| Konu: | Milletvekili Genel Seçiminin Yenilenmesi ve Seçimin 24 Haziran 2018 Tarihinde Yapılması Hakkındaki Önerge münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 89 |
| Tarih: | 20.04.2018 |
HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, sevgili halkımız; algı operasyonları ve yalan bombardımanlarından neredeyse hafızanız uzun bir süredir silinmek istendi ya, gelin, biraz hafıza tazeleyelim diyorum, bir geçmişe yolculuk yapalım, bugüne nasıl geldik. Nasıl bu ülkede nihayet herkes kucaklaşacak, barış gelecek derken barışın adı dahi yasak oldu? Nasıl "Çocuklar ölmesin." diyen Ayşe öğretmen 6 aylık bebeğiyle tam da bugün hapse girmekle yüz yüze kaldı? Nasıl televizyonlarda yalnızca savaştan bahsedenler konuşur oldu? Yeni bir yaşam umudu Türkiye'de yeşermiş iken nasıl bunca zora, baskıya, düşmanlığa sürüklendi Türkiye? Neler yaşadık, nasıl bugüne geldik, son birkaç yıla bir bakalım.
Geçtiğimiz son birkaç yıl içinde bu ülkenin hiç hak etmediği olaylar yaşadık. İkbalini barışta değil savaşta ve herkesi birbirine düşman etmekte görenler, birden söylem değiştirdiler. 2011'deki Diyarbakır mitinginde "Kürt sorunu benim sorunumdur." diyen Erdoğan 2015'te "Kürt sorunu yoktur, ne Kürt sorunu?" demeye başladı. Fakat fayda etmedi. 7 Haziran seçim sonuçlarına göre AKP iktidarı yüzde 40 oyla 258 milletvekili alarak büyük bir oy düşüşü yaşadı. Partimiz ise yüzde 13,1 oy ve 80 milletvekiliyle önemli bir başarı sağladı. 7 Haziran seçim sonuçlarına göre AKP iktidarı hükûmet kurma çoğunluğunu kaybetti; Erdoğan, iktidarı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Erdoğan, kırk beş günlük hükûmet kurma süresini uzatmak amacıyla Davutoğlu'na 9 Temmuza kadar hükûmet kurma görevini vermedi. Teamüller gereği bir hafta-on günde tamamlanması gereken koalisyon görüşmeleri, CHP markaja alınarak, 18 Ağustosa kadar devam ettirildi; böylelikle, kırk beş günlük yasal sürenin kırk günü boyunca hükûmet kurma görevi AKP'de kaldı.
Sonrasında çok acı birçok olay yaşadık. Değerli arkadaşlar, bazı insanlar idealleri için yaşarlar; yanı başındaki insanların yaşadıkları acılara duyarsız kalamazlar. İşte, böylesi inanç dolu gençler, Kobane'de savaşın izlerini çocukların hafızalarından silmek için, kütüphaneler, oyun parkları inşa etmek istediler fakat ne yazık ki Kobane'ye gitmeden önce Suruç'ta, gençlerin basın açıklaması sırasında IŞİD canlı bomba patlattı ve 32 kişi hayatını kaybetti. Bu acı olaydan yalnızca iki gün sonra, yine Ceylânpınar'da 2 polis memuru evlerinde uyurken başlarından vurularak öldürüldü. Bu cinayet, barış sürecinin bitmesine bahane edildi. Bugün, biliyorsunuz -ya da bilmiyorsunuz, emin değilim ama- bu dava beraatle sonuçlandı ve faili meçhuller hanesine yazıldı. Bu konuda verdiğimiz birçok araştırma önergesi reddedildi. Birbiri ardına sokağa çıkma yasakları ilan edildi daha sonra. Türkiye İnsan Hakları Vakfı Dokümantasyon Merkezi verilerine göre sokağa çıkma yasaklarının uygulanmaya başlandığı ilk tarih olan 16 Ağustos 2015 ile 1 Haziran 2017 tarihleri arasında başta Diyarbakır -Diyarbakır'da 127 kez- olmak üzere toplam 10 il ve en az 43 ilçede, en az 218 kez süresiz sokağa çıkma yasağı ilanı gerçekleşti. Söz konusu sokağa çıkma yasakları ve ablukalar boyunca başta Cizre'de 291 kişi olmak üzere toplam 861 kişi yaşamını yitirdi. İnsan hakları örgütleri yaşamını yitirenlerin 79'unun çocuk, 30'u 60 yaş üstü olmak üzere 71'inin kadın olduğunu bildirdi. Taybet anayı, henüz 10 yaşındaki Cemile Çağırga'yı bizler unutmadık. Söz konusu dönem boyunca yaklaşık 1 milyon 809 bin kişi başta en temel yaşam ve sağlık hakları ihlal edilerek bu yasaklardan etkilendi, yaklaşık 500 bin insan yerlerinden göç etti.
