| Konu: | Katma Değer Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlar ile 178 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 78 |
| Tarih: | 28.03.2018 |
HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Teşekkürler.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, sevgili halkımız; bir vergi reformundan bahsedilecekse bu reform 80 milyonu ilgilendirmelidir. Ancak konuştuğumuz tasarı yalnızca "yatırım ortamının iyileştirilmesi" gibi adlarla aslında ülkenin yüzde 1'lik kısmını ilgilendirmekte. Ben de bu nedenle ülkenin yüzde 80'ini ilgilendiren başka bir konuyu ele almak istiyorum. Bu hafta, demokrasilerde dördüncü güç olarak anılan "medyanın hâli, pürmelali" üzerine konuşmayı tercih ediyoruz.
Şimdi, birbirinden bağımsız olması gereken yasama, yürütme ve yargının yanında neden dördüncü güç olarak basın anılır? Çünkü en az ilk üçü kadar kamuoyunu etkileme gücüne sahiptir ve dolayısıyla politika ve yasama üzerinde ciddi bir etkisi vardır. Hükûmetin talimatıyla "AYM kararlarına uymayız, bizi bağlamaz." diyen mahkemeleriyle yargı nasıl iktidarın elindeyse, Meclis aynı şekilde nasıl yürütmenin emrindeyse dördüncü güç olan medya da aynı şekilde şu anda iktidarın elindedir.
AKP öncesi döneme bakarsak, o dönem için Türkiye egemen medyasının asgari yayın ilkesi gereği olarak, temel olarak "Ordu ne yapsa iyidir." idi. Şimdi, bir başka deyişle militer hiyerarşi ile haber hiyerarşisi arasında çoğunlukla doğrudan bir paralellik vardı ve örneğin Genelkurmay başkanları ne zaman konuşsa, onların mutlaka yaptığı her açıklama otomatik olarak sürmanşetten verilirdi. Türkiye'de her dönem sermaye medyası güvenlik merkezli bir iktidar paylaşımının da parçası oldu. Bugün geldiğimiz noktada ise medya artık tamamen tekleştirilerek yalnızca iktidarın korunmasına hizmet eder oldu. Aslında medyanın siyaset üzerine etki etmesi gerekirken siyaset elindeki değnekle medyaya etki ediyor. Bu baskıya medya patronları tarafından direnilmemesinin ve direnilememesinin nedeni de aslında medya patronlarının da gazetecilik yapmıyor olmaları; onlar da finans, ulaşım, enerji gibi farklı alanlarda yer aldıkları için çok kolaylıkla işte, devasa vergi cezalarıyla, ihale iptalleriyle kolaylıkla tehdit edilebiliyorlar. Bu sermaye baskısının yeterli olmadığı durumlarda ise kayyum atanmasına kadar gidilebiliyor.
Ülkemizde bir de iktidar ve partiye değil, devlete karşı bir tehdit söz konusuymuş gibi suni korkular yaratılıyor ve darbe senaryolarının sürekli olması sağlanıyor. Bu, Türkiye'nin genel yapısında her zaman yerini bulmuş olan bir şey.
Türkiye'nin iç dengeleri dışında dış dengelerde de ciddi bir uyarı almamasının sebebi ise aslında tüm dünyada var olan medya tekelleşmeleridir. Fakat elbette muhalif medya sadece bu dönem değil, her dönem tutuklama, kapatılma gibi tehditler varken yayın hayatını sürdürmüştür. Bugün yine aynı tehditlerle karşılaşan Özgürlükçü Demokrasi gazetesini de selamlamak isterim.
16 Nisan referandumunda "hayır" diyen bir ana akım medya organı olmadığı gibi Doğan medya da örneğin "hayır"ı hiç anlatmadı, tüm kanallar gibi referandumda Doğan medya da "evet"i pazarladı. Hatırlayın, İrfan Değirmenci gibi bağımsız hareket etmeye çalışan gazetecileri de bizzat Doğan medya işten kovmuştu.
