GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:4
Tarih:09.10.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Yargı Reformu Strateji Belgesi Sayın Cumhurbaşkanı tarafından 30 Mayısta açıklanmış, Adalet Bakanı Sayın Abdulhamit Gül tarafından "Yargı Reformu Stratejisi" adıyla haziran ayında yani yasama yılı sona ermeden grubumuza gönderilmişti. Ancak birçok vatandaşımızın uzun zamandır beklediği bu kanun teklifi geçtiğimiz yasama yılına yetişemedi. Bu yasama yılının başlamasına kısa bir süre kala, 24 Eylülde yargı paketi taslak metni AK PARTİ Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Muş ve beraberindeki Bakanlık mensupları tarafından grubumuza sunuldu. Yasa teklifi önümüze geldiği andan itibaren hukukçu arkadaşlarımızla beraber incelemeye başladık. Taslağın tamamı iktidar partisi tarafından bize sunulduğu zaman da görüşlerimizi kendilerine ilettik, hatta basınla ve kamuoyuyla da paylaştık bunu. Adalet Komisyonunda da hukukçu milletvekili arkadaşlarımız bu kanun teklifiyle ilgili görüşlerimizi, çekincelerimizi komisyon toplantılarında dile getirdiler. Benim de pazartesi günü katıldığım ve görüşlerimi beyan ettiğim Adalet Komisyonunda "yargı reformu" adı verilen ancak hiçbir reform içermeyen yasa teklifi görüşüldü ve Meclis Genel Kuruluna geldi bugün.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun teklifini görüşürken her şeyden önce ülkemizdeki yargı nereden nereye geldi, yargı bağımsızlığında nereden nereye geldik, hangi noktadan itibaren ülkemizde yargı bitişe doğru sürüklendi, bu konuda biraz geçmişe gitmenizi istiyorum. Yargıda bugün yaşanan durumun kilometre taşları 2010 yılında yapılan referandumla döşenmeye başladı arkadaşlar. Bu çöküşün başlangıç tarihi 12 Eylül 2010 tarihidir. Bugün o sürecin bedelini ödüyoruz bizler. O dönem yapılan Anayasa değişikliğinin içine birçok şey katıldı. Aslında amaç, iktidarın ve yıllarca birlikte hareket ettiği ortağının egemen olduğu kurulların oluşturulmasıydı. O dönemki adıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)'nin yapısına, Yargıtay ve Danıştayın oluşumuna ilişkin düzenlemeler yapıldı ve neticede bu durum ortaya çıktı.

Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin 12 Eylül 2010 referandumuyla değişen yapısı, çalışma usul ve esasları kuvvetler ayrılığını dışlayıp erkleri bağımlılığa mecbur etti. Yürütme organına geniş bir yetki sistematiğini tanıdığı 2010 referandumuyla Hâkimler ve Savcılar Kurulunun bağımsızlığı ve tarafsızlığı yürütmenin kontrolünde bir çizgiye getirildi.

