GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:8
Tarih:23.07.2018

İYİ PARTİ GRUBU ADINA YAVUZ AĞIRALİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; partim ve grubum adına peşinen ifade etmeyi borç bildiğim husus şudur: Terörle mücadele hassasiyetini Hükûmetin taşıdığı çerçeve içerisinde zafiyete uğratacak bir irade beyanımız olmayacaktır. Terörle mücadelede devletin bu mevzuda etkin mücadele etme kararlığını, bu kararlılığın arkasındaki Hükûmet iradesini ilzam etmemek için azami hassasiyet göstereceğiz.

Bugün görüşülmesine başladığımız kanun teklifinin detayları üzerindeki itirazlarımız, bu itirazlarımızın yerine ikame edeceğimiz tekliflerimiz, bu süreçte hem devletin vakarına ziyan olmasın hem de devletin eline geçirmiş olduğu siyasi kuvveti, idari kuvveti, bürokratik kuvveti kullanırken keyfîliğe mahal bırakılmasın. Bu endişelerle teklifin hem bütünü üzerinde hem de detayları üzerinde arz etmeye çalıştığımız husus, Hükûmetin bu on altı yıllık fasılasız iktidarında kullanmış olduğu üslubun, dilin, bürokratik üslubun ve geleneğin devletin o anlamda göstermesi gereken hassasiyetlere çok uygun olmadığını düşündüğümüz için bir tenkit paranteziyle başlayacağım.

Birincisi şu: Sayın Cumhurbaşkanının mebzul miktarda, OHAL'le alakalı, bizim hassasiyetlerimizi havi konuşmaları var. Yani burada Hükûmetimizin bize yaptığı en büyük iyiliklerden bir tanesi şudur, sağ olun: Hangi mevzuda bir hassasiyetimiz varsa bizim adımıza o cümleleri bizden çok daha şiddetli üsluplarla söylediğiniz günler gördük biz. Yani biz bugün OHAL'le ilgili hassasiyet kuracağımız cümlelerin aynısını Sayın Cumhurbaşkanımız 2010 yılında ifade buyurmuşlar, sağ olsunlar. Yani virgül ilave etmeden konuşabilsek, ifade etsek bu hassasiyetler bugün bizim de hassasiyetlerimizdir. Peşinden gelecek, bedelli askerlikle ilgili bizim hassasiyetlerimize konu olacak cümlelerin aynısını, mislini Sayın Cumhurbaşkanı dâhil hükûmetimizin üyeleri kurdular. Dolayısıyla bu on altı yılık fasılasız iktidarın böyle bazen muhalefetin işine yarar tarafları oluyor.

