| Konu: | Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 96 |
| Tarih: | 02.07.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teknik içeriği yoğun olan kanun tekliflerinin yeterli süreler içerisinde tartışılması, kamuoyunda gündeme getirilmesi gerekiyor. Yani bu kanunun yeterince tartışıldığı söylenemez. Bayındırlık Komisyonunda da arkadaşlar görüştüler ama ciddi anlamda tartışılmadı. Aslında bu kanun düzenlemeler açısından bazı kolaylıklar getiriyor ama buradaki esas sıkıntı şu: Adalet ve Kalkınma Partisi daha önce yaptığı yasal düzenlemelerle, kanunların altına sığdırdığı birtakım maddelerle birtakım çevrelerin bu kanundan fayda devşirmesine sebep oldu geçmiş dönemde. Aslında, milletimizin bu kanun teklifiyle alakalı endişesi bundan ibaret; yoksa, Türkiye'de bazı sorun hâline gelen tapulaştırma meselelerinin bu kanun teklifiyle beraber izale edilmesi herkesin de hoşuna gider, bizim de hoşumuza gider ama milletten bu endişeyi silmek için Adalet ve Kalkınma Partisinin kendini bir kere "check" etmesi lazım. Herkesin ortak kanaati şu: Acaba gelen bu kanun teklifiyle kime bir rant çekiliyor?
Mesela, ben buraya çıkarken birisi aradı beni, dedi ki: "İstanbul'da -İstanbulluyum ama ben hiç bilmem- ciddi anlamda, yurt dışında yaşayanlara dair kupon araziler ve evler var. Bu yurt dışında tapulaştırma işlemi sırasında verilen yetkilerde resim de kalkmış zaten. Acaba birileri konuyor mu o terk edilen evlere?" Yani bu şüphenin belirmesi için toplumda daha önce yaptığınız işlere ait bu istifhamın doğmuş olması lazım. Keşke bu noktaya gelmemiş olsa yani millet bu Meclisten çıkan kanunda "Bu, milletin menfaatinedir, bu kanunla bu milletin hakları gözetilir, bu kanunla kimsenin malına çökülmez, bu kanunla kimsenin malı birisine peşkeş çekilmez." kanaatine sahip olmuş olsa ama maalesef o noktada değiliz.
Adalet ve Kalkınma Partisi, on yedi sene... Tabii, bir de çok uzun bir süre, on yedi senede insanlar ciddi anlamda bir efor kaybeder, geriye gider ama bu geriye gidiş sizde çok fazla oldu, bunu da kabullenmek lazım. Yani, geçmiş zamanlarda da iktidarlar süre uzadıkça güven meselesinde sıkıntı yaşadılar. On yedi sene çok uzun bir süre ama güven meselesinin aşağı düşüşü de çok fazla hızlı oldu yani yerlerde sürünüyor, yerle yeksan oldu. Umarım, Türkiye bu meseleyi de aşmış olur.
Ben, bu arada, bu kanun teklifine girmeden evvel bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanımız Doğu Türkistan meselesinin de Türkiye'yi en çok meşgul ettiği bir dönemde Çin'de. Çin'de, Türkiye-Çin arasında ciddi anlamda ticari anlaşmalar yaptığı söyleniyor, henüz görmedik anlaşmaları, görünce ayrıca fikrimizi söyleriz ama Türkiye'nin şu ekonomik krizinde yapılacak her türlü ticari anlaşmanın Türk kamuoyunda mutlaka karşılığı vardır, bu konuda biz de destekleriz, alkışlarız ama aynı Sayın Cumhurbaşkanının Çin'e gitmişken orada sadece maddi ve ekonomik kaygılarla Doğu Türkistan'da yaşanan zulme tek kelime dahi etmemesi Türk kamuoyunu ciddi anlamda üzmektedir. Hatta troller vasıtasıyla bize de yazılıyor, "Siz, Türkiye'nin gelişmesini istemiyorsunuz, Doğu Türkistan meselesini ortaya koyuyorsunuz." Doğu Türkistan meselesini biz ortaya koymuyoruz ki, Doğu Türkistan'da zulüm var, zulmü yapan Çin, biz sadece seslendiriyoruz. Onların yüzü sadece Türkiye'ye dönük. Türkiye'ye dönük olunca Türkiye'den de bir ses bekliyorlar. Hatta Çin'e kadar gelen Cumhurbaşkanından Doğu Türkistan Türklerinin bu kamplarda uğradığı zulümle ilgili iki tane cümle duymak istiyorlar. Onu duyamayınca bu yüz asılıyor, umutsuzluğa kapılıyor.
