GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:16
Tarih:13.11.2018

İYİ PARTİ GRUBU ADINA TUBA VURAL ÇOKAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, 10 Kasım Cumartesi günü Şemdinli ilçesine bağlı Derecik Ortaklar köyünde Süngütepe Üs Bölgesi'ndeki karakolda mühimmatın patlaması sonucu şehit düşen askerlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum; ruhları şad, mekânları cennet olsun. Yaralı 25 Mehmetçik'imize de acil şifalar diliyorum.

Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'ni geçen hafta Sağlık Komisyonunda şiddetli bir şekilde ele aldık. Ben de bir göz hekimiyim ve fizyoloğum. Hepimizin malumu olduğu üzere, doktor olabilmek için çok ciddi bir eğitimden geçmek ve yaşıtlarımızdan çok daha fazla çalışmak zorundayız. Bu, anaokulundan başlayıp üniversite sınavıyla bir aşamadan geçen ve tıp fakültesini bitirdikten sonra Tıpta Uzmanlık Sınavı'yla devam eden hem çok zorlu hem de çok yıpratıcı yirmi iki-yirmi üç yıllık bir eğitim süresidir, aynı zamanda hem ülkemiz hem de bu merhalelerden geçen doktorlarımız ve onların ailelerine ciddi ekonomik yükü olan bir süreçtir. Bu süreçte kimi anneler ellerindeki altınları, kimi babalar evlerini ya da arsalarını satarak çocuklarını milletimize hizmet etmesi için okutmuş ve bütün sıkıntılarına katlanmışlardır. Hepimiz birer anne ve baba olarak biliriz ki çocuk yetiştirmek bütün aile bireylerinin büyük fedakârlıklarıyla olmaktadır. Biz hekimlerin tek amacı, okulu bitirdikten sonra oldukça itibarlı olan mesleğimizi kamuoyu önünde icra etmektir. Yani biriktirdiğimiz paramız, zenginliğimiz, bütün değerimiz, onurumuz mesleğimizdir. En başta, biz doktorların aldığı eğitim ve yaşam felsefesi teröristliğe falan uygun değildir. Hekimlik mesleği kutsal bir meslektir ve insan odaklıdır. İnsan hayatıyla ilgili kararlar alırsınız, insanı iyileştirmeyi ve yaşatmayı hedeflersiniz. Meslektaşım olan tüm arkadaşlarım da bilir, biz bu mesleği büyük bir özveriyle yaptık ve bugünlere geldik. Hastalarımızı muayene ederken öylesine özveriyle ve büyük bir tutkuyla bunu yapmışızdır ki yeri gelip uykusuz yeri gelip aç kalmışızdır. İnsanları böyle boş gerekçelerle itham edip işinden edenlerin en başta bunu bilmesi gerekir.

Sunum biçiminde sanki sağlıkta çalışanların yaşamış olduğu şiddeti engellemeye yönelik bir torba yasaymış gibi kamuoyuna lanse edilen ama sadece bir maddesi sağlıkta çalışanların uğradığı şiddetle ilgili bir madde içeren ve o da sorunu çözmekten ziyade usule ilişkin bir madde olan torba yasa yani burada, sağlıkta çalışanların uğradığı şiddete yönelik engelleyici, caydırıcı bir madde hükmü yok, usule ilişkin bir şey var. Getirdiğiniz teklif, 44 maddelik bir teklif ve sağlık alanında birçok noktayı değiştirmeyi hedefleyen bir teklif, 16 ayrı kanunda ve 2 kanun hükmünde kararnamede değişiklik öngören bir teklif.

Bu yasa teklifi hazırlanırken Türk Tabipleri Birliğiyle, Sağlık Emekçileri Sendikasıyla, Diş Hekimleri Birliğiyle, Türk Eczacıları Birliğiyle ve bütün sendika ve demokratik kitle örgütleriyle birlikte konuşarak, sorunları gerçek yerinde tespit ederek ve gerçekten çözüm aramak için ele alınmalıydı.

