| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 38 |
| Tarih: | 20.12.2018 |
HDP GRUBU ADINA SAİT DEDE (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan bütçe kanun teklifinin 14'üncü maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım.
Tam manasıyla bir rejim değişikliğine neden olan yeni Anayasa'yla birlikte, zaten aksak ve eksik yürütülen bütçe süreçleri tamamen kötüleşmiştir. Yeni Anayasa öncesinde Kalkınma Bakanlığıyla başlayan, Maliye Bakanlığı, Meclis Plan Bütçe Komisyonu ve Meclis Genel Kuruluyla ilerleyen bütçe yapım süreçleri değişerek Cumhurbaşkanlığı tarafından Meclise sunulan bütçe kanun teklifi şeklinde bir işleyişe dönüşmüştür. Yeni sistemde, Cumhurbaşkanı tarafından hazırlanan bütçe kanun teklifi Meclise sunulmaktadır. Mevcut Anayasa'nın 161'inci maddesinde "Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda, yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Genel Kurulda kamu idare bütçeleri hakkında düşüncelerini her bütçenin görüşülmesi sırasında açıklarlar, gider artırıcı veya gelirleri azaltıcı önerilerde bulunamazlar." ifadeleri yer almaktadır. İlgili maddeden de anlaşılacağı üzere, Meclisin sunulan bütçe kanun teklifi kalemlerinde bir değişiklik yapma hakkı yoktur. Yani teklif ya ret ya kabul edilmek zorundadır. Bütçeler bir anlamıyla Meclisin hükûmetlere verdiği güvenoyu niteliği taşıdığı için reddedilmesi siyasal olarak yürütme erkini istifaya davet anlamına gelmektedir. Ancak Türkiye'deki yeni sistemde bütçe reddedilse bile ödenekler bir önceki yılın artış oranları üzerinden artırılarak yürürlüğe girmektedir. Bakanlar Kurulu veya hükûmet yeni sistemde olmadığı için de istifa edecek bir hükûmet yoktur. Dolayısıyla yeni sistemin bütçe kanunuyla ilgili öngördüğü işleyiş mekanizması 1215 yılından bugüne bütçe hakkını elinde bulunduran halktan bu hakkın alındığının resmî kanıtıdır. Bir anlamıyla Türkiye'de halkın seçimler aracılığıyla vekâletlerini verdiği milletvekillerinin işlevsiz kılındığının anayasal bağlayıcılıkla gerçekleştiği antidemokratik bir eksende bulunmaktayız.
Değerli milletvekilleri, rejim değişikliği bu ülkenin bütün kurumlarının işlevselliğini ortadan kaldırmıştır. Bu yok oluş ilk olarak yıllardır var olan ekonomik krizi derinleştirmeye ve buna bağlı olarak siyasal bir belirsizliğe neden olmaktadır.
Bakın, ekonomik krizin tüm göstergeleri mevcuttur. Türk lirası dolar karşısında sadece bu yılın başından bu yana yüzde 40 civarında değer kaybetmiştir. İşsizlik çift haneli rakamlarda seyretmektedir. Cari açık yıllık 50 milyar doları aşmıştır. Enflasyon yüzde 20'lerle son yılların en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Buna bağlı olarak, kira ve ulaşımdaki fiyat artışları yoksulların geçim koşullarını daha da zorlaştırmaktadır. Asgari ücretli emekçilerin reel ücretleri sürekli erimektedir. Öyle ki 24 Haziran 2018'den önce 340 dolara denk düşen asgari ücret, son kur artışı nedeniyle 240 dolara kadar düşmüştür. Bu şartların apaçık yaşandığı bir ortamda hâlâ sorumlu olduklarını kabul etmeyen AKP iktidarı, kendi dünyasında yaratmış olduğu hayalî düşmanlarını sorumlu olarak ilan edip Türkiye halklarından bu hayale inanmasını beklemektedir. Ancak bilinmektedir ki ekonomik krizin siyasi sorumlusu saray rejimi ve AKP iktidarlarıdır. AKP, doğaya, canlıya ve insana yönelen emek karşıtı saldırısını bıkmadan, usanmadan devam ettirmektedir.
Evet, Erdoğan ve AKP iktidarı, krizin faturasını emekçilere ödetebilmek, krizin harekete geçirebileceği toplumsal muhalefet dinamiklerini de etkisiz hâle getirebilmek için rejimi hızla otoriterleştirmektedir. Özellikle 2016 yılından bu yana rejimle ilgili olarak yapılan değişiklikler ve Halkların Demokratik Partisine uygulanan siyasi operasyonlar bunun da net göstergesidir.
Değerli milletvekilleri, 2019 Bütçe Kanun Teklifi, AKP'nin kaynakları nerelere harcadığı üzerinden politik tercihlerini de göstermektedir. Türkiye'nin en büyük sorunu olan Kürt sorunu ve demokrasi sorununa kaynak ayırmak yerine silaha, israfa, vergi aflarıyla yandaş sermaye birikimine kaynak ayırmaktadır. Ayrıca, Kürt sorununa yönelik yaklaşımın çatışmayı esas aldığı; doksan yıllık devlet geleneğinin devamı olan, Kürt sorununu bir demokrasi ve özgürlükler sorunu kapsamında değil ret ve inkâr sorunu kapsamında gördüğü gerçekliğine işaret etmektedir. Söz konusu yaklaşımıyla, Kürt sorununun çözümünden ziyade çözümsüzlüğünü derinleştirerek, Türkiye'nin demokratikleşmesine de ket vurma amacı taşımakta, otoriterleştirme düzeyini artırmaktadır.
