GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:91
Tarih:24.04.2018

HDP GRUBU ADINA MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Dün, 23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle bu Meclis özel gündemle toplandı. Ama dün tabii önemli bir husus da yaşandı; dün toplanan Mecliste eski Grup Başkan Vekilimiz ve Grup Başkanımız "Kürt illeri" dediği için Meclis Başkanı tarafından Meclisten çıkarılmakla tehdit edildi.

Aslında dün önemli bir gündü; bu Meclisin ilk açıldığı gün, 23 Nisan 1920, bundan doksan sekiz yıl önce. Bir geriye dönelim, geriye doğru gidelim, 1920'de Türkiye'nin koşulları, daha doğrusu Osmanlı Devleti'nin koşulları neydi?

Osmanlı Devleti yıkılmak üzere, Topkapı Sarayı'nda bir zat var ve kendisi bir iradedir, bir irade sahibi ve meşruiyetini iki şeyden alıyor: Bir, hilafetten alıyor: "Ben dinin halifesiyim." ya da bir başka deyişle "Allah'ın ve Peygamber'in temsilcisiyim." Diğer irade ise: "Ben gücüm, kuvvetim, tek adamım; benim her sözüm bir kanundur yani ben padişahım; hem padişah hem sultan." İşte, bu koşullarda ülke emperyal güçler tarafından işgale uğramış, Osmanlı tebaası olan yani sultanın, Topkapı Sarayı'ndaki şahsın kulu ya da tebaası olan coğrafyadaki bütün halklar bir şekilde kopmuş.

Anadolu ile Kürdistan'da iki halk var; Türkler ve Kürtler, ya teslim olacaklar ya bir irade oluşturacaklar. Ve bunlar Anadolu'nun diğer halklarıyla birlikte 23 Nisan 1920'de bu Mecliste ortak bir irade ortaya koydular.

Bu irade üç temel şey üzerinde şekillenmişti: Biri, Kurtuluş Savaşı'nı vermek, bu işgal güçlerinden kurtarıp Kürt coğrafyası ile Türk coğrafyasını ortak vatan olarak tayin eden bir yeni devlet kurmaktı. Bunu başardılar doğrusu, Kurtuluş Savaşı'yla birlikte bu emperyal güçler kovuldu ve bu topraklar kurtarıldı.

İkinci önemli bir hedef daha vardı, o da egemenliği Topkapı Sarayı'ndan alıp halka teslim etmekti "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." cümlesindeki durumu gerçekleştirmek için. Evet, onu da gerçekleştirdiler çünkü hilafet ile saltanatı kaldırdılar.

Üçüncü önemli bir hedef daha vardı, o da bu coğrafyada yaşayan, bu ortak vatanı birlikte yaratan tüm halkların kendi kültürleri, kendi kimlikleri, kendi aidiyetleriyle yaşaması idi. Bunu da bir nebze başardılar, 1921 Anayasası'nı bu Meclis kabul etti ve o Anayasa hiçbir etnik temele dayanmayan, hiçbir halkın kimliğini, kültürünü reddetmeyen ve kendi kimlikleri, aidiyetleriyle eşit, özgür, bir arada yaşamayı hedefleyen, hatta vilayetlerin özerkliğini de öngören 21 Anayasası.

Ondan sonraki süreçte -zamanı iyi kullanmak için detaylarına girmeyeceğim ama- hepinizin bildiği üzere, 1924 Anayasası'ndan sonra bütün bu temel ilkeler yok sayıldı; tek mezhep, tek millet ekseni üzerinden diğer tüm halklar inkâr edildi ve bu ülkenin temel bir sorunu, kanayan bir yarası sürekli bir biçimde kanamaya devam etti ta günümüze kadar.

Peki, bugün ne oluyor, bu Mecliste biz "uyum yasası" diye bir yasayı görüşürken ne oluyor? İşte, 1920'de bu Meclis "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." diye Topkapı Sarayı'ndan aldığı iradeyi halka teslim ederken bugün geldiğimiz noktada AKP iktidarı halka ait egemenliğin tecelli bulduğu bu Meclisten o iradeyi alıp yeni bir saraya devrediyor. Hangi saraya? Bu sefer Beştepe sarayına. Dolayısıyla, görüştüğümüz bu yasa düzenlemesi de esas itibarıyla milletin iradesini, Topkapı Sarayı'ndan alınmış olan bu iradeyi bu sefer Beştepe sarayındaki iradeye teslim etmeye hizmet etmektedir. 16 Nisan referandumundan bu tarafa bir yılı aşkın bir süre geçti, "uyum yasaları" adı altında getirilen bu yasalar bu kadar zaman süreci varken bu Meclisin gündemine getirilmedi çünkü bu Meclisin iradesi yok edilmiştir. Meclisin iradesi Beştepe'de tecelli ediyor ve baskın ya da panik bir seçimle seçim gündemimize sokuldu.