Savaşı bir seçim çalışmasıymışçasına büyüten Hükûmet ve 24 Ağustos 2015 tarihinde sarayında Meclis Başkanı İsmet Yılmaz'la görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimlerin yenilenmesine karar verdi. Seçim tarihi olarak 1 Kasım 2015 belirlendi. Çatışmaların başlaması ve seçim takvimiyle birlikte HDP'ye medya sansürü de devreye sokuldu ve o tarihten beri zaten bu sansür hiçbir zaman kalkmadı. HDP sözcülerinin ana akım medyaya çıkması yasaklandı. Muhalif, demokrat onlarca internet sitesine erişim yasağı getirildi, medya araçları başta HDP olmak üzere bütün partilere aslında kapatıldı. Medya kuruluşlarına kayyum atandı. İMC TV, TÜRKSAT'tan yasaya aykırı biçimde çıkartıldı. Hayat TV, TV 10 ve daha birçok televizyon kanalı ve yayın organı kapatıldı ve yine yanı başımızda Türkiye'nin en kanlı saldırılarından birini yaşadık, 10 Ekim Ankara Gar katliamı. 10 Ekimde KESK, TMMOB, TTB, DİSK'in tertiplediği emek, barış ve demokrasi mitinginde isimleri önceden basında yer alan ve istihbaratın da sözde izlediği IŞİD militanlarının Gar Meydanı'nda gerçekleştirdiği canlı bomba saldırısı sonucu 102 kişi yaşamını yitirdi, 400'ün üzerinde yurttaş da yaralandı. Bu saldırının arkasındaki güçleri açığa çıkarmak yerine hapishaneler muhalifler, gazeteciler, akademisyenler, öğrencilerle dolduruldu. Savaşın başladığı günden bugüne DBP ve HDP başta olmak üzere, demokrasi mücadelesi yürüten tüm kesimlere karşı hemen her gün siyasi operasyonlar yapıldı. Bu siyasi operasyonlarda 13 bin civarında HDP ve DBP üyesi gözaltına alındı, 13 bin kişiden söz ediyoruz değerli arkadaşlar.
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi Sur ilçesinde Dört Ayaklı Minare'nin çatışmalarda gördüğü zarar üzerine yapılan basın açıklaması sırasında vurularak öldürüldü, hâlâ ölüm nedeni açıklığa kavuşturulamadı.
29 Nisan 2016'da Davutoğlu'nun AKP teşkilatlarını görevden alma ve atama yetkisi elinden alındı, daha sonra 2 Mayısta gerçekleştirilen Erdoğan-Davutoğlu görüşmesinde ise Davutoğlu'nun partiyi olağanüstü kongreye götürerek görevini bırakması istendi. Bunun üzerine Davutoğlu 3 Mayısta MKYK'yı toplayarak 22 Mayıs 2016'da partinin olağanüstü kongreye gideceğini ve kendisinin aday olmayacağını açıkladı. Bu olay Cumhurbaşkanının Hükûmete ve Davutoğlu'na darbesi olarak adlandırıldı.
Geldik 20 Mayıs 2016'ya, HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için yoğun bir kampanya yürütüldü. Anayasa'ya aykırı bir şekilde vekillerimizin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin yasa tasarısı Komisyondan ve ardından Genel Kuruldan AKP, MHP ve CHP'nin desteğiyle geçti. 15 Temmuz 2016'da askerî darbe girişimi yaşandı. 20 Temmuz 2016'da OHAL ilan edildi. Sonuncusu panik seçimin açıklandığı gün olmak üzere, şimdiye kadar OHAL 7'nci kez uzatıldı, OHAL neredeyse iki yıldır devam ediyor.
İki eş başkanımız, iki grup başkan vekilimiz ve parti sözcümüzün de aralarında bulunduğu toplam 11 milletvekilimiz tutuklandı, hâlen 9 milletvekilimiz tutuklu, 11'inin milletvekilliği düşürüldü. Seçimin açıklandığı günün ertesinde yani daha dün 2 milletvekilimizin daha vekilliği halkın iradesini yansıtmaktan bütünüyle uzaklaşmış bu Mecliste düşürüldü.
Demokratik Bölgeler Partisinin yüksek oylarla kazandığı belediyelere kayyum atanırken bugüne kadar 95 belediye eş başkanımız tutuklandı, 56'sı hâlen cezaevinde.