Şimdi arz edeceğim 2010 yılı Sayın Cumhurbaşkanı konuşması; bir bölüm, altını çizdiğim, kıymetli bulduğum bir bölüm. Bütün konuşma çok veciz de çok canınızı sıkmayacağım. "Şimdi şu ibretlik tabloya bir bakınız lütfen. Bu ülkenin Mehmetleri yani şairin deyimiyle '...tertemiz alnından uzanmış yatıyor, bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor.' aradan saatler geçmeden, daha benim şehidimin kanı kurumadan Ankara'dan şiddetin diline şiddetle cevap veriliyor. Ana muhalefet partisi, diğer muhalefet partisi çıkıyorlar 'Olağanüstü hâl ilan edilsin, açılımdan vazgeçilsin, erken seçime gidilsin.' diye açıklama yapıyorlar. Allah aşkına soruyorum: Bunun zamanı mı, 73 milyon büyük bir acının içindeyken, 73 milyonun yüreği sızlarken, bunu konuşmanın zamanı mı? O aslan gibi delikanlılar daha toprağa bile verilmeden siyasi kavgaya soyunmanın zamanı mı, onlar üzerinden siyaset yapmanın zamanı mı? Bu, hangi vicdana sığar? Terör örgütü Şemdinli'de vuruyor, istismarcılar anında Ankara'dan ses veriyor. Terör örgütü siyasete yön vermek için vuruyor, Ankara'dan bazıları anında tuzağa düşüyor. Terör örgütü, olağanüstü hâl yeniden ilan edilsin, Türkiye yeniden 1990'ların Türkiyesi olsun, Türkiye üçüncü dünya ülkesi gibi görünsün diye kanlı eylemler yapıyor. Ankara'dan birileri anında terör örgütünün ekmeğine yağ sürüyor ve eğer 'Olağanüstü hâl kalksın.' diyenler samimi olsaydı... Olağanüstü hâli kaldıran bu iktidar, biz kaldırdık. Ama şimdi eylemleriyle neyi talep ediyorlar? Olağanüstü hâli talep ediyorlar. Buna şimdi kim yataklık ediyor? Malum muhalefet partisi. Ne diyor? 'Olağanüstü hâl ilan edilsin.' Geç o işi, geç. O sizin karakterinizde var, bizim iktidarımızın karakterinde yok, o sizin aczinizin gereğidir. Terör örgütü, bu ülkede millî birlik ve kardeşlik tesis edilmesin, bu sorun çözülmesin, istismar kaynakları kurutulmasın diye kanlı eylemler yapıyor, birileri de Ankara'da terör örgütünün amaçlarına hizmet edecek bir dili kullanıyor. Ne diye olağanüstü hâl? Bunu bölgede yaşayan benim insanım, kardeşim iyi bilir; orada görev yapan askerim, polisim iyi bilir. Bunu Ankara'dan başını çıkarmayan siyasetçi bilemez. Olağanüstü hâl 'Öyle gerekiyor.' diyerek belli bölgelerde yerleşimi engellemektir, girişi çıkışı sınırlamaktır, yerleşim bölgelerini boşaltmaktır. Olağanüstü hâl 'Terörle mücadele bunu gerektiriyor.' diyerek her derecedeki okullarda eğitime ara vermektir. Olağanüstü hâl 'Tehlike arz ediyor.' bahanesiyle binaları yıkmaktır, "Böyle gerekli." diyerek zaruri ihtiyaç maddelerinin dağılmasını düzenlemektir, temel ihtiyaç maddelerine el koymaktır, sokağa çıkmayı yasaklamaktır, sınırlamaktır, üst aramasıdır, ev aramasıdır; gazete yayınlarını, gazete dağıtımını engellemektir. 19 Temmuz 1987'de olağanüstü hâl ilan edildi ve 30 Kasım 2002'de biz kaldırıncaya kadar devam etti. Hangi yaraya merhem oldu, hangi sorunu çözdü? Açın terör olayı istatistiklerini, olağanüstü hâl dönemlerinde zirve yaptığını göreceksiniz. Bırakın teröre çare olmayı, olağanüstü hâl terörü derinleştirdi, bölge halkını mağdur etti, terörün istismar zeminini güçlendirdi. Olağanüstü hâl istemek, terörün diline teslim olmaktır." Sayın Cumhurbaşkanının veciz konuşmasından bir bölüm.

Şimdi, bunu şunun için arz ettim: Hükûmetimizin bazı mevzulardaki hassasiyetleri ki bu terörle mücadele konseptinin hassasiyetine biz aynen katılıyoruz ama Hükûmet kendi ihtiyaç analizini bir yere oku atıp üstüne daire çevirip "12" yazarak ifade edemez. Sizin istediğiniz tonlamada, sizin istediğiniz zamanlamada, sizin istediğiniz şekilde iş yapmak keyfîliğinden sizi kurtarmak bizim kardeşlik borcumuz. Şimdi usulen şunu söylemek borcu altında geldim bu kürsüye: Ben sizin yetki talebinizden çok, bu doğan yetkileri kullanma imtiyazı elinize geçtiği andan itibaren yaptıklarınıza kızıyorum. Bugün, Hükûmet, kabine açıkladı. Bu süreç içerisinde açıklanan kabinenin içerisinde FETÖ'yle iltisakı olduğu için akrabaları içeride olan arkadaşımız var. Ben Hükûmetimizin böyle bir tercihte bulunmasını çok takdir ettim. Yani suçların şahsiliği ilkesine avdet edilmesini çok takdir ettim, çok doğru bir yaklaşımdır. Yani yakınları FETÖ'den içeride diye birisinin şahsi haklarına asla musallat olamayız. Çünkü biz amcasını Müslüman edememiş bir Peygamber'in ümmetiyiz çünkü biz kendisine iman etmemiş hanımları, çocukları olan peygamberlere iman etmiş bir ümmetiz. Dolayısıyla amcaları iman etmedi diye iradeleri ilzam edilmemiş insanların... Aslında medeniyet hakikatimizin beslendiği pınarlardır oralar. Hukukta suçun şahsiliğine avdet edilmesini çok kıymetli buluyoruz ama Hükûmetin bu tarz salahiyetlerini kullanırken sadece kendi tarafına uygun gelecek yerlerde hukuka itibar etmesini, sair yerlerde muhalefeti cezalandırma şehvetini uygun bulmuyoruz, doğru bulmuyoruz; şundan sebep doğru bulmuyoruz: Efendimiz, biliyorsunuz... Bunu arz edeceğim, ben Hükûmetimizin üyelerinin münhasıran kulaklarına değsin diye anlatıyorum, Allah kalbinize düşürsün. Suç işledi diye, hırsızlık etti diye bir gün affı istenen bir sahabiyi getirip Efendimiz'e diyorlar ki: "Ya Resulullah, bunu affedin." Efendimiz yüzünü çeviriyor. Sonra buyuruyorlar ki ısrar edilince... "Bu, filanca kabilenin, filanca şöhretli ailenin, filanca şöhretli sülalenin mensubudur, bunu affedin; bu, ihtiyaçtan dolayı hırsızlık yapmadı." diyorlar. 2'nci, 3'üncü tekrardan sonra Efendimiz buyuruyorlar ki arkadaşlar -kulağımıza, hepimizin kulağına küpe olacak, bin küsur yıllık nasihat- "Sizden öncekilerin helak olmasının sebebi şudur: Onlar içlerinden şöhretli, itibarlı, zengin olanların suç işlediği hâllerde zengin, itibarlı ve şöhretli olanları affederlerdi. İçlerinde garip, kimsesiz ve yalnızlar suç işlediğinde onları cezalandırırlardı. Sırf böyle yaptıkları için Allah onları yerle bir etti." diye, hayatında çok nadir celallendiği zamanlarda çıkan alnının damarı çıkarak, celallenerek söyledi bu sözü. Peşine de ekledi: "Peygamber kızı Fatıma olsa bile aynı şeyi yaparım."

