GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/361, 405, 406, 407, 410) No.lu Tıbbi ve Aromatik Bitki Çeşitliliğinin Korunmasında, Bunların Üretiminde ve Pazarlanmasında Karşılaşılan Sorunlar ile Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:15
Tarih:07.11.2018

İYİ PARTİ GRUBU ADINA YAVUZ AĞIRALİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ Grubumuzun bize dün otizmle ilgili göndermiş olduğu önerge ortak mutabakat oluştuğu için sükûnetle geçti, mutabakatla geçti; ortak hüzne, ortak meseleye delalet ettiği, nezaret ettiği için de biz de iyi bir şey yapıyormuşuz duygusuyla geçti. Meclisi herhangi bir mevzuda ortak çalışıyor olarak görmekten çok bahtiyar olduk.

Hükûmetimizin kendi önerilerinin etrafında oluşmuş mutabakatı sevmesini anlıyorum ama ara sıra bizim de böyle duygular yaşamamıza nezaket gösterirlerse çok sevineceğiz. Yani "Bizim önerdiklerimize mutabık olun, sizin önerdiklerinizi verimli bulmuyoruz." asabiyetinden birazcık çıkabilirseniz çok memnun olacağız.

Dolayısıyla kadına şiddetle alakalı verdiğimiz önergenin ortak sükûnetimiz hâline gelmesini çok arzu ederdik. Mecliste hatırı sayılır nispette hanım milletvekili arkadaşımız var, parti asabiyesinin dışında, partilerinin grup kararlarının dışında bu mevzuya el kaldırmış olmalarını çok arzu ederdik. Nihayetinde burada dile getirdiğimiz meselelerin empatisini yaparak aslında el kaldırıyoruz. Dün AK PARTİ Grubundan otizm ve engelli çocuklarımızla alakalı ızdırabı olan -bir milletvekili arkadaşımızı değil- bir anayı, bir ananın ızdırabını dinlerken ortak irademizin iyi bir şeye nezaret ettiğine dair, ortak sükûnetimizi milletin hayrına dönüştürdük. Bugün de kadına şiddetle alakalı hassasiyetimizi izhar ettik ama ortak mutabakata dönüşmedi çünkü Hükûmetimizin iş görme şekli böyle maalesef. Hükûmetimizin iş görme şekline zaman zaman analık galip gelsin, zaman zaman hanım arkadaşlarımızın vicdanı galip gelsin; istirhamımızdır, bilhassa Hükûmet grubuna sitem ediyorum.

Önergemiz reddedildiği için de onun bana vermiş olduğu kızgınlık hakkını aromatik bitkilerle ilgili... Yine mutabakatımız var aslında ama bu konuşma hakkımı hanıma şiddetin bir versiyonunu partisinin genel başkanıyla alakalı yaşamış olan bir grup başkan vekilinin bir hak teslimi şekline dönüştüreceğim. Dolayısıyla, Özlem Hanım "Hangi önergeyi konuşuyorsak onunla ilgili konuşalım." dedi ama beni bağışlasın, ben biraz gündem dışına çıkayım. Çünkü aromatik bitkilerin yetiştirilmesi, ürün standardının sağlanması, burada hanım girişimciliğinin desteklenmesi, bu ürünlerin pazara ulaşması sürecine kadar, ürün standartları ve mamul hâle gelene kadarki süreçlerin istihdam alanını verimli hâle getirmesiyle ilgili hiçbir sıkıntımız olacağını zannetmiyorum. Biz araştırma gruplarının katkı vereni olacağız bu mevzuda, şerh edeni olmayacağız. Dolayısıyla, şimdi önergemizin reddedilişine sitem hakkımı kullanacağım; bir.

