| Konu: | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 96 |
| Tarih: | 08.05.2018 |
HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günlerdir binlerce öğrenci sokaklarda, Türkiye'nin en saygın akademisyenleri eylemler yapıyorlar. Biliyoruz Hükûmet kendinden önce gelen her geleneği, her birikimi ortadan kaldırmak istiyor ama kökü Osmanlı'ya dayanan üniversitelerin, onların dahi altını oyacağınızı bu ülkede aklıselim hiç kimse beklemezdi. Bugün koskoca akademisyenler "İnandığımız her şey, yarattığımız her birikim elimizden alınıyor." diyorlar. Bu tasarı yasalaşırsa İstanbul Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi gibi Türkiye'nin en eski üniversitelerinin bazı fakülteleri üniversite bünyesinden koparılarak ayrı üniversiteler kurulacak. Artık bir ekol olmuş, hangi siyasetten olduğu fark etmeksizin her siyasetin üzerine titremesi gereken kurumların kimliği elinden alınacak.
Bir üniversitenin büyüklüğü onun zafiyeti değildir arkadaşlar, artısıdır aksine. Bir üniversitede ne kadar çok bölüm olursa disiplinler arası çalışmalar çoğalır. Bugün dünyada kente ilişkin bir akıllı tasarım yapılacaksa projeler hazırlanırken fizikçiler, bilgisayar mühendisleri, sosyologlar, şehir planlamacıları bir araya geliyorlar. Günümüzde tüm dünyada yaklaşım fakülteleri ayırmak değil, aksine farklı disiplinleri bir araya getirmektir. Harvard'ı, Oxford'u, Cambridge'i bölmek, adını değiştirmek kimsenin aklına gelir mi? Buna yeltenen hükûmet olur mu sizce? Aksine "Bu üniversiteleri nasıl destekleriz, nasıl prestijlerini yükseltiriz?" diye düşünür yöneticiler. Örneğin İstanbul Üniversitesi geçtiğimiz yıl YÖK'ün seçtiği 10 araştırma üniversitesi arasında, bünyesinde 70'in üzerinde araştırma merkezi var. Bir üniversiteyi böldüğünüzde bu merkezler ve bölümler arasındaki bütünlük tamamen bozulacak. Dünya sıralamasında dereceler elde eden üniversiteler bu bölünme neticesinde arka sıralara düşecekler. Gerçi uzun zamandır derece elde edebilen çok üniversitemiz de yok maalesef, birer tabela üniversitesine dönüşmüş durumda birçok üniversite ama şu anda üzerine gidilenler yine de bunların içerisinde en değerli, en köklü olanları. Evet, tüm dünya üniversitelerini dünya sıralamasında ilk 500'e sokmaya çalışırken biz basamak geriletmeye çalışıyoruz. Bugün 12 Eylül darbecilerinin dahi aklına gelmeyecek bir yıkım yaşanıyor. Onlar solcu, sosyal bilimler bölümlerinin fakültelerini ve isimlerini değiştirmeye soyunmuşlardı ama bu kadarı, aralarında geçmişi Osmanlı'ya dayanan üniversitelerin de olduğu üniversiteleri bölmek akıllarına gelmemişti.
Bugün üniversitelerin kalabalıklığından dem vuruluyor. Peki, bu noktaya nasıl geldik arkadaşlar? Siz artırmadınız mı bütün o kontenjanları? YÖK herkesi üniversiteli yapmak için üniversitelerin altyapılarını dikkate almadan sürekli kontenjan artırdı. O dönem akademisyenler ısrarla, "Önce eğitimin kalitesini artırmak, yeterli altyapıyı hazırlamak, mezun gençler için iş yaratmak, sonra kontenjan artırmak gerekir." diyorlardı. Fakat, ülkede yapılan her değişiklik gibi YÖK de kontenjanları artırırken üniversitelerin bileşenlerine, akademisyenlere, çalışanlara, öğrencilere sormadı. Şimdi "Çok öğrenci var, üniversiteyi bölelim." diyorlar. Gerçekten akıl alır gibi değil.
AKP'nin son yıllarda üniversitelerde kadrolaşma için attığı adımları bildiğimiz için, üniversitelerin bölünmesinin kadrolaşma dışında bir maksadı olmadığından adımız gibi eminiz. Örneğin, vesayet kurumlarıyla mücadele edeceğini ifade ederek iktidar olan AKP, neden 12 Eylül askerî darbesini gerçekleştiren paşaların inşa ettiği YÖK gibi bir vesayet kurumunu kaldırmaz? Çünkü böyle her yetkiyi bünyesinde toplayan bir kurum, kadrolaşmada işlerine yarar. Hükûmet, YÖK'ü on altı yıllık iktidarı boyunca her geçen gün bu nedenle güçlendirmiştir.
15 Temmuzdan sonraysa OHAL rejiminden de yararlanarak üniversitelerde kim yetenekli, kim liyakat sahibi, kim başarılı, kimin çalışmaları var unutuldu. Türkiye'nin en başarılı akademisyenleri işlerinden olurken üniversiteler hızla AKP'li akademisyen ve yöneticilerle doldu. Bakın, size nasıl kadrolaşıldığının rakamlarını vereyim: Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Türkiye'deki üniversitelerde görev yapan 1.577 fakülte dekanının yani tüm dekanların istifasını istedi. Darbe girişiminin hemen ardından üniversitelerden 4.225'i akademisyen, 1.117'si ise idari personel olan toplam 5.342 kişi hızla görevden uzaklaştırıldı. İhraç edilen akademisyenlerin pasaportları iptal edildi. Yabancı uyruklu imzacı akademisyenlerin çalışma izinleri hukuksuzca iptal edildi. İhraç edilen akademisyenlerin özel alanda çalışmaları bile engellendi. 15 vakıf üniversitesi kapatılarak bu kurumlarda çalışan 2.808'i öğretim elemanı olmak üzere yaklaşık 6 bin kişi arkadaşlar, yaklaşık 6 bin kişi bir gecede işsiz kaldı.
