GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:45
Tarih:22.12.2017

CHP GRUBU ADINA BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uzun bir bütçe maratonu ve onun sonrasında bugün artık son görüşmeleri gerçekleştiriyoruz.

Aslında, tabii, bütçe ve bütçeye bağlı olarak ortaya konulan vizyonu beraberce değerlendirmek, Türkiye'nin geleceğinde neler olması gerektiğini birlikte, beraberce paylaşmanın bir zemini olarak gördüğüm bir bütçe görüşmesiydi. Ancak, gördüm, dinledim; ne söylesem dinleyen olur mu, söylediğimi anlayan olur mu, onun da şüphesindeyim.

Değerli dostlarım, ben 22'nci Dönemden beri milletvekilliği yapan bir kişiyim ve 22 Dönemde, o zaman da -biraz önce konuşan genç arkadaşım gibi- büyük bir heyecanla bu millete hizmet etmek için burada görev aldık ve yaptığımız çok önemli bir Meclis çalışması vardı. Hani, deniliyor ya "Emperyalist ve Batılı güçlerin Türkiye'de sözcülüğüne soyundunuz." diye, ben 1 Mart 2003 yılında 1 Mart tezkeresine "hayır" veren milletvekillerinden biriyim. Onların içinde, "hayır" verenler içinde sizlerden de arkadaşlar vardı ve o gün neye "hayır" demiştik biliyor musunuz? "Türkiye coğrafyasının güneydoğusuna 60 bin Amerikan askerinin gelip buradan güneye saldırmasına izin vermeyeceğiz." diyerek (CHP sıralarından alkışlar) barışı, komşuluğu ve bölgesel ortak bir geleceği konuşmuştuk. O zaman "hayır" verdik. İsrail'i tanımış CHP! İsrail'i tanımış da İsrail'den cesaret madalyası alan Cumhuriyet Halk Partisi değil. O madalyanın ne olduğunu da ben aslında merak etmiyorum, alanlar düşünsün.

Diğer taraftan, çok uzatmayacağım aslında, çok uzatmak istemiyorum ama yine geçmişe dönmek istiyorum bazı konularda. 2004 yılında sizi çok uyardık "Yapmayın, etmeyin, Kıbrıs'ı Avrupa Birliğine üyelik sürecine dâhil ettirmeyin." dedik ama onun altına imzalar atarak Kıbrıs bir şart olarak kondu. Burada verilecek çok şey var ama unutmayın, biz her zaman için bu ülkede "tam bağımsız Türkiye" demekten övündük, Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanı olmaktan övünmedik. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli dostlarım, arkadaşımız biraz önce bir şey daha söyledi, dedi ki: "Kadın üyelerimiz Mecliste farklı görevlerde yer alıyor." Büyük bir mutluluk, onlara başarılar diliyorum ama bir kadının bir görevde yer almasını önemsediğim gibi kadına bakış açısının müfredata bile yansıyan başlıklarını da çok önemsiyorum. Müfredat içinde kadının itaatini, kadının hangi sorumlulukları yüklendiğini, erkek karşısındaki konumunu anlatan ders var ve maalesef bizim Bakanımız bu "Kocanıza itaat edin." söylemiyle, kadının aile içindeki konumuna ve sorumluluğuna işaret ediyordu. Burada kadının konumunu tek şey işaret eder, o da Türk Medeni Kanunu'dur. Medeni Kanun'da ne derse, Anayasa'da ne derse onun karşılığı vardır. (CHP sıralarından alkışlar)

Burada bir yanılgısı daha var. Cumhuriyet Halk Partisinde kadın kotası değildir var olan, cinsiyet kotasıdır. O cinsiyet kotası da der ki "Farklı cinslerden oluşacak olan katılımcı bir demokrasinin bir eşiği oluşsun." Bu hassas eşiktir ve cinsiyetlerden herhangi biri, kadın değildir, bunu da iyi öğrenip bir köşeye not etmesini tavsiye ederim.

Şimdi, değerli arkadaşlar, ben burada pek çok konuda farklı farklı değerlendirmelerle sizleri aslında aydınlatmak istiyorum. Ha, bunların içinde sadece benim tespitlerim yok, hatta tespitlerimin arkasında uluslararası veriler, rapor, beyan ve sıralamalar var.