16 Nisan 2017'de, OHAL koşullarında hiçbir bakımdan adil olmayan bir şekilde Anayasa değişiklik referandumu yapıldı. Sonuçları tartışmalı, şaibeli seçim sonucu yüzde 1 farkla yüzde 51 "evet" oldu. Referandumun hemen ardından 21 Mayıs 2017'de Erdoğan AKP Genel Başkanı oldu fakat bu acımasız yol, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçildiği tarihte de bitmedi. Cumhurbaşkanını eleştiren binlerce yurttaş, dünya üzerinde görülmemiş biçimde Cumhurbaşkanına hakaret davalarında yargılandı ve yargılanmaya devam ediyor. Davaların hiçbiri Cumhurbaşkanlığı kurumuna yönelik ifadeler aleyhine olmadı, doğrudan Cumhurbaşkanının şahsiyetini korumaya yönelikti. Siyasi eleştiriler hakaret kabul edildi, TCK'nin 299'uncu maddesi sansür yasası hâline geldi. Cumhurbaşkanına "padişah bozuntusu" dediği gerekçesiyle Grup Başkan Vekilimiz Ahmet Yıldırım'ın milletvekilliği düşürüldü. Buna karşın Erdoğan, istediğine "terörist" istediğine "çapulcu" "vandal" "kemirgen" "barbar" "ajan" "hain" diyebildi. Kendisinin bu sözleriyse savcılar tarafından ifade özgürlüğü olarak değerlendirildi.
Bugün bebeğiyle birlikte hapse girecek olan Ayşe öğretmenle başlayarak, barış için 2015'ten beri binlerce insan cezaevine girdi. KHK'lerle yalnızca muhalif oldukları gerekçesiyle akademisyenler, öğretmenler, kamu personeli işten atıldı. Ülkenin en değerli gazetecilerinin neredeyse tamamı işsiz kaldı. AKP iktidara geldiği gün hapisteki kişi sayısından fazla öğrenci, bugün hapiste bulunuyor.
Ziraat Bankası medya patronuna 700 milyon dolar kredi verirken, çiftçi, borcunu ödeyemediği için sütünü yerlere dökerek protesto edecek hâle geldi. Man Adası, Panama gibi dünya üzerindeki birçok kişinin yolsuzluklarını ortaya çıkaran belgelerde, yurttaşlardan kuruşu kuruşuna vergi alanların bütün mal varlıklarını vergi cennetlerine taşıdıkları, bizzat bu ülkenin Başbakanının oğullarının, Cumhurbaşkanının akrabalarının vergi ödemediği, hatta IŞİD'le petrol ticaretleri ortaya çıktı.
Referandumdan bugüne, yalnızca bir yıl içinde, dolar 3,65 liradan 4,1 liraya; benzin 5,38'den 6,09'a yükseldi.
Bugün, özel sektörün bu sene ödemesi gereken yaklaşık 180 milyar dolar dış borcu var arkadaşlar.
Türkiye'de bugün 5 milyon 981 bin işsiz var. Yalnızca 2017 yılında, evet, yalnızca 2017 yılında en az 2006 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. OECD'nin Daha İyi Yaşam Endeksi'nde Türkiye, 38 ülke içinde son sırada yer alıyor. Yine OECD rakamlarına göre, en mutsuz öğrenciler Türkiye'de. İşte bu nedenle ülkeyi bir yıl daha yönetemeyecek duruma düşen Hükûmet, beş yıl, on yıl, hatta bir kez Başkan olduktan sonra gitmemecesine ülkeyi yönetmek istiyor. Panik seçime gidilmesinin nedeni ülkedeki bütün bu saydığımız gidişattır ve bu ekonomik tablo devam ederse Erdoğan'ın asla o koltuğa oturamayacağını da biliyor olmasıdır.
Bakın, bu karanlık tablodan sonra biraz gençlerin sözüyle ferahlayalım çünkü onlar her durumda gülmeyi biliyorlar. Gülmek devrimci bir eylemdir, yaşatır ama öfke ise yaşamı öldürür. Seçim kararına ilişkin gençler diyorlar ki arkadaşlar: "Olumlu düşünelim 'Seçimi geçen hafta yaptım ben.' de diyebilirdi." Evet, böyle diyorlar. Yani der miydiniz? Derdiniz vallahi "Seçimi geçen hafta yaptık biz, haberiniz olmadı mı?" diyebilirdiniz çünkü bütün bu tablo, bugüne gelen süreçte, sürekli yaptığınız dayatmalarla dolu.
Bir komik anekdot daha var bugünden. Fransa'da bir televizyon yayınında TRT editörü olan şahıs demiş ki: "HDP'lileri yayına çağırıyoruz, çağırıyoruz, korkuyorlar, gelmiyorlar." Evet, aynen böyle demiş. Yani buna söylenecek ne söz var bilemiyorum ama yarın toplanıp gidelim diyoruz TRT'ye, el mi yaman bey mi yaman görelim. Neyse, TRT de sizin olsun biz kendi sözümüze, kendi gücümüze bakalım.
