| Konu: | AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ HAKKINDA KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 78 |
| Tarih: | 14.03.2012 |
AK PARTİ GRUBU ADINA NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı hakkında Grubum adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Milletin kürsüsünden milletin vekillerine hitap etmek her zaman her kula nasip olmaz, onun için, burada sizlerle birlikte olmak güzelliklerle birlikte olmak diyerek Yunus'la sözüme başlamak istiyorum. Dışarıda kuliste yaşananlar veya burada söylenen sözler inşallah Yunus'un bu sözleriyle başka bir boyuta geçer.
Bakın, Âşık Yunus ne diyor:
"Benim bunda kararım yok,
Ben bundan gitmeye geldim.
Bezirgânım metaım çok,
Alana satmaya geldim.
Ben gelmedim davi için,
Benim işim sevi için.
Dostun evi gönüllerdir,
Ben gönüller yapmaya geldim."
Diğer bir gönül ağlamasında Yunus:
"Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz." diyerek bize çağlar ötesinden sesleniyor.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Ama bu dizeleri Denizli'de söylemiyorsun, Denizli'de.
NİHAT ZEYBEKCİ (Devamla) - Değerli kardeşlerim, sözlerime başlamadan önce bugün 14 Mart Tıp Bayramı sebebiyle, ülkemin en ücra köşelerinde, en ıssız yerlerinde, en umutsuz anlarında milletime hizmet eden bütün doktorların da Tıp Bayramlarını kutluyorum.
Bugün burada görüştüğümüz bu kanun, eğer 24'üncü Dönemi 1 Ekim 2011 tarihi itibarıyla fiilen başladı diye varsayarsak o günden bugüne kadar görüştüğümüz en önemli bir veya iki kanun tasarısından birisidir çünkü yıllardan beri, belki yüzyıllardan beri maalesef yanlış iliklenen bir ceketi veya düğmeyi, düğmeler silsilesini bir türlü değiştirememiş olmanın da zorluklarını yaşadık. Yedi yıl belediye başkanlığı yaptım, yedi yıl bu zorlukları fırının satış bölümünde değil, fırının ocak bölümünde yaşayarak yaşadım, görerek yaşadım, ateşin orada yaşadım. Öyle mahalleler gördüm ki şehrin göbeğinde, ortasından, kırk yıldan beri, elli yıldan beri 20-30 bin kişinin ortasından kanalizasyon dereleri akıyor. Öyle mahalleler gördük ki, öyle mahalleler vardı ki gözümle gördüm, gelinlik kız damadın sırtında evine çıkmaya çalışıyordu. Öyle mahalleler gördük ki bir cenaze olduğunda battaniyeyle düz alana indirilip ancak orada yıkanabiliyordu.
Değerli kardeşlerim, değerli milletvekillerim; tüm dünya 1700'lü yıllardan itibaren inanılmaz bir şekilde sanayileşerek, inanılmaz bir şekilde bilim ve teknoloji toplumu olarak büyük bir dönüşüme uğradı. İlkel tarımdan modern tarıma, el emeğinden büyük sanayi kuruluşlarına, habersizlikten haberleşmeye, köylerde, kırsalda yaşamaktan şehirlere, modern kentlere doğru yoğun bir, afete benzer bir göç yaşandı. Bu olgu, sanayinin, teknolojinin, bilimin geliştiği ülkelerde kentleşmeyle sanayileşme birlikte gerçekleştirildi, çarpık kentleşme, çarpık sosyal doku hemen hemen yok sayılacak derecede iyi olarak yapıldı ama bizim gibi ülkelerde, bizim gibi, bize benzer ülkelerde, Türkiye, Brezilya, Çin, Hindistan gibi ülkelerde önce tüketim toplumu olduk, önce köylerden, kırsaldan kentlere doğru büyük bir hücum yaşadık; sonradan sanayileşme, sonradan bilim toplumu olma, sonradan endüstriyel toplumlar hâline gelmeye çalıştık. İşte asıl afet budur. Köyden kente geldiğimizde -ki Anadolu kentleri genelde hep böyledir- ilçesinden kente girerken kentin ilk girişinde, ilçesinden giren tarafta hemen kendisi bir parsel alır, en yakın akrabasının uygulamış olduğu projeyi, mimari veyahut da mühendislik projesini kendi başını sokacak ev için yapar ve aynı vatandaşımız belediyeye gider. Belediyeden su ister, belediye ona 200, 300, 500 metre, 1 kilometre mesafedeki bir su borusu varsa orayı gösterir, vatandaşımız oradan evine bir hortumla su çeker, kanalizasyon da hakeza. Aynı vatandaş TEDAŞ'tan elektrik istedi. Aynı vatandaşa yine o mesafede bir direkten elektriği kendisi alsın diye gösterilir, üç beş tahta direk dikerek vatandaşımız elektrik ihtiyacını giderir. Yıllardan beri bu ülke böyle oldu.