Neden seçim gündemimize sokuldu? Çünkü AKP iktidarı birçok vaatle gelmişti. Az önce ifade ettiğim gibi, bu ülkenin temel sorunu olan Kürt sorununda bir arpa boyu yol almadığı gibi inkâr politikalarına yöneldi. Emekçi sınıfların, çalışanların hakkı, hukuku ayaklar altına alındı, bordro mahkûmları geçinemez hâle geldi; çözüm üretemedi. Ekonomi iflasa gidiyor, dolar almış başını yürüyor; bir çözüm üretemedi. Dış politikada sıkışmış bir durumda, neredeyse sıfır problem politikasından bütün komşu ülkelerle problemli bir hâle geldi. Daha da önemlisi, normal koşullarda yönetemediği ülkeyi artık OHAL koşullarında dahi yönetemez duruma gelmiş durumda. O hâlde, erken seçim kararı niye alındı? Evet, belli ki Suriye'de sanki Çanakkale Savaşı veriliyormuş gibi, Afrin gibi küçük bir ilçeye operasyon yapılıyor, Çanakkale Savaşı nidaları yaratıldı ama bu balon sönüyor ve Suriye'de neyle karşılaşacağını artık öngöremiyor. Ekonomik göstergeler kırmızıda ve daha fazla ekonomik çıkmazın yayılmasının önüne geçmek anlamında erken seçim gündeme getirildi. AKP tabanında ciddi bir erozyon yaşanıyor, sürekli oy kaybediyor, bunu en kısa zamanda durdurmak gerekiyor. OHAL var ama OHAL'le dahi, kanun hükmünde kararnamelerle dahi ülkeyi yönetemiyor, o zaman erken seçime ihtiyaç var. İttifak işe yaramıyor, yapılacak tüm vicdansızlıklar ya da sürenin uzaması, kontrolün daha da elden çıkmasına neden olacağı için erken seçime ihtiyaç var. Yeni savaş açacağı alanlar bulamıyor, dolayısıyla yine erken seçime ihtiyaç var. Ve daha da önemlisi, muhalefetin en güçlü lideri, en önemli muhalif ve Tayyip Erdoğan'ın en çok korktuğu Sayın Selahattin Demirtaş zindanda, meydanlarda yok; meydan boşken erken seçime gitme ihtiyacını hissediyor.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Bu kadar büyük demeç vermeyin bence.

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Devamla) - Dolayısıyla AKP'nin bütün bu hesapları üzerinden gündeme getirdiği erken seçim, aynı zamanda AKP'nin de kurtuluşu gibi algılanıyor.

Ne demişti Sayın Erdoğan? Bakın, bizzat sözlerini söylüyorum. Ne diyordu? Erken seçim kararı alınan ülkeleri "demokrasinin olmadığı ülkeler" diye tarif etmişti ve bu ülkelerin geri kalmış ülkeler olduğunu, bu ülkelerin gelişmemiş ülkeler olduğunu ve diktatörlükle yönetilen ülkeler olduğunu söylemişti. Daha önemlisi, ne demişti? Erken seçim talep edenleri hain ilan etmişti ama dönüp erken seçimi bizzat kendileri ilan etti. AKP için "Metal yorgunluğu var." demişti, "Afrin Operasyonu'yla metal yorgunluğunu attık." dedi ama Afrin de işe yaramadı çünkü önü çıkmaz sokak. Bu nedenle erken seçimi gündeme getirdi.

Şimdi, değerli arkadaşlar, "uyum yasası" adı altında önümüze getirilen bu yasa teklifi üzerine de birkaç şey söylemek istiyorum. Öncelikle, olağanüstü hâl koşulları altında gerçekleşecek bir seçim, tıpkı 16 Nisan referandumu gibi tartışmalı ve meşruiyet sorunuyla karşı karşıya kalacak bir seçimdir. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum.

Yine, kabul etmek durumundayız ki beş yıllığına ülkenin yasama organını belirleyecek olan, yine beş yıllığına hükûmeti kuracak Cumhurbaşkanını belirleyecek olan bir genel seçimin yaklaşık iki yıldır devam ettirilen olağanüstü hâl koşulları altında yapılması antidemokratiktir ve evrensel hukuk kurallarına aykırıdır, meşruiyeti yoktur.

