GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:83
Tarih:10.04.2018

HDP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ASLAN (Batman) - Sayın Başkan ve Sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Dünya Roman Günü'nü de buradan kutluyorum "..."(x) diyorum kendi ana dilleriyle.

Yine, aynı şekilde Asuri-Süryanilerin Bahar Bayramı ve Diriliş Bayramı'nı da buradan kutluyorum. Aynı şekilde, Hazreti İsa'nın dili olan ve şu anda Süryanilerin kullandığı Süryanice, Aramice olarak da bu bayramı kutlamak istiyorum: "..." (x)

Yine, arkadaşlar tabii ben kanun tasarısı üzerinde konuşacağım ama ondan önce şu anda Adana'da olan vahim bir olayı size nakletmek istiyorum: Bazı öğrenci evleri ve aile evleri Furkan Vakfının eğitim evleri, yurt evleri diye mühürlendi, kapatıldı ve hem öğrenciler hem aileler maalesef dışarı atılmış durumda.

Arkadaşlar, bu görüntüler Suriye'deki göçmen kardeşlerimize ait görüntüler değildir. Bakın, öğrenciler maalesef geceleri dışarıda yatmak zorunda kalıyor, bir kısmı eşyalarını evden alabilmiş bir kısmı da evleri mühürlendiği için maalesef eşyalarını dahi alamamıştır.

Yine, hani "Kızlar okusun." diyoruz ya maalesef birçok kadın öğrenci evleri mühürlendiğinden dışarıda gecelemek zorunda kalıyor. Geçen perşembeden bu yana bir haftadır bu durum maalesef sürmektedir.

Yine, yeni evli, sekiz ay önce evlenen -zarar gelmesin diye ismini vermeyeceğim- ve eşi dört buçuk aylık hamile olan bir ailenin de evini mühürlemişler ve kaç gecedir maalesef dışarıda yatmak zorunda kalıyorlar; bu, bebeğe de zarardır.

Tabii, biz, bu yapılan zulümleri buradan haykırmaya devam edeceğiz. Merhum Ali Şeriati'nin şu sözünü hatırlatmak isterim: "Bir zulmü engelleyemiyorsanız en azından onu herkese duyurunuz, ifşa ediniz." Yine, Peygamber (AS) "Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, gücünüz yetmezse kalbinizle müdahale edin." diye buyurmuştur. Ben de şu anda icra makamında olan sizlere bu zulmü anlatıyorum ki siz bu zulmü ortadan kaldırınız; bu, iktidarın vazifesidir.

Bakın, arkadaşlar, belgesiz konuşmuyorum. Kendilerine -öğrencilere, ailelere- tebligat yapılmış "Evleri boşaltın." diye. Tebligattan bir gün sonra ilgili öğrenciler ve aileler valiliğe başvuruyor, valilik de Çukurova İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne onları yönlendiriyor. İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü de -burada yazıyor, Sayın Bakanımıza da takdim edebilirim- "İlgili evlerin Furkan Eğitim Vakfıyla herhangi bir ilgisi yoktur, meskendir, evdir. Herhangi bir mühürleme işlemi yapılmayacaktır." diye kendilerine yazılı belge verdiği hâlde, ertesi gün polis orayı basıp evleri mühürlüyor.

Arkadaşlar, ilgili kanun tasarısı üzerine tabii konuşacağız, çok önemli. Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu 15 Mart 2018 ile 4 Nisan 2018 tarihleri arasında bu çalışmayı komisyondan geçirmiş. Tabii, sadece bir alanı değil, birçok alanı ilgilendirmektedir. Tarım arazilerinin toplulaştırılması, su birliklerinin feshedilmesi, orman alanlarında yer altı depolarının kurulması gibi çok sayıda konu başlığı yer almaktadır. Tarım, orman ve su alanında köklü değişiklikler öngören bu kanun tasarısında meslek odalarının, derneklerin, sivil toplum örgütlerinin ve akademisyenlerin neredeyse hiçbir şekilde görüşlerine başvurulmamıştır ve yine tasarı kamuoyunda yeterince tartışılmamıştır. Yine aynı şekilde, son anda Komisyona geldiği için, hatta son gün de bile maddeler eklenmiştir, milletvekillerinin, özellikle muhalefet, hatta iktidar milletvekillerinin dahi ne inceleme ne mantık yürütme zamanı, fırsatı olmuştur.