Şimdi gelin şuradan başlayalım: Devletin yönetim karnesi ne durumda? Dünya Bankası var. Hepimiz biliyoruz, Dünya Bankasıyla ortak çalışıyoruz, oradaki uzmanlarımızla övünüyoruz. Dünya Bankası her yıl dünya yönetişim göstergeleri yayınlıyor, bu sene de yayınlandı ve bu yönetişim göstergelerinde Türkiye maalesef ciddi geriye gidiş yaşıyor. Nedir bunlar? Hükûmete karşı söz hakkı ve Hükümetin hesap verebilirliği hızla aşınıyor. Hukukun üstünlüğü notu son yıllarda hızla geriye gidiyor. Mevzuat kalitesindeki düşüklük ve bununla beraber kamu yönetiminin etkinliği ve bunun yanında, ayrıca, siyasi istikrar notu. Şimdi, bu notları tek tek size verirken -örnekler o kadar acı ki- hukukun üstünlüğüyle başlayalım. Türkiye iki yılda hukukun üstünlüğünde 18 sıra geriye gitti ve bugün geldiği yer 209 ülke içinde 108'incilik. Tabii, nasıl olmasın. "Millî irade" diyoruz, "Evrensel hukuk" diyoruz ama millî iradenin oylarıyla seçilmiş milletvekillerini hapiste tutmayı maharet görüyoruz. Selam olsun buradan Enis Berberoğlu kardeşime. (CHP sıralarından alkışlar) Onun da temsil ettiği düşünceleri hep beraber burada paylaşmaya, anlatmaya devam edeceğiz.

Peki, söz hakkı ve hesap verebilirlikte nereye gelmişiz? Türkiye, 204 ülke arasında 144'üncü. Arkasında kim var biliyor musunuz? Bangladeş, Zambiya, Kenya ve Mali. Yani bizim önümüzdeler. Bu ülkelerin arkasındayız, bu ülkelerin arkasındayız.

Peki, kamu yönetiminin etkinliğine baktığınızda, yine, 209 ülke arasında 27 sıra birden geriye düşüyoruz ve Bulgaristan, Karadağ, Meksika, Güney Afrika ve Botsvana gibi ülkelerin bile altında yer alıyoruz.

Peki "Siyasi istikrar ve şiddetin, terörün yokluğu notunda neredeyiz?" dediğinizde Türkiye, 211 ülke içinde yani bu iki yılda 13 sıra birden düşerek 199'uncu sırada. Yani 211 ülke içinde önümüzde 12 ülke var. "Kimdir bunlar?" diye baktığınızda da, içinde Afganistan var, Libya var, Somali var, Sudan var. Bir onları geçmişiz. Ha, bunları ben size -dediğim gibi- Dünya Bankasının çok geniş bir değerlendirme çalışmasının içerisinden çıkan rakamlar olarak veriyorum. İsteyene de gelir, tekrar açıklarım.

Şimdi, Türkiye'de büyüme... "Büyüme, büyüme, büyüme..." Güzel, büyüme ekonomik gösterge olarak çok önemli ama büyüme refah yaratıyor mu? Büyüme gelir dağılımındaki adaletsizliği çözüyor mu Türkiye'de? Veya karşımıza çıkan büyüme tasarruf olarak ne bırakıyor ya da neleri alıyor, neleri götürüyor? Ortada kalan tasarruf ve onun gücü ne?

Şimdi, dünyada, tabii, büyümeyle ilgili değerlendirdiğinizde sadece büyümeyle kalmayıp bunun sosyal bütünleştiricisi olarak bakıp kalkınmayla değerlendirmek lazım. Gelişmiş ülkelere büyüme bir gösterge ama bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için kalkınma öncelikle dikkate alınması gereken seviye. Peki, orada neredeyiz? Orada da farklı ölçülerle değerlendirmeleri sizlerle paylaşacağım ve gelin "Doğru muyuz, neredeyiz, büyüyerek oluşturduğumuz, hani, şimdi çok subliminal bir motto oluşturma var ya onu mu kullanıyoruz, nasıl kullanıyoruz?"u beraberce paylaşalım.