Doğu Türkistan Türklerinin rahmetli lideri İsa Yusuf Efendi'yi geçtiğimiz günlerde burada andık hep beraber, Adalet ve Kalkınma Partisi grup başkan vekili de andı, iyi güzel de anmak yetmiyor ki. İsa Yusuf Efendi'nin torunları şu anda Doğu Türkistan'da, İsa Yusuf Efendi'nin akrabaları şu anda Doğu Türkistan'da kampta, birçok Türk aydını Doğu Türkistan'da kampta. 1 milyon kişinin olduğu söyleniyor o kampta. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı bu konuyla ilgili tek bir kelime dahi etmeden dönerse Türkiye'de ciddi bir erozyona uğrar insanların fikrî hassasiyetleri.
Burada yaşayan Doğu Türkistan kökenli çok insan var, sizlere de oy vermiş insanlar bunların önemli bir kısmı, onların da hassasiyetleri var, onları da düşünün. Bizim söylediklerimizin dışında, size oy vermiş olan Türkiye'deki Doğu Türkistan'dan gelmiş Türkleri de düşünün. Bu konuda sizleri hassas olmaya davet ediyorum, Sayın Cumhurbaşkanına bu konuyu iletmenizi istiyorum.
Ben bir konudan daha bahsetmek istiyorum: Geçtiğimiz gün bir avukat arkadaşım, iki yıldır devam eden bir boşanma davasının sonucuna geldi, karar bekliyor. Yaklaşık yirmi beş yıllık evli bir çift, boşanmaya karar vermişler, keşke devam etse, çoluk var çocuk var. Karar beklerken hâkim iki yıl sonra müracaat etmek üzere boşanma kararını reddetmiş. Ya, diyorlar ki: "Biz yirmi beş yıllık evliyiz." Yani yeni evli olur, bir hışımla giderler, evlilik müessesesini dağıtırlar, duygusal bağlamda böyle bir karar alırlar, hâkimin böyle bir karar vermesi mümkün ama hayır, bunlar yirmi beş yıllık evli. Karar verildikten sonra avukat arkadaşım soruyor "Hâkim bey, böyle bir karar olur mu? Yirmi beş yıllık evli bunlar, iki yıldır da devam ediyor, bütün meselede savunmalar bitti, deliller ortaya konuldu, şahitler dinlendi." diyor. "Ya, bize Ankara'dan gelen bir talimat var. Boşanma sayısı o kadar çok arttı ki boşanmaların önüne geçmemiz lazım. Dolayısıyla böyle bir karar veriyoruz." demiş. Bakın, boşanmalar niye artar bir toplumda? En büyük sebebi ekonomi, ekonomik saiklerle artıyor. Türk toplumunda aile yapısını bozan, boşanma kararlarının verilmesine sebep olan nedenler, aşağıya gittiğinizde, ekonomik saikler. İnsanlar ekonomik açıdan sıkıntıya girdiği zaman ev çatırdamaya başlıyor maalesef. Keşke olmasa ama böyle bir gerçek de var. Boşanmalar artıyor, sebebini de biraz evvel ifade ettim. Ekonomik kriz, Türk toplumunun aile yapısını da bu şekilde bozmaya başladı.
