| Konu: | Askeralma Kanunu Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 88 |
| Tarih: | 12.06.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA YAVUZ AĞIRALİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grup önerimiz üzerinde bir niza çıktı. Grup önerimizi tartışırken AK PARTİ Grubunun bize söylediklerine cevap verecektim, Meclis Başkan Vekilimiz rica etti ki "Konuşmaya sakla." ben de konuşmaya sakladım. Bu Meclis açıldığı günden beri özel ihtimam gösteriyorum ki asabımız bozulsa da, sinirlensek de, kızsak da, canımız yansa da bir siyasi dili, bir siyasi seviyeyi muhafaza edelim, ısrarla muhafaza edelim. Çok müstesna zamanlarda ritmimi kaybediyorum, çok müstesna zamanlarda kızıyorum, kızdığım zaman da kabalık etmemek için özel gayret ediyorum.
Kürsüye bugün kızmış olarak çıktım, grubunuza kızacağım. Parlamenter demokrasinin, parlamenter demokrasinin burada bize sağladığı bir imkân vardı eskiden. Partiler, biliyorsunuz, iktidar namzedi olarak parlamentonun görünür taraflarında iktidara cümle kurarlarken "Biz de yapabiliriz, biz daha iyisini yapabiliriz." görüntüsü verirler. Aslında burası bizim millet meydanında, milletin bizi görebileceği yerlerde görücüye çıktığımız yerlerdir. Eski sistemde "Biz de yapabiliriz, daha iyisini yapabiliriz." görüntülerini vermek için iktidarın söylediklerine tenkit olsun diye "Böyle söylenmez." cümleleri kuranların "Aslında biz olsaydık böyle söylemezdik." dedikleri imkânını kullanmış oluyoruz.
Şimdi, Meclisin yeni sistemde bize bu imkânı vermediğini biliyoruz. Yeni sistem, maalesef, bakanlarla mütekabiliyet oluşturma imkânını vermiyor bize. Parti başkanları burada olup Başbakana cümle kurunca, parti başkanlarıyla mütekabiliyet oluşturan, Başbakanla mütekabiliyet oluşturan parti başkanları "Biz de başbakan olabiliriz." bakanlara cümle kuran milletvekilleri "Biz de kabine sorumluluğu taşıyabiliriz." cümleleri kurmuş oluyorlar. Şimdi bu imkândan mahrumuz ama yeni sistemin elinize vermiş olduğu siyasi kuvvetin, uzunca yıllardır elinizde bulundurmuş olduğunuz siyasi iktidar kuvvetinin medyada temsil imkânlarınızı da lehinize çeviriyor olması bizi burada kendimizi ifade imkânları anlamında daha sınırlı bir alana hapsetti. Bizim size yakın siyasi kanallarda, siyasi perspektifinize destek veren kanallarda görünme imkânımız olmadığı için, biz, elinizdeki mevcut kanallardan söylediğiniz her cümleye buradan cevap verebiliyoruz. Bunları yaparken de hassasiyet gösteriyoruz, grup toplantılarında diyoruz ki: Arkadaşlarımızın verdiği, milletvekillerimizin verdiği önergeleri gündemle ilişkilendirecek şekilde verelim, hem milletvekillerimizin sürece katılmasını sağlayalım hem hassasiyet gösterdiğimiz mevzulara dikkat çekelim hem de mevzuyla birleştirelim.