Değerli arkadaşlar, bir büyüme olduğu zaman, burada, ekonomik model olarak kalkınma aşamasında baktığınızda, işsizliğin çözülmesi gerekiyor, eşitsizliğin çözülmesi gerekiyor, ağır borçlanma gerçeğinin çözülmesi gerekiyor. Bu aşamada yapılan bir kalkınma programıyla gerçekleşen bir ekonomik süreç mi? Maalesef hayır.

Şimdi, ekonomi politikaları açısından baktığınızda, eğer büyüme ve bunun karşılığında ödenen bir bedel varsa bunu hepimizin çok iyi görmesi lazım; ki bu bedeli ödetmeden büyüyelim. Hani "2002'de şöyleydi, böyleydi diyorlar" ben, 2002'de bizimle yoldaş olan 15 tane gelişmekte olan ülkeyle gelin, beraber bugüne bakalım demek istiyorum. Biraz sonra bunu da anlatacağım.

Tabii, Sevgili Başkan, bu kadar kadın koruyucu, kadın haklarını koruyucu söylemler olduktan sonra bana ek süre verecekler umuyorum ve ben, konuşmama devam edeceğim.

Şimdi, bakıyoruz, büyüyoruz. Evet, büyürken neyi ödüyoruz? Büyüyoruz çünkü insan yaşamı üzerindeki etkileri nedir diye baktığınızda, bunu dışsallık olarak gören bir anlayışla karşılaşıyoruz. Canım, büyüyoruz "Büyürken refah artışı oluyor mu?" sorgulamasını yapıyor muyuz? O biraz lüks geliyor. Diyoruz ki: Büyüyelim ama bir fedakârlık olsun, çevre kirlensin, fedakârlık olsun, asgari ücret belirlenirken işçi fedakârlığını yapsın. Ama zaten "asgari" demek azami fedakârlıktır. Daha kimlerden neyin fedakârlığını bekleyerek bir büyüme geleceği planlıyorsunuz? (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bakın, bütçede giderleri değerlendirirken buradaki tercihler çok önemli. Ya, neyi tercih ediyorsunuz? İsraf var mı bunun içinde? Ve burada kamusal israf varsa zaten kalkınmanın da baş düşmanı olarak onu görürüz.

Şimdi, gider kalemlerini değerlendirdiğimizde, acaba giderler ego tatminli lüks yatırımlara mı harcanıyor? Veya hesap vermeme endişesi var da üstü örtülü kaynaklardan mı, hesaplardan mı yapılıyor? Veya kimlere sermaye transferi sağlayacak ekonomik, politik ve siyasi tercihler oluyor?

Şimdi, size bir örnek anlatacağım: Beyaz fili bilir misiniz? Beyaz filin hikâyesini bilir misiniz? Beyaz fil ne biliyor musunuz? Uzak Doğu'da zengin aileler durumları hakkında seviyelerinin referansı olsun diye semptom bozukluğu olan -yani hep gridir- beyaz filleri alırlar, bu beyaz filleri beslerler. Kıt olduğu için, masrafı çok, yükü çok ama hiçbir işe yaramayan beyaz fillerdir.

Şimdi, bu beyaz filler Nasrettin Hoca fıkralarına girmiştir. Aynı zamanda, Timur'un ataklarında önde giden beyaz filler vardır. Önce, o semptomlardaki bozukluk dışa vurduğunda üstündekini atar, ezer, yoluna devam eder. Bu, İktisat Teorisi'ne de girmiştir. Maliye politikalarında da Beyaz Fil Teorisi vardır ve der ki: Bir yatırım yapılıyorsa ve bu yatırım sürekli kullanılmayacaksa sonraki dönemde devletin sırtına mali anlamda ciddi yük bindirir. Burada yapılan yatırımın faaliyet dönemi sonrasında net maliyet artışı oluşturduğu ve o artışın da gelecek nesillerce ödendiğinin özellikle altı çizilir.

