GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Kamu Denetçiliği Kurumu Raporu Hakkında Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:13
Tarih:01.11.2018

İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, aslında benim de unuttuğum ama hatırlatmalarından dolayı çok mutlu olduğum şair, siyaset adamı, fikir adamı Üsküplü hemşehrim Yahya Kemal Beyatlı'yı anmalarından dolayı hem Cumhuriyet Halk Partisi grup başkan vekili hem de Adalet ve Kalkınma Partisi grup başkan vekili arkadaşlarıma tekraren teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vatandaşımızın mağduriyeti, Meclisimizin bağımsızlığı, devletimizin bütünlüğü siyaset üstüdür. Meclisimiz "o partinin önergesi, bu partinin teklifi" anlayışına teslim olduğu vakit işlevini yavaş yavaş yitirme noktasına gelecektir.

Bugün görüştüğümüz bu raporda yer alan şikâyetlerin, mağduriyetlerin birçoğunun bu Meclis çatısı altında tartışılmış ancak bir türlü çözüme kavuşamamış konular olduğunu gördük raporu incelediğimizde. Vatandaşımızın mağdur olduğu konuları Meclisimize taşıdığımızda bu, mağduriyetleri siyaset aracı olarak kullanmakla bile suçlandık. Biz milletimizin sorunlarını buraya taşıyamayacaksak, bir yarayı kapatamayacaksak, vatandaşımızın derdine derman olamayacaksak burada durmamızın ne hikmeti var? Kalkıp gidelim değerli arkadaşlar.

Şimdi soruyorum sizlere, hangisi mağduriyetleri siyasete alet etmek; bir sorunu çözüme kavuşturmak adına gündeme taşımak mı yoksa sırf muhalefet partisinden geldi diye içeriğe, konuya bakmaksızın tekliflere, önergelere kulak tıkamak, reddetmek mi? Neredeyse 2019 yılına gireceğiz, yüz yıl önce başımıza gelen bir olay tekerrür etti, 2 askerimiz donarak şehit oldu. Bu gibi olaylar yeniden yaşanmasın diye, ihmallerin önüne geçelim diye, gelin, bu konuyu araştıralım dedik, "Yok efendim, olmaz." dediniz. Fındık tüccarımız kan ağlıyor, gelin, bu işe çözüm bulalım diye teklif ettik, arkadaşlarımız teklif ettiler, "Gerekirse biz öneririz." dediniz ama hâlâ sizin bu konuyla ilgili teklifinizi Meclis bekliyor. İktidara muhalif herkesi FETÖ'cü ilan ettiniz, her muhalif kelama FETÖ sopası gösterdiniz, iki kez, buyurun, FETÖ'nün siyasi ayağını araştıralım dedik, "Olmaz, araştırmayız." dediniz. Emeklilikte yaşa takılan milyonlarca vatandaşımız için çalışalım dedik, emeklilikte yaşa takılanları gündeme getirdik, neredeyse Meclis tarihinde bir ilke imza attınız, milyonlarca vatandaşımıza iki saat içinde olmadık duygular yaşattınız, heveslerini de kursaklarında bıraktınız.

Bugün önümüze gelen bu rapor yeni Türkiye'nin geldiği noktanın küçük bir kısmını gösteriyor aslında. Bu raporu elinize alın, bir göz atın; yargılama sürelerinin uzunluğundan yaşanan mağduriyetleri, eski adıyla BİMER'e şimdiki CİMER'e gelen şikâyetleri, engelli vatandaşımızın, cefakâr kadınlarımızın, yavrularımızın haklarını savunmakta ne kadar yetersiz kalındığını, emeklimizin, esnafımızın sıkıntılarını, eş dost atamalarıyla liyakatin nasıl ayaklar altına alındığını görün.

İktidar partisi ve küçük ortağı pembe gözlüklerini gözlerinden çıkarmadıkları sürece milletimizin, devletimizin sorunları bir çığ gibi büyüyerek üzerimize geliyor. Vatandaşımızın meselelerinin tek çözümü yüce Meclistir, bunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi hepimiz aynı gemideyiz; evet, doğrudur, hepimiz aynı gemideyiz fakat gemi Titanic gibi her yanından su almış. Bunu görmeyen havuz medyası da kime benziyor, biliyor musunuz? Titanic batarken enstrüman çalmayı bırakmayan müzisyenlere benziyor; bir taraftan gemi batıyor, bir taraftan geminin battığını görmezlikten gelen müzisyenler müzik çalmaya devam ediyor.