Bakın bazı rakamlar vererek nereden nereye geldiğimize dikkatinizi çekmek istiyorum. 1927 yılında Türkiye'nin nüfusu 13 milyondu, 2011 yılında Türkiye'nin nüfusu 75 milyon, tam 6 kat arttı. 1927 yılında Türkiye'deki nüfusun yüzde 24,2'si şehirlerde yaşıyordu, 1950 yılına kadar bu durağan seyretti, 1950 yılında Türkiye'de yaşayan nüfusun ancak yüzde 25'i kentlerde yaşıyordu. 1975 yılına, 1980 yılına geldiğimizde Türkiye'deki kentlerde yaşayan nüfus oranı yüzde 50'ye geldi. 2010 yılına geldiğimizde bu rakam yüzde 75'e geldi yani katlanarak arttı. Asıl afet budur.
Değerli milletvekilleri, bakın bir örnek vereceğim, bu da Denizli'den örnek. 1975 yılında Denizli Hollanda'nın Almelo kentiyle kardeş şehir oldu. 1975 yılında Denizli'nin nüfusu 72 bindi, Almelo'nun nüfusu 70 bindi. 2011 yılına geldiğimizde -son sayımdan bahsediyorum- Denizli'nin merkez belediye nüfusu 536 bine çıktı, Almelo'nun nüfusu 70 binden 72 bine çıktı. Yani, bu kentsel dönüşüm yasasının, bu uygulamanın neden gerekli olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, aklı olan insanların yaşadıkları, yaptıkları gibi bizim de artık aklımızı kullanmamızın zamanı geldi. Biraz önce Değerli Bakanımız burada İstanbul'da yaşanacak olan bir afetin insanlık dramına nasıl dönüşeceğini anlatmaya çalıştı. 8 veya 9 şiddetinde -Allah vermesin- İstanbul'da bir deprem afeti olursa İstanbul'da bütün elektriklerin kesildiğini, bütün caddelerin ulaşıma kapandığını, suyun akmadığını, enerjinin olmadığını -doğal gazın- birçok yerde yangın çıktığını ve günlerce hiçbir yere ulaşılamadığını, 15 milyon insanın iki gün, üç gün sonra ne hâle geleceğini düşündüğümüzde inanın bir korku filmini seyreder gibi oluyoruz. Bu Türkiye'de birçok şehirde böyledir.
Yine, 2004 yılında 28 Mart seçimleriyle belediye başkanı olduk. Bir deprem tatbikatı yapılıyor, belediyenin itfaiye ekipleri iki dakikada deprem alanına varıyor, tugay komutanlığından askerî birlikler iki buçuk dakikada varıyor, sivil savunmanın ekipleri beş dakikada varıyor. Ben dedim ki: "Arkadaşlar, deprem oldu, yollar kapandı, hiçbir yerden geçemiyorsunuz, nasıl geliyorsunuz?"
Onun için, insanlık dramı yaşanmaması için, onun için aklımızı kullanmamız için? Ve bize bahsedilen gibi "Biz size akıl verdik, siz aklınızı kullanmaz mısınız? Siz akletmez misiniz? Aklını kullanmayan toplulukların üzerine biz pislik yağdırırız." dedikleri bu olsa gerek. Bir an önce aklımızı kullanalım, bir an önce bu tür uygulamaları başlatalım diye düşünüyorum.
Bu yasa tabii ki birçok derdi, birçok sorunu ortadan kaldıracak bir yasa değildir, bu yasa milletin rızası olmadan yapılabilecek bir uygulama da değildir. Onun için, bu siyaset üstü bir şeydir, bütün siyasi partilerin meselesidir bu. Belediye başkanı olduğumuzda biz bunu yaşadık. Ne zaman ki bir yerde bir sorunu köklü olarak çözmeye gittiğimizde, maalesef siyasi kaygılardan dolayı bu iş siyasete alet edildi, yaptırılmamaya çalışıldı. Kentsel dönüşümün olduğu, gecekondu dönüşümünün olduğu yerlerde maalesef seçimlerde "Bunlar bu şehri baştan aşağıya yıkacak." efsanesi ve tevatürleri çıkarıldı.
Ne olur, burada bütün siyasi partilere diyorum ki: Bu siyaset üstü, bu partiler üstü bir uygulamadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen sözünüzü bağlayınız.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) - Yasada öyle bir şey yok ki.
NİHAT ZEYBEKCİ (Devamla) - Oturalım hep beraber bu Mecliste bir kerecik olsun aklı egemen kılalım. Gelecek nesillere ait bize emanet olan bu tabiatı, doğayı, suyu, çevreyi, her ne varsa bizim burada endişemiz olan, onları hep beraber yönetelim diyorum.
Bu tasarının yasalaşması hâlinde ülkemize, şehirlerimize, insanlığa hayırlar getirmesini dileyerek yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Zeybekci.