| Konu: | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 86 |
| Tarih: | 30.05.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan 68 sıra sayılı Yasa Teklifi'nin ikinci bölümüyle ilgili görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Benden önce buraya gelen muhalefet milletvekilleri birbiri ardına artık, bu torba yasa uygulamasından vazgeçilmesi gerektiğini söylediler ama iktidar da torba yasa yapmaya devam ediyor. Biz, iki bin yıl önce Romalıların vatandaşlık hakkı gereğince hukuk metodolojisi olarak insanlara, topluma yön göstermek gerektiği konusunda duyarlı olarak torba yasa yapmayı yasaklamasının arkasından, 2019 yılında hâlâ torba yasa yapmaya devam ediyoruz; bununla da kalmıyoruz, torba yasayı temel yasa statüsüne çıkarıp temel yasa olarak görüştük ve görüşmeye de devam ediyoruz.
Bundan belki bir asır önce Ahmet Cevdet Paşa ve arkadaşlarının yürüttüğü kodifikasyon çalışmaları sonucunda ortaya çıkan ve 1.850 küsur madde olan Mecelle'nin bile ortaya koyduğu hukuk metodolojisinin gerisine düşen bu uygulamayı, bizden sonra gelen nesiller bence iyi olarak yâd etmeyecekler ve size "İyi bir hukuk mimarlarıymış." demeyecekler hatta size "hukuk çilingiri" sıfatını bile yakıştırmakta tereddüt edecekler. Onun için, bundan vazgeçilmesini diliyoruz ama bundan vazgeçilmeyeceği de artık ortaya çıkmış durumda.
On dakikalık bir süre var, söyleyeceklerimi belki yetiştiremeyeceğim ama söylemeden de geçemeyeceğim. Dün İstanbul'un fethinin yıl dönümüydü, bu vesileyle çok şeyler söylendi. Bunlardan bir tanesi de Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u almaya karar verdiğinde "Acaba ben nasıl bir toplumla, nasıl bir düzenle eyleme geçeceğim? Benim arkamda kim var? Kim beni destekleyecek?" sorusunun cevabını bulmak için -hikâye o ki- Edirne'de bir esnafa gidiyor, ihtiyaç duyduğu hatta ihtiyaç duymadığı bir maddeyi alıyor; ikincisini almaya kalktığında esnaf diyor ki: "Ben siftah yaptım, yan tarafa git, o siftah yapmadı."
Şimdi, böyle bir toplumdan, bugün, anayasal devlet olarak vatandaşının geri kalmışlarına, vatandaşının bir şekilde dezavantajlı olan kesimine verdiğimiz, anayasal hak olan sosyal yardımlar konusunda, insanlarımız hak etmedikleri hâlde bu yardımdan yararlanıyorlar. Örneğin kömürü alıyor, bu kömürü serbest piyasada satıyor. "Ben siftah yaptım, yan taraftaki yapmadı." diyen toplum yapısından, biz, bugün, hak etmediği hâlde siyasi kayırmacılık üzere yardım alan ve bunu piyasaya satan insanlar topluluğu hâline geldik. Şunu diyemiyor, eğer o doğruysa "Ben bunu hak etmiyorum, benden daha fazla muhtaç insan var aşağı sokakta veya yan komşum daha muhtaç, git, ona ver." demiyor. Bunun bir sorumlusunun olması lazım. Bu toplum niye buraya geldi? Eğer bugünkü realite buysa, Fatih'in içinde yaşadığı toplumda uydurulan bir hikâye, bir mitoloji midir bu? Eğer bu mitoloji doğruysa bugünkü durumumuz nedir? Bunu kim, nasıl izah edecek? Hangi ahlaki düzen, hangi sosyal düzen, hangi politika uygulaması bizim insanımızı bu hâle getirdi? Lütfen, içinizden birisi çıksın, bunun cevabını versin. Ahlak felsefecisi Nurettin Topçu eğer 1950'lerde, 40'larda yazdığı kitaplarını bugün yazmış olsaydı, eminim bugün çok farklı bir şey söylemiş olacaktı. Onun için, AK PARTİ Grubundan bir arkadaşın gelip bu insanlar niçin buraya geldi, bu kokuşmuşluk, bu çürümüşlük niçin bu noktaya geldi; bunun cevabını vermesi ve açıklaması lazım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Geçen hafta Genel Kurulda yaptığım ekonomiyle ilgili bir genel değerlendirmede görüşlerimi bildirdim ve dedim ki: Artık, bugün Türkiye'nin karşı karşıya olduğu ekonomik sorunlar bir sistem sorunu hâline gelmiştir ve bu sistem sorunu çözülmeden bu meselenin üzerinden de gelmek mümkün değil. Hâlâ aynı şeyi ısrarla söylüyorum.
Biraz önce, CHP grup başkan vekili arkadaşımızın Adalet Bakanı ve Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlarıyla ilgili söylediği sözlerden hareketle, gerçekten de sistem tıkanmıştır ve sistem çalışmıyor. Dolayısıyla bu sistemik sorun çözülmeden, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu bu sorunların üstesinden gelebileceğini düşünmüyorum.
