyorum. 1 milyonu aşkın eğitim emekçisi, 18 milyona yakın öğrenci yaklaşık 125 milyar 397 milyonluk bir bütçeyle karşılanacak ve bu bütçenin yüzde 84'ü personel harcamalarına, geri kalan yüzde 16'sı da yatırımlara ayrılmış durumda. Bu kadar devasa sorun içerisinde bu yüzde 16 yatırım bütçesiyle ne yapılacağı çok ciddi bir sorundur.

Eğitim uygulamasındaki karmaşaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Taşımalı eğitim, özel eğitim ve benzeri adlar altında yapılan karmaşaya bir an önce son verilmesi gerektiğini düşünüyoruz ve eğitime yapılan özel harcamalar, özel eğitim bir Anayasa ihlali olup Türkiye Cumhuriyeti devleti Anayasası'nda "Eğitim, devlet okullarında zorunlu ve parasızdır." denilmesine rağmen maalesef paralı ve özel eğitim yapılmaktadır.

Bir diğer önemli problem, eğitimin tekçi, inkârcı ve asimilasyoncu olmasıdır. Bu tekçi, inkârcı ve asimilasyonculuk ne kadar ki Türkçe dışındaki diller üzerinde yürütülüyorsa da Türkçeye dönük de çok ciddi bir asimilasyon söz konusudur, onu da söyleyeceğim.

Bakınız Sayın Bakan, Talim ve Terbiye Kurulunun 9/9/2014 ve 17/9/2014 tarihli kararlarıyla, Türkiye'de konuşulan yerel dillerle ilgili dersler oluşturulmasına rağmen Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı döneminde, bu seçmeli derslere 79 bin başvuru olmasına rağmen bu derslerle ilgili sadece 59 öğretmen ataması yapılmıştır ki bu, oldukça komik bir durumdur ve hâlâ okullarımızda zorunlu din dersi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararına rağmen, Türkiye'de alınmış kararlara rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki Hasan Zengin, Mansur Yalçın kararına rağmen ve Türkiye'de İstanbul Milletvekilimiz Ali Kenanoğlu'nun bizzat başvurusuyla Danıştayın vermiş olduğu karara rağmen zorunlu din dersi Alevi öğrencilere dayatılmakta ve ciddi bir hak ihlali ortaya çıkmaktadır.

Şimdi, Sevgili Bakanım, katıldığınız bir TV programında Özlem Taner'in "Ela gözlerini sevdiğim dilber" nefesini huşu içinde dinliyordunuz değil mi? Özlem Taner'in çaldığı sazın adı "Dede Sazı" o Dede Sazı babamdan kalma, bende de var; eyvallah. Sazı buraya getirip aynı melodiyi çalmak istedim ama maalesef Meclis İçtüzüğü buna cevaz vermediği için bunu gerçekleştiremedik.

Laik, demokratik, bilimsel eğitim denilen ve ana dilde eğitimin bir insan hakkı, tartışmasız bir insan hakkı olduğu süreçte hâlâ Kürtçede, Lazcada, Çerkezcede, Arapçada, Pomakçada ve benzeri dillerde eğitim yapılmıyor olması insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Bu, bir hak ihlalinin ötesindedir ve 14 Ekim 1990 yılında Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından imza konulan Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 17, 29 ve 30'uncu maddelerine çekince konulmuştur. Bunun sebebi, yerel dillere dair yayın ve yerel dillere dair eğitimdir. Uluslararası bir sözleşmeye çekince koymanın hukuki anlamı şudur: "Biz bunu ileriki süreçte düzelteceğiz ve oradaki imzamızı da düzelteceğiz." anlamına gelir ama 1990'dan bu yana otuz yıllık bir süre geçmiş olmasına rağmen ne yazık ki bu konuda bir gelişme sağlanmamıştır. Sadece Çocuk Hakları Sözleşmesi mi? Hayır. İnsan Hakları Sözleşmesi'ne dair de, Avrupa Sosyal Şartı'na dair de, Birleşmiş Milletler Engelli Haklar Sözleşmesi'ne dair de, UNESCO'nun Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme'sine dair de maalesef ciddi hak ihlalleri söz konusudur. Eğitimde fırsat eşitliği yoktur. Eğitimde tamamen erkek egemen, tamamen cinsiyetçi bir akıl tahakkümlüdür; ders kitaplarında, eğitimin uygulamasında bu, bizatihi gözlenmektedir.