Peki, devletin harcama yaparken uluslararası prestij kazanmak için, halk tabiriyle de hava atmak için, böyle beyaz fil politikasıyla bir referans oluşturması Türkiye'ye yabancı mı? Bana hiç yabancı gelmiyor ve şunu görüyorum: On beş yıldır Türkiye yönetiliyor ve Türkiye'nin içinde, baktığınızda, bir züccaciye dükkânı gibi büyümesi, borcu, cari açığı, dış ticareti, bölgesel dış politikası, uygulanan tercihlerle bir sürü kırılganlık var ama biz, başta büyük gökdelenler, yaptığımız lüks harcamalar ve tamamen tüketime ve insanları borçlandıracak tercihlere öncelik veren yatırım politikalarıyla beyaz fil sürüsünü genişletiyoruz ve bu kırılganlık içerisinde çok büyük korkum şudur ki sağlam ve güçlü olarak yolumuza devam edeceğimiz pek çok başlıkta ezip geçecekler. Hani şu gökdelenler var ya, Sayın Cumhurbaşkanı şikâyet ediyor, kime ne verimliliği var? Akıllı bina yapıyoruz. Yahu, akıllı binaya para vereceğimize toplum olarak bilgi toplumu için yatırım yapalım... (CHP sıralarından alkışlar) ...gayrisafi millî hasılanın yüzde 1'i için "İyi artırdık AR-GE'yi." deyip övünmeyelim.

Şimdi, değerli arkadaşlar, sizlerle yine başka bir konuyu paylaşmak isterim. Diyoruz ki büyüme, Türkiye büyüyor, hatta o kadar değiştiriyoruz ki büyümeyle ilgili o mottolarımızı, orta vadeli planı eylülde hazırlıyoruz, arkasından iki ay geçiyor, "Büyümemiz 7 olacak, 7,5 olacak." söylemine başlıyoruz.

Ee, peki, kardeşim, eylülde siz orta vadeli planı hazırladınız. O gün, Türkiye'nin ilk 2 çeyrek büyümesi ortada, gelişen aylardaki süreç ortada -bilgi sizde- niye plana 5,5 yazıyorsunuz? Ve ortada -bırakın iktisadı bileni- geçen sene, o hain darbe girişiminden sonra bozulmuş datalar ve ondan sonra artan borçlanma ve pompalanan KGF dâhil kaynakla bir büyüme var. E niye 5,5 diyoruz? Bence şu yaratılıyor: "Evet, 5,5 tahmin ettik ama 10'u da aldık, süpürdük, gitti." Yapmayın bunu, birbirimize, halka objektif ve doğru anlatalım her şeyi. Hani bazen eleştiriyoruz rakamları değiştiriyor diye ama bu yönde TÜİK'in bir "Daha İyi Yaşam Endeksi" var. Bunu alıyor, kullanıyor... TÜİK raporlarından aldım bunları yani kendim başka yerlerden toparlamadım, birileri de bana yollamadı ha. (CHP sıralarından alkışlar) Bunların hepsini TÜİK'in sayfasından aldım. Orada Brezilya, Rusya Federasyonu ve Güney Afrika'yı da dâhil ederek bir sıralama yapıyor 35 ülke arasında ve o sıralamada konut, gelir, istihdam, toplum, eğitim, çevre, sivil katılım, sağlık, yaşam memnuniyeti, güvenlik, iş yaşamı dengesi tak tak geliyor ve bunlardan bir puan çıkarıyor. Türkiye nerede biliyor musunuz? Bu 35 ülke içinde Meksika'yla beraber sonda. Yani birtakım söylemleri, birtakım öyküleri... Tabii övünelim, hep beraber övünelim ama onun arkasındaki gerçeklerle beraber değerlendirmekten de vazgeçmeyelim.

Şimdi, dedim ya işte, biz 2002-2003'e bakıyoruz. 2002-2003'ten itibaren biz birlikteyiz. Biz hep deriz ki: İşte, gelişmekte olan ülkeler, yükselen ülkeler... Peki, bu yükselen 15 ülke ile hep beraber yola çıktık. Şimdi, şöyle dolar, şu oran... O oranlara girmeyeceğim ama size bir şey söyleyeyim mi, o dönemde yola çıktığımız ülkeler içerisinde Çin, Hindistan, Tayland ve Güney Kore almış başını gitmiş, bütün sıralamalarda ilk 15'in ilk 4'ünü paylaşıyorlar. Burada enflasyon da var, istihdam da var, dış açık da var. Biz neredeyiz? Yani, Allah, ne diyeyim, hep en sonunda bunu söylediğim için gerçekten üzülüyorum ama bu gerçeği de görelim diyorum.

Süre bitiyor ama Başkandan sözü aldım sesi çıkmasa da.