Bakan Bey dedi ki: "Ekonomide bir dengelenme var. Dolayısıyla bu dengelenmenin sonucunda, öyle görünüyor ki tünelin ucunda bir ışık göründü." Aslında, Bakan Bey bu görünen ışığın ne olduğunu, hangi ekonomik veriden hareketle, hangi ekonomik veriyi analizle bu tünelin ucunda ışığın göründüğünü söylemedi. Bu, reel ekonomiye ait üretim mi, sanayi üretimi mi, kapasite kullanım oranı mı, büyüme mi, efendim, bankacılık kesimiyle ilgili sorunlar mı? Beklentilerle ilgili endekslerden, vesaireden hareketle... Hangi ekonomik veriyi kullanarak ve analiz ederek tünelin ucunda ışık olduğunu söyledi? Eğer "Tünelin ucunda ışık var."ı kabul edip inanıyorsanız lütfen, buraya gelin, hangi ekonomik veriyi kullanarak bu ışığı gördüğünüzü bize bir açıklayın.
Görünen o ki Sayın Bakan bir dengelenme trenine bindi, bu bindiği trende maalesef uyuyakaldı; uyurken tren karanlık bir tünele girdi, o tünelde uyandığında etrafını göremiyor. Maalesef, doğru olan budur.
Yarın saat onda, yirmi dört saatten az sürede, 2019 yılı birinci çeyrek büyüme rakamları açıklanacak. Bu rakamlarda göreceksiniz ki ekonomi, 2018'in son çeyreğinde olduğu gibi, yine küçülecek.
Senelere baktığımızda -sadece iki rakam vereyim- 2014 yılında Sanayi Üretim Endeksi yüzde artı 9,8'ken bu, yüzde 8,7'lik bir büyümeye tekabül etti. Çok meşhur, her fırsatta söylediğiniz 2018 yılındaki yüzde 7,4'lük büyümenin karşılığında Sanayi Üretim Endeksi de yüzde 4,4. 2019 yılının birinci çeyreğindeki Sanayi Üretim Endeksi eksi 5,7. Bunun anlamı, yarın göreceksiniz, ekonomi eksi büyüyecek. Dolayısıyla buradan hareketle, ortada ışık vesaire diye bir şey yok. Alınması gereken tedbirleri erteliyorsunuz ve dolayısıyla da toplumun üzerindeki yükü giderek artırıyorsunuz. Bir buçuk yıl önce eğer gerekli tedbirleri alsaydınız 35-40 milyar dolarla hallolabilecek bu sorun bugün 70-80 milyar dolara yaklaşmıştır, eğer daha da gecikirseniz bu daha da artacaktır. İnkâr edebilirsiniz, "Öyle değil." diyebilirsiniz ama rakamlar ortada.
Söyleyeceğimi söyleyemedim, her neyse. Orada görüyorum, bir dakika sürem kaldı. Söyleyeceğim şey şu: Ekonomi politikaları boşlukta cereyan etmiyor, bir çerçevesinin olması lazım. Şu anda bunun bir çerçevesi yok. Bizim ekonomimizde, ekonomi politikalarının yürütüleceği çerçevede önce bir beş yıllık kalkınma planı var çünkü beş yıllık kalkınma planının içerisinde sanayiciye, tüccara, iş adamına, eli taşı altında olan ve risk alan insanlara yön ve yol göstermeniz lazım ama bugün geldiğimiz nokta itibarıyla, senenin altıncı ayına girmek üzereyiz, hâlâ 2014-2018 yılını kapsayan Onuncu Beş Yıllık Plan'ın yerine bir on birinci plan henüz gelmiş değil. Sanayiciye, tüccara, iş adamına, üretken kesime nasıl yön ve yol göstereceksiniz?
Buradan hareketle, orta vadeli program olarak üç yıllık bir program var, bir de kısa vadeli programlar var. Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 2 Temmuz 2013 yılında kabul edildi bu. Dolayısıyla 2014-2018 yıllarını kapsayan bu program altı ay önce yürürlüğe girdi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından görüşülerek ama hâlâ ortada bir on birinci beş yıllık kalkınma planı yok. Buna bağlı olarak, orta vadeli program yapılamaz. Ne yapıyorsunuz? Birbiri üzerine kısa vadeli finans tedbirleri alıyorsunuz, teşvikler veriyorsunuz. Bu teşvikler ekonominin üretken kapasitesini, rekabet kapasitesini bitirdi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Sanayiciyi, tüccarı, iş adamını devlete bağımlı hâle getirdiniz ve bu insanlar karar almakta da zorlanıyorlar.
BAŞKAN - Sayın Milletvekilim, toparlayın.
DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Toparlıyorum.
Dolayısıyla 3067 sayılı Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanun'un gereğinin yapılması gerekir, bundan kaçınamazsınız, kaçınmak durumunda da değilsiniz çünkü boşlukta ekonomi politikası yürütülmez. Şu anda, eklektik olarak, sabah bir karar, öğleden sonra bir karar, sonra bunu değiştir.
Şuradan da görüyoruz ki biz, üç ay önce yaptığımız yasada bugün değişiklik yapıyoruz. Niye? Çünkü önümüzü görecek bir şey yok. Sizin 2023, 2050, 2071 hedefleriniz var. 2071'i, 2050'yi bırak, beş yıllık süreyi öngöremeyen, bununla ilgili rakamsal veri ortaya koyamayan, yol ve yön gösteremeyen bir heyet 2071'i niye ağzına alır, 2050'yi niye ağzına alır? 2023 diye bir hedef artık kalmadı. Ağzınızla kuş tutsanız, yıllık yüzde 30 büyümezseniz dört yıl sonra Türkiye'nin 2023 hedeflerini tutturması mümkün değil. Ama bu bir siyasi hedefse o konuda bir şey diyemem, o da siyasi niyet okumaya girer, onu ben yüce Meclisin takdirlerine bırakıyorum.
Teşekkür ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)