Şimdi, mülteci çocukların eğitimi ne olacak? Hapishanelerde bulunan 2.800 çocuğun 1.800'ü tutuklu, geri kalanlar annesiyle, babasıyla kalmak durumda. Bunların eğitimi ne olacak? Bu nasıl vicdandır ki bir çocuğu tutukluluk hâline sevk eder ve bütün haklarından yoksun kılar.

Sevgili Bakanım, hatırlarsınız, 2004 yılında yapılan eğitim programı değişikliğinin temel sebebi PISA sınavları, TIMSS sınavları, PIRLS sınavlarındaki başarısızlık idi fakat bu konuda bir başarı sağlanamadı. Yapılan araştırmalara göre Anadolu liseleri, sosyal bilimler ve fen liseleri bu konuda başarılı olmasına rağmen imam hatip liseleri bu konuda oldukça başarısızdır ve bir hakikat daha vardır sevgili vekiller, bakınız, Ece Ayhan "Meçhul Öğrenci Anıtı" şiirinde ne diyor:

"Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında

Bir teneffüs daha yaşasaydı

Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür

Devlet dersinde öldürülmüştür."

Sevgili Bakanım, devlet dersinde öldürülen çocuklar ne olacak? Ali İsmail Korkmazlar, Berkin Elvanlar, Aladağ'daki çocuklar, Uğur Kaymazlar, Madımak'ta katledilen 12 yaşındaki Koray Kayalar ne olacaklar? Ve kırk yıllık çatışmalı ortamdan kaynaklı olarak babasını yitirmiş asker çocukları, Kürt çocukları, Türk çocukları ne olacaklar? Bunların eğitimine dair spesifik, uygulamalı bir şey var mıdır? Ne yazık ki bunu da göremiyoruz.

Sevgili Millî Eğitim Bakanı, şunu özellikle vurgulamak istiyorum, siz de sıkça vurguluyorsunuz, dile getiriyorsunuz: Öğretmenlik mesleğini düzenleyen öğretmenlik meslek kanununa ne oldu? Öğretmenlik mesleği sıradan bir devlet memurluğu değildir. Öğretmen eğitim ve bilim insanıdır, öğretmen bir tür akademisyendir ama öğretmenlik mesleğini düzenleyen ne yazık ki bir yasa yoktur ve bu, içler acısıdır. Ders ücreti 15,2 liradır, içler acısıdır. 3600 ek gösterge hâlâ bütün öğretmenlerin merakları bakışları arasında, ne olacağı belli olmuyor. Eğitim ödeneği 1.050 liradır, komik bir rakamdır bu, bir maaş tutarında bile değildir. Sayın Bakanım, niye Öğretmenler Günü'nde öğretmenlere 1 maaş tutarında ikramiye verilmemektedir? Ataması yapılmayan öğretmenler, intihar edenler; bunu çokça görüyoruz. EĞİTİM-SEN'in araştırmalarına göre, KPSS'ye giren 100 öğretmenden sadece 16'sının ataması yapılabiliyor.

Müfredat dinselleştiriliyor. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü âdeta imam-hatip bakanlığına dönüşmüş, Bakanlık içinde bakanlık olmuş ve bu Genel Müdürlüğe 9 milyar 904 milyon lira ödenek ayrılmıştır. Ayrıca, Bakanlığınız ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında yapılan protokollerde Alevi inancı, farklı inançlar asla dikkate alınmamakta; asimilasyoncu, tekçi, inkârcı bir uygulama vardır.

Yine, OHAL'le ihraç edilen, KHK'yle ihraç edilen, adı konmamış bir idam cezasına mahkûm edilen öğretmenlerin durumu ne olacak, 34.393 öğretmenin ve 5.904 -bunların 480'i idari personel- akademisyenin?

Tabii ki eleştirilerimiz çok ama önerilerimiz de var. Bakın, Sayın Bakan, buraya çıkan hemen herkes şunu diyor, dillere pelesenk olmuş bir metafor var, deniyor ki: "Türkler ve Kürtler et ve tırnak gibidir." Biz et ve tırnak gibi değiliz. Ben yeni bir metafor söyleyeyim size: Türkler ve Kürtler, Araplar ve Türkler, Ermeniler ve Kürtler et ve tırnak gibi değildir, kan ve can gibidir; kan giderse can da gider. O nedenle kana ve cana dikkat edelim. Et ve tırnak metaforu gündemden ve yürürlükten kalkmıştır. Biz, kan ve can gibiyiz. Türkiye halklarıyla asla ve kata hiçbir koşulda ayrılmayacağız ama haklarımızın da savunucusu olacağız.