Ben söylüyorum, Bülent Bey cevap veriyor: "Ne alakası var gündemle?" İlişkilendiriyorum gündemle, diyorum ki: Askeralma Kanunu Teklifi'ni görüşüyoruz. Aslında askerliği konuşuyoruz, orduyu konuşuyoruz, ordunun kuvvetini konuşuyoruz. Bunu yaparken dikkat çekmeye çalıştığımız şey şu: Devlet yöneticilerinin kullandıkları cümlelerin ordunun mesuliyetini de havi bir ciddiyet taşıması lazım. Ne diyoruz? Şunu diyoruz aslında: Ben tedbirli çıktım, önergeyi tedbirli verdim, sataşmaya mahal verilirse cevap vereceğim işi de ayarladım. Ordu dediğiniz kurum Türk devletinin kurucusu olmak vasfıyla, Türk milletinin, Türk vatanının inşacısı olmak vasfıyla -aslında ordunun rabiasını söylüyorum- vatan, bayrak, namus, ittihat yani Türk vatanının ittihadını, Türk vatanının, Türk Bayrağı'nın namusunu, Türk devletinin tekliğini savunan mekanizma, aynı zaman kuran da mekanizma. Dolayısıyla ordunun ittihat mesuliyetini, vatanın birliğini sağlama mesuliyetini, gücünü vatanın birliğini beraberliğini sağlamak anlamında kullanma mesuliyetini "kürdistan" tabiriyle örselemeyin diye söylüyorum. Alakası var mıymış beyefendi? Var, alakası var. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) "Kürdistan" tabiriyle örselenmesin. Niye? Çünkü ordu kanununu görüşüyoruz, ordunun kuvvetini konuşuyoruz, ordunun daha profesyonelleşirken bölgesinde ağırlaşan şartları taşıma kabiliyetini konuşuyoruz.
Efendim, biz cümle kuruyoruz, cümlelerimizin arkasından, satır aralarından sataşmalara şöyle konu ediliyoruz: "Şahsi alınganlık ettin." Grubum adına da konuşuyorum, şahsen de konuşuyorum. Siyasi kariyerimizde devlet yönetimiyle alakalı çok parlak bir imkân olmadı. Yani ben 48 yaşında bir kardeşinizim, Türk tarihinde yaşı 40'ı geçtikten sonra Türk milletine mal olmuş çok az adam kahraman olmuştur, böyledir. Bu yaş haddi gittikçe açılmaya başladı. Bu Türk devletinin içinde bakanlık yaptığınız, başbakanlık imkânı bulduğunuz, şu anda Cumhurbaşkanlığı yaptığınız makamları, mevkileri size yaşları 20'lerde idealizme adanmışlığıyla, devletine milletine kurban olmuşluğuyla Türk askeriyesinin, Türk harbiyesinin kurmayları verdi, 40 yaşını çoğu göremedi. Dolayısıyla biz şimdi bu mevzide size cümleler kurarken aslında elimizde devletin hizmet imkânları olmadığı için çok parlak bir siyasi kariyerden bahsedemeyiz. Ama ben sizin kardeşinizim, sizin gözlerinizin içine baka baka söyleyeceğim bir cümle var: Beni cümle kurarken -grubumuzdaki bütün milletvekillerimizi de katıyorum buna- çocuklarımızın katilleriyle aynı cümle içerisinde zikredemezsiniz, siz değil feriştahınız zikredemez. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bakın, bizi eleştirebilirsiniz, bize kızabilirsiniz, cümle kurabilirsiniz; bizi vatansızlarla, bizi bayrak düşmanlarıyla, bizi Allahsızlarla, bizi devlet, millet düşmanlarıyla aynı cümlede zikredemezsiniz, bunu alnımızın ortasından kaşınmak sayarım. Ben parlak siyasi kariyeri olan bir kardeşiniz değilim ama kendimi bildim bileli, vatanıma, milletime, dinime, devletime adanmış bir ömür yaşadım. Ben siyaseti meslek olarak yapmadım, milletvekili grubumuz da öyle. Biz siyaseti iş olarak yapmıyoruz -işlerimiz var, mesleklerimiz var- artan zamanlarımızda da yapmıyoruz, birinci işimiz olarak yapıyoruz ve bu iş bizim için vatan, millet meselesi. Çocuklarımız dâhil, biz babalarımızdan böyle gördük, babalarımız da babalarından böyle bildi. Ben ülkesine ülküsüyle biatini Yozgat'ta yapmış bir ailenin evladıyım. Dedem ülkücüydü benim, babam ülkücü, ben ülkücüyüm, oğlum da ülkücü. Bizimle ilgili cümle kurarken PKK'lılarla ilişkilendirme, irtibatlandırma sürecine dikkat etmeniz lazım. Biz "PKK'yla, Kandil'le düşman mısınız?" cümleleri kuracağınız adamlardan değiliz. Kandil'le düşman mıyız? Evet, düşmanız. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Şimdi cümleleri hatırlatacağım size. İstediğiniz zaman, elinizde, siyasi geçmişimizi, güya söylediğimiz cümleleri hatırlattığınız bir film şeridi var; kumanda elinizde, istediğiniz zaman durduruyorsunuz, durduruyorsunuz, sonra diyorsunuz ki: "Bakın, ne demişler?" Biraz daha geriye sarın, görün, biz Kandil'e düşmanız, ne zamandan beri, biliyor musunuz? Siz Barzani'ye kongrelerinizde "Türkiye sizinle gurur duyuyor." dediğiniz zaman da düşmandık biz Kandil'e. (İYİ PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Biz Kandil'e düşmandık, ne zamandır biliyor musunuz? Siz lahmacun parası öderken de düşmandık biz. Biz Kandil'e düşmandık, siz Barzani'nin kongrede kafasından dökülmüş konfetileri temizlerken de düşmandık. Biz Kandil'e düşmandık, ne zamandır biliyor musunuz? Siz Türk devletinin ismini, Türkiye ismini, Türk ismini, Türk Bayrağı'nı tartıştırırken de düşmandık biz, hâlâ düşmanız. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Çocuklarımızın katillerinin birinin parmak iziyle, bize vereceği bir oyla belediyeyi değil vatanı, hepsini verseniz alırsak namussuzuz. Ne diyorsunuz siz bize? (İYİ PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bizimle ilgili cümleler kurarken, özel istirhamımdır arkadaşlar... Yani her şeyi diyebilirsiniz, söylediklerimizi tenkit edebilirsiniz. Sizin "tek vatan" dediğinize biz "Türk vatanı" diyoruz, cesaret edip de "Türk yurdu" diyemediğinize "Türk yurdu" diyoruz, "Türk dili" diyemediğinize "Türk dili" diyoruz. Biriniz cevap verin lütfen, bundan sonra söz alacaksınız belki, cevap verin. Herhangi birimiz ağzından çıkıp deseydi ki "kürdistan", sehven, sehven, İstanbul'da propaganda yaparken herhangi birimiz deseydi ki, Ekrem İmamoğlu -partimizden de değil, ittifakımızın adayı- Trabzon'a gittiğinde deseydi ki "Ekümeniklikten dolayı, böyle böyle, kutluyorum.", bizi sokağa çıkaracak mıydınız, bizi bu Meclise sokacak mıydınız, biz burada konuşabilecek miydik? Meral Akşener deseydi ki "kürdistan", sehven, kasten de değil; efendim "Eskiden de kürdistan." deseydi, "Böyle denirdi." deseydi bizi bu Mecliste konuşturacak mıydınız? Arkadaşlar, istisnası olmaya heves ettiğiniz işler yüzünden bu hâldeyiz; o yüzden, partim ve grubum adına, kendi şahsım adına da istirham ediyorum, bizi tenkit edin, eleştirin, sözlerimize karşı çıkın ama bize bir daha PKK'lı imasında bulunmayın. Ya, bıktık ya, bıktık! Yani, bir seçimde seçim kazanmak için FETÖ'cü, peşinden PKK'lı, bu seçimde ettiniz bizi Yunan; öbür seçime idmanlı olup da bize Ermeni diyeceğiniz zamana kendimizi alışkın hâle getiremeyiz yani sıradan savuşturuyorsunuz bizi. Bir yüzüne vurunca bir yüzünü dönecek insanlar değiliz biz. "Susuyoruz diye zannetmeyesiniz ki..." kısmına Tayyip Bey'in cümlelerini katıyorum yani "Yumuşak başlıysak uysal koyun değiliz." diye Beyefendi'nin çok severek okuduğu şiiri bizim de söylediğimizi sayın lütfen.
