| Konu: | ULUSLARARASI KADINA KARŞI ŞİDDETLE MÜCADELE GÜNÜ?NE İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 22.11.2012 |
SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü üzerine gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, konuşmama çok çarpıcı bulduğum bir istatistikle başlamak istiyorum. Emniyetin resmî verilerine göre, ülkemizde gün içinde ortalama 138 aile içi şiddet vuku bulmaktadır. Yani resmî rakamlara göre her gün 138 kadın, çay soğuk geldi diye, kahvaltı geç hazırlandı diye, izinsiz sokağa çıktı diye veya buna benzer herhangi bir bahaneyle kocasından dayak yemektedir. Bunlar kadına şiddetin sadece emniyet kayıtlarına yansıyan kısmıdır. Bir de bu şiddetin resmî rakamlarda görünmeyen kısmı vardır ki, belki binlerle ifade edilebilir. Bunlar istatistiklerdir, bunlar rakamlardır ve rakamlar soğuktur.
Burada; resmî rakamlara göre her on dakikada bir kadının karakola başvuracak denli ağır bir şiddete maruz kalmasından söz ediyoruz; dayak yiyen kadınlardan söz ediyoruz; boşanmak istedi diye bıçaklanan, kolları kırılan kadınlardan söz ediyoruz; sokaklarda öldürülen kadınlardan söz ediyoruz; her gün gazetelerin üçüncü sayfasına yansıyan ve şöyle bir okunup geçilen acılardan söz ediyoruz.
Resmî rakamlarda ifade bulsun ya da bulmasın, kadınlarımızın maruz bırakıldığı bu şiddetin, her şeyden önce, hiçbir siyasi, dinî veya kültürel gerekçeyle haklı gösterilemeyecek bir insan hakları ihlali olduğunu ortaya koymamız gerekmektedir.
Toplumun gelişimi önünde bir engel olan kadına yönelik şiddet, müdahale edilmediğinde kuşaktan kuşağa aktarılan bir problem hâline gelmektedir ve bu problemi çözmek önümüzde bir görev olarak durmaktadır. Bunu ertelemek, üstünü örtmek, gerekçelendirmek, görmezden gelmek lüksümüz yoktur. Unutulmamalıdır ki, şiddet, bireylerce, toplumca ve devletçe kabul gördüğü oranda meşru kılınmakta, hatta bir sorun çözme aracı olarak dahi görünmektedir.
Aile içi şiddete hoşgörüyle yaklaşan toplumlar, sosyal hayatın farklı alanlarında da var olan şiddete tepki göstermemekte, hatta olağan karşılamaktadır.
Eğer bu şiddeti önlemek istiyorsak, eğer kadınların şiddet görmediği, tüm nimetleri erkeklerle eşit biçimde paylaştığı bir dünya istiyorsak, kadınıyla erkeğiyle hepimizin daha cesur olması gerekmektedir. Bu, birey olarak hepimizin görevidir. (CHP sıralarından alkışlar) Ama asıl olan, karar alıcıların bunu görev olarak algılamasıdır.
2012 AB İlerleme Raporu'nda "Aile içi şiddet mağdurlarının adalete erişimi hâlâ engellenmektedir." ifadesi yer almaktadır. Bu ifade, kadına şiddet konusunda almamız gereken daha çok mesafe olduğunu ortaya koymaktadır. Tabii ki kadına şiddeti üreten dinamikler toplumsal, hukuksal, ekonomik, geleneksel, siyasal yapının dinamiklerinden ayrı değerlendirilemez ama ne olursa olsun, Türkiye gibi kadınların sadece eşit olma değil, kimi durumda sadece var olma, hatta hayatta kalma mücadelesi verdiği bir toplumda şiddetin yakıcılığı görmezden gelinmemelidir. Kadınlarımız, kadınları yalnızca iyi bir kız evlat, iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir ev kadını olmasıyla sınırlayan bir algıya, bir anlayışa kurban edilmemelidir. Bu algı sağlıksız bir algıdır, bu anlayış sağlıksız bir anlayıştır.
Değerli milletvekilleri, "Kadının sırtından sopayı eksik etmeyeceksin." gibi olumsuz bir atasözü de, Atatürk'ün söylediği "Şuna inanmak lazımdır ki dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir." sözü de bu dile, bu topraklara aittir. Sorun, bizim gelecek kuşaklara hangisini miras bırakmak istediğimizdedir diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Küçük.