Şimdi, bizim her şeyimiz iyi, her şey bu kadar iyi gidiyor da ya, kardeşim, bu kadar pembe iflaslar niye çıkıyor ortaya? Bakıyorsunuz açılan kapanan şirketlere -tarımda, imalatta, hizmette bile- maalesef açılan şirket sayısı yüzde 13 küsur artarken kapanan şirket sayısında artış yüzde 40'lara gelmiş. Bir yıla bakıyorsunuz, yüzde 25'e yakın ayrılma ve ticari hayattan geri çekilme var. Burada, tarımda iflas edenleri söylemekten içim yanıyor çünkü bırakın yeni kurulmayı, yeni kurulan şirket sayısındaki artım bile negatif yani kapanıyor, bunun yanında açılmıyor, negatife düşüyor.

Tarım deyince, uzun bir süreç anlattı arkadaşlarım ama beni etkileyen bir şey söyleyeyim mi, biz çocukken, ilkokulda Yerli Malı Haftası'nı kutlardık; yakında, aralıkta kutlanıyor. Maalesef bu sene Yerli Malı Haftası'nı ithal ürünlerle kutlayan bir Türkiye'yle karşı karşıya geldik. Bu tarım politikasını da yine hep beraber değerlendirelim.

Şimdi, enflasyon, enflasyon, hep suçlu arıyoruz. Ben merak ediyorum, şimdi, bizim ekonomiyle ilgili bir değerlendirme yapan, sahiplenen bir yapı var, kimdir bu? Çünkü, bakıyorum, bakanlar kendi arasında ayrı konuşuyor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, ne dersiniz, üç dakikayla bu işi bağlayalım mı?

BİHLUN TAMAYLIGİL (Devamla) - Beş dakika verdiniz Sayın Turan'a, o gençti, hadi ben de ablayım, onun için beş dakika daha...

BAŞKAN - Ama biliyorsunuz, o, otuz dakika...

BİHLUN TAMAYLIGİL (Devamla) - Siz verirsiniz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır yani...

BİHLUN TAMAYLIGİL (Devamla) - Üç artı iki verdiniz, ben takip ediyorum sürekli. Onun için beş dakika.

BAŞKAN - Ne yapacağız şimdi?

BİHLUN TAMAYLIGİL (Devamla) - Sorun, arkadaşlarımız da belki destekler. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, herkesin talebi bu, beş dakika olarak veriyoruz...

BİHLUN TAMAYLIGİL (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - ...ama beş dakikada mikrofon kapanırsa devam etmeyeceksiniz.

BİHLUN TAMAYLIGİL (Devamla) - Toplayacağım.

Şimdi, biz yine ülkelerle beraber bakıyoruz, enflasyon farklı boyutlardadır yani hiperenflasyon vardır, yine sürünen bir yapıdır, dörtnaladır ama her ülke bir hiperenflasyonu görür ve bizim gibi gelişmekte olan ülkeler de bu enflasyonu gördüler. Bugün durum ne diye baktığınızda, bu ülkeler enflasyonla ilgili sorunlarını çözdüler ve bundan sonra ortalamalarına baktığınız zaman, şu anda yüzde 2, 3 ve 4, bir Arjantin'de durum kötü ama bunu çözdülerse, bir şey yaptılar. Şimdi, dediğim gibi, ekonomik sahiplenme -biraz önce sesim kesildi- ekonomik sahibi kim bu yapının? Bir bakıyorsunuz bakanlar ayrı, saraydan ayrı, danışmanlar ayrı. Bir yorum yapılıyor enflasyon nedeni faiz, bir yorum yapılıyor salatalık, domates. Ya, bakıyorum, son beş seneye baktım, altı seneye baktım her sene ya biber olmuş ya domates olmuş ya salatalık olmuş, hiç değişmemiş. Ama sonra bakıyorsunuz, biz bu ürünlerde kendine yeten bir ülkeyiz, hep suçlu ona gönderilmiş. Bir hesap hatası var, bir teşhis hatası var, bir öngörü ve ona göre karar verme hatası var.