Hacıbektaş'a bir doğa ve toplum bilimleri üniversitesi, Doğubayazıt'a Ahmedi Hani tarih ve felsefe üniversitesi, Mor Gabriel'e Süryanilerin haklarını karşılamak için bir üniversitenin yapılması gerekiyor. Eğitimin yerel yönetimlere devredilmesi, belediyelere devredilmesi, belediyelerin eğitimde etkin rol alması gerekiyor. Ana dilde eğitim sorununa bir an önce vakit kaybetmeden çözüm bulunması ve her topluluğun kendi dilinde eğitim yapması olanağının tanınması ve Kürt sorununun temel çözümünde de bunun vazgeçilmez bir gerekçe olduğunun görülmesi gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım.

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Şimdi, bütün bunları sıralıyoruz ama şöyle bir şeyle karşılaşıyoruz. Rahmetlere gark olası Enver Gökçe diyor ki "Gök Mustafa" şiirinde: "Bir gün köye cenderme gelmiş/ Önüne keşkek koymuşlar, yemiş/ Sevmemiş/ Bal koymuşlar, parmaklamış/ 'Iıh' demiş/ Bir Gök Mustafa varmış/ Yaşıyor mu, bilmem/ Demiş ki: 'Neyliyek Ağa, sana yumurta mı pişirek?"

Şimdi, biz "barış" diyoruz, "adalet" diyoruz, "insan hakları" diyoruz, "çözüm" diyoruz; bütün bunlar olmuyor. Peki, neyliyek? Bunlardan vaz mı geçek? Hayır, vazgeçmeyeceğiz. Ne yapacağız? Clara Zetkin'in dediği gibi: "Vardık, varız, var olacağız." (HDP sıralarından alkışlar)

Sevgili Başkanım, izninizle bir dakika daha rica ediyorum, özellikle rica ediyorum bir hakikati vurgulamak açısından.

BAŞKAN - Buyurun.

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Annesinin adı Mümine, babasının adı Sultanül Ulema Bahaeddin Veled, kendisinin adı Celâlettin; lakabı Rûmi, sıfatı Mevlâna; mürşidi "güneşim" dediği Şems-i Tebrizî ve yareni "mehtabım" dediği Selâhhaddin Zerkubî ve "sır kâtibim, yıldızım" dediği Süleyman Çelebi'yle yâr ve yarenlik yapan; hakkın, hakikatin ve adaletin yaşamsal örgütlenmesine hizmet eden, hakkın ve hakikatin mürşidi Mevlâna Celâlettin Rûmi'nin 746'ncı ölüm yıldönümü için anma programı yapılacak. Bakınız, gelin, ben bir Kürt Alevi olarak, sizler bir Türk olarak -öbürü başka bir inançtan, öbürü başka bir dilden- "Ne olursan ol, gel." diyen Mevlâna'nın felsefesinde, hoşgörüsünde, bakışında, görüşünde, anlayışında buluşalım. Mevlâna, Hacı Bektaş, Yunus Emre ve...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Selamlayın Sayın Bülbül.

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Rivayet edilir ki Yunus, Mevlâna Dergâhı'nı ziyarete gider ve "Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun/ Assın ziyandan geçtim, dükkânım yağma olsun." nefesini Mevlâna'yı ziyaretinde söyler. Ve yine Mevlâna'yı ziyaretinde bir şey daha söyler, Mesnevinin tamamını okur ve der ki: "Mevlâna Hüdavendigar da kendini çok yormuş." "Ya ne deseydi?" derler. Der ki: "Ete kemiğe büründü/ Yunus diye göründü/ Yunus miskin yok oldu Külli varı Hak oldu."

Hak ve hakikatte buluşmak; özgürlüğe, eşitliğe, adalete hizmet etmenin temel unsurlarından biri eğitim faaliyetidir. Sözün fazlası cahile söylenir. Sayın Bakan, siz arifandansınız, anlayacağınızı düşünüyorum.

Sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)