Peki, biz bu ülke için ne istiyoruz, nasıl bir ülke istiyoruz? Bunun kararını verme zamanı arkadaşlar. Biz, seçime karşı değiliz, dayatmalara karşıyız. Ama 24 Haziran şimdi bunun kararını da vermenin zamanıdır. Bu, tek başına Tayyip Erdoğan meselesi de değil. Biz, bir tek adam rejimi mi istiyoruz yoksa herkesin hukuk kurallarına uyduğu parlamenter bir sistem mi istiyoruz?
Tek adam mı istiyoruz yoksa "Heyt!" "Hoyt!" "Er meydanı!" laflarını etmeyecek siyasetçilerin, daha çok sayıda kadın ve gencin olduğu bir Parlamento mu istiyoruz?
Vekiller sizin yerel sorunlarınızla ilgilenebiliyor mu? Bizleri bir daha seçmek istemezseniz hangi demokratik usullere başvuracaksınız? İddialarınız, idealleriniz var ve aday olmak istiyorsunuz ama nasıl olacak bu köşe başlarını tutmuş olanların arasında, bunu nasıl açacaksınız? Hangi demokratik usuller olsa eşit şartlar sağlanır ve sizin yolunuz açılır? Bu yolları açacak bir demokratik siyaset mi istiyorsunuz, bir kişinin sözünden çıkmayanların yürüttüğü bir siyaset mi istiyorsunuz?
Hâlâ, 12 Eylülden beri orasından burasından delinmekle kalıp tam anlamıyla demokratikleşememiş bir Anayasa'yla devam etmek mi istiyorsunuz yoksa demokratik, özgürlükçü, bütün yurttaşların haklarını güvenceye alan bir anayasa mı istiyorsunuz?
Kuvvetler ayrılığını ve yargı bağımsızlığını mı istiyoruz yoksa kimsenin adalete inancının kalmadığı, yargının tek elde toplandığı bir sistem mi istiyoruz?
Bütün vergi muafiyetleri zenginlere tanınsın ve yoksulların, orta gelirlilerin sırtına her türlü vergi yüklensin mi istiyoruz yoksa vergi adaleti mi istiyoruz?
Ormanlar, mera alanları şirketlerin olsun, bütün sahiller AKP'yle iyi geçinenlere peşkeş çekilsin; ormanlar, parklar, bahçeler yerine betonlara boğulalım mı istiyoruz yoksa daha az beton, daha çok nefes mi istiyoruz?
Bir tarım ülkesi olan Türkiye'de bu bereketi artıracak, doğayla uyum içinde bize de çocuklarımıza da yetecek bir gıda ve tarım politikası mı istiyoruz, Rusya'nın, ABD'nin GDO'lu tohumunu, ithal etini mi istiyoruz? Nohudu bile başka ülkeden mi satın almak istiyoruz?
Yurttaşlar kendi yaşam alanları üzerinde kendileri mi karar versin istiyoruz yoksa bir günde evimiz kamulaştırılsın, sahiller, ormanlar, dereler bizlere hiç sorulmadan zenginlere mi ait olsun istiyoruz? Çocuklarımız, her gün değişen sınav sistemine ve üniversite sınavı gününe seçim koyacak kadar öğrencileri önemsemeyen bir Hükûmete mi mahkûm olsun, yoksa stressiz, eşit ve kaliteli bir eğitim mi görsün istiyoruz? Evet, kendi ikbali için kendi getirdiği, aslında bizim karşı olduğumuz istismar yasasını bile bir kenara atan ve sadece kendi ikbalini düşünen bir iktidar mı istiyoruz, yoksa çocuk hakları bakanlığını kuran ve onları her türlü istismardan korumak için canla başla çalışan bir yönetim mi istiyoruz? Kadınlar olarak kaç çocuk doğuracağımızdan nerede gezeceğimize kadar karışan, "Kadın-erkek eşit değildir." diyen bir siyasetçi mi istiyoruz; kadınlar olarak eşit ve özgür olmak mı istiyoruz?
Evet, değerli halkımız, yapılanlar karşısında umutsuzluğa kapılmış olanlarınız olabilir ama bunu bir kez daha ifade etmek isterim ki bu ülke Orta Doğu'da barışın öncüsü olabilir, bu ülke içeride kendi sınırları içinde tüm yurttaşlarına ekonomik ve kültürel eşitlik sağlayabilir; herkesin düşüncesini özgürce ifade ettiği, birbirine öfkeyle değil saygı duyarak yaşayabildiği bir ülke olabilir. Mutlu olacağımız bir ülke mümkün. Bunun anahtarı elimizde. "Kapısı kapalı" diyenlere sadece o kapı kolunu çevirerek biz o kapıyı açıp ulaşabiliriz. Gelin canlar, 24 Haziranda bir olalım diyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.