GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:38
Tarih:20.12.2018

İYİ PARTİ GRUBU ADINA TAMER AKKAL (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2019 yılı Plan ve Bütçe görüşmeleri çerçevesinde İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Türkiye, yıllardan beri cari açığa, tüketime ve krediyle suni büyümeye dayalı bir ekonomik anlayışla yönetildi. Ülkemiz büyük bir şantiye gibi görülerek ekonomimiz, rantçı küçük bir azınlığın elinde paramparça bir hâle getirildi. Yanlış ekonomi politikalarıyla Türkiye bir borç bataklığına sürüklendi. Borçları finanse etmek için Hükûmet, kamu mallarını rehin gösterecek duruma geldi.

2003-2017 arası tam 718 milyar dolar mal ticaretinden açık vermişiz, tam 532 milyar dolar cari işlemlerden de açık vermişiz. AK PARTİ hükûmetleri döneminde 1 trilyon 840 milyar dolar mal satmışız ama karşılığında 2 trilyon 558 milyar dolar mal almışız. Yabancılar da bu açığı kapatmak için bize sürekli borç para vermişler. 150 milyar dolar portföy yatırımı olarak tahvillerimizi almışlar, 300 milyar dolar da kurumlar üzerinden borç vermişler. Kısacası, yabancılar bize 581 milyar dolar para verirken biz de onların mallarından fazladan 718 milyar dolarlık alım yapmışız. Borç almışız ama o borçla da verenlerin mallarını satın almışız.

Hükûmet sürekli olarak "haçlılar" "dış güçler" "finans lobisi" diyerek sorumluluktan kaçamaz. Küresel vurguncuları "hain" ilan ederek hiçbir sonuca varamazsınız. AK PARTİ'den hiç kimse çıkıp da şunu demiyor: "Neden bu kadar dış açığa, ithalata ve tüketime dayalı ekonomi politikası uyguluyoruz?" Bir milletvekili bile bunu sormuyor, sorgulamıyor. Hiç kimse "Neden her yıl 30-40 milyar dolar cari açık vererek yabancıların avucunun içine bakıyoruz?" demiyor. Dolar 5.30 sınırında, euro 6 TL'yi geçti. Bankalarda kaynak maliyeti arttı. Uzun vadeli tahvil faizi inanılmaz rakamlara ulaştı. Bankalar altı aya kadar mevduata yüzde 22 üzerinden faiz veriyor.

Geldiğimiz noktada yüksek faizin olması ve yatırımların bitme noktasına gelmesi neyin sonucudur? Yüksek enflasyonun, ağır borç yükünün, rekor cari açığın, yarı yarıya azalan yabancı sermaye girişlerinin, hukuk devletinden uzaklaşmanın, otoriter zihniyetin mezhepçi politikaları yüzünden Orta Doğu bataklığında sürüklenmenin bir sonucudur. Ve bu faizlere rağmen döviz durmuyor. Enflasyonumuz yüzde 25 sınırında. Maliyet ve çekirdek enflasyonlarda rekorlar kırılıyor. Tüm bunlara rağmen, hâlâ, ekonomiyi tüketimle nasıl büyütürüz arayışına devam ediyorsunuz. Her sorun çıktığında ithalata başvurup yerli üreticiyi paramparça ettiğinizi görmüyor musunuz? Sonra da "Düşman dışarıda." diyerek kendi kendinizi avutuyorsunuz.

Durum böyleyken gelir yaratma kapasitesi sınırlı olan yol, köprü ve beton ekonomisine dayanarak içinde olduğumuz ekonomik krizi aşamayacağımızı artık lütfen anlayın. Türkiye'de bir ERDEMİR, bir PETKİM, bir TÜPRAŞ benzeri gerçek sanayi ve üretim tesisi kuramamış olan yap, sat ve rantçı, dar görüşlü âdeta miyop bakan bakış açınızı artık değiştirin. Attığınız her bir yanlış adım, Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomisini daha kırılgan hâle getirmekte ve uluslararası arenada saygınlığımızı zedelemektedir.

Türk siyasi tarihine milletimiz adına utanç verici vakalardan biri olarak geçen rahip Brunson örneği, ekonomik kırılganlığımızın açık bir göstergesidir. Bu, aslında on altı yıldan bu yana AK PARTİ tarafından sürdürülen Lale Devri ekonomisinin dış borca dayalı, yüksek faize dayalı ekonominin bir sonucudur; üretim ekonomisini sonlandıran ve yalnızca yandaşları kalkındırmayı amaçlayan ekonomik tercihlerin bir sonucudur. Esasen Merkez Bankanızda güçlü bir döviz stokunuz varsa, üreten bir ekonominiz varsa, katma değeri olan ihracat kalemleriniz varsa bir değil, elli rahip tutuklasanız hatta Papa'yı tutuklasanız dahi hiçbir şey olmaz. Ama tüm bunlara sahip olunmadığında sonucun ne olduğunu hep birlikte gördük.

"Amerika, teröristi vermiyor, bahaneler uyduruyor. O zaman sen de bizden hiçbir teröristi alamazsın. Bu fakir bu görevde olduğu sürece bu teröristi alamazsın." diyen AK PARTİ Genel Başkanı, casuslukla yargılanan teröristi uçağa bindirip kuzu kuzu ülkesine gönderdi.

İşte biz "Türkiye'de liyakat." derken, "Parti devleti değil, hukuk devleti." derken, "Tüketim ekonomisi değil, üretim ekonomisi." derken "güçlü devlet, güçlü ülke" hedefiyle hareket ediyoruz. Öyle ki bu ülkede Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan bir kişi, Amerika'ya 11 Ocakta rest çekip 12 Ekimde jest yapmak zorunda kalmasın.

Bütçe teklifinde 2018'de 845 milyon lira olan Cumhurbaşkanlığı bütçesinin 2019 yılında 2 milyar 818 milyon liraya yükseltilmesi planlanıyor. Cumhurbaşkanlığı bütçesinde yüzde 233 oranında bir artış öngörülmesi, israf ve şatafat ekonomisinin devam edeceğinin de bir kanıtıdır. Sayın Cumhurbaşkanı sarayda görkemli bir yaşam sürerken sırtına yüklenen ağır vergilerle vatandaşlarımız hangi günahının bedelini ödemektedir? Türkiye'de 46 milyon vatandaşımız yoksulluk sınırının altında yaşıyor, tam 7 milyona yakın vatandaşımızsa açlık sınırının altında yaşıyor. Bu ülke, saray harcamaları için bir ayda tam 54 milyon lira, bir günde ise 1,8 milyon lira harcama yapacak kadar zengin bir ülke değildir. Bunu söylediğimizde aldığımız cevap: "İtibardan tasarruf olmaz." Hayır, doğrusu şu: İsrafla itibar olmaz, israfla. AK PARTİ Hükûmetiyle birlikte, bu ülke, itibarının saraylarla, uçaklarla ve şatafatla sağlanamadığını görmüştür.

Ekonomide artık şu gerçeği görmemiz gerekiyor: Ülkelerin ileri teknoloji piyasalarındaki rekabet gücü, dünya ekonomisindeki gücünü etkileyen en hayati faktördür. Dünya ekonomisine baktığınızda, az gelişmiş ülkelerin ihracatları büyük ölçüde ham madde ve ucuz tarım ürünleri ağırlıklı iken gelişmiş ülkelerin ihracatlarında ileri teknoloji ürünleri büyük yer tutuyor.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin yaşadığı ekonomik zorlukların temelinde ne var? Bakınız, 1960'lı yıllarda Türkiye'nin kişi başına millî geliri 380 dolar civarındaydı. Güney Kore'nin ise aynı yıllarda kişi başına düşen millî geliri 80 dolardı. Şu anda Türkiye'de kişi başına düşen millî gelir 10 bin dolar civarındayken Güney Kore'nin ise tam 30 bin doların üzerinde.

Peki, nasıl oldu, nasıl oldu da elli yılda bu kadar büyük bir değişim yaşandı, biz nerede yanlış yaptık, onlar nerede doğru yaptı? Türk milletinin refah ve zenginliğe kavuşması noktasındaki en hayati soru işte budur. Bu sorunun cevabı ise iki ülkenin ihraç ettikleri ürünlerde saklı. Güney Kore'nin teknoloji ihracatı yüzde 29, bizim ise teknoloji ihracatımız yüzde 1 bile değil. Tam da bu sebepten dolayı Türk ekonomisi, katma değer üretemiyor; Türk lirası, yabancı para birimlerinin karşısında değer kazanamıyor; Türk lirası, uluslararası finans piyasasının baskısı altında eziliyor, tam da bu sebepten dolayı Türk toplumu refah içinde yaşayamıyor.

Bilim ve teknoloji üretecek ve bu ürettiği katma değerli ürünleri ihraç edecek politikaları uygulamanız gerekirdi. Bu ise ancak bütçeden kaynak aktararak gerçekleştirilebilir. Siz ise şunu yapıyorsunuz: Cumhurbaşkanlığının artan lüks tüketimini karşılamak için bütçesini yüzde 233 artırıyorsunuz. Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesini yüzde 34 artışla bütün tasarruf tedbirlerini altüst ederek 7,7 milyar liradan 10,5 milyar liraya çıkartıyorsunuz. Bütçe teklifinizde Diyanetin bütçesi, TÜBİTAK'ı tam 3'e katlıyor. Diyanetin bütçesi artarken Bilim ve Teknoloji, Ulaştırma ve Altyapı, Enerji Bakanlıklarının bütçelerinde de büyük kesintiler yapıyorsunuz.

Ülkenin üretim damarlarını zayıflatıp Türkiye'yi tefecilere, faiz lobilerine teslim ettiniz, yetmedi, devletin değerli varlıklarını Varlık Fonu'na aktararak borç bulabilmek adına ipotek ettiniz. Türkiye, son yedi yılda tam yarım trilyon dolarlık beton yatırımı yaptı. Son on altı yılda yandaşlara tam 150 milyar doların üzerinde ihale dağıttı. Devletin gelecekteki gelirleri bugünden satılarak yapılan ihalelerle kamu, milyarca dolar zarara uğratıldı. Bu kaynakların yandaş inşaat firmaları yerine eğitim, sağlık, teknoloji ve AR-GE'ye dayalı hizmet sektörlerine aktarılacağı bir Türkiye'yi biz bugün tahayyül ediyoruz, ancak yarın İYİ PARTİ iktidarında Yüce Allah'ın izniyle bu hayali de gerçekleştireceğiz.

Son olarak değinmek istediğim husus, Türk millî kimliğinin önündeki en büyük tehdit olan Suriyeli sığınmacılar meselesidir. Suriyeli sığınmacı sayısı, Türkiye'nin kültürel ve etnik dokusunu değiştirecek hızla artıyor. Bugün Türkiye'de yaşayan her 20 kişiden 1'i Suriyeli. Bu nüfus artışı devam ederse 2040 yılına geldiğinizde, Türkiye'de yaşayan her 13 kişiden 1'i Suriyeli olacak. Türkiye'nin belirli kentlerinde Suriyeliler, nüfus üstünlüğünü ele geçirmiş durumdalar. Özellikle Kilis'te 131 bin Türk vatandaşına karşı 132 bin Suriyeli var. Böyle giderse Şanlıurfa, Gaziantep ve Hatay'ın kaderi de yakında Kilis gibi olacak. Buradan açıkça söylüyorum, bu kadar büyük bir Suriyeli nüfusla Türkiye'de millî devletin ayakta kalması mümkün değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Akkal, bir dakika ilave ediyorum.

TAMER AKKAL (Devamla) - Hiç kimse bize hümanizm dersi vermeye kalkışmasın. Bugün Türkiye'de askerlik çağında 815 bin Suriyeli var. Bizim Mehmetçik'imiz Suriye'de Suriye'nin toprak bütünlüğü için şehit olurken Suriyeli gençler, ülkemizde nargile kafelerde geziyor, bunu kabul etmek mümkün değildir. Neden Batı dünyası Suriyelilerin Türkiye'de kalmasını istiyor, neden Soros, neden Avrupa Birliği, Suriyeli sığınmacıların Türkiye'ye yerleşmesi için çalışıyor? Kuzey Suriye'de 5 milyon Suriyelinin Türkiye'ye taşınması, ilk aşamada onların boşalttıkları yerin PKK'nın eline geçmesine, orada bir PKK'istan'ın kurulmasına sebep olacaktır. Bu gerçeği göremeyen Dışişleri Bakanlığı, bu gerçeği göremeyen İçişleri Bakanlığı Türkiye'yi bir felakete sürüklemektedir.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu "Benim ülkemde 380 bin Suriyeli çocuk doğdu. Meclis de yardımcı olsa, keşke bu 380 bin çocuğu doğar doğmaz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapsak." diyor. "Keşke doğduklarında vatandaşlık versek de memlekete döndüklerinde ceplerinde ay yıldızlı kimlik olsa." diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım.

TAMER AKKAL (Devamla) - Sayın Bakan, Türk vatandaşlığı sizin Suriyelilerin cebine koyacağınız harçlık değildir, aklınızı başınıza devşirin. Vatandaşlık vereceğiniz Suriyeliler, bu memleketi terk etmeyecektir; bunu da lütfen iyi anlayın. Suriyelilere vatandaşlık vermek, Türkiye'nin yalnızca bugününe değil, aynı zamanda geleceğine yapılmış bir ihanet olacaktır. Böyle bir ihanetin hesabını tarih ve millet karşısında veremezsiniz. Başbuğ Alparslan Türkeş'in de dediği gibi "Beceriksizlik ile ihanet arasında kıldan ince bir çizgi vardır."

Saygılarımla. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)