GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması'na Ait Protokol I'in Yerini Alan 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol I", Anlaşmanın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sini Değiştiren 17 Ocak 2017 Tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya Eklenen Hizmet Ticareti Hakkında 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol III"ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:42
Tarih:08.01.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti arasında yapılan Serbest Ticaret Anlaşması'yla ilgili düzenlemelere ilişkin kanun teklifi hakkında İYİ PARTİ Grubu adına söz aldım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, öncelikle yüce Meclise şunu hatırlatmak istiyorum: Bu yapılan anlaşma, Sırbistan Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti arasında yapılan bir anlaşma. Daha sonra anlaşmanın maddelerine geçeceğim ama bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Ben Rumeliliyim, Sırp zulmünden kaçan bir ailenin çocuğuyum. Sırp zulmünden kaçarken ailesinden şehit vermiş, ailesinin bir kısmını çalışma kamplarına terk edip buraya gelmiş, kucağında bebeğiyle trende gelirken trende kaybettiği bebeğini sadece "Gâvur topraklarında gömülmesin, ben bebeğimin ölüsüyle kendi ana vatanıma gidiyorum." diyen bir annenin de evladıyım.

Böyle bir cumhuriyetle beraber şu anda biz ticari bir anlaşma yapıyoruz. Sırbistan'ın Balkanlarda iki tane problemi var; birisi Boşnaklar diğeri de Arnavutlar, ikisi de Balkanların mazlum milleti. Hani hep diyorsunuz ya "Biz mazlum milletlerin yanındayız." diye. İşte o Balkanlardaki iki tane mazlum millet Boşnaklar ve Arnavutlar şu anda hâlen Sırpların baskısı altında uluslararası gücün onlara verdiği ilave güçle Arnavutlara ve Boşnaklara kan kusturmaya devam ediyorlar. Bu yapılan anlaşmalardaki rakamlara baktım, sıfır gümrükle 10 bin ton buğday getirecekmişiz. 10 bin ton buğdayı sıfır gümrükle getirsek ne olur getirmesek ne olur? 10 bin ton buğday dediğiniz bir gemi buğday. Yani Türkiye'nin ihtiyacının yanında hiçbir şey değil. Sırbistan açısından, ekonomik açıdan da çok önemli bir rakam değil bu 10 bin ton. 5 bin ton sığır eti. 5 bin ton sığır eti 10 bin büyükbaş hayvan yapar. Türkiye açısından önemli bir rakam değil, Sırbistan açısından da önemli bir rakam değil. Ama bu ticaret anlaşması nedir biliyor musunuz? Ayrıcalık tanınan bu ticaret anlaşması nedir biliyor musunuz? Orada kendisini Türkiye'nin koruması altında hisseden, Türkiye'nin de "Biz sizin haminiz durumundayız." dediği Arnavutlar ve Boşnaklara Sırpların verdiği mesaj bu. Diyor ki: "Sizin o güvendiğiniz Türkiye var ya şu anda bizimle beraber bu anlaşmalarla bizim yanımızda olduğunu ifade ediyor. Siz onlar için bir şey ifade etmiyorsunuz." Bütün rakamları toplasanız 300-500 milyon doları geçmez. Bu ülkenin ticaret hacminde önemli bir rakam değil bunlar. Ama oradaki o mazlum milletleri yalnızlaştırmak için yapılan bir anlaşma bu. Ne gibi bir kârınız var bilmiyorum. Yani Güneydoğu Avrupa'da Sırbistan'la bu kadar yakın ilişki kurmanın Türkiye'ye getirdiği neler var bilmiyorum. Orada Türkiye'deki yatırım maliyetlerinden kaçan tekstil sektöründeki birkaç yatırımcı dışında da yatırımcı bilmiyorum. Ben o bölgeyi bilen bir adamım. Ama burada yaptığınız bir şey var -bir daha söylüyorum- hep öyle ifade ediyorsunuz ya: "Biz mazlum milletlerin yanındayız." Hayır, siz mazlum milletlerin karşısındasınız. Balkanlardaki mazlum milletlere zulmedenlerle berabersiniz. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bu dostluklardan da büyük keyif alıyorsunuz. Bunu çok büyük bir başarı gibi anlatıyorsunuz. Size ne oldu, bilmiyorum. Daha önce bu grubun içerisinde tanıdığım insanlar var, bu insanların doğruları birden yanlışa evrildi, biraz evvel Sayın Bakana da ifade ettiğim gibi. Sırbistan'la yapılan anlaşma öncelikle bir ticari anlaşma değil, bu şekilde değerlendirmenizi istiyorum.