Türkiye'deki sağlık sistemine baktığımızda, yeterli sayıda doktor ve sağlık personeli yetiştiremiyoruz veya yetiştiriyoruz ama yeterli gelmiyor. Türkiye'de yaklaşık 142 bin civarında hekimimiz var ve 1 doktora 572 hasta düşüyor. Türkiye'de 10 bin kişiye yaklaşık 17 doktor düşüyor, OECD ülkelerine baktığımızdaysa 10 bin kişiye 35 doktor düşüyor yani bu rakamlardan çok açık ve net bir şekilde anladığımız şu ki: Türkiye'de bir hekim açığı var, Türkiye'de sağlık personeli açığı var. Hekim açığının bu kadar çok olduğu ülkede biz ne yapıyoruz? Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve KHK'lerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin 5'inci maddesinde yer alan değişiklikler KHK'yle ihraç olarak mağdur olan hekimlerimizi kapsamaktadır.

Yasama yılının başında bir araştırma önergesi vermiştik, 15 Temmuz ihanetinin sorumlusu olan FETÖ'nün siyasi ayağının Meclis tarafından araştırılmasını istedik. Bu hain örgütün eğitim, yargı, emniyet ve ordudaki ayakları tespit edildi; çaycısı, çorbacısı bulundu ama gelin görün ki siyasi ayağı hâlâ ortaya çıkarılamadı. Ahtapot gibi her tarafı sarmış bu örgütün siyasi ayağının olmaması mümkün mü? Sayın Genel Başkanımızın da söylediği gibi, bu ihanet şebekesinin hiç mi milletvekili yoktu, hiç mi grup başkan vekili yoktu, hiç mi bakanı yoktu? Biz bu sorulara cevap istiyoruz.

OHAL Komisyonunun içine dâhil ettiğiniz üyelerin içinde hiç FETÖ'cü yok muydu? Bugün OHAL Komisyonunda incelediğiniz kişileri iki yıldan beri neden incelemelerini bitirmeyip mağdur etmektesiniz? Örnek olarak Şaban Dişli doktor oysaydı sizin bu düzenlemenize göre güvenlik soruşturmasına takılıp hiçbir yerde hekimlik yapamazdı ancak büyükelçi olarak atandı. "Şarabı ben içersem helal, sen içersen haram" mı, bu mudur bakış açınız?

Kişisel ve subjektif değerlendirmeler yapılmamalı, tam tersine hukukun ve iç mevzuatın temel ilkelerine ve imza attığımız uluslararası sözleşmelere, temel insan hak ve hürriyetlerine bağlı kalınmalıdır. Eğer böyle bir bağ yoksa yani bu maddede ifade edildiği gibi bir idari tasarruf olan güvenlik soruşturmasıyla oradaki güvenlik güçlerinin yorumlarına, kişisel yorumlarına dayalı bir güvenlik soruşturmasıyla bu bağ kuruluyorsa, sadece bu bağ, işte, bu kadar zor yetişen bir hekimi mesleğini yapamaz hâle getiriyorsa, aç bırakacak bir sonuç doğuruyorsa burada bir sorun vardır diye düşünüyorum.

Onun için üzerinde hassaslıkla durmak istediğim konu bu bağın objektif hukuka uygun kriterlerle belirlenmesidir. Yine Anayasa'mızın 38'inci maddesi -"masumiyet karinesi" olarak da geçer- "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu kabul sayılamaz." der, herkes masumdur. Son hüküm olarak da, "Kanun önünde eşitlik" maddesiyle herkes kanun önünde eşittir, hiç kimse diğerinden farklı olarak değerlendirilemez.

Şimdi, bu anayasal kurallar çerçevesinde mevcut teklife baktığımız zaman mevcut teklif ne getiriyor? Hiçbir yargı kararı olmaksızın bütünüyle bir idari değerlendirmeyi tarif ediyor. Bu idari değerlendirme kişilere yönelik hiçbir kesinleşmiş yargı kararı olmadan, istihbarat raporlarına dayalı olarak bürokratik mekanizmalar içerisinde kişilere düşünce ve kanaatlerine yönelik olarak yöneltilmiş olan suçlamaları içeriyor. Bu çerçeveden baktığımızda keyfî değerlendirmeler yapılması riskini içeriyor. Tamamen keyfî, tamamen subjektif değerlendirmelere dayalı raporlarla, bu kadar zor yetişen ve amacı insanı yaşatmak olan hekimlerimiz bir anda işlerini yapamaz hâle gelebiliyorlar; işte, sıkıntı bu.