Meselenin ekonomi politiğini de iyi değerlendirmek gerekiyor. Aslında yalnızca medya tekelleşmiyor, saray her şeyi tekelleştiriyor. Doğan medyayı görünürde satın alan sermaye grubunun sadece AKP döneminde 8 yeni iş kolunda faaliyet göstererek büyüdüğünü görüyoruz. AKP döneminde, evet, 8 yeni iş kolunda faaliyet gösterip büyüyor ve AKP döneminde kim AKP'ye yakınsa o, halkın parasıyla büyüyor. Yeri geliyor bir medya grubunu alıveriyor, yeri geliyor kamu mallarını satarak zenginleşiyor. Böylesi büyük bir medya grubunun satın alınması başka bir açıdan da muhalif basını etkiliyor çünkü dağıtım şirketleri de önemli. İki temel dağıtım şirketi var: Biri Turkuvaz medya, Sabah grubuna ait; diğeri ise Doğan grubuna ait YAYSAT. Bunlar öyle etkilere sahipler ki muhalif dergilerin, gazetelerin dağıtılmama riski aynı zamanda ortada duruyor.
Bir diğer nokta da yine bu gruplarda, dağıtım şirketleri, iktidarla tam olarak uyuşmayan veya muhalif bir basın grubunun aslında tirajını gerçeğin altında gösterebilir ya da yandaş medyanın tirajını yüksek gösterebilir. Bu neye yol açar? Basın İlan Kurumundan daha fazla pay almaya. Dolayısıyla kamu kaynakları da yandaş veya kendilerine ait medya tarafından daha fazla kullanılır hâle gelebilir.
Değerli milletvekilleri, sizlere bu medya tekelleşmesinin yarattığı sonuçlardan artık gözünüzü çevirmeyeceğiniz kadar somut örnekler vereceğim. Partilerinizin grup toplantılarını muhtemelen onlarca televizyon kanalında canlı olarak izliyorsunuzdur. Ey AKP, CHP, MHP milletvekilleri, evet, sizlerin grup toplantılarınız farklı kanallarda canlı olarak yayınlanıyor. Peki, bizim, gerçekten, CNN Türk'ün -mesela- yayınladığı son grup toplantımız hangisiydi merak ediyor musunuz? İşte, o son grup toplantımız önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hitaben yaptığı konuşmada "Seni başkan yaptırmayacağız." dediği grup toplantımızdır. Bizim o tarihten beri grup toplantılarımız canlı olarak yayınlanmıyor CNN Türk'te. NTV ise çok daha önce bitirdi. Âdeta bir düğmeye basılmışçasına, Demirtaş'ın o tarihî grup toplantısından sonra CNN Türk de tıpkı NTV gibi HDP'nin grup toplantılarını yayınlamamaya başladı.
Şimdi, bu tarihten itibaren tabii ki HDP'yle ilgili başka kriminalize etme çabaları ve haberler de şu şekilde yer alıyor: Mesela 4 Kasım operasyonunda "HDP'ye terör operasyonu." Ve bütün o sırada alınan vekillerimizle ilgili bu başlıklar kullanıldı: "HDP'ye terör operasyonu." Peki, orada kaldık mı? Yok. Daha yeni kongremizden sonra "Terör partisi kapatılsın." Evet, Pervin Buldan'ın başkanlığından sonra da bu şekilde manşetler atıldı.
Biz, kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyinin toplantılarına her gidiş gelişimizde sevgili Ertuğrul Kürkcü'yle beraber hain ilan ediliyoruz; döndükten sonra böyle başlıklar görülüyor: "TBMM'den 2 hain milletvekili AKPM'de Türkiye aleyhine oy verdirdi." Şimdi biz buranın kurucusu muyuz, biz buranın kurucu ilkelerini savunuyor muyuz, savunmuyor muyuz? E savunmuyorsak o zaman orada işimiz ne, oradan çıkalım.
