GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:14
Tarih:06.11.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 117 sıra sayılı Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'yle ilgili olarak teklifin geneli hakkında İYİ PARTİ'nin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Uzun bir adı olan kanun teklifinin içinde düzenlemeye tabi tutulan üç alan var: Bunlardan birincisi ödeme sistemleri, ikincisi menkul kıymet mutabakat sistemleri, üçüncüsü ödeme hizmetleri ve elektronik para kuruluşları. Dikkatinizi çekiyorum, birincisinde ödeme sistemleri, üçüncüsünde ödeme hizmetleri... Sistemler genellikle kamu tarafından kuruluyor, ödeme hizmetleri ise özel sektörün önünün açılması, onların da bu alanda devletin gözetim ve denetimi altında hizmet vermesini sağlayan bir düzenleme.

Ödeme sistemleri dediğimiz zaman aklımıza gelen şu: Bir ekonomide bütün birimlerin herhangi bir anda, herhangi bir zaman diliminde birbiriyle yaptıkları tüm işlemlerin nihai olarak bir yerde toplanması ve bu toplanmanın sonucunda ortaya çıkan bakiyelerin bir şekilde karşılıklı olarak mahsuplaşması; alacaklı olanların alacaklarını tahsil etmesi, verecek olanların da vermesi gerekenleri vermesi. Bu, genellikle "Merkez Bankası parası" dediğimiz, parayı basan ve onun yönetiminden sorumlu olan merkez bankaları nezdinde kurulur ödeme sistemleri. Dolayısıyla, ülkemizdeki ödeme sisteminin adı "Elektronik Fon Transferi" dediğimiz (EFT), Japonya'da bunun adı "Zengin", Avrupa'da, euro bölgesindeki sistemin adı TARGET.

Menkul Kıymet Mutabakat Sistemi ise bir menkul kıymetin yine bir paranın el değiştirmesi gibi alacaklı tarafından gönderilmesi ve karşı tarafın da bunun karşılığında göndermesi gereken kıymeti iade etmesi fakat dünyada zaman ve mekân farklılıkları olduğundan bu işlemlerin olabilmesi için merkezde bir kuruluşun olması lazım. Diyelim ki elimde euro var, buna ihtiyacım yok ama dolara ihtiyacım var; arbitraj yaptım. Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa'da Frankfurt'un arasındaki saat farkından dolayı eğer ben yaptığım arbitrajla ilgili olarak sattığım euroları Amerika'daki "counterpart"ımın, benimle muhatap, işlem yapanın Avrupa'daki, Frankfurt'taki hesabına öder isem aradaki zaman farkından dolayı eğer Amerika'da benimle işlem yapan kuruluşun herhangi bir sorunu ortaya çıkar, örneğin iflas ederse, ben ödemem gerekeni ödememe rağmen almam gerekeni alamıyorum. Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir şey geçmişte oldu, bugün hâlâ mümkün ve dolayısıyla da çözüm olarak ortaya bir mutabakat sistemi kuruluyor.

Burada yapılmak istenen şey, ben sattığımla ilgili belgemi, eğer hisse senedi sattıysam veyahut da kamu kâğıdı sattıysam kâğıtla ilgili bilgiyi bir merkeze gönderiyorum, bunu alan karşı taraf da parayı buraya gönderiyor. Sorumlu olan kuruluş ikisini karşılaştırıyor; alan budur, satan da budur diyor, ondan sonra alanın hesabına hisse senedini veya tahvili koyuyor, satanın hesabına da parayı koyuyor. Dolayısıyla, menkul kıymet mutabakat sistemleri de bir sistemin sıhhatli ve sağlıklı yaşayabilmesi için son derece önemli.

Bir de şunu akılda tutmak lazım: Ülkelerde döviz pozisyonları tutuluyor. Bizim ülkemizin Merkez Bankasının döviz pozisyonunda bulunan dolarlar Amerika Birleşik Devletleri'nde, Merkez Bankasının pozisyonunda bulunan eurolar ya Almanya'da ya da euro bölgesinde -Fransa'da- hangi ülkeyle işlem yapıyorsa, sterlinleri İngiltere'de, yenleri Japonya'da, Kanada doları ise Kanada'da; diğer ülkelerin eğer Türkiye'deki herhangi bir bankayla veya kuruluşla bir işlemi var ve dolayısıyla da ellerinde Türk lirası bakiyeleri, balansları varsa onların Türk liraları da Türkiye'deki bankalarda muhabir hesaplarında duruyor. Dolayısıyla, bu işlemlerin sıhhatli ve sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için bu düzenlemelerin mutlaka yapılması ve dolayısıyla burada görülen risklerin de minimize edilmesi gerekiyor.