Unutulmamalıdır ki Türkiye siyasi tarihinde Kürt sorunu ve demokrasi sorunu paralel olarak devam etmiş, birbirleriyle ilişkili olarak iktidarların politikalarıyla çözümsüzlüğe terk edilmek istenmiştir. Kürt sorunu ve demokrasi sorununun diğer yüzünde ise bu sorunları çözmek için mücadele eden halkın gerçek siyasi tarihi vardır. Bu kapsamda demokratik, toplumsal talepler ve mücadeleler süreklilik arz edecek şekilde iktidarların baskı ve zor politikalarıyla karşılaşmış, bu politikaların hayata geçirilmesi için halktan alınan vergilerden oluşan mali kaynaklar halka karşı harcanmıştır.
Oysa 24 Haziran seçim bildirgemizde de belirttiğimiz gibi, Türkiye halklarının huzura, güvene, refaha kavuşmasının yegâne yolu Kürt sorununda kalıcı barışı sağlamaktır. Kürt sorununun çözümü demokrasi sorununun çözümüdür. Barış sadece çatışmaların, ölümlerin ve acıların olmaması değil, aynı zamanda erdeme, iyiliğe, bir arada yaşamaya en büyük adım olacaktır. Barış mücadelesi demokrasi mücadelesidir, özgürlük mücadelesidir.
Değerli milletvekilleri, işçilerin, emekçilerin sömürüldüğü, Cumartesi Annelerinin ülkenin kolluk kuvvetleri tarafından saldırıya uğradığı, milletvekillerinin cezaevinde bulunduğu, cezaevlerinde işkence iddialarının ayyuka çıktığı, iş cinayetlerinin artarak yoğunlaştığı bir süreçte, bakın, 2018 yılının ilk altı ayında sadece 907 işçi yaşamını yitirmiştir, AKP'nin on altı yıllık iktidarı döneminde ise bu rakam yaklaşık 21 bindir. Emeğin, emekçinin, yoksulun esamesinin okunmadığı, çiftçiden değil tüccardan yana, işverenden, sermayeden, karanlık emellerden yana bir bütçe teklifi görüşmelerinin sonlarına doğru yaklaşmaktayız. Borç stokları alarm verirken bütçenin her kalemi ayrı bir israf, ayrı bir sömürü kalemidir. Cumhurbaşkanlığı bütçesinde kâr amacı gütmeyen kuruluşlara 12,5 milyon tutarında bir kaynak ayrılırken yüzlerce yurttaşa istihdam yaratabilecek bu kaynağın nereye harcanacağı belli değil, neyin amaçlandığı belli değil.
Yine "İtibardan tasarruf olmaz." anlayışıyla "temsil ve tanıtma" adı altında 101 milyon 500 bin TL'lik bir harcama kalemi; benzer şekilde, günlük harcaması 1,8 milyon TL olan bir saray gerçeğiyle karşı karşıyayız. Sarayın bir günlük masrafıyla bir asgari ücretliye doksan üç yıl maaş ödenebilmektedir.
2018 yılı Cumhurbaşkanlığı örtülü ödenek bütçesi 1 milyar 308 milyon TL iken 2019 yılında ödenek tutarının belirtilmesine dahi gerek duyulmamış, bir nevi açık çek verilmiş; muhatabının halk, keşidecisinin ve hamilinin Cumhurbaşkanı olduğu bir çek. Oysaki bütçe, yurttaşların başta sosyal hakları olmak üzere, siyasal, ekonomik, hukuki haklarını gözetmekle yükümlü olup, sermayenin çıkarlarına hizmet eden, savaşın sürmesine neden olan, insan hayatını, yaşamını önemsemeyen bir araç olma hâlinden çıkarılmalıdır.
Yoksulların, emekçilerin, çiftçilerin, öğrencilerin, kısacası bütün yurttaşların ağır vergi yükü altında ezildiği, Avrupa Birliği standartlarına göre 41 milyon insanın yoksulluk sınırı altında yaşadığı, servet ve gelir eşitsizliğinin had safhada olduğu bir dönemde, toplumsal bir katılım ve uzlaşı süreci işletilmeden tüm kesimlerin taleplerinin bütçeye yansıtılmadığı, antidemokratik ve otoriter bir yaklaşımla hazırlanan, eşitlik ve adalet anlayışından yoksun, aksine adaletsizliği ve eşitsizliği daha da derinleştirecek olan bütçe kanun teklifini kabul etmediğimizi belirtmek istiyorum. Çünkü 2019 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanun Teklifi bütün tercihleriyle vicdansız ve adaletsiz bir bütçedir; emekten yana değildir, emekçiyi, yoksulu, doğayı görmemektedir; işverenden, sermayeden, zalimden yana saf tutmaktadır; toplumsal cinsiyet bütçelemesi yapmamaktadır; insan haklarından, eşitlikten yana değildir; Kürt sorunu başta olmak üzere, demokrasi, özgürlük ve barış istememektedir.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)