Dolayısıyla, bizim boynumuza borç olan şey şudur... Erzurum'un kurtuluşu vesilesiyle mesajlar yayınlandı. AK PARTİ'den arkadaşlarımıza söyleyeyim hem de Erzurum'u da anmış olayım; Erzurum'dan arkadaşlarınız -bu AK PARTİ'ye oy veren arkadaşlarımız bunlar- bu uygulamaya şöyle dediler: "Erzurum'da böyle olunca biz deriz ki 'Gardaş, cağ kebaplar bize, şişler size.'" Dolayısıyla, Hükûmetimizin eline geçirmiş olduğu yetkiyi kullanma şeklinde eşitlik, aleyhine olsa bile, kendisine de şamil hâle getirmek hassasiyeti lazımdır. Biz, Hükûmetin yetki taleplerinin terörle mücadelede bir zafiyet olmayacak şekilde desteklenmesi gerektiğine inanıyoruz. Lakin bu hassasiyet, biliyorsunuz ki, Anayasa'nın verdiği yetkilerde devletin vatandaşı karşısında kontrolsüz bir güç hâline gelmemesi içindir. Dolayısıyla, bugün olağanüstü hâl üzerinden Sayın Cumhurbaşkanının bu konuşma çerçevesi içerisinde aynı hassasiyetleri taşıdığımızı ifade ediyoruz. Buradan teröre bir iltimas, buradan teröre bir avans; buradan terörün bu memlekette devletimize, milletimize edeceği bir suikasta asla bir tolerans çıkmaz, böyle bir şeye asla müsaade etmeyelim. Lakin sizin devletimiz adına elinize geçirmiş olduğunuz Hükûmet etme yetkisini kullanırken içine düştüğünüz bu keyfîliği de aslında sizin için de, milletimiz için de, devletimiz için de doğru bulmuyoruz. Dolayısıyla biraz önce önerge verildi, önerge üzerinde konuşurken de ifade etmek istemiştim, imkân bulamadım, şimdi vesile oldu demek zorundayım. Hukuk fakültesinden beri arkadaşımız olan, bugün devletin yönetim kademelerinde yargı hizmeti gören arkadaşlarımız var. Sizin de hem parti grubunuzdaki arkadaşlarınız bilir hem seçmen çevrenizden bu kabil şikâyetler size de gelmektedir mutlaka. Olağanüstü hâlin bize yaşatmış olduğu o dehşetli 15 Temmuz sürecinin korkusuyla birleşmiş siyasal dil Türkiye'de bürokrasiyi baskıladı arkadaşlar, adli bürokrasiyi de baskıladı, idari bürokrasiyi de baskıladı, siyasi bürokrasiyi de baskıladı, siyasetin dilindeki baskı askerî bürokrasiyi de baskıladı. Bu, içerideki bu korku, dehşet dili hiçbir delil olmadığı hâlde dosyada, hiçbir delil olmadığı hâlde FETÖ'cü olmak korkusundan "Ben FETÖ'cü olana kadar dosya içerisindeki adam FETÖ'cü olsun." cinnetine imkân verdik arkadaşlar. Bu, biraz önce CHP'nin önergesine benim katıldığım yerdir. Bunun etkileri üzerinde, devletin yönetimi elinde bulunduğu için Hükûmetimizin olağanüstü hassasiyet göstermesi lazım. İstirham ediyorum, bu bürokrasideki, siyasetin dilindeki dehşetin bürokrasiye yansımalarını lütfen araştıralım, özellikle adliyeye yansımalarını araştıralım.