Hatırlar mısınız böyle bir darbımesel vardır: Yezid'in halifeliğine biat etmeyen Hazreti Hüseyin'i o zaman bazı din âlimleri fitne çıkarmakla suçlamıştı. Şimdi de bakıyorum, ülkedeki olumsuzluklar karşısında itiraz eden, sesini yükselten herkes fitne çıkarmak, dış güçlerin oyununa gelmekle suçlanıyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Yezidler hâlâ ölmemiş ya, Yezidler yaşıyor.

Bu raporda geçen bir konu da yargı sürelerinin uzunluğu. Size bir hikâye anlatacağım: Bir zamanlar bir adamcağız bir at satın almış. Fakat atı alıp ahıra götürdüğünde atın hasta olduğunu fark etmiş. iade etmek istiyor ancak atı satın aldığı tüccarın geri almayacağından endişe ettiği için öncelikle kadıya müracaat ederek işi resmiyete dökmek istiyor. Kadıya gidiyor, kadıyı yerinde bulamıyor, mahkeme ertesi güne kalıyor. At o gece hastalanıp ölüyor. Ertesi gün adam olanları kadıya anlatıp ne yapacağını sormuş. Kadı, "Hiç merak etme, zararını ben ödeyeceğim." demiş. Adam şaşkınlıkla "Ama kadı efendi, bu olayda sizin ne gibi bir suçunuz var ki ne ilginiz var ki neden siz ödeyeceksiniz?" diyor. Kadı şu cevabı veriyor o zaman: "Evet, görünürde benim konuyla bir ilişkim yok ama işin aslı öyle değil. Sen dün geldiğinde ben yerimde olsaydım atı geri verdirirdim, sen de paranı alırdın. At da senin ahırında değil sahibinin yanında ölmüş olurdu. Şimdi buna imkân kalmamış. Senin zararına, benim makamımda o gün bulunmamam sebep oldu dolayısıyla bunu ben ödeyeceğim." O kadı kim biliyor musunuz? Sonradan Osmanlı'nın ilk Şeyhülislam'ı olacak olan Molla Fenari. O günden bugüne geldik.

Gelelim bugüne, bugün öyle mahkemeler var ki yıllar sürüyor. Adam şahit olarak mahkemeye çağrılmış, olayı hatırlayamıyor; cezaevinde mahkeme bekliyor, bir taraftan da azılı suçlu elini kolunu sallayarak geziyor. Bugün, bir yılı aşkın, bir buçuk yılı aşkın süredir çeşitli suçlardan cezaevinde olan ama hâlâ hakkında dava açılmamış, fezleke yazılmamış mahkûmlar var. Geç gelen adalet, adalet değil. Bu süre zarfında bir türlü mahkemesi görülmeyen mağdurun yüreği soğumuyor. Şahit şahitliğinden pişman oluyor, "Aman başımıza iş almayalım." diye görgü tanıkları bildiklerini saklıyor artık. Adliyelerde işi olan vatandaşın ödü kopuyor sayın milletvekilleri. Ülkemizde ne yazık ki adalet yerini bulmuyor, bulamıyor. Unutmayalım, verilen karar hakka ve hukuka uygun olsa bile zamanında verilmeyen doğru karar adalet değil.