Şunu net söyleyebiliriz ki Balyoz, Ergenekon kumpas davaları gibi Türkiye'nin başına musallat edilen bütün belalar 2010 referandumuyla yapısı değişen HSK atamaları kaynaklıdır. 2010 referandumuyla yapısı değişen HSK, kimin elindeyse onun elinde bir silaha ve kumpas yuvasına dönüşen kurum, 2010 yılından beri ülkemizde yargı eliyle yaşadığımız tüm belaların yuvasıdır. Silivri Cezaevi ise bu yapının toplama kampına dönüşmüştür. Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında birçok suçsuz insanın Silivri'de hayatları çalınmıştır. Yargı bağımsızlığının, hukuk içerisinde adaletin tecelli etmesinin önündeki en büyük engel HSK'nin bizatihi kendisidir. Asıl sorun Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapısındadır. "Adalet reformu" dediğiniz reformun tamamını değiştirseniz bile HSK'nin yapısında değişikliğe gidilmediği sürece Türkiye'de yargının bağımsız olduğuna dair bir ifadede bulunmak asla ve kata mümkün değildir çünkü kanun uygulayıcılar iktidarın istemediği hiçbir kararı alamıyor. O zaman, çıkarılan yasaların ne anlamı kalıyor arkadaşlar? HSK'nin resmî sitesine girip hiç baktınız mı? Ne yazıyor orada? HSK'nin kendine koyduğu tanıma bir bakalım: HSK'nin misyonu, adil yargıyı tesis etmek üzere, hâkim ve savcılarla ilgili işlemleri, hukukun üstünlüğü, mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı esaslarına göre yerine getirmek; vizyonu ise, adil, bağımsız, tarafsız, güvenilir ve etkin yargının teminatı olarak belirlenmiş. Hukukun üstünlüğü, mahkemelerin bağımsızlığı, tarafsızlığı, güvenilir ve etkin bir yargının güvencesi kavramlarının yer aldığı HSK'de Başkanın dediğinin, tersine bir karar alınabilir mi, mümkün mü böyle bir şey?

"Bizimle istişare etmeden tahliye kararı vermeyin." diye kitapçıkların hazırlanıp dağıtıldığı konuşuldu. Bunları da gördü Türkiye. Yani bir kitapçık dağıtıldı, orada diyor ki hâkimlere: "Bizimle istişare etmeden tahliye kararı vermeyin." Siz bu yapıdan nasıl bir bağımsız yargı bekliyorsunuz? İşinize gelince, Türkiye bir hukuk devleti; işinize gelince, Türkiye'de yargı bağımsız. HSK'den bu mesajı alan hangi hâkim veya savcı, az önce bahsettiğim o ifadeyi, "Bizimle istişare etmeden tahliye kararı vermeyin." dediğinizde ne düşünür? Bu ifadeyi kullanmasanız da bunu ima eden davranışlar içindeyseniz o hâkim ve savcı nasıl hareket eder? Kaldı ki ister gerçek anlamıyla istişare olsun ister dolaylı anlamıyla örtülü talimat, her ikisi de aynı kapıya çıkıyor; yargıya baskıdır bunun ismi.

Soru basit: Eğer yargı bağımsızsa savunması alınan, tanıkları dinlenen, delilleri tamamlanmış bir yargılamada ortaya çıkan tablo "tutuksuz yargılama" diyorsa bir daha Ankara'yla istişareye ne gerek var? Bu dahi yargı bağımsızlığına ağır bir gölge düşürmüyor mu? Hâkim ve savcıların önlerindeki davada nasıl bir tutum izleyeceklerine HSK ve Adalet Bakanlığı mı karar verecek? Mahkemeler kimi tahliye edip kimin tutukluluğunun devamı kararı verecekleri için onay bekliyorlar, maalesef geldiğimiz nokta bu. Eğer böyleyse, HSK'nin resmî sitesindeki "bağımsızlık" "adil yargılama" "güvence" kelimelerinin orada durmasına gerçekten hiç gerek yok. Bana kalırsa "HSK" denen yapıya da ihtiyaç yok. Onun yerine, siyasetüstü, hukuk ve adaletten asla şaşmayan ve yürütmenin baskısını üzerinde hissetmeyen yeni bir yapı kurmak lazım; o zaman yargıda reform yapmış olursunuz. Sorun o kadar derinlere işlemiş ki HSK'nin yapısındaki değişiklik Türk adalet sistemini kurtarmaya yetmiyor. Aslında Hükûmet olarak HSK'deki yapıyı değiştirmeye de niyetiniz olmadığı çok açık ortada.