18 Ekim 2016 tarihinde, 2016-2017 Akademik Yılı açılışı sarayda yapılarak rektörler cübbelerine iktidar iliği açtılar. Üniversitelerin kurumsal özerkliği ayaklar altına alındı. Disiplin Yönetmeliği, yeni suçlar da ihdas edilerek 12 Eylüldekinden de daha fazla ağırlaştırıldı. Bakanlara, YÖK'e, rektörlere istediği kişiyi herhangi bir soruşturma olmaksızın işten atma yetkisi verildi. Rektörlük seçimleri kaldırılarak rektörler doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanmaya başlandı. Yetmedi, üniversitelerde rektör pozisyonundaki kişiler üniversitelerin gerçek kadro ihtiyaçlarını göz ardı ederek eş dost, akraba gibi yakın çevrelerine ve siyasal iktidarın önerdiği kişilere üniversite kadrolarını tahsis ettiler.
Aslında Hükûmetin planı belli; hızla birilerine doktora yaptırıp bu yeni üniversitelerdeki yeni kadrolara atayacaklar, tıpkı 12 Eylül öncesindeki aynı yapılaşma ve kadrolaşma gibi.
Bugün, üniversitelerin bölünmesine ülkenin her tarafından tepkiler yükseliyor. Üniversite öğrencileri ve akademisyenler her yerde "Üniversiteme dokunma." diyerek tasarının geri çekilmesi için imza kampanyaları düzenliyorlar. Bir üniversite öğrencisinin, akademisyenin üniversitesine sahip çıkması kadar güzel bir şey olabilir mi aslına bakarsanız ama böyle bir şeyi hayal etmek maalesef iktidar için mümkün değil. Ayrıca, sadece bu tepkiler muhalif olanlardan gelmiyor, AKP seçmeni olan ama göz göre göre biat etmeyen gerçek bilim insanları ve öğrenciler de bu tasarıya karşı çıkıyorlar.
Bakın, ben Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okudum. 12 Eylülden sonra YÖK geldiğinde, biz "İdam cezası devletin taammüden adam öldürmesidir." diyen akademisyenlerle okuduk. Yeni Anayasa kendilerine dayatıldığında "Ben bugüne kadar dersimi biat etmeden verdim, bundan sonrasında buna uymam." diyen ve istifa eden akademisyenlerle okuduk. Ben buradan Münci Kapani'yi ve maalesef bombalı saldırıda hayatını kaybeden Bahriye Üçok'u ve -kendisi neyse ki onu görmemiş- ondan önce hayatını kaybeden Hocam Coşkun Üçok'u ve Selâhattin Keyman'ı saygıyla anmak istiyorum. Evet, böyle hocalara, böyle üniversitelere, böyle akademisyenlere ihtiyacımız var ve yok edilmek istenen maalesef bu.
Fransız 68 kuşağının bir sözü vardır, "30 yaş üstü kimsenin dediklerine güvenme." derler. Öğrenciler gerçekten bu sözün hakkını vererek gençliğin yaratıcılığıyla bir yanıt vermişler düştükleri bu trajikomik durum karşısında. Diyorlar ki: "Üniversiteler bakteri değildir, bölünerek çoğalmazlar." Evet, gerçekten üniversiteler bakteri değildir, bölünerek çoğalmazlar ama sevgili gençler, bizler çoğalabiliriz özellikle 24 Hazirandan sonra. 24 Haziranda hep birlikte "Tamam." diyeceğiz ve hep birlikte de el sallayacağız, "Güle güle." diyeceğiz. Buna yürekten sizin de karşılık verdiğinizi, her ne kadar bugün sokaklarda susturulmak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Bitiriyorum.
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Her ne kadar bugün "Tamam." demek de yasak hâle gelmişse, bunun için de hatta bir KHK çıkarılması ihtimali söz konusu olabilirse de -sokaklarda çünkü gençler "Tamam." dedikleri için şimdi polis tarafından engelleniyorlarmış, bunu da Meclisin bilgisine sunalım- yürekten buna karşılık verdiğinizi ve 24 Haziranda da "Tamam." diyeceğinizi biliyorum.
Ben buradan çok değerli bir dostumuzu, Onur Hamzaoğlu'nu da selamlayarak sözlerime son vermek isterim. Onur Hamzaoğlu, annesinin hastalığında annesini ziyaret etmek istedi ama zulüm gerçekten o kadar aşmış, o kadar aşmış ki annesini ziyaret etmesine izin verilmedi ve Onur Hamzaoğlu, Dilovası'nı Türkiye'ye tanıtan, orada kanserin yayılmasını Türkiye'ye anlatan hocamız geçen gün annesinin cenazesine gitti polislerin kuşatması altında. Seni selamlıyoruz Onur Hamzaoğlu.
Sevgiler, saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)