Bir ikincisi: Alakasız olsun ama nasıl olsa konuşma haklarımız komisyonlarda da sınırlandırıldığı için, buralarda yeterli söz hakkını bulamadığımız için bazı hususları, partimizle ilgili Mecliste konuştuğumuz, konuşmadığımız hâlde alkışladığımız, alkışlamadığımız hâlde sitemlerimizin kayıtlara ya da haberlere yanlış geçmesinden doğan algı hatalarını düzeltmek için, bir hususu tebarüz ettirmek için bu konuşma hakkımı anlayışınıza sığınarak iki bölüm şeklinde yapacağım.

Birincisi: Geçen gün Mecliste Saadet Partisi Milletvekili Cihangir İslam Bey'in 15 Temmuzu konuşurken kullanmış olduğu ifadeye katılmadığımızı beyan ederek başlayacağım. Hususu arz etmemin sebebi şudur: 15 Temmuz iki batılın çarpışması değildir. Parti grubumuzun iradesini açıklıyorum. 15 Temmuz, Hükûmetinizin evvelen siyasi hevesini, saniyen siyasi sağırlığını, salisen siyasi körlüğünü kendine avans sağlamış bir cinayet şebekesinin devleti, milleti alma teşebbüsüne milletimizin verdiği olağanüstü reflekstir. Yani biz 15 Temmuz gibi bir alçakça kalkışmayı iki batıl şeklinde takdim edersek millet irfanından çıkan "Biz devletimizi sokakta bulmadık ve bunu almaya teşebbüs edecek kalkışmaya asla prim vermeyeceğiz." iradesine nezaketsizlik etmiş oluruz. Biz 15 Temmuzu iki batılın çarpışması şeklinde takdim edersek annelerine babalarına poşetlerin içinde aziz naaşları verilmiş Özel Harekâtçı polislerimizin ruhlarını muazzep ederiz. Biz 15 Temmuzu iki batıl şeklinde takdim edersek yargıya yüzde 60-70 sızmış, orduya yüzde 60-70 sızmış, bürokrasiye yüzde 40-50 sızmış, millî eğitime bilmem şu kadar sızmış, devletin bütün kademelerini öyle ya da böyle Hükûmetimizin siyasi ferasetsizliğinden, siyasi körlüğünden istifade ederek kendi grubu lehine avantaja dönüştürmüş bir cinayet şebekesinin devleti işgal teşebbüsüne prim vermiş oluruz. Dolayısıyla ihtimam göstereceğimiz, bu mevzuda cümlelerimizi kurarken ihtimam göstereceğimiz şey şudur: Milletin iradesini küçültmemek, bir. Bunu yaparken Hükûmetin bu mevzuda ikazları duymamışlığına da ödül vermemek, iki ama Hükûmetle kavga edeceğiz diye şehitlerimizin ruhlarını da muazzep etmemek.

Bu mevzuda, aslında millet irfanı, Türk milletinin irfanı siyasete de mesaj vermiştir. Yani biz, 15 Temmuzun iki türlü mesajı olduğunu algıladık. Aslında, milletimiz 15 Temmuz kalkışmasını yapanlara şöyle demiş oldu: "Ordumuza sızabilirsiniz, bizim vergilerimizle alınmış üniformaları giyebilirsiniz, tarihi askerliğin şahikası olmuş bir milletin üniformaları üzerinizde silahlarını bize doğrultabilirsiniz ama biz ruhları üniformalı bir millet olarak size, bu teşebbüsünüze rağmen, devletin ve milletin sahibinin kim olduğunu gösteririz." Milletimiz aslında, bu kalkışmaya, bu teşebbüste bulunanlara bu kadar sarih bir mesaj vermiş oldu ama bir mesaj da Hükûmeti yöneten irade olarak Hükûmetinizin temsilcilerine oldu.