Terör örgütlerinin temel amacı kaos çıkarmak ve insana zarar vermektir, öldürmektir ama doktorlarınki tam tersidir, insanı yaşatmaktır. Şimdi, bir sağlık personeli ile bir terör örgütünü bağlantılı kılmak için, hukuk devleti yani aslı hukuk olan bir devlet, bunun bazı kriterlerini koymalıdır. Devlet, terör örgütleriyle tabii ki mücadele etmelidir, devletimize karşı suç işlemiş olan ve bu suçu yargı kararıyla kesinleşen hekimlerin cezalarını çekmeleri elbette gerekir. Biz İYİ PARTİ olarak suçlu ile suçsuzun bir an evvel ayırt edilmesini istiyor, suçsuzların mağdur edilmesini istemiyoruz.

Ülkemizde yargıya, adalete olan güven bu kadar azalmışken yıllarca eğitim almış, emek vermiş hekimlerimizin görevlerini yapmasına engel olunması onları açlığa mahkûm etmek demektir. Ancak şu anda fiiliyatta savunması dahi istenmeden ihraç edilen, hakkında adli işlem yapılmamış, "Kovuşturmaya gerek yok." kararı alınmış, beraat etmiş hekimlerin hiçbir yerde çalışmamalarını sağlamak toplumda kırılmalara ve adalet duygusunda zedelenmeye sebep olacaktır.

Mevzubahis olan en az 6-7 bin doktorun işsiz bırakılmasıdır, bunların on binlerce takipli hastası vardır, 2 bini akademisyen doktordur yani bilim adamıdır. Şimdi, böyle bir meslek grubunu basit siyasi gerekçelerle, ispatlanmamış yasal birtakım nedenlerle, ithamlarla bir anda sokağa bırakmak hiçbir vicdanın kaldıracağı bir şey değildir. "Yaşam hakkı" diyen, hastaları yaşatmaya çalışan doktorlar için şu anda getirilen yasa bu doktorlar için ölüm yasasıdır; içinde şiddetle ilgili maddeler bulunmasına rağmen bu yasa teklifi, doktora en büyük şiddeti getiren bir yasa teklifidir.

SGK'yle anlaşması olmayan çok az sağlık kuruluşu vardır, bunlarda ancak isim yapmış hekimler çalışmaktadır. İlgili teklifte yer alan hükme göre tıp doktorluğu diplomasını kullanamayacak hekimler, iş yeri hekimliği dâhil, hiçbir alanda mesleklerini icra edemeyecekler ve mesleki anlamda men yemiş olacaklar ki bu durum söz konusu hekimler için mesleki ve sosyal bir ölüm niteliği taşımaktadır. "Ancak SGK'yle sözleşmesi olmayan sağlık kurumunda çalışabilecek ve özel muayene açabilecek" ifadesi ise yeni mezun olmuş ve hiçbir ihtisası olmayan pratisyen hekimlerin yine elini kolunu bağlamaktadır. Özel hastanede yani SGK kapsamındaki bir hastanede çalışamazlar; peki, radyoloji, patoloji, onkoloji, nükleer tıp, yan dal branşları anestezi uzmanı bu arkadaşlar, hekim olan bu insanlar muayenehanede hekimlik yapamazlar, SGK kapsamında olmayan bir kurumda çalışmaları mümkün değildir.

İnsan hayatını kurtarmak için eğitim almış doktoru mafya düzenine mi itmek istiyorsunuz? Organ nakli uzmanını organ mafyasının içine mi itmek istiyorsunuz? 5'inci madde kabul edildiği anda terörle mücadele etmiş olmuyorsunuz, aksine organize suç ve terör örgütlerine yetişmiş kalifiye eleman sağlama ihtimalinin önünü açmış oluyorsunuz. Mesela mafya örgütleri, terör örgütleri ve organ nakli kaçakçıları ucuza, karın tokluğuna çalışacak yetişmiş eleman elde etmiş olmayacak mı?

Henüz daha soruşturması devam edenlere suç yaftası yapıştırılamaz.

Bir de bu kişilerin tanzim ettikleri raporların idari sonuç doğuramayacağı söyleniyor. Bahsettiğiniz kişiler doktor; teşhis, tedavi, yeri gelince ameliyat yapıyorlar. Bu kişiler hekimlik yapacaklar ama verdikleri raporlar kabul edilmeyecek, reçeteleri kabul olacak. Hani nerede kaldı kanun önünde eşitlik?