Hükûmetin FETÖ konusunda da kafası çok karışık. FETÖ'yle ciddi anlamda mücadele ediliyor denilemez. FETÖ'yle mücadele etmek için öncelikle FETÖ'yü devletin kurumlarına yerleştirenlerden başlamak lazım. FETÖ bir tehlike, doğru ama bu FETÖ'yü devletin kurumlarına yerleştirenlerden başlamadığınız sürece "FETÖ'yle mücadele ediyoruz." demeniz çok samimi olmuyor. FETÖ, kendisi dışarıdan iltihak etmedi devletin kurumlarına, bizzat birileri tarafından yerleştirildi. İşte, o yerleştirenlerin kim oldukları bulunmazsa, o yerleştirenlerin kim oldukları ortaya çıkmazsa, o yerleştirenler yargı karşısına çıkarılmazsa FETÖ'nün siyasi ayağı dâhil olmak üzere, FETÖ'yle hiçbir alanda mücadele ettiği söylenemez.

Yargıda FETÖ'yle ilgili şüpheler giderilmiş değil. Bakın, bize mağdur edilmiş kişilerden her gün onlarca mail, telefon geliyor; hepinize geliyor, sadece bana gelmiyor. Sokakta dolaşırken insanlar yolda bize derdini anlatmaya çalışıyor. Örneğin, FETÖ'yle ilgili yargılanmış, aklanmış, kıyısından, köşesinden geçmeyi bırak, FETÖ'yü karşısına almış hâkim ve savcıların, yalan beyan ve gizli tanıklar yüzünden meslekleriyle beraber hayatları da ellerinden alınıyor. Adalet bir şekilde tecelli ediyor, bu kişilerin suçsuz olduğu kanıtlarıyla beraber ispat ediliyor ama bırakın mesleğe geri dönmeyi, avukatlık yapmalarına bile izin verilmiyor.

Örnek mi istiyorsunuz? İhraç ettiğiniz hâkimlerden Ömer Şahin. Ömer Şahin, Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğinde benim bursiyer öğrencimdi. Hukuk fakültesi öğrencisi olduğu süreçte bizzat benim de bursla katkıda bulunduğum, bizzat ilgilendiğim bir çocuktu. Bir yalan tanıkla Ömer'i meslek hayatından ihraç ettiniz. Ömer hâkimdi. O kadar mutlu olmuştuk ki hâkim olunca. Hakkında takipsizlik kararı verildi, lehine kararlar alındı. FETÖ'cü olmadığı mahkemece kanıtlanmasına rağmen Ömer şu anda avukatlık yapamıyor. Ömer geçen gün telefon açtı. "Ağabey, ben avukatlık yapamıyorum, hâkimliğe dönemiyorum, çiftlikte bana bir iş bulabilir misin?" Ömer çiftlikte ne yapabilir? Ömer çobanlık yapmak istiyor çünkü 2 yavrusu var. Bu Ömer'in günahını biz omuzlarımızda taşımayalım. Günah. Günah. Bu Ömer bizlerin evladı olabilirdi. İlgisi varsa, suçu varsa yargılanacak, cezaevinde yatacak ama beraat ediyor, mesleğine dönmek istiyor. Hayır. "Ben avukatlık yapayım." Ona da hayır. Ya, Ömer ne yapacak? Ömer en sonunda çobanlık yapmayı tercih ediyor. Böyle bir nokta içerisinde biz adalet, yargı reform tasarısını tartışıyoruz. Yani adaletsizlik iliklerimize kadar işlemiş.

Bitmedi. Bir başka örnek, Mehmet Gökhan Pehlivan. Eşi Emine Nur Pehlivan ile birlikte 2008 yılında başlıyorlar hâkimlik mesleğine ve 2016 yılında ihraç ediliyorlar. Tutuklanıyorlar. İlk celsede beraat ediyorlar, FETÖ'cü olmadıkları anlaşılıyor ancak mesleklerine dönemiyorlar. Yılmıyorlar. En iyi bildikleri şey hukuk; barolar birliğinden avukatlık ruhsatı alıyorlar ancak Adalet Bakanlığı ona da izin vermiyor, ruhsatlarını iptal ediyor. Sadece mesleklerini yapmak istiyorlar, kendi vergilerini ödeyerek geçinmek istiyorlar. Adalet dağıtan insanları, kenarda köşede çay dağıtmak, pazarda limon satmak, çiftlikte çobanlık yapmak zorunda bırakıyorsak biz "Adalet dağıtıyoruz." diye burada oturmayalım. Bu hepimiz için geçerli. Sadece sizlere bakıp konuşmuyorum. Burada hepimizin bir vebali olduğunu düşünüyorum. Bu vebalden kendimizi kurtarmak bizlerin elinde ama iktidar partisi olarak bu konuda ilk girişimle başlamak da size düşüyor. Bu girişimlerinizi de bir an önce bekliyoruz.