Ben, Hükûmetin o gün temsilcisi konumunda olan Sayın Başbakanın ve Cumhurbaşkanın milleti mesuliyete davet eden cümlelerini de önemseyerek söylüyorum. Bunun içerisinde Bekir Bozdağ Bey'in bu Mecliste "Gerekirse öleceğiz." sözünü -birazcık da taltif edeyim, gururu da okşansın- Kurtuluş Savaşı yapılırken, Yunan topları Polatlı'dan, Ankara'dan duyulur hâle gelmişken "Kayseri'ye taşıyalım." diyenlere "Polatlı'ya taşıyalım." mukabelesine benzetiyorum, gururu okşansın. Bunu unutmayacağız, Bekir Bey'in "Burada direneceğiz, öleceğiz." dediğini unutmayacağız ama bir şeyi daha unutmayacağız biz. Bekir Bey'in Fetullah Gülen'le ilgili cümlelere "Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, alim bir insandır, bilge bir insandır, bu topluma hizmet eden bir insandır. Bütün her şey devletin gözetimi altındadır, kayıt kuyut altındadır." dediği günlerdeki siyasi körlüğü de unutmayacağız ki bugünlere nasıl geldiğimiz unutulmasın. Dolayısıyla aslında, Türk irfanı siyasete şöyle bir mesaj vermiştir: "Orduya, yargıya, millî eğitime, bürokrasiye, bütün verim şubelerine tahammül edilmez oranlarda sızan bu cinayet şebekesi fark edin ki sayısal olarak bize sızamamıştır; millet öyle demiştir. Yani sayısal çoğunluk olarak bu cinayet organizasyonun, şebekesinin sayısal olarak en az sızabildiği yer arkadaşlar, millettir. Sayısal çoğunlukları yüzde 1'i bulmaz bir organizasyon devleti almaya teşebbüs etmiştir. Ama istirham ediyorum, gözden kaçırmamak zorunda olduğumuz şey şudur: "Darbeyi eniştemden öğrendim." diyen bir devlet maharetsizliği bu adamları devleti alma cüretiyle karşı karşıya getirmiştir. "Darbeyi eniştemden öğrendim." diyecek kadar kuşatılmış bir siyasi irade bir tarafıyla bu işi yapma hevesinde olanlara avans vermiştir. Dolayısıyla ihtimam göstereceğiz, Hükûmeti tenkit edeceğiz ama şehitlerimizin ruhlarını muazzep etmeyeceğiz. Hükûmeti tenkit edeceğiz ama tenkitlerimizden bu devleti, bu milleti bir işgal organizasyonu gibi istila etmeye kalkan bir cinnete prim olarak dönmeyecek cümlelerimiz. Dolayısıyla Cihangir İslam'ın cümlelerini kastı aşan bir beyan gibi görüyorum. Kürsü dokunulmazlığının ihlal edilmesine karşı çıkıyorum. Yani milletvekili kürsülerinin dokunulmazlığı anayasal bir haktır, bu hakkın muhafaza edilmesi bizim namus borcumuzdur, Hükûmetimizin de öyledir. Dolayısıyla kürsü dokunulmazlığını muhafaza edeceğiz ama sözlerimize ihtimam göstereceğiz.

Efendim, siyasi linci doğru bulmadık. Yani bir milletvekilinin kastı aşan beyanlarına rağmen kastettiği üzerinden biraz daha zorlayarak asla tasvip etmediğimiz bir tonlamadır o, asla prim veremeyiz ama buna rağmen bir milletvekillinin kürsü dokunulmazlığına dönecek şekilde siyasi ablukaya alınmasını doğru bulmadık, bunu tebarüz ettirmek istedim.