Ekonomik krizden bahsederken bir şeyi de -yiğidin hakkını teslim etmek lazım- söylemek istiyorum. Bozulan bu piyasalarda kamu bankalarının tutumunu önemsiyorum ve ciddi anlamda da takdir ediyorum. Bu piyasalarda kamu bankalarının piyasayı tutucu birtakım etkileri olmasa piyasalar çok daha fazla bozulur. Burada, özellikle Ziraat Bankası piyasadaki likit arzının dönmesinde ciddi katkı sunuyor; üreticiye sunuyor, sanayiciye sunuyor, tüccara sunuyor; yeni KGF kredileri getirmiş. Ama keşke özel bankalar da kamu bankalarının güvendiği kadar Türkiye'ye güvenmiş olsalar. ING Bank, HSBC Bank filan, bunları kastetmiyorum. Bunlar yabancı sermaye, olabilir yani ama sermayesi Türk sermayesi olan özel bankalar maalesef Türkiye'ye güvenmiyorlar. Bu da ciddi anlamda piyasadaki krizi körükleyen bir sebep oluyor. Bu konuda, biraz evvel de ifade ettim, kamu bankalarının tutumunu takdirle izlediğimizi buradan belirtmek istiyorum.
Geçtiğimiz gün tam bir yıl oldu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçeli. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçerken Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere herkesin savunduğu bir şey vardı: "Göreceksiniz, ekonomi çok daha güzel olacak." İnsanların bu ekonomik sıkıntıda en çok dikkatini çeken slogan da o oldu. Doğrudur, normaldir. Yani insan ailesinde birtakım ekonomik sıkıntılar başlarken diğer sosyal problemleri bir kenara bırakıp bu ekonomi açısından söylenen laflara kulak kesiliyor.
Ama, bakınız, ben size Türkiye Cumhuriyeti'nin 24 Haziran 2018'den itibaren yani resmî olarak Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçiş yaptıktan sonraki bir yılını hatırlatmak istiyorum. Sistemin çarpıklıkları ve işlevsizliği üzerine yoğun eleştiriler yapılmasına rağmen geri adım atılmadı ve tek adam rejimi maalesef yürürlüğe girdi. Sağlam bir ekonominin olmazsa olmazlarından "hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, kurumların bağımsızlığı" gibi kavramlar zedelendi, ekonomi çevrelerinde bunlar ciddi endişeyle karşılandı. Nitekim 24 Hazirandan sonra özellikle iç siyasette yaşanan yozlaşma, hukuksuzluk ve kurumlar üzerinde iktidar baskısı ile dış siyasetteki faktörler bir araya gelince ekonomi verilerinin neredeyse tamamında önemli bir ölçüde gerileme yaşandı. Hani Cumhurbaşkanı diyordu ya: "Dolar düşecek, petrol düşecek, hayat ucuzlayacak." vesair... Ben size birkaç rakam vereceğim şimdi. Yani seçimler öncesinde bu yeni sistemin Türkiye ekonomisini uçuşa geçireceği söylenirken sonuçların tam tersi gerçekleştiğini göreceksiniz ben bu rakamları verdikten sonra. Özellikle kuvvetler ayrılığının uygulamada ortadan kalkması ekonomideki güveni zamanla aşağı doğru çekti. Yabancı yatırımlara oldukça ihtiyaç duyan ekonomimiz, demokrasiden