Su, toprak ve ormanların varlığı ve korunması tüm canlıların yaşamı için hayati önemdedir. Bunlarla ilgili alınacak kararlarda, çıkarılacak yasalarda ve o uygulamalarda son derece titiz olunması ve olası sonuçlarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Ancak tarım arazilerinin toplulaştırılması, su birliklerinin feshedilmesi, ormanda yer altı depolarının kurulması vesairesi, sadece günümüzün değil, geleceğimizin, gelecek nesillerimizin ve ülkedeki bütün -tarım olsun, su olsun, orman olsun- servetin tarumar edilmesi, yıkılması anlamına gelmektedir maalesef bu kanun tasarısıyla.

Ekosistem, su, orman, meralar, kıyılar halkın gereksinimi haricinde kullanıma açılmamalı ve korunmalıdır. Ekolojik, kültürel, toplumsal yıkım proje ve politikalarına karşı partimiz havayı, suyu, dereleri, denizleri, gölleri, toprağı, ormanları, kısacası yaşam ve yaşam alanlarımıza ait bütün her şeyi savunmaya devam edecektir.

Yine, maalesef su, su havzaları, toprak, orman, ekosistem ticarileştirilmeye açılmaktadır. Yani, birilerinin menfaati gözetilerek bu düzenlemeler yapılmaktadır. Bağı, bahçesi, tarlası olan şahısların yaşam hakkına, yaşam alanlarına, mülklerine de el konulabilecektir. Çiftçinin geçimlik yaşam hakkı da yok sayılacaktır. Toprak toplulaştırmayla meralara, tarlalara, bağlara, bahçelere zorla el konarak endüstriyel tarıma açılmaktadır.

Çiftçilerin yönetiminde olduğu demokratik kitle örgütü sulama birlikleri özelleştiriliyor, çiftçilerin kurumu olmaktan çıkarılıyor. Çiftçinin geçimlik üretimlerini devre dışı bırakacak, topraklarına da el koyacak ve bu şekilde de GDO'lu ürünlerin üretiminin önü açılmış olacaktır.

Yine, dereler üzerinde dağıtılan HES lisansları ve su kullanım hakkı sözleşmeleriyle Anadolu'nun, Mezopotamya'nın, Trakya'nın her yerinde derelerin kullanım hakkı son birkaç yıl içinde hızlıca kırk dokuz yıllığına şirketlere devredilmiştir. Doğaya ait alanların kullanım hakkını şirketlere devrederken sadece suyu metalaştırmamakta, su havzalarını da ticarileştirmektedir.

Tarım ve hayvancılık DSİ'nin ve yetkilendirilmiş bir şirketin kararlarına bağlanamaz. DSİ, şirketler ve DSİ'nin bağlı bulunduğu Bakanlık da bu konuda yetkili kılınamaz. Halkların geçimlik yaşamını sürdürdüğü, barındığı yaşam alanlarına el konulamaz. Şirketlerin kullanımına sokulmayı meşrulaştırmayı öngören bu yasa kesinlikle çıkmamalıdır.

Yine aynı şekilde, bu yasa başlı başına Anayasa'ya, insan hakları sözleşmelerine aykırıdır, daha da önemlisi doğanın kendi fıtri kanununa aykırıdır. Su satılacak ya, her ne kadar "su işletim bedeli" adı altında geçiştirilmeye çalışılıyorsa da işin özü, Allah'ın yağmurunu, suyunu halka satmaktır.

Şimdiye kadar, bakın arkadaşlar, DEDAŞ, elektrik üretimi bu şekilde özele devredildi. Ne oldu? Bundan yine halk, yurttaş, çiftçi zarar gördü ve dolayısıyla aslında ülkenin ekonomisi zarar görüyor. Bakın, on gün önce Kızıltepe'deydik. On gün boyunca elektrikler kesikti ve ekinler sararmıştı, toprak çatlamıştı. Bizzat ben bölgeye gittim. Yurttaşımız ne yaptı? Artık bir işe yaramayan o alanlarda mecburen kendi hayvanlarını otlatarak en azından telef olan o ekinleri bu şekilde kullanmaya çalıştı ve 2 milyon dönüme yakın arazinin 600 bin dönümü bir hafta önce bu şekilde telef oldu. Tabii "bir hafta önce" diyorum, son gelen fotoğraflar da arkadaşlar böyle, o 600 bin herhâlde 1 milyona çıkmıştır. Niye? Çünkü elektrik de aslında artık günümüz teknolojisine göre neredeyse hava ve su gibi temel bir ihtiyaçtır. Kalkıp bunu özelleştirdiniz, adam istediğine ceza kesiyor, istediği zaman elektriği kesiyor. İşte ekinler, çiftçimiz de bu şekilde maalesef zarar görmektedir. Dün de Kızıltepe'nin Başak yani Sınara köyünde DEDAŞ yetkilileri gidip elektriği kesmek istemiş ve ilginçtir, bunu yaparken de iktidar, maalesef, askeri ve polisi DEDAŞ'ın emrine vererek yurttaşın elektriğini kesmesi için onlara yetki veriyor. Ya, böyle bir şey olur mu? Yani devletin, iktidarın bu anlamda hizmet etmesi gerekirken ekinler kurusun diye gidip elektriklerini kesmesi için onlara kolluk kuvveti de tahsis ediyor, yani el insaf.