Bu Olağanüstü Hâl Yasası'yla ilgili diyorsunuz ki: "Fransa'dan aldık." Fransa'daki gözaltı sayılarına bakın arkadaşlar, 25-30; dava dosyalarının sayısına bakın 700-800. Arkadaşlar, 100 bin, 120 bin ihraç var, son kanun hükmünde kararnameyle atılanlar var. Bunlarla ilgili isabet ettirdiklerinize asla bir şey diyemeyiz biz. Yani 15 Temmuzda uğradığımız alçaklığa bulaşmış birine merhamet edecek kadar aklımızı kaybetmedik lakin devlet bu işte şu kadar nobran davranamaz. İçeriye aldığınız adamlardan "Yanlış oldu, kusura bakmayın." diye dışarı bıraktığınız insanlar iki yıl boyunca içeride yatmışlarsa vatan haini ve alçak muamelesi görüyorlar. Sonra o insanlara "Kusura bakmayın." deyince iki yıl parantezinde kaldıkları vatan hainliğinin içinden çıkmış olmuyorlar. Dolayısıyla devletin bu mevzudaki hassasiyetine ihtimam göstermesi gereken sizlersiniz. Yani biz muhalefetiz, muhalefet olarak size söyleyince zannediyorsunuz ki sizin yaptığınız her işe bühtan etmekten başka vazifemiz yok, öyle değil.

Sahada -arkadaşlar cemiyetçilik yaptık otuz yıldır- elimizde büyümüş çocuklar var. Bir mekanizma olarak devlet bazen reyinde yanılabilir, Hükûmet bazen siyasi tasarrufta bulunur; o tasarruf yanlış olur, zulüm olur ama daha büyük zulüm şudur: Biz bir iftiraya uğradığımız zaman müracaat edeceğimiz bir mahkeme yok. Çocuklar var elimizde büyüdü, her şeyleriyle vatanlarına, milletlerine, devletlerine muti olsunlar, devletlerine hizmet etsinler diye ocaklarda şahsiyetlerine su verdik, çelik ettik onları. Şimdi onlardan irtibat yok, iltisak yok, hiçbir şekilde illiyetleri yok ama bunların ihraç kararnameleri içerisinde atılma süreçlerine müdahil olamadık, olamıyoruz. Dava dosyalarına bakıyoruz bir şey yok. İlgili mahkemedeki savcıların, hâkimlerin bazıları okuldan arkadaşımız çıkıyor, onlara diyoruz ki: "Arkadaşlar, Allah'tan korkmuyor musunuz siz? Nedir bu?" Diyorlar ki: "Bırakırsak biz FETÖ'cü olacağız korkusu altındayız." İstirham ediyorum, bunu sadece efendim, 15 Temmuz suikastının gevşekliğimizden istifa etsin, bizi suistimal etsin de yeni teşebbüslere kalksın alanı hâline getirmeye çalışmıyorum ama devletin dini adalettir, devleti ayakta tutan şey adalettir, devletin ziyneti de adalettir. Yani bizim vazifemiz burada toplu toplu insanları bir kararname hükmü içerisinde mağdur etmek, ondan sonra da mağdur ettiklerimize birkaç yıl sonra ortaya çıkınca "Kusura bakmayın, biz yanlış yaptık." demekten ibaret bir şeye devlet ciddiyeti denmez arkadaşlar.