Bunun içerisinde bazı rakamlar vereceğim. Biraz evvel ifade ettim, 5 bin ton büyükbaş hayvan eti getireceğiz, yaklaşık 10 bin büyükbaş hayvan. Türkiye'de hayvancılıkla ilgili bir sürü sıkıntı varken, bir sürü problem yaşanırken, hayvancılığı terk ederken insanlar, üstelik ülkenin döviz darboğazında olduğunu hepimiz bilirken, Sırbistan'dan hayvan ithal etmenin anlamını anlatır mısınız bana? Nedir? 5 bin ton hayvana vereceğiniz dövizi, merasında, ahırında hayvancılık yapan köylüye verseniz, bu insanlara sübvanse olarak verseniz, bu insanları hayvancılığa özendirseniz, hem döviziniz burada kalsa hem adama yerinde istihdam sağlasanız daha uygun olmaz mı? Bu işleri niye becermekte bu kadar âciz kalıyorsunuz?

Domates getirecekmişiz. Enteresan, değil mi? Domates. Biz Sırbistan'dan domates getireceğiz. Domatesi Rusya'ya ihraç edeceğiz diye kendimizi paralıyoruz, her gönderdiğimiz 3 tır domatesten 1'i geriye geliyor ama biz Sırbistan'dan domates ithal edeceğiz.

Burada farklı bir kalem var, ondan bahsetmek istiyorum: Ayçiçeği tohumu getirecekmişiz 15 bin ton.

Beyler, Sırbistan'da ayçiçeği ekilmiyor, biliyor musunuz? Ayçiçeği ekimi yok, hiç ayçiçeği ekilmez, yani iklim müsait değil, ayçiçeği ekimi de sıfır ama biz oradan ayçiçeği ithal edeceğiz. Bunun anlamı ne, biliyor musunuz? Bunun anlamı şu: Sizin aranızda, bu ithalatı kovalayan, Türkiye'ye ihanet eden bir adam -bana göre o adam hain adamdır, ihanet öyle bir şeydir- bu 15 bin ton çekirdeği ne yapacak, biliyor musunuz? Başka bir ülkeden alacak, Sırbistan'dan sadece menşe şehadetnamesini değiştirecek yani orijinini değiştirecek "Sırp malı" diye sıfır gümrükle buraya koyacak. Yani, birisine sıfır gümrükle 15 bin ton ay çekirdeği ithal ettireceksiniz, onun da cebine parasını koyacaksınız.

Bir şey daha var: Olmayan ayçiçeğinin bir de yağı var, 25 bin ton. Ayçiçeği yağının şu andaki gümrüğü yüzde 36 beyler. Ayçiçeği yağının fiyatı 800 dolar; yüzde 36'sı yaklaşık 300 dolar yapar. 25 bin tondan ne yapar bu, biliyor musunuz? Birisi -kimse bu bilmiyorum, takip edeceğim bu ithalatı yapanı- 25 bin ton yağı başka bir ülkeden alıp yine Sırbistan'dan menşe şehadetnamesini değiştirerek "Sırp yağı" diye buraya sokacak. Peki, bu kanunu yapan arkadaşlar hiç merak etmezler mi ya "Sırbistan'da ay çekirdeği çıkıyor mu, Sırbistan'da ayçiçeği fabrikası var mı, bu yağı nereden getiriyorsunuz?" diye sormazlar mı? Birilerini zengin etmenin yolu uluslararası anlaşmalara bu tip garabetleri sokmak değildir; biraz evvel yaptığınız gibi, daha büyük montanlı işlere kafa yorun. Aldınız, Adapazarı Arifiye'deki orduya ait fabrikayı Ethem Sancak'a çaktınız. Burada 7,5 milyon doların peşine düşmüşsünüz. 7,5 milyon dolar bu ya yani ufakçı birisi yapmış bunu. Ben bu işi yapanları biliyorum, çok büyük yapıyorlar ama burası ufakçı birisine düşmüş. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) 7,5 milyon dolarlık bir şeyi almışlar, uluslararası anlaşmaya koymuşlar. Yazıklar olsun, vallahi billahi yazıklar olsun!