OHAL koşullarının yanı sıra, Parlamentonun 3'üncü büyük partisi olan Halkların Demokratik Partisinin eş genel başkanlarının, milletvekillerinin, Demokratik Bölgeler Partisinin 93 belediye başkanının ve yine, parti yöneticilerimizin tutuklu olduğu bir süreçte, bu Parlamentonun sizler kadar meşru olan, halk iradesini temsil eden vekillerinin vekilliklerinin düşürüldüğü bir süreçte yapılacak bir seçim meşru olmayacaktır.

Yine, değerli arkadaşlar, bu Parlamento, demokrasinin güçlenmesi için üzerine düşen, belki ülkenin temel sorunlarından biri olan Kürt sorununu çözemeden bir dahaki döneme bu temel sorunu devretmiştir; ülkeyi bundan sonraki süreçte de yine savaş, şiddet ve kan üzerinden bir durumla yüz yüze bırakmıştır.

Bütün bu koşullar altında önümüze getirilen bu yasa teklifine baktığımızda, az önce ifade ettiğim gibi, referandumla halk iradesinin, milletin iradesinin Beştepe'ye devrini kurumsallaştıracak birtakım düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerin içerisinde çok açık olan ve bizce, gerek Komisyonda gerekse şu anda Genel Kurulda ifade ettiğimiz birtakım hükümleri bile apaçık Anayasa'ya, demokrasinin ve hukukun evrensel kurallarına aykırıdır. Mesela bunlardan biri 2'nci madde. 2'nci madde, bir şahsın hem Cumhurbaşkanı hem milletvekili olamayacağını öngören bir düzenleme.

Bir düşünün değerli arkadaşlar, siyasi partiler seçim meydanlarına çıkacak Cumhurbaşkanı adayını gösterecek, bu adaylar istediği propagandayı yapacak, seçim çalışması yapacak ama bunlardan biri seçilecek. O seçilen Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı dokunulmazlığından, sorumsuzluğundan faydalanacak ama rakibi olan diğer Cumhurbaşkanı adaylarının milletvekili dokunulmazlığı dahi olmayacaktır ve bunlar hukuken savunmasız; hele hele yargının, yürütmenin ve yasamanın tek elde toplandığı bir sistemde hangi koruma zırhına sahip olacaktır?

Oysa mevcut olan Cumhurbaşkanı da dâhil olmak üzere Cumhurbaşkanı, hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan görevini görüyor hem de partisinin Genel Başkanı; burada kuvvetler ayrılığı noktasında iktidar tereddüt duymuyor ama bir kişinin hem milletvekili hem de Cumhurbaşkanı adayı olmasını kuvvetler ayrılığına aykırı buluyor. Böyle bir mantık olabilir mi? Cumhurbaşkanı adayı ve aynı zamanda milletvekili adayı olan bir aday eğer Cumhurbaşkanı seçilmezse doğal olarak bu Parlamentonun bir üyesi olmalı. Daha da önemlisi, bir düşünelim, grubu olan siyasi partilerin kendi genel başkanlarını aday gösterdiği varsayımını dikkatinize sunayım. Partiler kendi genel başkanlarını aday gösterdiğinde seçilmeyen genel başkanlar Parlamentonun dışında kalacak ama onun grubu Parlamentoda olacak. Yani kendisi milletvekili olmayacak ama partisinin genel başkanı olarak dışarıdan Parlamentodaki grubu yönetecek. Böyle bir anormallik olabilir mi?

Yine, örneğin, bu teklifin 7'nci maddesi neyi düzenliyor? 100 bin seçmenin imzasıyla herhangi bir kişinin Cumhurbaşkanı adayı gösterilebileceğine ilişkin... Tamam, iyi; vatandaş kendi iradesini siyasi parti gruplarının dışında bireyler yani 100 bin insan bir araya gelip herhangi bir şahsı Cumhurbaşkanı adayı göstermelidir. Bu, yurttaşın doğal hakkı fakat uygulamada öyle bir düzenleme yapılıyor ki 100 bin oyu yani 100 bin imzayı toplamak fiilen imkânsız hâle getiriliyor. Nasıl imkânsız hâle getiriliyor? Komisyonda çokça tartıştık. Efendim, seçmen ancak kayıtlı olduğu yani ikametgâhının bulunduğu ilçe seçim kuruluna başvuracak. E, Türkiye hareketli bir ülke, genç nüfusa sahip, üniversite öğrencisi var, mevsimlik işçiler var, metropollerde çalışanlar var. Örneğin, Hakkârili bir yurttaşımız herhangi bir kişiyi Cumhurbaşkanı adayı olarak görmek istiyor, imza vermek istiyor; efendim, İstanbul'da çalışıyor, İstanbul'da yaşıyor; salt bir imza için İstanbul'daki ilçe seçim kuruluna başvuramaz. Ne yapacaktır? Ta Hakkâri'ye gidecektir. Edirne'deki, Ardahan'da çalışıyor; Ardahan'dan Edirne'ye gitmek zorunda kalacaktır. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsinin kimlik numarası var, "elektronik imza" diye bir hadise var. Elektronik imzayla biz her türlü işlemi güvenle yapabiliyorsak, bankalarda havale yapabiliyorsak, resmî evraklar tebliğ edilebiliyorsa, UYAP üzerinden mahkeme dosyalarına vatandaş ulaşabiliyorsa o hâlde elektronik imzayla da demek ki o imzayı verebilir, herhangi bir kişiyi aday gösterebilir.