İstirhamımız şudur: Olağanüstü hâl yetki talebi; bunun maddeleri üzerinde konuşacağız, bazılarını idarenin keyfiliğine alet olmasın diye itirazlarımızla buluşturacağız, tekliflerimiz var, teklif edeceğiz. Tekliflerimizin ciddiye alınabilir tarafı yok çünkü burada vicdanlar parmaklarla ölçülebilir hâle geldi. Yani muhalefetin önerisine teklif vermek bir siyasi parti çatlağı gibi takdim edilir hâle geldiği için burada millet iradesinin tecellisi bir türlü sağlanamıyor.

Muhalefet, iktidar Milliyetçi Hareket Partisinin kendilerine vermiş olduğu avansı 60 ve 80 ihtilalinden sonra doğan siyasi şuursuzlukla birleştirdi. 60 ve 80 ihtilalinden sonra da şöyle oldu: Yetki verdiniz akıl ve fikir vermenize gerek yok gibi bir cürete döndü mevzu. Tamam, yetki almış olabilirsiniz ama bu yetkiyi istişare etmek zorundayız çünkü yeni bir süreç inşa ediyorsunuz. Yani hepiniz ifade ediyorsunuz ki biz devletimizi yeniden inşa ediyoruz bürokratik olarak. Bu süreç içerisinde milletin yetki verdiği sair siyasi organizasyonların, irtibatta olduğu bürokratik tecrübenin, akademik tecrübenin size teklif ettiklerine niçin düşman hattından gelmiş ve sizi engellemeye çalışan teklifler olarak bakıyorsunuz? Dolayısıyla, burada yeni ihya süreci, inşa süreci yapılacaksa, hiç değilse süreci sükûnetle, hiç değilse süreci suhuletle ve mutabakatla çıkarabilmek imtiyazı hissemize düşsün. Yani bunca netameli iş başımıza geldi, başımıza gelen bunca netameli işten sonra "mutabakatla iş yapmak" diye bir şey çıkaralım ve biz işlerimizi kanuna uyarak yapalım.

Biz burada, biliyorsunuz, Meclis yemin töreninde tüzüğün ilgili maddesi boş olduğu için, Cumhurbaşkanımız salona geldiğinde, millet iradesine hürmeten, millet iradesine hürmeten, alınan yüzde 52 oya hürmeten, Cumhurbaşkanlığına hürmeten salona gelişi ayakta karşıladık, biliyorsunuz, sonra da yemin merasimine başlanınca oturduk. AK PARTİ'den arkadaşlarımızın sitemleri var: "Efendim, niye oturdunuz?" Çalışma usullerimizi bu hâle getirerek toparlayabiliriz bu ülkeyi. Dedim ki: "Biz normalde Cumhurbaşkanlığına, millet iradesine, seçime hürmeten üzerimize düşeni yaptık; öbürü de izzetinefsimize sadakat göstererek oturduk, problem yok." Ama ayağa kalkılması bir tüzük maddesi hâline getirilebilirse, mesela, tafsilatlı hâle getirilebilirse, yani Cumhurbaşkanlığı makamının yemin merasimi bile siyasi tartışma konusu olmaktan çıkarılır, çıkarılsın. Çok basit bir şey, yani teklifimiz şudur, biz bu tartışmaları şöyle bitirebiliriz: Hukuka uymak, hukuka riayet etmek, hepimizin mutabakat alanını hukuka ihtimam göstermek olarak belirleriz. Dolayısıyla, keyfiliğin en basit mevzularda bile milletin birbirine bühtan etmesine sebep olacak bir çatışmanın, kavganın alanı olmaktan çıkarırız siyaseti, bu çok zor bir şey değil. Ama, illa, biz sanki hukuka, hakka çok saygılıymışız gibi, teamüller üzerinden memleketin geleceğini inşa edemeyiz. Hukuk üzerinden inşa edeceğiz, tabii ki teamülleri göz önüne alalım. Ama bizim hissemize düşecek olan şey, Meclisin de itibarına yakışan şey, bu millet iradesinin tecelligâhı olan bu yerde bizim hissemize düşen şey, her şartta kurala uymak olmalıdır, her şartta.