Örneğin askerî lise öğrencileri var mağdur, Kuleli Askerî Lisesi'nden Ali Akdoğan gibi. Önce tutuklanıyor, suçsuz olduğu ortaya çıkınca tahliye ediliyor ama asker olma hayali yarıda kalıyor birçok arkadaşı gibi. Şimdi sormak istiyorum: Bu insanları FETÖ'cü olduğu için mi cezalandırıyorsunuz yoksa FETÖ'cü olmadıkları için mi cezalandırıyorsunuz? Yani beraat edip tahliye oluyorlar, "Hayır, sen FETÖ'cü değilsin, o yüzden seni cezalandırıyorum; sen hâkim veya avukat olamazsın. Eğer FETÖ'cü olursan ben seni Turizm Bakanlığı Kalkınma Ajansına yönetim kurulu üyesi yaparım." (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) "Ama FETÖ'cü olmadığın için seni cezalandırıyorum." diyorsunuz. Çünkü gerçek FETÖ'cülerin hepsini siz bir yerlere taşıdınız.

Önemli kurumların başında, dikkat edin, Asya Bankın Genel Müdürlüğünü, Yönetim Kurulu Başkanlığını yapmış insanlar var; kendi aldığı kooperatifin taksitlerini Asya Banka ödüyor diye o adam mağdur oluyor, Genel Müdürü şu anda çok önemli bir kurumda tekrar makam, mevki işgal ediyor yani FETÖ'cü olmayanlar cezalandırılıyor, FETÖ'cü olanlar ödüllendiriliyor. Bunun ismi FETÖ'yle mücadele mi? Kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum.

O zaman, bir de bir şey sormak istiyorum. Bu insanlara beraat veren, tahliye eden hâkimleri niye ihraç etmiyorsunuz inanmıyorsanız verdikleri kararın doğru olduğuna? İhraç edin. İnceleme başlatın. Hayır, onu da yapmıyorsunuz. İnsanların hayatını karartıyorsunuz. Bir insana mermi sıkmakla, bir insanı ekmeğinden etmek arasında hiçbir fark yok. Bu insanların önemli bir kısmı çoluk çocuk sahibi, aile geçindiriyorlar. Çocuklarının yüzüne bakamıyorlar.

