| Konu: | 688 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/830) ile İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 56 |
| Tarih: | 07.02.2018 |
CHP GRUBU ADINA ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkanım, değerli hazırun; biraz önce Ertuğrul arkadaşımızın yaptığı konuşmanın usulle ilişkili bölümlerini yinelemeden geçmek istiyorum. Somut durum şudur: OHAL hukuka aykırı bir biçimde ilan edilmiştir. Aynı zamanda ilan edildiği amacın da dışına çıkılmıştır ve düzenlenmiş olan kanun hükmünde kararnamelerin hepsi hukuki dayanaktan usulen de, esas olarak da yoksundur. Biz şimdi burada özünde dayanaksız olan kanun hükmünde kararnameleri kanun hâline getirmeye çalışıyoruz. Ben o "kanun" sözcüğünün iki yanına denden işareti koyuyorum, tırnak içine alıyorum ve böyle değerlendiriyorum.
Öyle olduğu için ki değerli muhalefet partisi üyeleri, MHP'li muhalefet partisi üyeleri arkadaşlarımız, günlerdir, kanun hükmünde kararname konusunda konuşmak için buraya çıktıklarında Afrin'den söz ediyorlar. Afrin'den söz etmenin kolay ama kararnamelerden söz etmenin zor olduğu bir süreçteyiz. Biraz önce konuşan Değerli Baki Şimşek arkadaşımın ilk konuşmaları için, bu açılışla başlamayı planladığımdan "Aa, galiba geri adım almalıyım." dedim ve ona teşekkür etmeyi düşündüm. Yine teşekkür ediyorum, ilk defa kanun hükmünde kararnameye atıf yaptılar, dediler ki: "İadeler var, iadeler olumlu bir şey." Evet, bu kararnamede iadeler var ama kötülüğün sonrasında yapılmış o küçük lütfu, iyiliği alkışlayalım mı, yoksa dönüp şuna mı bakalım? "OHAL Komisyonu" diye kurmuş olduğunuz komisyondaki tablo nedir?
OHAL Komisyonunun elinde şu anda resmî açıklamalarınıza göre 104.398 başvuru vardır, 3.110 dosya incelenebilmiştir ve 920 karar verilmiştir. Bu 920 kararın 40'ı iade kararıdır, bir kısmı da "Aldatıldım ve sizi aldım." kararlarıdır. "5 bin" diye ifade edildi. Ben o sayıyı bilmiyorum, onun için onu telaffuz etmiyorum. Ama "Onlarda aldanmışız, bunları iade edebiliriz." kararıdır. Bütünüyle hukuksuzdur, bütünüyle Türkiye'deki sorunları daha da yukarı taşıyacak bir tablonun yansımasıdır. Biraz önce AKP'nin Değerli Grup Başkan Vekili Naci Bey, bir barış tanımı yaptılar, dediler ki: "Üç türlü barış vardır. Bu barışlardan birisi İsa'nınkidir; yanağınızı öbür yana çevirirsiniz ve dersiniz ki: 'Bu yanına vurdu, bu yanına da vur.' ama diğeri hizmet götürme barışıdır." Bir diğeri de 'Kirli ilişkilerin kılıfıdır.'" Şimdi, değerli arkadaşlar, bizim bugün burada kanun hükmünde kararnameler için yaptığımız kanunlaştırma işlemi de bir kılıftır. Neyin kılıfıdır? Hukuksuzluğun kılıfıdır, hukuka aykırılığın kılıfıdır.
Biz konuşamıyoruz artık, korkuyoruz. Bir söz var, derler ki: "Tavşan korktuğu için mi kaçar, kaçtığı için mi korkar?" Rica ediyorum arkadaşlar, kaçmayın, kaçmayın ve korkmayın, kanunsuzluğun üstüne doğru yürüyün, oradan hukuku üst üste koymaya, hukuku inşa etmeye çalışın. Ertuğrul arkadaşımızın ifade ettiği gibi, hukuksuzluğu değil, bir polis devletini değil, siz hukuku inşa edin.
Şimdi, bir cümle okumak istiyorum size. Yine değerli bir AKP milletvekilimizin görüşleri, 1982 Anayasası'nı eleştiriyor. Doğrudur, eleştirmekte haklıdır "Demokrasi bir süreçtir, en iyiyi değil ortak iyiyi bulan uzlaşma dengesidir. Demokraside kaba kuvvetin, kulakları çınlatan yüksek seslerin ve insana yönelen insan yumruğunun yeri yoktur." diyor ve sıralardan alkışlar geliyor bu söz üzerine. Devam ediyor, diyor ki: "Örgütlü demokrasi, kuvvetli devletin kutsal özgürlüklere yönelen haksız el atmalarının kurumsal müeyyidesi olarak yasal temellere oturtulmaktır." Neyi yapıyor? 1982 Anayasası'nın kısıtlılığını kaldırıyor. Nereden kaldırıyor? Onu hemen anımsatacağım size, meslek kuruluşlarının, birliklerinin yasalarında var olan "Meslek kuruluşları, kuruluş amaçları dışında etkinlik gösteremezler, siyasetle uğraşamazlar, siyasi partiler, sendikalar ve derneklerle ortak hareket edemezler." Bu cümlenin sadece birinci bölümü kalıyor. Bir yasa değişikliği, Anayasa'da yapılan bir değişiklik bu; 135'inci maddenin üçüncü fıkrasında meslek birliklerini siyasetle uğraşabilir hâle getiriyor.