Öbür taraftan, ödeme hizmetleri ve elektronik para kuruluşları konusunda ise, özel sektörün bu alanda da istihdam yaratabilmesi, iş yapabilmesi ve dolayısıyla onun da önünün açılması, ancak kamu otoritesinin bilgi ve kontrolü dâhilinde bu işleri yapabilmesi gerekiyor. Örneğin, bir şirketin 10 bin çalışanı var. 10 bin çalışanına her gün yemek vermek yerine mutfakta yemek kaynatmıyor, onun yerine kupon veriyor, o kuponla insanlar gidiyorlar anlaştıkları lokantalarda yemek yiyorlar. Dolayısıyla bu da aslında bir para işi. Dolayısıyla karşılığında -tabiri caizse- bir para basma işi var. Bunun da kontrol edilmesi gerekiyor ve dolayısıyla buna da biz "elektronik para" diyoruz. Örneğin Sodexo diye bir şirket var, çalışanlarına yemek kuponu veriyor. Bunun dışında Moneygram, Paypal gibi ödeme sistemleri de bu tür işlemleri yapıyorlar.

Görüşmekte olduğumuz yasanın backgroundu, geçmişi şöyle: Türkiye'deki ödeme sistemleri ve mutabakat sistemleriyle ilgili mevzuatın Avrupa Birliği müktesebatına uyumlaştırılması için 1998 yılında Avrupa Birliği tarafından çıkarılan Menkul Kıymet Mutabakat Sistemi Direktifi, 2007 yılında çıkarılan Ödeme Hizmetleri Direktifi ve 2009 yılında çıkarılan Elektronik Para Direktifi çerçevesinde 6493 sayılı Yasa 2013 yılında çıkarıldı. Daha sonra 2015 yılında Ödeme Hizmetleri Direktifi 2 çıkarıldı ve buna da en geç 13 Ocak 2018'e kadar uyum sağlanması istendi. Gecikmeli olarak bu yasa şu anda önümüze geldi. Dolayısıyla 6493 sayılı Yasa'da yapılmak istenen değişikliklerle biz 2015 yılında çıkarılan ikinci direktifin gereklerini yerine getiriyoruz.

117 sıra sayılı Yasa Teklifi bu uyumu hedefliyor. Dolayısıyla yasa Komisyon aşamasında görüşülürken konuyla ilgili parti sözcüsü arkadaşlarımız, milletvekillerimiz şu tür görüşleri gündeme getirdiler: "Ülkemizde bir kriz var, işsizlik almış başını gidiyor, yoksulluk had safhada, dolayısıyla ne oldu da birdenbire böyle bir sistem getirildi? Acaba bir şeyler mi saklanıyor, gizleniyor?" gibi endişelerini dile getirdiler. "Gerçekten ne oldu? Hangi sorun yaşandı da o soruna yönelik bir düzenleme yapıyoruz? Görev neden Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumundan alınıyor? Bu BDDK neyi yapamamıştır da bu görev tek Merkez Bankasına veriliyor ve Merkez Bankası bunu diğer kuruluştan daha mı iyi yapacak? Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası borç sarmalı içinde olan ekonomik birimlerin yanında tetikte olması mı gerekiyor? Onun için mi bu düzenleme getirildi?" itirazları gündeme getirildi. "Böylece borç yönetimiyle kriz mi yönetilmeye çalışılıyor?" denildi getirilen eleştirilerde. "Bu teklif, yurttaşların bugüne dair derdi olan borçluluk, güvencesizlik ve geleceğe dair hangi belirsizliklerin giderilmesini amaçlamaktadır?" gibi sorular soruldu. "Bu teklif bu sorunları çözmeye değil, savsaklamaya yöneliktir." gibi iddialar ve görüşler ortaya konuldu. Dolayısıyla bu görüşlerin arkasında bulunan şu: Şüphe var, güvensizlik var, aldatılma endişesi var. Yanlış mı? Hayır, yanlış değil. Haklı sorular, ortada bir kabahat varsa kabahat soru soranda değil, soruyu sorduranda. Şeffaflığın, hesap verilebilirliğin olmadığı yerde bu sorular sorulur, haklı olarak sorulur. Dolayısıyla, biz İYİ PARTİ olarak bu yasanın mutlaka geçmesi gerektiğini, söz konusu uyumun sağlanması gerektiğini söylüyoruz ve dolayısıyla da Komisyon aşamasında arkadaşlarımızın gündeme getirdikleri ve biraz önce benim burada sizlerle paylaştığım bu endişelere mahal yoktur diye düşünüyorum, bu kanunu destekliyoruz.