Bizim için esas mevzu şudur: Bu teşebbüsün arkasında siyaset sosyolojisini oluşturan iklim bizdendir. Ben burada partimin grup başkan vekili olarak konuşabildiğim kadar, aslında mukaddesatçılığın mesuliyeti içerisinde bunlara kurulduğu günlerden bugünlere zaman zaman siyasal meşruiyet alanı açmış olmanın mahcubiyetiyle de konuşuyorum. Ama 15 Temmuzdan herkesin hissesine bir şey düşmüşse AK PARTİ'deki arkadaşlarımızın hissesine daha çok mahcubiyet düşmek zorundadır. Çünkü siz göremediğiniz için teşebbüs ettiler. Çünkü siz istihdam ettiğiniz için teşebbüs ettiler. Bu size doğrultulmuş namlular, sizin üzerinizden devleti almaya doğrultulmuş namlular, sizin atama kararnamelerini imzalamalarınızın arkasından elde ettikleri güçle yaptılar bunu yani bu ordunun içerisindeki adamları siz atadınız, sizin isabetsiz atamalarınız ya da fark edemediğiniz atamalarınız. Bunun içerisinde hani sadece Hükûmete bırakıyorum sitemleri gibi algılamayın lütfen. Tohumu beraber ektiğimiz dönemlerin içerisinden geldik bugünlere, ben bunu bilmez bir insan değilim. "Tohumu beraber ektik." derken kastettiğim şey şudur: Mukaddesatçılığın avansıdır bu bunlara. Kimisi "Benim bunlarla irtibatım, iltisakım yok ama bu ektiklerimden belki bir garip gureba istifade eder." diye avans verdi. Kimisi dedi ki: "Biz yemeyiz ama gölgesinde biri oturur." Kimisi dedi ki: "Yahu, gölgesinde de oturmayız ama belki bir ihtiyaç sahibine nasip olur."

Sizin talihsizliğiniz, Hükûmetinizin talihsizliği baştan şu idi: Tohumun beraber ekildiği zamanlardan hasat size denk geldi. Hasat sadece size denk gelse yine iyiydi, siz hasada biçerdöver gönderdiniz. Ürünü topladınız, siloladınız, sattınız, kârı paylaştınız. Dolayısıyla bu sizin hissenize birazcık mahcubiyet düşürmek zorunda. Biz size şöyle diyemeyiz: "Bu teşebbüse bilerek avans verdiniz." diyemeyiz, bühtan edemeyiz ama bizim başımıza ne gelmişse bu siyasi ferasetsizliğimiz yüzünden geldiği gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Bunu şu yüzden ifade ediyorum: Dostum dediğimiz insanların sonra düşmanımız olduğu süreçlerde öğrenme maliyetlerinizin tahammül edilebilecek düzeyden çok fazla olduğunu düşünüyorum. Yani Fetullah Gülen'e bu kadar hamilik ettiğimiz günlerden bugünlere geldik biz. Şimdi, Cihangir İslam üzerinden bir siyasi linç kampanyasında... Allah'tan sicili buna müsait değildir, müsait değildir. Millî görüş geleneğinin Saadet Partisinde kalan versiyonunun Fetullah Gülen organizasyonuyla kanı hiçbir zaman uyuşmamıştır. 28 Şubatı hatırlayın lütfen, rahmetli Erbakan Hoca 28 Şubatın tasallutu altındayken Fetullah Gülen onunla ilgili "Asla hiçbir gün ona kalbim ısınmadı." demiştir. Biz o gün öğrenciydik, cemiyetçilik yapıyor ve öğrenci, gençlik teşkilatlarının başındaydık. "Bir Müslüman'ın demeyeceği bir cümleydi bu." dedik. Bir Müslüman'ın asla söylemeyeceği bir cümledir yani kendi inancından dolayı hükûmet etmek isteyen iradeye askerler tasallut etmişken bir Müslümanın böyle zorda kalmış birine "Benim kalbim ısınmadı." diye sıvışma temayülünü şahsiyetsizlik telakki etmiştik o zaman. Dolayısıyla onun bana vermiş olduğu hakla konuşuyorum. Şimdi Hükûmetten arkadaşlarımız diyor ki: "Bizden önce de vardı." Evet, sizden önce de vardı ama sizin vazifeniz sizden önce olan her şeyi sizden sonra olmayacak şekle getirmek. Dolayısıyla bu mevzuda AK PARTİ'nin siyasi mesuliyetinin cümlelerini duymadığımız için ben de tonlamayı artırmak zorunda kalıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi ne işi var onların verdiği malzemelerle size ne yapıyor? Ya da biz size ne yapmaya çalışıyoruz? Ben bir mesuliyet havzası oluşturmaya çalışıyorum. Çünkü bugün bu işin muhasebesini doğru yapamazsak, bu işi doğuran sosyolojiyi doğru konuşamazsak biz CHP'den ya da size muhalif olanlardan FETÖ'cü çıkarma teşebbüsüyle sadece size siyasi avans çıkarabiliriz. Ben istiyorum ki aynı havzadan beslenmekte olan bir dünya cemaatimiz var, onların da iltihaplı bu sahaya düşmemesi için sağlıklı işler yapmak zorundayız. 15 Temmuz oldu, henüz bugüne kadar bu FETÖ meselesini bütün kalbimizde konuşma imkânı bulamadık. Ben lafın yarısını söylüyorum. Lafın tamını söyleyeceğim zamana birikiyorum. Ama bu mevzuyu konuşmadan mukaddesatçılığımızın yürüyeceği yol yok arkadaşlar, yok, yürüyemeyeceğiz, göreceksiniz. Sadece böyle olacak, CHP'den Engin Bey, çıkaracak size diyecek ki: "Bu resimdekiler ne olacak?" Siz de diyeceksiniz ki: "Biz onlarla ilgili mücadele ediyoruz." Bizim meselemiz o değil. Bizim meselemiz şu: Erzurum'dan bir vaizin devleti almaya teşebbüs edecek kadar cesareti kendinde bulacağı, devletin kendisini koruyamayacak kadar etkisiz hâle getirildiği sürecin ferasetsizliğinin hesabını vereceğiz. Teşebbüsten daha kötü olan şey şudur: Bir vaizin "Ben bu devleti alırım." diyebilme cüretini gösterebilmesidir. Sonra buna kalkışmasıdır, sonra devletin bütün mekanizmasının bu şekilde felç edilmesidir. Özlem Hanım sitem ediyor: "Efendim ilgilisini konuşalım." Memlekette hiçbir şeyi FETÖ olmadan konuşamaz hâle memleketi siz getirdiniz; sağlık konuşuyoruz FETÖ, askeriye konuşuyoruz FETÖ, siyaset konuşuyoruz FETÖ, hukuk konuşuyoruz FETÖ, mağduriyet konuşuyoruz FETÖ, EYT konuşuyoruz FETÖ. Bugün 115 astsubay sağlık çalışanı geldi. 85'inin güvenlik soruşturması olumlu gelmiş, 15'iyle ilgili FETÖ üzerinden değil başka saiklerle endişe var. Ama sırf bürokrasi "Acaba bize FETÖ'cülük damgası yapıştırılır mı?" korkusundan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Devam edin Sayın Ağıralioğlu.

YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Sadece bu korkudan 115'ini de mağdur edecek şekilde muamele ediyor. Dolayısıyla şu anda biz bu FETÖ meselesini bütün sarahatiyle konuşamaz isek bu bürokrasinin işleyişindeki mekanizmanın sağlıklı işlemesine imkân bulamayacağız arkadaşlar. Hususiyetle arz etmek istediğim sebep, bunu, bu mevzuyu bu kadar tekrarlamaktan kastım sadece budur. Şimdi, bu meseleyle alakalı uzunca zaman konuşma imkânı bulduğunuz hâlde konuşmadınız, bunları, televizyon programlarında, konferanslarda biz istişare ediyoruz, konuşuyoruz. Çok az buluyoruz bu imkânı.

Biz sizi sıkıntıya sokalım, efendim, sizin karşınızda siyasi avans elde edelim diye yapmıyoruz bunları ama sizin... Ben şimdi İYİ PARTİ Grup Başkan Vekiliyim, kadına şiddeti konuşuyorum, kadına şiddeti konuşma imkânı bulamadık. Bir tarafıyla mevkimin mesuliyetini taşıyarak ifade edeceğim, kadına şiddetin magazine mevzu olunca daha çok dikkatimizi çektiği yerde, işte, bir sanatçımızın şiddete maruz kalması biraz daha popüler hâle getirdiği için konuştuk. Ben, henüz yeni kurulmuş bir parti ama, izzetinin, iffetinin üstünde iki senedir tepinilen bir hanımefendinin partisinin grup başkan vekiliyim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ağıralioğlu, toparlayın.

YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Toparlıyorum.

Mukaddesatçılığım adına konuşuyorum. Peygamber Efendimiz'in hanımına iftira atıldı, ayetlerle uyarılmış bir ümmet olmanın sorumluluğuyla konuşuyorum. Ümmetine veda ederken "Hanımlarınız size emanettir." diyen bir peygamber nasihati hissesine düşmüş adam olarak konuşuyorum. 28 Şubat sürecinde rahmetli Hasan Celal Güzel, Muhsin Yazıcıoğlu, Tansu Hanım ve Meral Hanım'dan başka kimse yokken, o zaman onlara duyduğum vefa adına konuşuyorum. Efendim, bizim mahallenin, mukaddesatçıların, mukaddesatçılığımızın kavga ederken bir marjı olması gerektiğine dair hissiyatımla konuşuyorum. En son grup başkan vekili sıfatımla konuşuyorum. Siyaseten rakip olabilir size, siyaseten siyasi muarızınız olabilir. Ama bir hanımefendinin izzeti, iffeti, namusu -bu bir anne, bu bir eş, bu bir gelin, bu bir teyze, bu bir hala- üstünde bu kadar galiz cümlelerle hakaret alanı açılmışken, bir tane partisinden bağımsız ıstırabı olan samimi bir ses duyamadık. Kendileri siyasete engellenerek çıkmış bir siyasi kadrosunuz siz, Hükûmet. Tayyip Bey münhasıran, önüne her tür engel, iftiralar konularak, iftiralar atılarak engellenmiş bir insan.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım.

YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Toparlıyorum.

Kendisi "Ben rakiplerime siyasi mücadelede istediğimi yaparım ama asla bunların iffetlerine, izzetlerine musallat olmanıza müsaade edemem." diyememiştir. Bizim, 28 Şubat sürecinde yazılarını iftiharla okuduğumuz adamların -güya münevverlerimizin- gazetecilerimizin Engin Ardıç olma temayülü zirve yaptı. Gazetecilerimizin hepsinin vicdanı karardı. Bizim, 28 Şubatta böyle medarıiftiharımız olan bir sürü kalem, kelam sahibi adam kalemlerinin namusuna sahip çıkamadılar; içlerindeki Engin Ardıç dışarı çıktı. Dolayısıyla, arkadaşlar, ben hissesine, izzetine, iffetine musallat olunmuş yani bir manevi şiddete maruz kalmış bir Genel Başkana -ya da bir hanımefendiye- onun çiğnenmiş hakkına, hukukuna cümle kurmuş olayım ki aslında kadına şiddeti konuşurken neleri de konuşmamız lazım.

Bitiriyorum Başkanım.

İsmail Kahraman Bey bütün mukaddesatçıların "ağabey" diyebildiği bir siyasi geçmişe sahip adamdır; yani, Türkiye'de "Ben mukaddesatçılık, milliyetçilik mensubiyeti taşıdım." deyip de ona bir vesile, bir sebep "ağabey" dememiş adam yoktur. İstirham ediyorum, "Meral Kılıçdaroğlu" ne demektir?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın.

YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Yani, bu cümle bu mukaddesatçılık içerisinde mesuliyeti olan bir adamın zarafetine, izzetine yakışır bir laf mıdır? Dolayısıyla, bu işlerin hepsi bizim siyasi asabiyelerimize nezaketimizi kurban verdiğimize alamettir.

Sözlerime nihayet veriyorum Başkanım, teşekkür ediyorum, Genel Kurulumuza saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)