EYT diye bir konu var, bu raporda da geçiyor. Bu raporun 23'üncü sayfasında "Emeklilik işlemleri kurumumuza sıklıkla şikâyet edilmektedir. Emeklilik taleplerinin zamanında yerine getirilmesi..." deniliyor. Rapor iki satırla konuyu açıklamış. Hatırlayacağınız üzere, emekli olmayı hak ettikleri hâlde yaşa takıldıkları için mağduriyet yaşayan vatandaşlarımızın kapsamlı şekilde araştırılmasını istedik. Araştırmanın ardından da gerekli hukuki ve idari işlemlerin yapılması gerektiğini ifade ettik ve konuyu Meclise taşıdık. Sonrasında yaşananları hepimiz biliyoruz. Önerimize destek vermeyen vekillerin vicdanlarına nasıl söz geçirdiklerini de anlamakta güçlük çekiyoruz. Sonuç olarak, kimin samimi bir şekilde emeklilikte yaşa takılanlar sorununun çözülmesini istediğini gördük ve yaşadık. Konuyu kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu raporda geçen bir mesele de eğitim. Raporda en fazla sorunun yaşandığı ve çözülmesinin istendiği konu eğitim. 2017 yılı içerisinde kuruma eğitimle ilgili 2.665 müracaat yapılmış, bu rakam toplam müracaatın yüzde 15,56'sına denk geliyor. Bu tablo bile vatandaşımızın eğitim konusunda ne denli sorun yaşadığının ortaya konulması açısından çok önemli. Çocuklarımızın yapboz tahtasına benzetildiği bir sistemin ülkemizi geleceğe taşıyabileceğini söylemek kolay değil. Geçtiğimiz hafta, Millî Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk "Eğitimde 2023 Vizyon Belgesi" adı altında bazı hedefler açıkladı. Kendisi adında "millî" geçen bir kurumumuzun başında ama Adana Milletvekilimiz İsmail Koncuk Bey'in açtığı dava sonucu Danıştay 8. Dairesinin verdiği okullarda Andımız okutulması kararını temyize gönderecek kadar da millî olmayan bir tutum sergiledi Millî Eğitim Bakanı. İYİ PARTİ olarak çocuklarımıza Andımız'ın okutulması gerektiğini düşünüyoruz ve bunun için de ne gerekiyorsa onu yapacağız.

Bakan Bey'in açıkladığı vizyon hedeflerine bakınca hedeflerin neler olduğunun çok önemli olmadığı ortaya çıkıyor. Asıl dikkat edilmesi gereken konu, bu hedefleri hangi kadroların gerçekleştireceği konusu. Liyakate dayanmayan bir sistemi ne kadar değiştirirseniz değiştirin aynı şeyleri deneyerek farklı sonuç alamayacaksınız.

"Liyakat" demişken YÖK Başkanına da değinmek lazım. Daha dün sosyal medya üzerinden itiraf niteliğinde bir paylaşım yaptı Sayın Başkan, "Yeni düzenlemeyle merkezî sınav ve yabancı dil şartı aranmaksızın öğretim üyesi ataması yapılacak." dedi. Muhtemelen bu açıklamayı yaparken üniversitelerimizde boş kalan kontenjanlardan, atıl durumda olan fakülte ve yüksekokullardan haberi yoktu.

Denizli Pamukkale Üniversitesine Sayın Cumhurbaşkanı tarafından asaleten atanan Profesör Doktor Hüseyin Bağ, eşi Derya Bağ'ı Pamukkale Üniversitesi İslami İlimler Enstitüsüne Enstitü Sekreteri olarak atadı. Kamuoyu olarak tepki veriliyor ama Sayın Rektör ısrarla daha sonra eşini başka bir birime atıyor bu sefer.

Yine, Çorum Hitit Üniversitesinde görevli yaklaşık 30 akademisyenin soyadları aynı. Bakın, bir daha tekrar ediyorum: Çorum Hitit Üniversitesinde görev yapan 30 akademisyenin soyadı aynı. Sanırsınız ki bu bir aile üniversitesi; aile birleşmiş, bir üniversite kurmuş, bütün bireylerini de üniversiteye yerleştirmiş. Ya, sizin liyakatten anladığınız bu mu arkadaş ya? Bu şartlarda nasıl bir vizyondan bahsedebilirsiniz?

Raporun sağlık konusundan biraz bahsetmek istiyorum. Sağlık konusunda kuruma 467 müracaat yapılmış. Değerli arkadaşlar, raporun 39'uncu sayfasında yer alan "Sağlık" bölümünde aynen şöyle diyor: "Sağlık hizmetleri doğrudan yaşam hakkıyla ilgili olduğundan, diğer kamu hizmetlerinden farklıdır ve sağlık hizmetlerinin temel hedefi olan insan sağlığı ve yaşamı mahiyeti itibarıyla ertelenemez ve ikame edilemez bir özelliğe sahiptir." Bakın, tek cümlede sağlık hizmetlerinin insan hayatı için ne kadar önemli olduğu ve ertelenmesinin mümkün olmayacağı ifade edilmiş. Merak ediyorum, aylar sonra randevusu verilen muayeneleri nasıl açıklayacaksınız? Daha geçenlerde kamuoyuna düşen "Ameliyat etmeyin, ameliyatla ilgili mesele varsa bunu erteleyin." diyen, bu konuda bir tebliğ yayınlayan bir tıp fakültesi dekanının tutumunu bu raporda adı geçen cümleyle nasıl bağdaştıracaksınız? Ekipman ve malzeme olmadığı için hastane yönetimleri tarafından "Artık ameliyatlar acil değilse yapılmayacak." şeklinde talimat veriliyor, hatta ameliyat yapacak doktorlara da soruşturma yapılacağı konusunda o hekimler tehdit ediliyor. Tıp fakültelerimizin ve üniversite hastanelerimizin neredeyse tamamı iflas noktasına gelmiş. Açın Sayıştay raporlarını okuyun, gelirleri giderlerini karşılayamayacak durumda, sürekli değişen kur farklarından dolayı bu fakülteler ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda. "Sağlıkta dönüşüm" dediniz, her şeyin ismini değiştirdiniz, reklamdan başka hiçbir şey yapmadınız. Sağlık sektörümüze uzun süre giderilmeyecek tahribatlar açtınız.

Bu raporda geçen diğer bir başlık da "Çevre ve şehircilik." Raporun çevre ve şehircilikle ilgili kısmında şikâyetlerin 2/B araziler, kentsel dönüşüm hizmetleri, su ve bağlı kaynakların yönetimi, altyapı ve bayındırlık hizmetleri üzerinde yoğunlaştığı ifade edilmiş.

Burada iki konu üzerinde durmak istiyorum. Birincisi "İmar barışı" adı altında her türlü yapının ruhsatlandırılmak istenmesi. Bu durum özellikle büyükşehirlerde içinden çıkılmaz sorunu beraberinde getiriyor. Kullanımının uygun olmadığı, depreme dayanıklılığıyla ilgili tereddütlerin olduğu, hatta kentsel dönüşümün zorunlu olduğu hâle gelen binaların ayrım yapılmaksızın kapsama alınması, az önce ifade ettiğim gibi, bizleri daha ileride içinden çıkılamaz bir sorunla baş başa bırakabilir.

İkinci konunun geleceğimiz açısından hayati bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Tarım ve hayvancılık konusunda zor günlerden geçiyoruz. AK PARTİ Hükûmetinin her alanda izlediği dışa bağımlı politika maalesef bu alanda da devam ediyor. Bir taraftan tarım arazilerimiz ve meralarımız yağmalanıyor diğer taraftan biz gidiyoruz Sudan'da tarım arazisi kiralayarak tarımsal faaliyetlerimizin geliştirileceğini iddia ediyoruz. Kendi tarım topraklarımızı dağıtırken, onlara sahip çıkamazken Sudan'dan tarım toprağı kiralama yoluna gidiyoruz; hiç akıl alacak gibi değil.

Bakın, bu elimde gördüğünüz Sayıştay Başkanlığının Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığıyla ilgili hazırladığı 2017 yılı Denetim Raporu. Raporun 26'ncı sayfasında bulunan üçüncü bulguda aynen şöyle ifade ediliyor: "4342 sayılı Mera Kanunu kapsamında çayır, mera, yaylak ve kışlaklarda kaçak yapılaşma ve mera dışı amaçlarla kullanım suretiyle işgale uğraması." Yani hayvancılık faaliyetlerimiz için kullanılması gereken mera alanlarına kaçak yapılar dikilmiş ve mera alanlarımız işgale uğramış. Buradan yürütmeye sesleniyorum: En az bizim kadar bu konunun üzerine gitmek zorundasınız, Türk milletine yarın öbür gün açlık yaşatmaya hakkınız yok; bu konu çok ciddi bir konu. Gerçekten Türkiye bir gün açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Ekonomik durum ortada, dövizimiz bitebilir, yarın ithalatta problem yaşayabiliriz, eğer ekemezsek biz 81 milyon nüfusu nasıl doyuracağız? Bunun çok ciddiyetle ele alınması gerektiğini düşünüyorum.

Raporda geçen diğer bir konu da kadına yönelik şiddet. Genel Başkanının kadın olduğu bir partinin Grup Başkan Vekili olarak bu konuya da özellikle değinmek istiyorum. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kadınların yüz yüze kaldığı önemli sorunlardan bir tanesi kadınlara yönelik şiddettir. Uygulanan şiddetin türü ne olursa olsun bu şiddetin önlenmesi adına Türkiye'nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmelerle sorumluluk devlete verilmiş olsa da kadınların maruz kaldığı şiddet oranlarında yıllar içinde hiçbir azalma meydana gelmemiş. Türk aile yapısındaki geleneksel cinsiyete dayalı ayrımcılık, özellikle kız çocuklarının ve kadınların toplumsal hayata etkin katılmamalarına ve bunun bir sonucu olarak da birçok açıdan mağduriyet yaşamalarına sebep olmuştur. Türkiye nüfusunun yarısının kadın olduğu gerçeği karşısında kadının cinsiyetine dayalı olarak karşılaştığı bu sorunların belirlenmesi ve giderilmesine ilişkin çalışmalar ise son derece kısıtlı. Ülkemizde kadınların karşı karşıya kaldığı her türlü şiddeti tam bir güven içinde iletebilecekleri bir ortam ve güven varlığının eksikliği göze batmaktadır. Şiddet gören bir kadını kadın sığınmaevine gönderecek kadar çok sığ bir uygulama yapıyoruz. Ya, kadın şiddet görüyor, onun sığınmaevinde ne işi var? Ona şiddet gösteren erkeği sığınmaevine göndersenize arkadaş.

ÖZLEM ZENGİN (Tokat) - Öyle zaten; uzaklaştırılıyor, evden uzaklaştırma kararı alınıyor.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Yani uzaklaştırmak yetmiyor, her cinayetin arkasında bir bakıyorsunuz haneden uzaklaştırılmış erkek çıkıyor. Her haneden uzaklaştırılan erkeğin peşine de birer polis takma imkânı maalesef yok. Kadının sığınmaevine gönderilmesi yerine şiddet uygulayan erkeğin ceza alması gerekirken kadın, sığınmaevine gönderilerek tecrit ediliyor âdeta. Bu yanlış uygulamaya bir an önce son verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Rakamlar çok ciddi, üstelik kentsel alanlar ile tarımsal alanlarla şiddet uygulanan kadınlar arasında oransal bir fark yok; birisinde yüzde 35, birisinde yüzde 37 yani eğitimli kesim ile eğitimsiz kesim kadına şiddet uygulama oranında birbirleriyle yarışıyorlar, hiçbir fark yok maalesef.

MÜZEYYEN ŞEVKİN (Adana) - İstanbul Sözleşmesi uygulansa yeterli zaten.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Sonuç olarak, yaptığımız araştırmalar gösteriyor ki Kamu Denetçiliği Kurumu 14.766 başvuruya ilişkin olarak ilgili kurumlara 349 adet karar göndermiş ve bu sayı, toplam şikâyetin sadece yüzde 2,3'üne karşılık gelmektedir ve ne yazık ki ilgili idareler bu kararların sadece yüzde 65'ine uyup yüzde 35'ine uymamış yani bu kurumun gönderdiği kararlar ilgili kurumlarca ciddiye alınmamış. Netice itibarıyla Kamu Denetçiliği Kurumu tarafından karara bağlanan şikâyetlerin -bakın, bu rakam çok önemli, Sayın Grup Başkan Vekilim, özellikle duymanızı istiyorum- tüm şikâyetlere oranı yüzde 1. Öğretmen bile konuların yüzde 1'ine çalışan öğrenciye sıfır verir, yüzde 99'unu bilmeyip sadece yüzde 1'ine çalışıyorsa "Otur, sıfır!" der.

Sayın vekiller, yüzde 1 başarı kriteri sağlamış bu kuruma, merak ediyorum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Başkanım, müsaade eder misiniz.

BAŞKAN - Sayın Türkkan, süre vereceğim rapor üzerindeki görüşmelerde.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Bitiriyorum, sadece birkaç cümlem kaldı.

BAŞKAN - Buyurun.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Bu kuruma, yüzde 1 başarı kriteri sağlamış bu kuruma sizin önünüze gelse siz kaç verirsiniz? Aranızda öğretmenler var, biliyorum. Böyle bir öğrenci karşınıza gelse siz kaç verirsiniz? Elinizi vicdanınıza koyarak cevap verin. Yani kurumun kararlarının kamu idareleri tarafından ne derece ciddiye alındığı, uyulmaması durumunda ilgili idareler ve yöneticiler hakkında ne tür yaptırımlar uygulanacağı bile belirsiz. Dolayısıyla bu raporun aslında yapıyormuş gibi yapılmış birtakım işlerden ibaret olduğunu görüyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.