İBRAHİM HALİL ORAL (Ankara) - Küme düştüler, küme.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Yani, evet, küme düşmeye başladılar, doğru diyorsunuz Sayın İbrahim Halil Oral. Yani, rüşvette de, avantada da küme düştünüz. Birisine 7,5 milyon dolarlık avanta sağlayacaksınız diye uluslararası anlaşmaya Sırbistan'da yetişmeyen ayçiçeğinin, ayçiçeği yağının ithalat müsaadesini vermişsiniz. Başlı başına hakikaten bir garabet. Ben, bunu imzalayan Sayın Binali Yıldırım'dan ziyade bunu hazırlayan Bakanlık görevlilerinin hiç kimseye danışmadan sadece kendilerine verilen talimatla hazırladıklarını düşünüyorum. Dolayısıyla böyle bir anlaşmanın Türkiye'nin hiçbir tarafıyla... Bakın, bir: Önce siyasi tarafından bahsettim. İki: Tarihî, duygusal bağlarımızla bahsettim. Bizim orada altı yüz yıldır sancaktarlığımızı yapan Boşnaklar ve Arnavutlara karşı Sırpları güçlendirmek için olanca gücünüzle çalışıyorsunuz, onlara orada zulme karşı direnmiş o milletleri, o mazlum milletleri yalnız bırakıyorsunuz, bir taraftan bunu yaparken de "Birilerine avanta sağlayalım." diyorsunuz. Pes ya, vallahi pes! Vallahi pes arkadaş! (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Benim size tavsiyem şu: Uluslararası anlaşmalar bir ülkenin menfaatiyle ilgili olarak yapılır. Bu, zaman zaman kendi menfaatinizden fedakârlık ettiğiniz bir anlaşma olabilir ama bu, karşınızda muhatabınız olan, kadim dostluğunuz olan, geçmişte tarihsel birlikteliğiniz olan, soy bağınız olan, akrabalık ilişkileriniz olan bir toplum olur, buna da eyvallah ederim. Bizim Sırbistan'la olan akrabalık ilişkilerimiz sadece 4 gelin, Osmanlı padişahlarının aldığı 4 Sırp gelinden ibaret, başka da bir akrabalık ve soy bağımız yok. Bu anlaşmayı niye yaptığınızı hâlâ anlayabilmiş değilim.

Ben bu anlaşmanın dışında size Türkiye'nin gündeminde olmayan ama çok önemsediğim bir konudan bahsederek konuşmama devam etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bin beş yüz kırk gündür terör örgütü PKK'nın elinde askerlerimiz var biliyor musunuz, bin beş yüz kırk gündür? O askerlerden bir tanesinden, Semih Özbey'den bahsetmek istiyorum size. Semih, 21 Haziran 1993'te Malatya'da dünyaya geldi. Babası tanınan bir ticaret erbabı, annesi ev hanımı. Anadolu çocuğu. İlkokulu, ortaokulu, liseyi başarıyla bitiriyor Semih. "Büyüyünce ne olacaksın?" diye soranlara hep övünerek "Ben asker olacağım." diyor. Kimsenin meslek seçiminde hayallerine karışmasına da izin vermedi Semih o güne kadar. Bir akrabası vardı asker olan, sık sık onu ziyaret etti, uzun uzun onun kıyafetlerini seyretti, o kıyafetlerle fotoğraf çektirdi "Bir gün ben de asker üniforması giyeceğim." dedi ve dediğini de yaptı Semih. Çocukken kurduğu bu hayaline ilk adımı 18 yaşında Balıkesir'de Kara Astsubay Meslek Yüksek Okuluna başlayarak attı. Okulu bitirdi, çakı gibi bir jandarma astsubay oldu Semih. Her yurtsever asker gibi canını ülkesine feda etmeye hazırdı ama sonu belirsiz bir karanlığa girdiğinde yapayalnız kalacağını hiç bilmiyordu Semih. 22 yaşındaki Semih, Rize'de görev yaparken annesinin kanser olduğunu öğrendi, hemen izin aldı, arabasına bindiği gibi Malatya'nın yolunu tuttu. Ailesini bir daha hiç göremeyeceğini hatta seslerini bile duyamayacağını, üniformasını son kez giydiğini bilmeden çıktığı yol onu Tunceli'ye getirdiğinde tarih 17 Eylül 2015. Pülümür yolunda PKK'lı teröristler tarafından aracı durduruldu. Sivildi ama askerî kimliği ve silahı da yanındaydı Semih'in; o anda ne hissetti hiç kimse bilmiyor. Tam bin beş yüz kırk gün önce Semih'in de bulunduğu aracı PKK'lı teröristler ateşe verip Semih'i sevdiklerinden kopardılar. Semih'in babası, buradaki Malatya milletvekili arkadaşlarımız da bilirler, Malatya Ticaret Borsası Başkanıydı; Malatya'nın sevilen, bilinen, tanınan bir ailesi. Sadece oğlu Semih için değil, aralarında polis ve erlerin de bulunduğu, PKK'nın kaçırdığı 12 can için çalmadık kapı, aramadık insan bırakmadı Semih'in babası; ne Türk Silahlı Kuvvetlerinden ne Cumhurbaşkanından ne Başbakandan ne de bakanlardan, hiçbirinden bilgi alamadı. Sanki Semih hiç yaşamamış gibi, devletin askerinin hiç kıymeti yokmuş gibi herkes kapı duvar etmiştir Semih'in ailesine.