Özellikle 1'inci maddede bu var, su kaynakları ve havzaların üzerine ve etrafına kurulacak olan güneş enerji sistemi için devasa türbinler kurulması öngörülüyor. Bu türbinler bu arazilerin üzerine binlerce ton molozun dökülmesine, hava, toprak ve suyun kirlenmesine, yer altı ve yer üstü canlı cansız organizmaların olumsuz etkilenmesine sebep olacaktır. Bölgenin habitatını ve ekosistemini tümden bozma riski taşıyan böyle düzenlemede çevresel etki değerlendirmesi raporuna dahi gerek duyulmaması büyük bir sorun teşkil etmektedir.

BAŞKAN - Sayın Aslan, bir dakikanızı rica edebilir miyim? Ekleyeceğim sürenizi.

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Çeşitli İşler (Devam)

2.- Başkanlıkça, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman'la birlikte Genel Kurulu teşrif eden Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sooronbay Ceenbekov ve beraberindeki heyete "Hoş geldiniz." denilmesi

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sayın Sooronbay Ceenbekov ve beraberindeki heyet Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın İsmail Kahraman'la birlikte Genel Kurulumuzu teşrif etmişlerdir. Kendilerine Başkanlık Divanımız ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu adına "Hoş geldiniz." diyorum. (Alkışlar)

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/929) ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 548) (Devam)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslan.

Ekleyeceğim sürenizi.

Buyurun.

MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) - Biz de kendilerine "Hoş geldiniz." diyoruz.

Ben teşekkür ederim, sağ olun.

Yine, madde 2'de "DSİ tarafından bağlı olduğu bakanlığın talebi ve Bakanlar Kurulu kararıyla isteğe bağlı ya da maliklerin muvafakati aranmaksızın zorunlu arazi toplulaştırma ve tarla içi geliştirme hizmetleri yapılabilir." hükmü getirilmiştir. Bu madde DSİ çiftçisinin rızası aranmaksızın toprağına zorla el koyma yetkisini tanımaktadır. DSİ bu yetkiye dayanarak köylünün, çiftçinin arazisine el koymak suretiyle büyük şirketlere ihale usulü satışını yapabilecektir.

Yine, su havzasının işletilmesi -madde 7'de- gerçek ve tüzel kişilerce kullanılabilir kılınmaktadır. Su kaynaklarından ve su havzalarından çiftçinin ihtiyacı olan su DSİ onayıyla şirketler ve özel şahıslar tarafından çiftçilere verilmektedir. İlgili maddenin eklenmesiyle su havzaları ve kaynakları özelleştirilerek şirketlerin tekeline girmektedir yani bir nevi halkın olan devlet bunu ne yapıyor? Şirketlere havale ediyor, halkın çıkarlarını, menfaatlerini de birkaç zengine, birkaç astronomik rakamda zengin olanlara maalesef peşkeş çekmektedir. Bunun ispatını da şöyle anlatabiliriz: İsim vermeyeceğim ama son iki yılda sadece 4 büyük şirkete eski parayla 5,5 katrilyon vergi affı gelmiştir. 5,5 katrilyon demek 1 milyon insanın cebine 5.500 lira girmesi demektir. Ama bakın, Kızıltepe'de 3 bin çiftçinin -ki bu da masa başında yazılmış borçtur, yoksa gerçek anlamda tahakkuk etmiş borç değildir- 180 trilyonluk vergi borcu, elektrik borcu vardır. Bunlar affedilmiyor, silinmiyor ama 4 şirketin 5,5 katrilyonu siliniyor. Niye siz 4 kişinin menfaatini 3 bin insanın, halkın menfaatine tercih ediyorsunuz? Bunu halk soruyor, sormakta da haklıdır, biz de halkımız adına buradan soruyoruz.

Yine, 11'inci maddede "Bakım ve işletme ücretleri" adı altında çiftçiler borçlandırılmaktadır. DSİ de bu ücretleri çiftçilerden alıp özel ve tüzel kişilere ödeyecektir. Bir bakıma devlet, özel ve tüzel kişilerin de tahsildarlığını yapacaktır. Tıpkı şu anda TEDAŞ yetkilileri gidip köylerde elektrik kestiği zaman nasıl ki kolluk mensupları onların hizmetine amade kılınıyorsa şu anda da öyle bir yetki söz konusudur.