Teklifin genel gerekçesinde şu şöyle söyleniyor, deniliyor ki: "Ödemeler alanı ülkeler açısından gerek reel ekonominin gerekse finansal sistemin sorunsuz bir şekilde çalışmaya devam edebilmesi açısından önem düzeyini artırmakta, ödemeler alanının sorunsuz ve kesintisiz çalışması ülkelerin güvenliğini ilgilendiren bir mesele hâlini almaktadır." Doğru bir tespittir. Ancak unutulmamalıdır, bu güvenlik tehdidi uluslararası finansal sistemin mimari dizaynından kaynaklandığı gibi, ülkelerin yanlış makroekonomik politikalarından da kaynaklanıyor. Türkiye bu konuda çok yanlış yaptı ve dolayısıyla ülkeyi tehdit noktasına maalesef getirdi. Asıl olan, ülkeni tehdide açık hâle getirmeyeceksin, getirilmemesi gerekir.

Bu açıdan baktığımızda sizinle şu bilgileri paylaşayım: Ödeme sistemlerinde, TARGET sisteminde euro dolaşır, EFT'de TL dolaşır, Amerikan sisteminde de dolar dolaşır. Dolayısıyla, ödeme sistemleri açısından, ülke paralarının etkinliği açısından nerede olduğumuzu göstermek için şu bilgileri sizinle paylaşmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi, şu anda Amerika Birleşik Devletleri dünya toplam üretiminin yüzde 15'ini sağlıyor ve dünya ticaretinin de yüzde 10'unun pay sahibi. Buna rağmen, Amerikan doları dünya ticaret sisteminde ve finansal sisteminde o kadar dominant, o kadar etkin ki küresel gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 70'i olan ülkelerin yüzde 70'inde doları "benchmark" olarak kullanıyorlar. Ülkelerin, özellikle gelişmekte olan ülkelerin toplam borçlanmalarının üçte 2'si dolar cinsinden, merkez bankalarının tuttukları rezervlerin üçte 2'si dolar cinsinden. Biraz önce de söylediğim gibi, Amerikan doları rezerv para ve bu rezerv paranın avantajını kullanıyor ve dolayısıyla gerektiğinde de ülkeleri tehdit ediyor "Ödeme sisteminden sizi çıkarırım." diye.

Şimdi, biraz önce söyledim, bu tehdit uluslararası ödemeler sisteminin ve finansal sistemin mimarisinden geliyor. Bu tehdidi Türkiye'ye yapmak ile İngiltere'ye yapmanın veya Japonya'ya yapmanın arasında hiçbir fark yok. Eğer gerçekten ABD Japonya'yı veya İngiltere'yi veya herhangi bir ülkeyi ödeme sisteminden çıkarırsa o ülkenin başı da derde girer. Dolayısıyla yapılması gereken şey, konulan uluslararası kurallara bire bir uyulması ve dolayısıyla da parası rezerv para olan ülkenin koyduğu kuralları ve dünyayı düşünerek hareket etmesi gerekir.