Sadece bu mu? Değil. Yine, TC numarasıyla, Türkiye'nin neresinde olursa olsun, bulunduğu yerdeki ilçe seçim kuruluna gidip imzayı verebilir.

Buradaki mantık "Kâğıt üzerinde 100 bin yurttaş aday gösterebilir." cümlesini kanun metninde göstermek ama fiilen bunu imkânsız hâle getirmek.

Yine önemli bir husus: Eski yasada, eski düzenlemede 20 milletvekilinin imzasıyla Cumhurbaşkanı adayını gösterme imkânı vardı. Şimdi, bizlerin, biz milletvekillerinin iradesi alınıyor, irademiz alınıyor, bizim irademiz her birimizin üyesi olduğu siyasi parti grubunun iradesine teslim ediliyor yani bizim üyesi olduğumuz siyasi parti gruplarının alacağı grup kararı dışında bizim hiçbir irademiz yok; sadece parti grupları aday gösterebiliyor. Ya böyle bir anlayış olabilir mi? Her birimiz milletvekiliyiz, halkın iradesini temsil edebiliyoruz. Elbette parti disiplini içerisinde, bizim, bağlı olduğumuz siyasi partilerin kararlarına uyma gibi bir disiplin anlayışımız vardır ama aynı zamanda, her milletvekili de bu şekilde yani toplamda 20 milletvekili Cumhurbaşkanı adayı gösterebilmeli. Söylediğim bu husus belli bir partiye ait de değil; örneğin farklı farklı partilerden 20 imza toplanıp Türkiye'de çok makul, milletvekillerinin inandığı, güvendiği, Cumhurbaşkanlığı makamını temsil edebilecek bir kişiyi Cumhurbaşkanı adayı gösterebilmeli. Burada milletvekilinin bireysel iradesi yok ediliyor. Nereye bırakılıyor? Parti merkez organlarının iradesine ya da grup iradesine. E, hukukçu arkadaşlar var, bunu nasıl hazmedebiliyorlar, bunu anlamakta zorlanıyorum doğrusu.

Netice itibarıyla değerli arkadaşlar, bu düzenleme alelacele getirilmiş. Tıpkı baskın seçim gibi baskın uyum yasaları getiriliyor. Tabii, bütün amaç, bütün dert, bütün kaygı "Aman ha aman yetiştirelim, şeklen de olsa, hukuka aykırı da olsa, nasıl olursa olsun, nasıl olsa AKP çoğunluğu vardır, biz yaptık, biz ettik, biz söyledik, o zaman bir geçsin. Hele şu uyum yasalarını bir geçirelim -eksiklikleri varsa muhtemelen önümüzdeki günlerde de gelecektir Meclise- eksik kalan hususlarda kanun hükmünde kararname yetkisi verelim Cumhurbaşkanına, o da oradan bir hâl etsin. Hele biz bu seçimi -aman ha, bu az önce saydığım şartlar bizim için çok kötüye gidiyor- aman ha kaybetmeden şunu bir kotaralım." Bütün mantık, bütün mantalite bunun üzerine kurulu ama buradan açıkça söylüyorum, ilan ediyorum: Artık on beş yıllık, bu halkı kandırma, halka mehter marşı verme; milliyetçilik üzerinden, mezhep üzerinden, yok yalanlar üzerinden yaptığınız, yandaş basınınız, yandaş kalemleriniz üzerinden yaptığınız algı operasyonunu bu halk artık yutmuyor. 24 Haziran sizin bu saraydan da bu Meclisten de alaşağı olacağınız gün olacaktır diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Kimi nereye göndereceğine milletimiz karar verecek.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Adıyaman.