Şimdi siz ne yaptınız sevgili arkadaşlar? Daha bugün yakamda bir rozet taşıyorum, aslında bu rozet benim çok da hak ettiğim bir rozet değil, Türk Tabipleri Birliğinin rozeti. Bu sabah, yedi gündür gözaltında olan Tabipler Birliği Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerini ziyarete gittik, o ziyarette bugünün anısı olarak bu rozeti verdiler. Bu rozetin anlamını, bugünkü anlamını sizinle paylaşmak istiyorum.
Arkadaşlar, meslek birlikleri, adlarında -Türk ya da Türkiye- herhangi bir sıfat varsa bu sıfatla yaşamaya devam etmek zorundadırlar çünkü bir ülkenin demokrasi kanalları örgütlü yapılardır. O örgütlü yapılar bazen siyasi partilerdir, bazen meslek birlikleridir, bazen derneklerdir. Şimdi, 1940'lı-45'li yılların Nazi Almanyasının yarattığı o olağanüstü olumsuz, kötücül havadan sonra ortaya çıkmış olan meslek birliklerini anımsayınız, fırınları, gazları, insan katliamını anımsayınız. Bundan sonra, doktorların hangi ilkeler etrafında çalışması gerektiğine ilişkin meslek birlikleri kurallarını, ilkelerini kurmuş olan, evrensel anlamda kurmuş olan birlikleri dahi OHAL'in o karamsar havası içinde yok etmeye çalışıyorsunuz. Bir barış bildirisi yazıyorlar, "Barış cıs! Sakın ha, barışa dokunmayın. Barış cıs!" diyorsunuz ama "Savaş, hadi savaş, hadi savaş." diyorsunuz.
Ben Sayın Naci Bey'e -şu anda burada yoklar ama- anımsatmak isterim. Barışı tanımladığımız gibi savaşın da tanımları vardır. Bir, haklı savaşlar vardır arkadaşlar; bu, vatan müdafaasıdır, bu, sizin ülkenize yapılan haksız, emperyalist bir saldırganın saldırısı karşısında direnmedir, Kurtuluş Savaşı'mızın hikâyeleri bu direnç üzerinden yürür. Ama bir de saldırganlıklar vardır, haksız savaşlar vardır, alkışlanamayacak savaşlar vardır. O zaman bu iki kavram üzerinden hareket etmek gerekir. Evet, başka ülkelerdeki kimi sorunlara karşı da müdahale vardır ama bu müdahalenin de hukuki kuralları vardır.
Şimdi ben bunun üzerine konuşmak istemiyorum, Afrin üzerine de konuşmak istemiyorum. Konuşmak istediğim şey, Türkiye'nin iç barışıdır sevgili arkadaşlar. Eğer Türkiye'nin içinde bir iç barış inşa edemezsek... Ki iç barışın koşulu demokrasidir, iç barışın koşulu aydınlanmadır, iç barışın koşulu eşitliktir, iç barışın koşulu hukuka uygun davranmaktır. Hangi hukuka? Olağanüstü hâlin ve keyfîliğin hukukuna değil, insan haklarına dayalı hukuka uygun davranmaktır.
Biz ne yapıyoruz bugün? Biz meslek birliklerimizi önümüze koyuyoruz, diyoruz ki: Biz seninle kavgalıyız. Bu kavgayı sürdüreceğiz. Ve diyoruz ki: Siz, halkımız, eğer meslek birliklerinin yanında durursanız teröristsiniz. Türkiye'nin yüzde 50'sini terörist kanada koyuyorsunuz -geçenki konuşmamda da bunu ifade ettim- yüzde 50'si için kendinizden sayıyorsunuz; bir tarafı kendinize düşman addediyorsunuz, bir tarafı dost kılıyorsunuz ama oradan bir büyük yangının çıkacağını görmezlikten geliyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, OHAL tercih edeceğimiz bir hukuk sistemi değildir. Bizi ileriye taşıyacak olan demokrasidir, akıldır, vicdandır. Birlik ancak hukukla, adil bir hukukla sağlanabilir.
Teşekkür ediyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)