| Konu: | Gazetecilerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 100 |
| Tarih: | 10.07.2019 |
AHMET ŞIK (İstanbul) - Teşekkür ederim. Herkese merhaba.
Konuşmamın başlığı: Basına dair sorunlar. Yıllarca konuşulacak meseleleri maalesef beş dakikaya sığdırmam gerekiyor. Hâlbuki, akla zarar iddialarla mesleki faaliyetlerinden suçlanarak hapsedilen meslektaşlarımdan uzun uzun konuşmak isterdim. İki buçuk ay önce tutsaklıklarına geri dönen hapisteki arkadaşlarım Güray Öz, Hakan Kara, Musa Kart, Mustafa Kemal Güngör, Önder Çelik ve Emre İper'in şahsında birkaç bin tutuklunun merakla beklediği haberden bahsetmek isterdim. Beş yıldan az olan hapis cezalarına karşı Yargıtay yolunun kapalı olmasından kaynaklanan haksızlığın giderilmesini sağlayacak yasal düzenlemelerin aciliyetini bir kez daha vurgulamak isterdim. Hukuktan hak, adalet, vicdan ve liyakati çıkardığınızda geriye kalan neyse ondan ibaret kalmış olan Türkiye yargısının iktidar tetikçiliği üstlenmesinden hiç utanmamasını konuşmak isterdim. Ancak ortaya çıkan bir medya andıcı hepsinin önüne geçti. Düşünce kuruluşu kılığına girmiş, izin ve para verildiği sürece iktidarın istediğini düşünen SETA'nın raporundan bahsediyorum, daha doğrusu fişleme faaliyetinden. Gazetecilere hiza verme gayretindeki bu raporu yazanlara anımsatalım: Siyasi iktidara, çeşitli güç odaklarına değil hakikatin gücüne sırtını dayayarak gazetecilik yapanların mesleki faaliyetlerini suçlama konusu yapmak, fişlemek, totaliter rejimlerin ortak özelliğidir. Bu tür rejimlerde gazetecilik yapmaksa çizgiyi aşmak demektir. Çünkü gazetecilik hizaya gelerek yapılmaz. Türkiye'de yaygın bir şekilde olduğu gibi hizaya gelerek yapılanın adına da gazetecilik denmez.
Medya üzerinde kurduğunuz baskı ve yarattığınız besleme basın, hepimizin vergilerine ve kamu kaynaklarına mal oluyor. Hakikatle ilişkisi tamamen kopmuş propaganda aygıtlarınızın seçmenlere vergi dışında bir maliyeti yok. Çünkü yandaş gazetecilik, çok iyi bildiğiniz gibi müflis bir faaliyettir ve halk parasını verip bunları izlemez. Bizler tepeden inme yalana aşılıyız, ancak hâlâ bir nedenle dünyayı bu kanallardan izleyen yurttaşlarımız için bunların maliyeti hakikattir. Ama yalancı çoban artık deşifre oldu, eşik aşıldı, halkın tercihi sizinkinden ayrıştı. "Ne söylesek inanırlar." deyip cepte seçmen olarak gördüğünüz yurttaşlarımız da dünyaya artık bu pencerelerden bakmıyor. İktidar yalanın dozunu artırdıkça halkımız da demokrasinin dozunu artırıyor ve tercih demokrasi olunca, yalanlarınıza da yalan makinelerinize de bir yer kalmayacak.
Yalan haberin ülkeye en büyük zararı toplumu kutuplaştırması ve ortak konuşma zeminini yok ederek demokrasiye zarar vermesidir. Yalan ile demokrasi bu yüzden bir arada olamaz, birinden birinin tercih edilmesi gerekir. İktidarınızın tercihi ortada ve hep birlikte bunun bedellerini ödüyoruz; yoksullaşarak ödüyoruz, toplumsal barışı kaybederek ödüyoruz, yaraları sarma, refahı paylaşma ve barışma fırsatlarını kaçırarak ödüyoruz.
Meslektaşlarımızla ilgili "Haberlerinde mevcut Hükûmet karşıtı bir haber dilini benimsediği görülmüştür." dedikten sonra "Bu haberlerin kaynağını ise çoğu zaman basın özgürlüğü, demokrasi, ekonomik kriz, siyasal otoriterleşme gibi alanlara yönelik eleştiriler oluşturmaktadır." diyen bu rapor memleketin siyasal ahvalini özetliyor.
"Çalışanlarının tek sesli bir yayın diline sahip oldukları söylenebilir. Çoğulculuk prensibinden uzak, belirli bir kesimin sesini iletmeye yönelik yayın politikası uyguladıkları hem haber içerikleri hem de çalışan profilinden anlaşılmıştır." tespiti ise yüzde 96'sı kontrolünüzde olan Türkiye medyasının sefaletini özetliyor.
Saygınlıklarıyla bilinen kurumlarda çalışan, mesleki yetkinliğini kanıtlamış gazetecilere "uzantılar" diyen bir raporun gazeteciliği ve sizleri bilenler için ciddiye alınacak bir yanı yok. Akademik formasyonları kendilerinden menkul muhbirlerce kaleme alınan bu rapor gazetecilik yapmaya çalışanlara aba altından sopa gösteriyor çünkü bu raporu yargı bağımsızlığını hukuktan bağımsız olmak diye anlayan iktidarın emir erine dönüşmüş yargıdan başka ciddiye alan olmaz.
Fişlenenlerin onlar olması da sürpriz değil çünkü sadece iktidar nezdinde gazeteci muamelesi gören, menfaatlerine ya da korkularına esir olmuş tetikçilerden değiller; öldürmekle korkutamadığınız, hapsetmekle yıldıramadığınız, susturamadığınız ve susturamayacak olduklarınızdır onlar. Mesleki faaliyetleri suçlama konusu yapmak hakikatten korkan suçluların telaşıdır. Suçlayacak gazeteci ya da medya kuruluşu arıyorsanız hakikati anlatabilecekken anlatamamak gibi ağır bir suç işleyen iktidarınızın medyasına bakın. Elinizi, gözünüzü, muhbirlerinizi ve yargınızı gazetecilerin üzerinden çekin.
Bugün, kardeşimiz Ali İsmail Korkmaz'ın Gezi isyanları sırasında resmî ve sivil faşistlerce katledilmesinin yıl dönümü. Mehmet ve Fadime Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Medeni Yıldırım, Hasan Ferit Gedik, Ahmet Atakan ve Berkin Elvan'ın da adını anarak buradan bir kez daha söz verelim: "Emri ben verdim." diyenler de dâhil, halka karşı suç işleyen herkes düşman hukukuna değil, düşmanları için bile hukuk olması gerektiğine inanan hâkim ve savcılar tarafından yargılanacak. İşte o gün Ali İsmail kardeşimizin düşünü kurduğu özgür ve demokratik Türkiye gerçek kılınmış olacak.
Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)