Ceza hukukunun en önemli ilkelerinden biri, suç ve cezanın şahsiliği ilkesidir. Yani bu kadar hukukçunun bulunduğu yerde benim bu sözü söylemem çok uygun olmaz ama çok bilinen bir şeydir. Bu kural gereğince kişi ancak kendisinin işlediği fiiller nedeniyle sorumlu tutulabilir. Dün neticede Sayın Bülent Turan doğru söyledi, ben de katılıyorum. Yani Mehmet Dişli FETÖ'cü, darbeci general, e, Şaban Dişli... Yani 40 yaşında, 50 yaşında bir adamın kardeşiyle ne kadar alakası olabilir? Ben kardeşime ne kadar hâkim olabilirim? Böyle bir şey var mı? Ayrı hayatlarımız var, ayrı dünyamız var hatta birbirimizden çok farklı düşünüyoruz çoğu konuda. Dolayısıyla suçun şahsiliği ilkesinden hareketle kalkıp Şaban Dişli'yi burada suçlamanın da çok doğru olmadığını düşünüyorum. Ancak 29 yaşındaki Meryem Özel KPSS'ye 2017'de giriyor, 88 puan alıyor ve kimya branşında Türkiye 3'üncüsü oldu fakat mülakatta 55 puan aldı. Neden biliyor musunuz? Ailesinde KHK'yle işten çıkarılanlar var diye. Ne oldu bizim şu suçun şahsiliği ilkesi? Yani suçun şahsiliği ilkesi Bekir Pakdemirli'ye işliyor, bizim Şaban'da işliyor da, bizim bu Meryem kızımızda neden işlemiyor? Yani bu hukuk neden hep sizin lehinize çalışıyor da vatandaşın aleyhine çalışıyor? Siz hukuku çalıştırmak istemiyorsunuz, siz kendi hukukunuzu topluma dayatmak istiyorsunuz; problem orada. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Hukukun peşinde değilsiniz. Kendi hukukunuzu toplumda kaim kılmak istiyorsunuz, esas arıza burada. Bu zihniyetiniz değişmediği sürece, istediğiniz kadar ismine "reform" deyin, istediğiniz kadar kanun yapın, istediğiniz kadar teklif getirin; bunların hepsi kadük kalır. Siz önce kendi zihniyetinizi değiştirin. Kendinize ait hukuku topluma dikte ettirmeye kalkmayın.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin giderek demokrasiden uzaklaşmasından tutun da ekonomideki kötü gidişata, YSK'nin tartışmalı kararından tutun da toplum vicdanını yaralayan mahkeme kararlarına kadar Türkiye'de hukukun ayaklar altına alınmasının sebebi yargının bağımsız olmaması. Sizce şu fotoğraflara bakıp "Yargı bağımsızdır." diyebilir misiniz? Yani şu fotoğraftakiler kimler? Yargının en üst noktasındaki arkadaşlar. Ne yapıyorlar? Çay topluyorlar. Yani böyle bir kurumdan bağımsız yargı beklemeniz emin olun zor, çok zor. Yarın göreceksiniz -Kemalettin Bey elinizi açıyorsunuz- hiç dua etmiyorum ama bir gün yargıya ihtiyacınız kaldığında bunların ne kadar zararlı fotoğraf olduğunu siz de anlayacaksınız.

"Yargı bağımsızlığı endeks grafiği" diye bir grafik var, bu grafiği size göstermek istiyorum. Dünya Adalet Projesi her yıl hukukun üstünlüğü endeksini açıklıyor, bu yıl Türkiye bu endekste kaçıncı sırada biliyor musunuz? 126 ülke arasında 109'uncu sırada. Kimler var bizim üstümüzde biliyor musunuz? Mozambik, Madagaskar, Nijerya, Gine, Nijer; bizim üstümüzde bunlar. Yani yargı bağımsızlığı konusunda geldiğimiz bu noktada bir reformla siz yargıyı toparlayacağınızı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Yani Nijer, Mozambik, Nijerya, Mali, Togo, Kenya, Zambiya, Gana gibi haritada bile gösteremeyeceğiniz, hatta birisine sorsanız, İngilizce "banana rebuplic" dedikleri "Ya, bunlar muz cumhuriyeti." dediğiniz o ülkeler var ya, yargı bağımsızlığı konusunda bizden önde. Bu çok üzücü değil mi? Bir Türk milliyetçisi olarak beni çok rahatsız ediyor, gerçekten rahatsız ediyor. Yargının bağımsız olduğuna insanlar inanmak istiyor. Sadece sizin "Bizde yargı bağımsız." dediğinizde bağımsız olsa keşke, keşke olsa ama öyle değil.

"En üstte kim var?" diye sormayın utanmamak adına. Kabileler devlet oldu, bizi geçti, biz ise kabile devleti olma yolunda hızlıca devam ediyoruz emin adımlarla.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. Yeni yasa da inşallah memleketimize hayırlar getirir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)