Yani anlayacağımız, arkadaşlar, bu işin cefasını köylüler, çiftçiler çekecek, sefasını ise özel şirketler sürecek. Bu, vicdana aykırıdır ve bu, dediğimiz gibi uluslararası sözleşmeye de doğa kanununa da aykırı bir uygulamadır. Mühendislere, kadroya atanacak personellere yazılı sınavlarının yanında sözlü ve uygulamalı sınav getirilmesi de -tıpkı şu anda görüyoruz öğretmen ve memur atamalarında olduğu gibi- siyasi ve subjektif değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Bunlar bu şekilde tutulacaktır. Oysaki liyakat esasına göre personel ataması yapılmalıdır.

Biz hemen kayyumla ilgili kısmına gelelim. Her ne kadar ismi "kayyum" değilse de pratikte, fiiliyatta resmen kayyumvari bir uygulamadır. 47, 48, 49, 50, 51, 52'nci maddelerin hepsi birbiriyle ilişkili olup sulama birliklerinin tüzel kişiliğini ortadan kaldırmaktadır ve birliğin demokratik katılımcı, yönetim yapısını değiştirmeye yöneliktir. Şu anda Yüksek Seçim Kurulu tarafından bölgelerinde seçimi yapılan, 14.484 meclis üyesi bulunan 378 adet sulama birliği bulunmaktadır. Birliğin başkanı ve organları birliğe üye olan çiftçiler tarafından seçilmektedir. Oysa yapılan bu düzenleme demokratik, katılımcı yönetim anlayışıyla kurulan birliklerin tüm organlarını ortadan kaldırıp onun yerine otokratik bir yönetimle, anlayışla birliğin başkanını ve birliğin yönetim kurulu görev ve yetkilerini DSİ tarafından atanacak kamu personeline yani kayyuma devretmektedir. Kayyum pratiğini gördünüz, şimdiye kadar 10'un üzerinde kayyumu görevden aldınız. Kimi yolsuzluktan kimi işte, FETÖ'den vesaireden şu anda 10'un üzerinde kayyum görevden alınmış. En son, geçtiğimiz hafta Mardin'in Ömerli ilçesi ve Dargeçit ilçesi kayyumları görevden alınmıştı. Bunun da ondan bir farkı olmayacaktır. Hem biz demokratik, katılımcı bir yapı diyoruz hem de pratikte maalesef otokratik bir yönetim söz konusudur. Çiftçi seçtiği sulama birliği başkanına hesap sorabilir ve başkan da kendini hesap vermek zorunda hissedecektir, öyledir zaten ama şu anda memurların öyle bir hassasiyeti, öyle bir endişesi de yok, zaten bazı kurumlardaki işleyişten bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Bu, antidemokratiktir, tam tersine, bunun daha da katılımcı bir şekle evrilmesi gerekirken bunu alıp tam da böyle dikte ettirecek, dikta ettirecek şekilde memurlara bağlamak o çiftçilere, halka ve demokrasiye de büyük bir darbedir, çiftçinin iradesini tanımamaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika size ek süre veriyorum.

Buyurun.

MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) - Bu son bir dakikamızı da geçtiğimiz gün ceza alan Burcu Çelik Özkan Milletvekilimize ayırmak istiyoruz. Kendisine maalesef haksız, hukuksuz bir şekilde yedi yıl üç ay ceza verilmiştir.

Arkadaşlar, siz her ne kadar "Yargı bağımsız." diyorsanız da inanın siz de inanmıyorsunuz. Çünkü mevcut kanunlara göre, mevcut hukuka göre zaten yapılan yanlıştır, mevcut yasalara göre bu cezalar verilemez zaten. Eğer yargı bağımsızsa, iktidarın müdahalesi yoksa o zaman yargı şu anda Meclisin bu iradesini tanımamaktadır çünkü buradan çıkan Anayasa'ya göre, buradan çıkan kanunlara göre hüküm vermemektedir. Yani görüyoruz barış söylemleri bile terör örgütü propagandası kapsamında cezalandırılmaktadır. Örneğin Alparslan Kuytul'un bir eleştirisi dahi örgüt propagandası kapsamında ve şu anda içeride, tek başına hücrede tutulmaktadır. Ben, kendilerine ve bütün tutuklu milletvekillerimize de buradan saygılarımı iletiyorum.

Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslan.