GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 30 Ekim Türkiye-Almanya İşgücü Anlaşması'nın 57'nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
Yasama Yılı:2
Birleşim:13
Tarih:01.11.2018

ZAFER SIRAKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 30 Ekim 1961 günü Almanya'yla imzalanan iş gücü alım anlaşması, birçok insanımızın hayatını değiştiren, Anadolu'dan binlerce kişinin bundan sonraki hayatlarında ana vatanlarını yüreklerinde hissederek yaşamalarına sebep olan yazılı birer belge olmuştur. O zamanlar öngörülemese de bu anlaşmalar hem Avrupa ülkeleri toplumları hem de Türk toplumu için birer dönüşümün ilk adımıydı. Sirkeci'den Münih'e yaklaşık elli saat süren yolculuk ve son bir kez eşlerine, çocuklarına vagonların buğulu camlarından bakan işçilerin hikâyesi işte böyle başlamıştı. O zaman elli saat süren yolculukla başlayan göç hikâyeleri bugünlerde 57'nci yılı geride bıraktı. Bu göçmenlik hikâyesinde hepsinin aklında bir gün ana vatana geri dönmek vardı ancak öyle olmadı. Zira vatanlarından kilometrelerce uzakta ailelerine, sevdiklerine hasret yaşayan bu insanlarımız, o dönemlerde Türkiye'deki haksız ve toplumun kendisine yabancı olan siyasetin de mağduru oldular. Özellikle AK PARTİ iktidarı öncesine kadar "Batılı ülkelerle aramız açılmasın." kaygısıyla yurt dışındaki Türklerin bütün sorunları göz ardı edilmiş ve dış Türkler konusunda AK PARTİ dönemine kadar bütün hükûmetler pasif kalmıştır. Yurt dışına iş gücü gönderimi sürecinde bütün işlemlerin Türkiye muhatabının Dışişleri Bakanlığı yerine İş ve İşçi Bulma Kurumunun olması, söz konusu hükûmetlerin yurt dışındaki Türkler konusunda hangi pencereden baktıklarının da birer göstergesidir. Keza konuya bu kadar uzak kaldıkları için yarım asır yabancı ülkelerde sorunlarıyla baş başa bırakılan insanlarımıza, önceleri ekonomik saiklerle, sonra güvenlik ve geçicilik olgusu içinde âdeta tepeden bakılmış ve "Alamancı" veya "gurbetçi" tanımlamasıyla kendilerine bir şekliyle tepeden bakılmaya devam edilmiştir. Bu alışılagelmiş tutum, Sayın Cumhurbaşkanımızın yurt dışındaki Türklere gösterdiği ehemmiyet ve kişisel uğraşlarıyla son bulmuştur.

AK PARTİ hükûmetleri döneminde -çok taraflı dış politikasıyla- artık, ekseriyeti bu ülkede doğmuş olan, hem yaşadıkları ülkenin değerleri hem de Türk kültürleriyle büyüyen, çift ana dille yetişen üçüncü, hatta dördüncü kuşak Türkler için "yurt dışı Türkler" ifadesinin kullanılmaya başladığı bir süreç oluşmuş ve kurumsal politikalar devreye sokulmaktan geri kalınmamıştır. Şu iyi anlaşılmalıdır: Bu coğrafyaya giden Türkler, artık, Avrupa ülkelerinin asli birer unsuru hâline gelmişlerdir. Binaenaleyh, bu ülkelerdeki vatandaşlarımız bulundukları ülkelerin ana dillerini iyi öğrenmeye, siyasi hayatına katılmaya, ekonomik gelişmelerini sürdürmeye, ancak bunları yaparken muhakkak öz kimliklerini, kültürlerini ihmal etmemeye teşvik edilmelidirler.

Konsolosluk reformları, yurt dışında dövizle askerlik hizmeti konusunda yapılan düzenlemeler, yurt dışında boşanma kararlarının dava açılmaya gerek kalmadan tanınması, pasaport harçlarının düşürülmesi, Mavi Kart sahiplerinin mahkemelerde tercüman olarak çalışabilmeleri ve Mavi Kart'ın bankacılık işlemlerinde kimlik belgesi olarak kullanılması, diasporada yaşayan gençlerin devlet üniversitelerinde eğitim imkânları ve daha zikredemediğimiz birçok konu AK PARTİ döneminde uygulamaya konuldu. Önümüzdeki süreçte ivedilikle takip etmemiz gereken en önemli hususlardan biri, son zamanlarda Türk diasporası ve kuruluşlarına yönelik artan PKK saldırılarına Alman yetkili makamlarınca gerekli önlemlerin alınması, suçların aydınlatılması ve faillerin cezasını alması olacaktır. Ayrıca, FETÖ ve PKK gibi terör örgütleri tarafından oluşturulmaya çalışılan olumsuz Türkiye algısına karşı duyarlı ve dikkatli olmalıyız.

Avrupa'da yaşayan vatandaşlarımızın okullar, meslek eğitim yeri bulma, istihdam, ev arama başta olmak üzere toplumsal alanda ayrımcılığa maruz kaldıkları gözlenmektedir. Mesut Özil vakasında müşahede edilmiş olduğu üzere, Almanya'da yaşayan vatandaşlarımızın medyada, kurumsal ve toplumsal alanda karşılaştıkları ırkçılık ve ayrımcılık beraber yaşama kültürünü de zedelemektir.

Alman makamlarından, ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele etmeye yönelik üst düzey tedbirler almaları beklenmektedir. Bu anlamda, insan hakları ihlallerine maruz bırakılan vatandaşlarımızın durumu takip edilmeli ve partilerüstü bir konu olarak ele alınmalıdır. Aşırı sağcı terör örgütü NSU'nun 8 Türk'ü katlettiği olayların aydınlatılarak beş yıldır esas suçluların cezasını çekmesini beklediğimiz dava süreci ve davada nihai karar, Almanya'daki kurumsal ırkçılığın hangi boyutlarda olduğunun da somut bir göstergesidir.

Cezalandırma tarihten bu yana salt kefaret değil, aynı zamanda suç önleme yöntemidir. NSU davası sürecinin başından itibaren kamu kurumları ve mensuplarının özenli bir şekilde soruşturma ve kovuşturma kapsamı dışında tutulması...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın, ek süre vermiyorum.

ZAFER SIRAKAYA (Devamla) - ...Alman devletinin ırkçı cinayetlere ilişkin sorumluluğunu üstlenmediğinin ve kurumsal ırkçılıkla yüzleşme konusunda isteksiz ve yetersiz kaldığının da bir göstergesidir.

Bugün, elli yedi yıllık bir hikâyeyi birkaç cümlede bir araya getirmeye gayret gösterdim. Önümüzdeki süreçte yurt dışı Türkler komisyonu kurulmasının önemini vurgular, Genel Kurula çalışmalarında başarılar dilerim.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.