Şimdi, bu faslı bitiriyorum.
Ne kadar zamanım kaldı Başkan?
MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) - Bitti.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Sürem bitti. Maalesef akordumuzu bozduğunuz için ordu meselesini konuşamadık.
İstirham ederim Başkanım, bana birkaç dakika verirseniz, orduyla ilgili birkaç şey söylemem lazım.
Teknik bir şey söylemeyeceğim. Mehmet Ali Bey'in dün konuştuklarına katılıyoruz, endişelerine katılıyoruz, ikazlarına katılıyoruz; CHP Grubu adına konuştu, hem de mesleğin içinden geldiği için olanı biteni çok daha rahat görebiliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Devam edin.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Devam ediyorum Başkanım.
Türk ordusunun bütünlüğü üzerinde konuşacağım bir şey var: Bizim üniversiteye girdiğimiz zamanlarda kariyer olarak doktorluk, avukatlık -mülki idarede görev almak anlamında- işte, diplomatlık, valilik imkânlarını sağlayacak uluslararası ilişkiler -maddi konfor anlamında- bölümlerini kazananlar itibarlıydı. Büyüklerimiz sorarlardı ki bize, imtihana girdiğimiz zaman arkadaşlarımızla beraber: "Oğlum, nereyi kazandınız?" "Efendim, Mülkiyeyi kazandık, mühendisliği kazandık, doktorluğu kazandık." diyenlere bir şey demezlerdi; "Öğretmenliği kazandık." diyenlere derlerdi ki: "E, oğlum biraz daha çalışsaydın da doktorluğu kazansaydın." Doktorluk düşkünlüğünden değil aslında bu, maddi beklentiden. "Hiçbir şey olamazsam öğretmen olurum." cümlelerinin kurulduğu yıllardır 1986'lar, 1987'ler, 1988'ler. Peşinden o hissiyat devam etti: "Hiçbir yeri kazanamazsam öğretmenliği kazanayım." "Hiçbir şeyi kazanamazsak öğretmenliği kazanalım." düşüncesi Türk eğitimini buraya getirdi. "Hiçbir şeyi kazanamazsak öğretmenliği..." Öğretmenlik kurumu, Türkiye'nin en müstesna meslek grubu olması gerekirken aslında hiçbir yeri kazanamayanların mecburi tercihleri hâline geldi. Bugün "Hiçbir şey olamazsam asker olayım." süreci başlamasın diye söylüyorum bunu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayınız Sayın Ağıralioğlu.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Toparlayacağım Başkanım.
"Hiçbir şey olamazsam asker olayım." sürecini başlatmamak lazım. "Millî gelir seviyemiz 30-35 bin dolar seviyesine geldiği zaman -esas soru bu- 35 bin-40 bin dolar seviyesine geldiğinde yani bedelli askerlik yapma imkânı, fırsatı herkese tanındığında, geliriyle de bunu karşılaması mümkünse insanların kaçı askere gider?" sorusunda gizlidir benim hassasiyetim. Yani bedelini ödeme imkânı verildiğinde -bu parayı verip askere gitmek, gitmemek- bu tercih istatistik olarak araştırılmalıdır. Türk ordusunu konuşurken mevzu promosyonla, reklamla "Onu yapana bunu veriyoruz, bunu yapana şunu veriyoruz." denmez. Askerliğin bir bedeli yoktur, kelimelere bile dikkat etmek lazım. "Vatan hizmeti" denilebilir, "bedelli vatan hizmeti" "bedelli askerlik" denmez, bedelli askerlik mevzu edilemez çünkü askerliğin bedeli vatana sadakattir, bedeli vatan için ölmektir. Dolayısıyla aslında bilabedel yapılacak bir işin içerisine "bedel" kavramını koyuyorsak ihtimam göstereceğiz.