Dolayısıyla, ben olağanüstü hâl şartları içerisinde devletin vakarına ziyan edebileceğimiz bir küçülme de görüyorum dilimizde. 15 Temmuz suikastını hafife almayalım. 15 Temmuza teşebbüs eden cinneti asla küçümsemeyelim. Küçümsemeyelim ama bir taraftan devletin bütün mekanizmalarını felç edecek kadar büyük bir korkuyu da büyütmeyelim. Bizim koca devletimizi, imparatorluk kurmuş devletimizi arkasında beş bin yıllık geçmişi olan milletimizle beraber bir emekli vaizin aldığına dair cümleleri büyüterek devletimizi de küçültmeyelim. Şunu ciddiye alalım, biz 15 Temmuzda bize teşebbüs edilen alçaklığa mukabele etme irademizi beyan edelim ama daha çok şunu ciddiye alalım: Biz nasıl bir devlet boşluğu verdik ki biz devletimizi nasıl bir ferasetsizlikle yönettik ki 100 binleri bulan bir sızma devletin idari, adli, bürokratik işleyişini felç edecek şekilde bir olağanüstü hâl mecburiyeti oluşturdu? Dolayısıyla bütün bu işler konuşulurken kendi hissemize düşen ferasetsizliğin, kendi hissemize düşen zamanında bu işleri engelleyememiş olmanın mesuliyetinin de cümlelerini kurmak zorundayız. Yoksa ben burada olağanüstü hâl tasarısı maddeleri üzerinden mevzunun şu hâle getirilmesinden de çok muzdaribim: Efendim, akşam ana haber bültenlerinde "İktidar partisinin Milliyetçi Hareket Partisinin desteğiyle sağlamış olduğu çoğunluğa filanca filanca partiler de itiraz ettiler ve koşulsuz itiraz..." Bu kabîl bir kaba tasnifin içerisinde hassasiyetlerimizin, endişelerimizin gümbürtüye gitmesinden de memnun değiliz. Dolayısıyla biz maddeler üzerindeki tekliflerimizi yapıcı olarak size teklif edeceğiz. Değişiklik taleplerimizin tamamı daha önce benzer uygulamalarda sizin, Hükûmetimizin eskiden bu hâl kalksın zamanında teklif ettiği cümlelerden seçiyoruz. Yani inanın buna, tek tek çıkarıp burada siyasi olarak size cevap hakkı doğsun diye istemiyorum yani mahcup olasınız diye de konuşmuyorum, nezaketsizlik saymayın lütfen ama bugün size itiraz olarak söyleyeceğimiz her cümleyi Hükûmetimizin üyelerinin cümlelerinde bulduk biz yani bunların sizin için bir şey demek olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Biz kendimiz muhalefet partisi olarak çalışmasak sizin geçmişte, bu on altı yıllık iktidar döneminizde geçmişte kabinelerde görev yapmış, Millî Savunma Bakanlığı yapmış, Adalet Bakanlığı yapmış, İçişleri Bakanlığı yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı yapmış bütün arkadaşlarımızın bu ve benzer...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - ...konularla alakalı cümlelerinin içerisinden vallahi teker teker virgül ilave etmeksizin cümle çıkarırız, size muhalefetin esasını sizin cümlelerinizle yaparız, öyle yapıyoruz. Yani sizin muhalefete ihtiyacınız yok çünkü siz zaten kendinize muhalefetsiniz. Dolayısıyla arkadaşlar, istirhamımız şudur: Olabilir, feraset gösterilemedi. "Oldu, yanıldık." Bunu da beyan ettiniz.

Şimdi ihtimam gösterin diye diyoruz ki: Yarın yine "yanıldık" demeyeceğiniz bir istişare süreci gibi değerlendirelim bunu.

BAŞKAN - Sayın Ağıralioğlu, tamamlayın efendim.

YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Tamamlıyorum Başkan...

Ben maddeler üzerindeki tekliflerimizi arz edeceğim. Arkadaşlarımız sonra söyleyecekler. Ben buraya kadar bir çerçeve çizmek istedim.

Hassasiyetlerimize konu olan şeyi ifade edebildiğimi zannediyorum. Hükûmetle, Hükûmetin siyasi iradesiyle ve onun sonuçları üzerinden doğacak ne varsa onlarla bizim, partimiz ve grubumuzun münasebetinin çerçeve dilini de oluşturmaya çalışıyorum. Yani mesuliyetli, vakur, Hükûmetin doğru yaptıklarına kuvvet vereceğiz, yanlış yaptıklarına mâni olmak için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Meclisin iradesi bu anlamda kıymetsiz hâle gelmiş, sanki burası siyasi ağırlığını, idari ağırlığını kaybetmiş bir görüntüde olmasın diye burada hassasiyetini taşıdığımız şeyleri sokağa, memleket sathına taşımaya gayret edeceğiz.

Yüce heyetinize saygılarımı arz ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)