Yüreklerini ferahlatan haber aileye tam yüz beş gün sonra bir yılbaşı gecesi geldi. PKK'nın yayınladığı bir videoyla oğullarının yüzünü gören aile, en azından oğlumuz yaşıyor diye teselli buldu. Semih, hakikaten yorgun ama dimdik bir askerdi hâlâ. Çünkü kanserle mücadele eden annesinin kendisini ağlayarak izleyeceğini biliyordu Semih. Kendini tanıttı, devletten kendilerini kurtarmayı beklediklerini söyledi. Aynı video PKK'nın kaçırdığı diğer asker ve polislerden de geldi. Aileler yeniden toplandı, çağrı yaptı, Türkiye Büyük Millet Meclisine gitti, yalvardı. Semih'in kız kardeşi -bana da geldi geçen hafta- Malatya'ya gelen Recep Tayyip Erdoğan'a ulaştı, çıktı karşısına "Kardeşimi ve kaçırılan askerleri kurtarın ne olur." dedi Cumhurbaşkanına. Cumhurbaşkanının cevabı şu: "Yapabileceğim bir şey yok, sabredin." Sanki herkes ağız birliği yapmıştı, çalınan her kapı "sabır" "sabredin" ve "sabret" kelimesinden başka hiçbir şey söylemiyordu Semih'in ailesine. Herkes sustu, herkes unuttu, sanki Semih hiç yaşamamış gibi, sanki PKK'nın elinde 12 canımız yokmuş gibi davrandılar. Aradan üç yıl geçti arkadaşlar. Ne siyasiler ağzına aldı ne basın yazdı, çizdi ve PKK birkaç ay önce Semih'in bir videosunu daha paylaştı. "Ben Semih Özbey, 21 Haziran 1993 Malatya doğumluyum. 17 Eylül 2015 tarihinde PKK tarafından kaçırıldım. Yardımcı olacak herkesten yardım bekliyorum. Üç yıldır buradayım. Bizim için çabalanıyor mu, bir çaba var mı bilmiyorum. Bizim için mücadele edin ne olur." diye yalvarıyordu videoda. Bugün tam bin beş yüz kırk gün oldu. Bir anne evladını 22 yaşında bıraktı, sarılamadı, koklayamadı, öpemedi "Ölmedim, iyileştim, seni bekliyorum." diyemedi o anne. Semihle beraber 12 canımız hâlâ PKK'nın elinde. Açlar mı, susuzlar mı, nerelerde tutuluyorlar, hiç kimse bilmiyor. Çok üzülerek beyan ediyorum, Semih'in bu hikâyesi, terörle mücadele ettiğini söyleyen devletin acziyetinden ibaret bir hikâyedir. Çok üzülerek ifade ediyorum: Bir devlet, PKK'nın elinden üç senedir 12 askerini alamıyorsa bu, vatandaşın devletine olan güveninde zafiyet oluşturur. Devlet olmak böyle bir şeydir. Amerikalı, bir papazı almak için dünyayı birbirine kattı. Üstelik suçlu olduğu bizzat Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilen bir Brunson'ı almak için dünyayı birbirine kattı. Bizim 12 canımızın, Amerikalının peşinden gittiği papaz Brunson kadar hiç kıymetiharbiyesi yok mu sizde? Niye Semih'in ailesine cevap veren bir muhatap yok. Semih'in ailesi bu Türkiye Cumhuriyeti'nin vergi veren bir vatandaşının oğlu. Semih bu devlete hizmet etmek için üniforma giymiş bir asker. Semihler 12 tane, PKK'nın elinde.

Bu duyarlılık içerisinde, devletimizi, PKK'nın elinde bulunan bu askerlerle ilgili ciddi bir şekilde çalışma yapmaya davet ediyorum. Kanser olduğu hâlde oğlunu görmeden ölmemek için direnen annenin hatırına, askerini gözleyen bütün aileler adına, bu devlete can vermiş bütün şehitler adına, bu devlete organını kaybetmiş, sakat kalmış gaziler adına, Türk milletinin bir ferdi olarak, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, bu Mecliste bulunan herkesi bu konuda duyarlı olmaya davet ediyorum.

Hepinize saygılar sunarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)