uzaklaşma görüntüsü verilince daha çok yara aldı, bu da piyasaları çok olumsuz etkiledi. Yerli ve yabancı yatırımcıların güven ortamı olmadan yatırım yapmadığı aşikârken bu güveni zedeleyecek hemen her etmenin bir arada meydana geldiği görüldü. Yeni sistemde henüz altı ay dolmadan ekonomi ciddi anlamda küçülmeye başladı. Türkiye ekonomisi 2018'in son çeyreğinde yüzde 3 küçülmeyle karşı karşıya kaldı, bunu 2019'un ilk çeyreğinde yüzde 2,6 küçülme takip etti. Ekonomimiz resmen resesyona girdi. Bu süreç tabii ki sadece bu rakamlardan ibaret kalmadı, diğer ekonomik göstergeler de ciddi anlamda bozuldu. Mesela, dolar kuru 24 Hazirandan önce 4,73'lerde seyrederken 2018'in yaz sonunda aniden yükselmiş, dolar kademeli olarak sonra aşağı inmiş ve bugün itibarıyla 5,79 seviyelerinde seyrediyor. Döviz kurlarındaki artış yüzde 22 olmuş. Enflasyon oranı 2018 sonunda yüzde 20,36'ya çıkmış, daha sonra hafifçe bir gerileme seyretmesine rağmen, hâlen yüzde 18 seviyesinde devam etmekte. İşsizlik yüzde 10 seviyelerinden yüzde 14'ün üzerine çıkarak yüzde 40'lık bir artış göstermiş. Son açıklanan verilere göre, bir yılda işsiz sayısı 1 milyon 334 bin kişi artmış. Bütçe açığı karşılaştırmasında ise çok ciddi bir artışla karşılaşıyoruz. Bütçe açığı 2,7 milyar lirayken yüzde 548 artış göstermiş, 12,1 milyar liraya çıkmış. Cari açığımız azalmış görünmekle beraber, bunun aslında artan döviz kuruyla birlikte, azalan ithalatımızla ve resesyonla ilişkili olduğunu da unutmayın. Kredi iflas takas primimiz -bakın, bu çok önemli- 317'den 458'e çıkmış yani kredi alırken ödediğimiz sigorta primi yaklaşık yüzde 40 oranında artmış.
Ekonomideki kötü gidişin reel sektörü kredi faizleriyle olumsuz etkilemesi de kaçınılmaz olacaktır bundan sonra. Ticari krediler için üç yıllık maliyet daha önce yüzde 16,67'ydi, şu anda yıllık 27,6'ya çıkmış. Konut kredilerindeki artış neredeyse yüzde 100 olmakla birlikte, bu durum inşaat sektörünün derin yaralar almasına ve büyük şirketlerin dahi iflasına yol açmaktadır. Şu anda isim vermek istemiyorum yani ticari suç olur bu aynı zamanda, şirketleri de sıkıntıya koyar ama "kamuoyunda çok bilinen ilk 5 tane inşaat şirketi" yazın, bankalar tarafından yüzdürülüyor, aslında hepsi de iflas etmiş durumda. Yani Hükûmet ve bankalar biraz elini çekmiş olsa hiçbirinin ayakta durma şansı yok.
2019'un ilk beş ayında otomotiv satışı geçen yıla göre yüzde 50 azalmış. Taşıt kredi faizleri yüzde 15'ten yüzde 29'a çıkmış. Hâl böyle olunca kimsenin taşıt alması mümkün değil.
Hemen hemen tüm makroekonomik göstergelerdeki bu bozulmaların ortak sebebi, daha önce belirttiğim gibi, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı ve hukukun üstünlüğü gibi ilkelerden uzaklaşılması olarak özetlenebilir.