Dünyada uluslararası literatürde "haydut devlet" diye bir şey var, dolayısıyla devletler bu konuda ortaya koydukları düzenlemelere uymak zorundadırlar. Dolayısıyla devletlerin başkanları da keyiflerine göre hareket edip haydut devlet reisliği yapamazlar, yapmamalıdırlar. Ama buna rağmen böyle bir tehdit ve sıkıntıyla dünya karşı karşıya olabilir. Dolayısıyla yapılması gereken nedir? Yapılması gereken şu: Belki rezerv parayı çoklaştırmak ama bu mümkün değil. Mümkün, şöyle mümkün: Amerika Birleşik Devletleri ekonomisinin sahip olduğu gibi bir güce sahip olacak bir ekonomi ortaya çıkmalı. Çin buna talip mi? Şu anda toplam dünya rezervindeki Çin parasının payı yüzde 2-2,5 civarında; gelişmiş bir menkul kıymet piyasası yok. Dolayısıyla bizim gibi ülkeler maalesef Amerika'nın dolarını, parasını kullanmak zorunda. Onun için rezerv biriktiriyoruz. Rezerv biriktirmek çok pahalı. Kendi paramızla Amerika'nın dolarını alıyoruz, ondan sonra bunu götürüp Amerika'daki muhabir hesabımıza koyuyoruz, o parayı da Amerika'nın bütçe açıklarını finanse etmek için kullanıyoruz. Bu Türkiye'nin kabahati değil, Türkiye'nin eksiği değil, Türkiye'nin nakısı değil; dünyadaki bütün ülkeler bunu böyle yapıyorlar. Maalesef Amerikan doları çok etkin bir para bugün itibarıyla.

1865'ten Birinci Dünya Harbi'ne kadar bu rolü sterlin oynadı. Avrupa'daki ülkeler 1925-1936 arasında eski altın standart sistemi paritesinden tekrar uluslararası ödemeler sistemini gerçekleştirmek üzere altın standardına döndüler fakat bu yine çalışmadı. Bunu çalıştırabilmek için Uluslararası Ödemeler Bankasını kurdular fakat sonuçta, 1936'da bütün sistem ortadan kalktı, arkasından dünya İkinci Dünya Savaşı'na gitti. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra uluslararası finansal sistemin mimarisi için yine bir düzenleme yapıldı. Bu düzenlemede, bugünkü sistemde maalesef dolar hakimiyetini hâlâ koruyor. Dolayısıyla bu sadece Türkiye'nin sorunu değil.

Geçen ağustos ayında İngiltere Merkez Bankası Başkanı Amerika Birleşik Devletleri'nde "Jackson Hole" denilen bir yerde bir konuşma yaptı. Orada şunu önerdi, dedi ki: "Biz sentetik bir para ortaya koyalım, bu sentetik, dijital para doların yerini alsın ve dolayısıyla da bu bir dünya parası olsun, bu paranın içerisinde de diğer ülkelerin paraları olsun." Bu bir düşünce, bu henüz daha ana rahmine bile düşmemiş. Belki bütün merkez bankalarının birleşerek böyle bir para sistemi, para yaratabileceklerini de bugün itibarıyla kestirmek çok zor, pek de mümkün görünmüyor ama dünya şu yöne evriliyor: Şu anda cebimizde taşıdığımız banknotlar, fiziki paralar dijital para ortamına dönüyor ve dolayısıyla bu dijital para ortamından yeni bir para mimarisi ortaya çıkmak üzere. Bu açıdan şu anda görüşmekte olduğumuz yasa son derece önemli. Bu yasa hem kripto parayı hem de dijital parayı düzenlemek için Merkez Bankasına yetki veriyor ama bu konuda ne olabilir konusunda elde çok fazla bilgi olmadığı için yasanın içerisinde spesifik düzenlemeler yok ancak Merkez Bankası bu yetkiyi alıyor.

"Dijital para" dediğimiz şey, bildiğimiz fiziki paranın elektronik ortamda hareket edebilmesi. Bugün bir ödeme yapmak istediğimizde, bankamız üzerinden bankanın Merkez Bankasındaki serbest tevdiat hesabını kullanıyoruz. Artık eğer bu dijital para gündeme gelir ve uygulamaya girerse -ki yakın zamanda olmasa da orta vadede girecektir- doğrudan doğruya biz kendimiz Merkez Bankasındaki cüzdanlarımız üzerinden ödeme yapabileceğiz.