Bunun üzerine benim birkaç saat konuşmam lazım aslında çünkü ordunun bu mevzularını konuşan ekiple siyasi olarak problemlerimiz var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Başkanım, anlayışınıza sığınıyorum.
BAŞKAN - Evet, anlayış gösterelim, bir dakika daha uzatalım.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Hatırlayın, on yedi yıllık iktidarınızın her değişikliğine, Millî Eğitim Bakanlığının yaptığı her değişikliğine "devrim niteliğinde bir değişiklik" "olağanüstü bir değişiklik" "Türk eğitim sistemini ayağa kaldıracak bir değişik" diyerek 15'incisini değiştirdiğimiz bu sistemin içerisinde çocuklarımız devrildi yani sizin "devrim" dediğinize çocuklarımız devrildi, Türk istikbali devrildi. Ordu sonuçtur. Devleti güçlü olmayanın ordusu güçlü olmaz. Milleti güçlü olmayanın ordusu güçlü olmaz. Eğitim çökmüş bir memleketin ordusu güçlü olamaz. 143 bin evladını yurt dışına beyin göçüyle vermiş bir milletin ordusu güçlendirilemez. Üniversiteleri dünyayla rekabet edemez bir ülkenin ordusu güçlenemez, ekonomisi çökmüş bir ülke güçlenemez, sanayicisi ayakta olmayan bir ülke güçlü olamaz, tasarruf oranları düşmüş bir ülke ayakta kalamaz; AR-GE bütçeleri sınırlı hâle gelmiş bir ülke güçlenemez, ayağa kalkamaz.
Dolayısıyla, sıkıştığımız yerleri görün diye söylüyorum. Amerika'nın F35 restine "Canımızı sıkarsanız S400'ü alırız." demekten başka alternatifler üretmemizin yolu bilmektir, okumaktır, alın teriyle gayret etmektir, daha çok çalışmaktır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Türk devletinin dünyaya söyleyeceği söz şu mu olmalıydı: "Eğer bize vermezseniz biz de gideriz Rusya'ya." Davulcuya kızdım, zurnacıya kaçıyorum gibi bir şeyi, asla böyle bir şeyi kaldıramayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Selamlamak için söz veriyorum.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Tamamlıyorum Başkanım.
BAŞKAN - Lütfen...
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Türk devletinin ayağa kalkmasının yolu... Toplumsal tesanüt başta olmak üzere her şey birbiriyle irtibatlı. Siyasi çatışmaya cümle kuruyoruz. Niye? Siyasi tevhit olmadan, siyasi beraberlik olmadan Türk yurdunu ayağa kaldıramazsınız. Ekonomiyi ayağa kaldırmanızın yolu güvendir; güvenin yolu istikrardır; istikrarın yolu Türkiye'de siyasi beraberliktir. Biz bu siyasi beraberliğin ittifak noktalarının artacağı mevzuları konuşurken bile hakaretleşmek zorunda kalıyoruz. Askerlik mevzusunu konuşuyoruz; Meclisten, Genel Kuruldan bize "PKK'lı" denilmiş, asabı bozulmuş insanlar olarak çıkıyoruz. Bu mevzuda hassasiyetinizi istirham ediyorum.
Ben galiba bu mevzuda söyleyeceklerimi milletvekili arkadaşlarımın anlayışına sığınarak, onların konuşma haklarından fedakârlık etmelerini isteyerek, buraya üç dört sefer daha gelerek sürecin konuşmam gerektiğine inandığım kısımlarını da konuşacağım.
Genel Kurulunuza saygılarımla. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)