Ekonominin konuşulduğu her yerde Türkiye'nin iç ve dış borcu konuşulur. 450 milyar doları artık bugün liseye giden öğrenci bile biliyor. Türkiye'nin borcu ne kadar? "450 milyar dolar ağabey." diyor, herkes öğrenmiş, ekonomi bu kadar çok konuşuluyor. Aslında bu rakam çok mu büyük? 82 milyon nüfusu olan, bu kadar büyük bir üretim kapasitesi olan bir ülke için asla büyük bir rakam değil. Yani makroekonomik düzeyde ekonomiyi ele alırsanız 450 milyar dolar dış ve iç borç toplamının Türkiye gibi bir ülke için çok büyük bir rakam olmadığını söylemek mümkün. Ama esas sorun nerede biliyor musunuz? Esas sorun, bunun izale edilmesi için gerekli olan hukuki düzenlemelerin hiçbirisi yapılmıyor. Hep buradan bağırıyoruz, arkadaşlar, toplumu, siyaseti, yazanı, çizeni, muhalifi baskı altında tutarak, tehdit ederek, hapse atarak, bu toplumda birliği sağlayamadan ekonomiyi düzeltmeniz mümkün olmayacaktır. Ne yaparsanız yapın, isterseniz Mehmet Şimşek'e iki yıllık yaptığı o sözleşmeyi bozdurun, ikna edin, getirin, yine yapamayacaktır; Ali Babacan'ı partiyi kurmaktan vazgeçirin, getirin, yine yapamayacaktır çünkü çözüm kişilerde değil, çözüm sistemde. Yani burada herhangi birisinin kalkıp bir Süpermen gibi davranmasını beklemiyoruz, öyle bir adama da ihtiyaç yok. Sistemi kurmakta problem yaşıyorsunuz, sistemin esası, sıkıntısı, hukuku yok sayıyorsunuz. Tek adam rejiminin Türkiye'ye verdiği en büyük yara da bu oldu, hukuk meselesini ortadan kaldırdınız. Bakın, iddia ediyorum, en yakınlarınızın başına dahi bir sıkıntı gelse adalete güvenmekte zorluk çekeceksiniz, mutlaka kendi iktidar çevrenizden bir tanıdık arayacaksınız. Böyle bir sistemi idame ettirmek mümkün değildir. Bu sistem içerisinde ekonominin düzelmesini de beklemek mümkün değildir.
Türkiye bu sıkıntıyla beraber, esas, bütçe açığında büyük problem yaşayacaktır. Bütçe açığını nasıl izale edebilirsiniz? İsmail Tatlıoğlu Hocam var, ekonomiyi onun karşısında anlatmak zor ama ben de piyasanın içinde olan bir adam olarak söylüyorum, burada iyi ekonomistler var gerçekten ama şöyle bir hadise var: Bakın, ya para bulacaksınız... Bu sistemde para bulmak mümkün değil, yatırım gelmiyor. Dış piyasalardan para borçlandığınız zaman bu kredi risk primiyle çok ciddi faizlerle borçlanacaksınız. Daha kolayı var, siz onu yapacaksınız, milletten dolaylı vergi alacaksınız. Nitekim, Sayın Berat Albayrak söylemişti "Haziran sonu itibarıyla muafiyet ve teşviklerin önemli bir kısmını kaldıracağız." dedi. Niye? Bütçenin paraya ihtiyacı var. Bütçe açığı şu anda, altı ayda bir yıllık meseleyi aştı yani bir yılın sonunda gelmesi gereken noktayı bile aştı. Bütçe açığı sonraki altı ayda çok daha fazla çoğalacak. Alacağınız vergileri çoğaltacaksınız, muafiyetleri ortadan kaldıracaksınız, konutlardaki yüzde 8 olan, yüzde 1'e indirdiğiniz KDV oranını artıracaksınız, diğer dolaylı vergileri artıracaksınız, petrole, benzine, mazota yansıtmadığınız ÖTV'yi -zamlar geldi ÖTV'den karşıladınız- millete yansıtacaksınız. Bu pahalılıkla beraber ülke gittikçe fukaralığa ve yokluğa mahkûm olacak. Üzülüyorum bunu söylerken. Bizim bir başka ülkemiz yok. Benim bir başka ülkede vatandaşlığım yok, başka bir ülkede tek bir taşım yok, başka bir ülkede şirketim yok. Ben buradayım. Ben bir de son göç haritasını tamamlamış bir adamım ya. Bundan başka gidecek yerim de yok. Bu ülke bizim.