Öbür taraftan, kripto para daha farklı bir şey. Dijital para kendisi bizatihi bir varlık değil, onun arkasında Merkez Bankası parası var ama "kripto para" dediğimiz şey kendisi bizatihi bir finansal enstrüman. Dolayısıyla ulusal devletlerin burada düşünmesi gereken husus şu: "Bu para sistemiyle yani kripto para sistemiyle kara para aklanması, vergi kaçakçılığı, şu, bu vesaire bunlardan ayrı olarak, bunların da ötesine geçerek ben hükümran devlet olarak vergi toplayabilecek miyim, bu sistem bana vergi toplama hakkı verecek mi?" Bu soru soruluyor. Eğer kripto paralar devletin vergi toplama hakkını ortadan kaldırırsa eminim bu para yasaklanacaktır. Dolayısıyla şu anda tartışılan konuların başında bunlar geliyor. O nedenle bu yasanın düzenlenmesi son derece doğru.

Görevin BDDK'den alınıp Merkez Bankasına verilmesi üzerine soru sorulması gayet doğal ama bunun arkasında çok fazla bir şey aranmamalı. Gerek Merkez Bankasının gerekse Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun görev alanı şu: Birisi fiyat istikrarından sorumlu, diğeri finansal istikrardan sorumlu. Bu görevin bir kısmı, finansal istikrar görevinin bir kısmı Merkez Bankasında da var. Fiyat istikrarı dediğimiz şey, somut bir şey, elle tutulabilir. "Enflasyon hedefi yüzde 5'tir.", tutturdun, tutturdun; tutturamadın dolayısıyla orada somut bir şey var. Fakat finansal istikrar dediğimiz şey, olduğu zaman değil, olmadığı zaman anlaşılan bir şey. Eğer herkes üretiyorsa, ürettiğini de satabiliyorsa alan da memnun, satan da memnun ve dolayısıyla kıymetlerin, varlıkların fiyatlarında bir şişme vesaire varsa, krize doğru gidiyorsa birisinin cesaret edip buraya müdahale etmesi lazım. Dolayısıyla finansal istikrar ile fiyat istikrarı her zaman aynı yönde gitmez. Örneğin, bir faiz politikası fiyat istikrarı için faiz düşürmeyi gerektirebilir veyahut da faiz yükseltmeyi gerektirebilir ama aynı faiz düşürme veya faiz yükseltme finansal istikrarı sağlamakta ters istikamette çalışabilir. O nedenle, geçmişte "Farklı kuruluşlarda olsun." diye dünya genelinde finansal istikrardan sorumlu kurum ile fiyat istikrarından sorumlu kurum ayrılmıştı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Devam edin Sayın Yılmaz.

DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - İşte, bizim Türkiye'deki BDDK sistemimiz ile Merkez Bankası arasındaki sistem bu. Bu buradan ayrılır. Fakat 2007 yılında yaşanan krizden sonra şöyle bir değerlendirme yapıldı: Parayı basan Merkez Bankası, dolayısıyla son tahlilde sistemin işleyebilmesi için, gerektiğinde sisteme para verilebilmesi için Merkez Bankasının bu bastığı parayla buraya katkıda bulunması lazım. O nedenle, şu andaki dünyadaki genel eğilim, trend bu tür düzenlemeleri Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumundan alıp Merkez Bankasına verme. Bunun kesin, açık, net, doğru, yanlış bir kuralı yok, bakarsınız on yıl sonra önümüze tekrar bir kanun gelebilir, bunu Merkez Bankasından alıp tekrar BDDK'ye verebiliriz.

Dünyanın en yaşlı bankası olan, dört yüz küsur yıldan fazla işlem yapan İsveç Merkez Bankasında, İsveç'te bu konu 3 kere el değiştirmiş. Dolayısıyla bu yasanın arkasında BDDK'den bu işi alıp Merkez Bankasına vermek... Dolayısıyla "BDDK neyi yapamadı da Merkez Bankası bunu yapacak, bunun arkasında ne var?" diye bir şey aramanın bir gereği yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım Sayın Yılmaz.

DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Bu düzenleme doğru bir düzenlemedir, dolayısıyla biz bu yasayı destekliyoruz.

Teşekkür ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)