Ya da yargı kararları, hakkımızdaki yargı kararları. Bir bakıyoruz, daha biz bu yargı kararından haberdar olmadan... Şu çok tipiktir: Sevgili Ayhan Bilgen kendi kararını daha kendi bilmeden televizyondan izliyor, okuyor burada, diyor ki: "Kars Milletvekili ve Parti Sözcüsü Ayhan Bilgen tutuklandı." Ayhan Bilgen bunu izliyor o anda.
Evet, bunun gibi çok sayıda kriminalize etme çabaları var. Ama bunun dışında, evet, bizim RTÜK'e yaptığımız başvurular var. Mesela 3 Ocak 2017'de AKP grup toplantısı 62 dakika, CHP grup toplantısı 20 dakika, MHP grup toplantısı 27 dakika, HDP grup toplantısı sıfır saniye verilmiş ve 3 Ocak 2017'den sonra da TRT'de bunlar aynı şekilde devam ediyor.
Şimdi, 1 Kasım seçimlerindeki canlı yayın sürelerine baktığımız zaman ne görüyoruz? Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan 31,5 saat, Davutoğlu 41,5 saat konuşmuş, Kılıçdaroğlu 6 saat, Bahçeli 2 saat, Demirtaş 18 dakika konuşmuş. Ama etkilemiş mi? Etkilemiş yani, 18 dakika da demek ki yeterli bir süre konuşmak için.
152 saat konuşmuş Erdoğan, 152...
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Siz de konuşun.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Bitmemiş, doymamış. 152 saat...
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Siz de konuşun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Konuşuyoruz da çıkmıyor.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Yapmayın ya! Özgür Gündem çıkarıyor.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Ben birtakım örnekleri...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Buyurun Sayın Başkanım.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Teşekkür ederim.
Aynı şekilde, mesela 12 ulusal televizyon kanalında 1-31 Ekim 2015 tarihleri arasında toplam saat: Davutoğlu 310, Kılıçdaroğlu 44, Bahçeli 29, Demirtaş 6 saat.
Şimdi son olarak size referandumla ilgili olanları göstereyim, onlarda da ilginç şeyler göreceksiniz. Bakın, şuradaki sıfırları görüyorsunuz değil mi "Siz de konuşun." diyenler? TRT'de 1 Mart -15 Nisan arası Cumhurbaşkanı ve danışmanları toplam 3.960 dakika konuşmuşlar, AKP 5.869 dakika konuşmuş, CHP 662 dakika, MHP 159 dakika, HDP sıfır, sıfır konuşmuş arkadaşlar. Bizim söyleyecek sözümüz çok ama yapılan budur. Aynı şekilde, işte, burada da 806 saat konuşmuşlar biz 58 dakika sadece FOX TV'de, o da 14 saniye falan gibi bir yer bulabiliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Sayın Başkan, son cümlemi tamamlayabilir miyim affınıza sığınarak?
BAŞKAN - Buyurun Sayın Başkanım.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Evet, en son referandumdan, hani o gerçekten çok çok demokratik olarak gerçekleşen referandumdan örnekler de böyleydi. HDP'nin konuşma hanesinin gene boş olduğunu görüyorsunuz.
Ve ne oldu şimdi? "HDP görmez medya" yarattınız. E peki, halkımız HDP'yi görmez mi oldu? Hayır, halkımız yine HDP'yi görüyor oldu ve biz nerede kalmıştık, ne demiştik? "Seni başkan yaptırmayacağız." Yine yaptırmayacağız ve üstelik tüm demokrasi güçleriyle beraber daha güçlü olarak, başkan yaptırmayacağız ve hakikaten gerçekler yolunu her zaman bulacak. "HDP varsa umut var." diyoruz ne kadar susturmaya çalışsanız da. Bunların hiçbiri basın ahlakına da siyaset ahlakına da uymuyor. Birazcık vicdanla bütün bu söylediklerimi dinlerseniz gerçekten anlarsınız.
Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)