Bu getirilen düzenleme, maalesef, caydırıcı bir unsur içermiyor. "Mezun oldun, altı yüz gün seni aç bırakabilirim." "İhtisas yaptın, ben seni çalıştırmayabilirim." "Herhangi bir hüküm giymemene rağmen, herhangi bir ceza almamana rağmen, ben seni KHK'yle işten attıktan sonra sen hiçbir yerde çalışamazsın." Buna ne hakkınız var?

Bu yasa teklifinde, siyasi olmaktan ziyade vicdan ve insaf duygularımızı ön plana çıkarmalıyız. Bakın, bu insanların sadece mesleklerini icra etme kapasitelerini ellerinden almıyorsunuz; onurlarının, itibarlarının ve onlardan hizmet alacak insanlarla beraber düşündüğünüz zaman, birçok insanın ve ailelerinin de yıkımına neden oluyorsunuz.

Bizler eğer demokrasiye inanıyorsak o zaman demokrasinin gelişmesine hizmet edecek bir çaba içerisinde olmalıyız. Lütfen, kendi iradenizi, halka verdiğiniz, seçmeninize verdiğiniz sözleri yerine getirmek üzere düşünmenizi ve empati yapmanızı rica ediyorum. Sizi vicdanınıza davet ediyorum. Burada bir tartışma yapmak istemiyorum, sadece vicdanlarınız ayağa kalksın; yarın öbür gün gece yastığa başınızı koyduğunuzda gelecek intihar vakalarının, aile dramlarının sizi rahatsız etmemesi için elinizi vicdanınıza koyup karar vermenizi istiyorum. Siyasi parti liderlerimiz olabilir ama bir de bizi bu dünyada ve öteki dünyada sorgulayacak bir vicdanımız ve kul hakkımız var.

Şu anda binlerce öğretmen merdiven altı, kapalı kapılar arkasında dershane hizmeti sunuyor. Aynısı sağlıkta olmayacak mı? Eğer çıkış yasağı yok ise bu arkadaşlardan bir kısmının yurt dışına çıkma ihtimali çok yüksek. 100 binlerce lira harcayarak yetiştirdiğimiz bu hekimlerimizi yurt dışına sürüklemek zorunda kalıp başka ülkelere "Biz yetiştirdik, buyurun, kaymağını siz yiyin." demek olmayacak mı ? Şu anda yurt dışından çalışma izni vererek Suriye muhalifi olan hekimleri çalıştırıyoruz. Kendi vatandaşımızı öldürerek Suriyelilere kapı mı açıyorsunuz ?

Bu yasanın amacı nedir? Yasalar ne için çıkarılır? Ceza yasalarındaki birtakım yaptırımlar neye yöneliktir? Islaha yöneliktir, insanı kazanmaya yöneliktir.

Teklifin 5'inci maddesi, Anayasa'nın 2'nci, 10'uncu, 11'inci, 18'inci, 38'inci ve 48'inci maddelerine aykırıdır. Anayasa'nın üçüncü bölümü olan "Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler" kısmında madde 48'de "Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir." madde 49'da ise "Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir." denmektedir.

Yine, Avrupa Sosyal Şartı gibi Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere de aykırılık teşkil etmektedir.

Aklı başında hiçbir hekimin, aklı başında hiçbir tabip odasının bu uygulamaları savunması mümkün değildir. Bu mesele de sağ-sol meselesi, iktidar-muhalefet meselesi değildir. Bu bir insanlık meselesidir, bu bir vicdan meselesidir. Bu vicdansızlığa kimsenin katkı sunmaması gerekmektedir.

Lütfen, anayasal olarak en temel hakkımız olan "Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir." ilkesini "sağlıkta şiddet torba yasası" adı altında 5'inci maddeye kurban etmeyelim.

Kanun hükmünde kararnamenin kanun olmayıp kanun hükmünde olduğunu, eski lehçede adına "ferman" dendiğini; çağdaş toplumların kanunla, Eski Çağ toplumlarının fermanla yönetildiğini ve kanunun ise günümüzde sadece Meclis yoluyla millî irade sayesinde yapıldığını ifade etmek istiyorum. Özetle Meclisimiz var ve biz hekimler kanunla yönetilmek istiyoruz.

Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bana mail atan bir meslektaşımın bir mektubunu okumak istiyorum müsaade ederseniz. Bu bir doktor ve hissettiklerini bana bir mektupla dile getirdi. Aile hekimiyken KHK'yle 29 Ekim 2016 yılında ihraç edilmiş ve Down sendromlu bir kızı olan, kanser tedavisi gören engelli bir doktor annenin sessiz çığlığıdır bu mektup.

"Kimselerin bilmesini istemediğim, hayatımın en travmatik yıllarını anlatmadan yaşadığım durumu anlatabilmem mümkün değil.

4 yaşlarında başlayan ve 9 yaşına kadar devam eden, çok yakın bir aile üyesi tarafından sistematik olarak şiddet ve çocuk tacizi yaşadım. Çocukluk ve gençlik yıllarım yaşadığım bu travmanın yıkıcı etkisiyle çok zor geçti. Uzun yıllar kimseye söyleyemedim ve bu sırla yaşadım. Yaşadığım çevre dar düşünceli bir yapıya sahip olduğu için, bir kız çocuğu olarak üniversite sınavına tek giriş hakkım vardı. Sınavı kazanamazsam, benden önceki ablalarım gibi erken yaşta evlendirilecektim. Bu yüzden benim tek kurtuluşum okuyup bir meslek sahibi olmaktı. Uzun ve yorucu geçen yılların ardından mezun oldum ve doktor olarak atamam yapıldı. İlk görev yerimde, benim gibi doktor olan eşimle tanışıp evlendim. Bir kızımız oldu. Doğumdan on gün sonra yapılan genetik analizlerle Down sendromlu bir melek sahibi olduğumuzu öğrendik. Eşim de ben de her zaman, kızımızın bize Allah'ın bir emaneti olarak gönderildiğini düşündük. Yaşadığım her zorluğun Allah'ın bir imtihanı olduğunu düşündüm ve 'sabır' dedim. Zaman zaman ağlasam da Down sendromlu bir bebekle yaşamanın zorluğu kadar sevgisi de bambaşkaydı.

Yüzde 98 engelli annemi de Down sendromlu kızımı da başımızın tacı olarak bildik. Ancak kaderin benim için çizdiği imtihanlar bitmemiş olacak ki kızım 9 yaşındayken bana 'invaziv duktal karsinom' isimli meme kanseri tanısı konuldu. Tanı kesinleştikten sonra eve geldim ve aynı odada oturan annem ile kızımın yüzlerine baktım ve 'Allah'ım, evladımı annesiz, annemi de evlatsız bırakma." diye dua ettim. Ne kadar ağlasam da 'Yine bana sabretmek düştü.' diyerek tevekkül ettim. Çok zorlu bir süreç beni bekliyordu. Meme kanseri nedeniyle ilk ameliyatı olduktan bir ay sonra yapılan taramalarda rahim ağzı kanseri olduğum tespit edildi. Meme kanseri ve rahim ağzı kanseri tanısı aldıktan sonra, 2015 yılında, on bir aylık süreç içinde 4 kez ameliyat geçirdim. Bu süreçte Alperen Ocakları ile Doktor Halil Kol eşliğinde, kurban kesimi, Alperen Ocakları Sivas Şubesine kitap ve maddi yardım, gene aynı ocakların organize ettiği, Başkan Tarık Sarı'nın organize ettiği Halep'teki kurban kesimi, Adana Ülkü Ocaklarıyla, Ankara Ülkü Ocaklarıyla, Türkmenevi kreşine her ay kırtasiye yardımı, her ay gıda yardımı gibi birçok organizasyonda yer aldım.

Her zaman 'Devletimin benden alacağı olmasın, 80 milyon insanın hakkını ödeyemem. Benim devletimden alacağım olsun, o da helalühoş olsun.' dedim. Temel yaşam prensibim, her zaman devletimin ve milletimin bekası oldu. Hâlen Ergene ilçesi MHP yönetim kurulu üyesiyim. 2'nci kanser ameliyatından üç gün sonra Çorlu'da milliyetçilerin ve Atatürkçülerin düzenlediği şehitlere saygı duruşu yürüyüşüne gittim." Akademisyen bir arkadaş kitabında kendisinden günümüzün Tomris Han'ı diye bahsetmiştir. "Ve son kanser ameliyatımdan iki ay sonra bir gün, her zaman lanetle andığım 15 Temmuz darbe girişimi yaşandı. 28 Temmuzda sürpriz bir şekilde eşimle birlikte açığa alındık ve sonrasında eşim 1 Eylülde, ben de 29 Ekimde ihraç edildik. O gece KHK'yle ihraç edilenler listesinde adımı gördüğümde inanamadım, devletim bana bunu yapmaz dedim. Yeni bir imtihan süreci başladı. Türkçü ve devletçi kimliği olan ben, terörist ilan edilmiştim. Hayatımın belki de en korkunç ve en zor günüydü. Yukarıda anlattığım bütün zorluklar bunun yanında birden o kadar küçüldü ki gözümde ve ihraç edildikten on beş gün sonra eşimle beraber 31 kişi 15 Temmuz darbe girişiminden yaklaşık sekiz dokuz ay önce kapanmış bir sağlık derneğine üye olduğumuz gerekçesiyle gözaltına alındık, bir de 2014 yılında aldığımız evin senetlerini Bank Asyaya ödedik. Eşim tutuklandı, on iki ay tutukluluk ardından serbest bırakıldı. Bankayla ilgili bilirkişi raporu "Şüpheli hareket yoktur." diye geldi. Dava süreci devam ediyor.

Meme kanseriyle birlikte başka hastalıklarım da olduğu için devlet hastanesi sağlık kuruluna girdim ve yüzde 68'lik engelli raporu aldım. Bu sırada kendime bir iş imkânı olur diye çok zor olduğunu bildiğim iş yeri hekimliği sınavına çalışayım dedim. Bazı ihraç edilmiş doktorlar iş yeri hekimliği yapıyorlardı. Benim sertifikam 2006 yılından olduğu için geçersizdi, tekrar sınava girmem gerekiyordu. Gecemi gündüzüme kattım, Aralık 2017'deki iş yeri hekimliği sınavından 80 aldığımı öğrendiğimde havalara uçtum. Bu sevincim de yarım kaldı ve benim gibi KHK'yle ihraç edilen hekimlerin sertifikaları onaylanmadan askıya alındı. Eşim de mayıs ayında aynı sınava girdi, o da 80 aldı ancak onunki de askıya alındı. İki buçuk yıldır aile yardımlarıyla geçinmeye çalışıyoruz. Ben artık o kadar çaresizlik içindeydim ki bir şeyler yapmalıyım dedim ve doğal taş tespih ve takı yapıp satmaya başladım, ufak tefek bir katkısı oldu. Ekim ayında nihayet beklediğimiz haber geldi ve iş yeri hekimliği sertifikalarımız onaylandı. Yaşadığımız mutluluğu anlatamam. Nihayet kimseye yük olmayacağız ve çok sevdiğimiz mesleğimizi icra edebileceğiz, evladımıza tekrar özel ders aldırabileceğiz diye düşünüp çok mutlu olduk. Devletimin şefkat elinin uzanmasını beklerken 5'inci maddeyle âdeta ölüm fermanımızı imzalamaya çalışması beni tamamen bitirmiştir. Artık dayanma gücüm kalmadı ve ben artık güçlü bir kadın olmaktan çok ama çok yoruldum. Çaresizlik nedir bilir misiniz? Kanser tedavisi gören, Down sendromlu hasta bir çocuğu olan bir doktor anne olarak çaresizliğin zirvesini yaşamaktayım. Ben on binlerce KHK'liden sadece biriyim ve bilmediğiniz, sesini duyuramayan, hikâyesini anlatmaktan çekinen binlercesi var. Hikâyemin tamamını anlatmak zorunda kalmak beni derinden üzmüştür. Yazdığım her kelimede travma dolu hayatımı tekrar ve tekrar yaşadım " diyerek bana duygularını ifade etmiştir. Lütfen, bu 5'inci maddeyle, hekim arkadaşlarımızı -bu meslektaşımızın yazdığı mektupla- sesini duyuramayan diğer meslek grubundaki arkadaşlarımızı da Meclis gündemine getirmeyi öneriyorum.

Teşekkür ediyorum, sağ olun. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)