Ama bir şey söylemek istiyorum, Türkiye'nin çok önemli bir fabrikası var ve her ilde var o fabrika, biliyor musunuz, her ilde, her ilçede, her köyde o fabrika var. Türkiye'nin toprağı var. Türkiye'nin o fabrikada çalışacak makineleri var. Niye? Genç nüfusu var, çalışacak, dinamik bir genç nüfusumuz var. Gelin, tarımı bu ehil olmayan ellerden kurtarın, Türkiye'de çok ciddi bir tarım makroekonomik planı yapın, insanları yerinde istihdam edin, ekin, biçin, üretin, satalım, Türkiye kendi kendine kalkınsın, hiç kimseye de muhtaç olmasın. Fabrika hazır, makine hazır. Bunu devreye alabilecek, bunu sisteme alabilecek ciddi bir vizyona ihtiyacı var. Sadece ve sadece soyadı "Pakdemirli" diye bir patates fabrikasının mümessilini getirirseniz, patatesi, soğanı 10 liradan alır bu millet. Yapmayın ya. Bu işe geniş bir makro plan yapın. Bu işe ehil bir sürü kadroları var Türkiye'nin, sizin partinizde olabilir, olmayabilir, bunu yapacak çok genç, çok çalışkan beyinler var. Güzel bir makro tarım planı yapın, Türkiye'nin -dediğim gibi- en önemli fabrikaları tarım arazileri, en önemli makineleri genç nüfustur. Bunları devreye soktuğunuz zaman hiçbir dövize de ihtiyacınız yok bunları çalıştırmak için, hiçbir ilave yatırıma da ihtiyacınız yok. Bunu hayata geçirdiğimiz zaman Türkiye beş sene sonra dünyaya meydan okuyabilecek güce gelebilir. Hatırlayın Brezilya'yı, batan bir ekonomiyi sadece tarımla kaldırdı. "El Turco" diye -kendisinin, cesaretinden dolayı, öyle çağrılmasını isteyen- bir Merkez Bankası Başkanı getirdiler, ülkesine şunu tavsiye etti: "Balkondaki saksılarınıza dahi ekin." On sene sonra, o iflas etmiş Brezilya ekonomisi, şu anda dünyada en çok tarım ürünü ihraç eden ilk 10 ülkeden birisi oldu, şu anda da gelişmekte olan ülkelerin arasında 1'inci sıraya yerleşti. Böyle bir fırsat bizim önümüzde var ama siz içeride birileriyle didişmekten, birilerine iftira atmaktan, birilerine kumpas kurmaktan doğru bir şey düşünmeye fırsat bulamıyorsunuz. Enerjinizi bu işlere yatırırsanız inanıyorum ki becerebilirsiniz, biz de destek oluruz. Netice itibarıyla kurtarılacak olan bu ülke, kurtarılacak olan bu ülkenin insanı yani bizim insanımız, sizin insanınız, biz yanınızda dururuz ama sadece aklınız kumpasa, iftiraya çalışırsa bu işleri düşünemezsiniz. Onlardan uzaklaşın, 2002'de çıktığınız felsefeye geri dönün, "Hakk'a hizmet halka hizmet." deyin. Şimdi sadece kendinize hizmeti Hakk'a hizmet olarak kabul ediyorsunuz. Kendinizden olmayan insanların nefes alması bile zorunuza gidiyor, bırakın yaşaması, nefes alması bile ağırınıza gidiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın Sayın Türkkan.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Yani oy vermeyenleri düşman gibi gören, size oy vermeyenleri düşman gibi gören şu zihniyetten vazgeçin. Şu anda yönettiğiniz ülke 82 milyon nüfusuyla, hepsi de sizin gözünüze bakıyor. Onlara düşman gibi davranmaktan vazgeçin, daha çok kucaklayın, daha sıcak söylemlerde bulunun. İtmeyin, küfür etmeyin, hakaret etmeyin, bu kadar tavsiye size yeter.
Hayırlı günler diliyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)