Şimdi, değerli arkadaşlar, size bir tane daha örnek vereceğim, net uyarlanmış tasarruf. Bu nedir biliyor musunuz? Bir ülke, eğer gerçekten büyüyorsa ve kalkınıyorsa tasarrufları artar ama artık dünya bir başlığa bakıyor. Bu, "net uyarlanmış tasarruf", öyle karton falan almadım, siz buradan görürsünüz, bakın Türkiye'nin yaşadığı süreç.

Size bir şey daha ekleyeyim, şunu da göstereyim ne olduğunu anlatmak için; bu, büyümemiz, bu da tasarrufumuz. Yani burada ne var biliyor musunuz? Her ülkenin bir kendi ulusal tasarrufu var. Buna eğitimle ilgili cari harcamalarını koyuyor ama bunun içine de doğal kaynak erimesini ve kirleticinin zararının değerini koyuyor ve bakıyor burada, ne kadar eğitim harcaması, ne kadar enerji tüketimi, ne kadar maden tüketimi, ne kadar karbondioksit zararı, partikül madde zararı var. Biz, tasarruf nerede? Sürekli geri gidiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, size bir konudan daha bahsedeceğim çünkü artık süremi belli ölçüde kullandım. Bir, OHAL çıktı, hain darbeden sonra bir anda Türkiye'nin yönetim anlayışı değişti. OHAL kararnameleriyle, bir gecede alınan kararlarla Türkiye yönetilir, sizin, benim buradaki Meclise katılıp, katkı sağlayıp, demokrasiyi işletme imkânımız elden alınıp, baypas edilir oldu.

Bakın, OHAL sürecinde tam 1.048 tane madde değişti, bunların içerisinde 400 küsur, 470'e yakın madde OHAL'in süre, kapsam ve amacıyla uyumlu değil. Bir de Anayasa Mahkemesi verdiği karardan sonra önünüzü daha da açtı, çıkardınız farklı farklı maddeleri. Cazibe merkezi, kamu arazileri, şans oyunları, arkadaşlık siteleri, kar lastiği, Varlık Fonu vesaire vesaire, bunların hepsini kararnameyle çıkardınız, şimdi sıra taşerona geldi.

Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi, taşeronu, ekonomi programı olarak -aynı asgari ücrette olduğu gibi- size hatırlattı, unutmamanız için de yıllardır tekrarladı. Şimdi taşeronu dikkate almaya başladınız ama "Kararnameyle olsun, anayasal, hukuki çerçevesinde bir problem yaşamayalım." diye kanun hükmünde kararnamelere gidiyorsunuz. Yapmayın, getirin bu Meclise, artısıyla eksisiyle beraberce konuşalım ve taşeronun bunca yıldır çektiği cezayı hep beraber çözmüş olalım. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bir konum daha var vergiyle ilgili. Vergi hukuksal bir yapıdır, vergi anayasaldır, 73'üncü madde "Herkes vergi ödemek zorundadır." der. Benim vatandaşım gelir elde ediyor, vergi veriyor, hava alırken bile artık neredeyse vergisini ödeyecek; suyu kullanıyor, elektriği kullanıyor, her yerde vergi. Yüzde 70 dolaylı vergi diyoruz. Gelir adaletsizliği vergideki çözülmeyen bir yapısal problemle karşımıza çıkıyor. Şimdi, benim vatandaşım, hepimizin eşi dostu, sizler, verginin getirdiği cehennem azabını yaşarken birilerinin vergi cennetlerinde sefa sürmesi ne ahlaka ne vicdana ne de Anayasa'ya sığar. (CHP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BİHLUN TAMAYLIGİL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, size bir de Mali Eylem Görev Gücünün şu raporunu hatırlatacağım. Hani, her şeye "Hadi bakalım." diyorsunuz ya, 2012 yılındaki tespit ve öncesindeki, 2009 yılındaki 40 tavsiye var. Bu tavsiyede ne diyor, biliyor musunuz? Siyasi nüfuz sahipleri ve onlarla ilgili -akrabaları dâhil olmak üzere- yapılan işlemler için, FATF tavsiyesinde 5549 sayılı Kanun'un 27'nci maddesi uyarınca, basit bir yönetmelik çıkarılıyor. Çünkü 2012'de gelmişler, FATF'ın bir listesi var, 12'nci maddeye uyulmadığı... Ki bu 12'nci madde ne? Dediğim gibi, siyasi nüfuz sahibi kişilerle -bu siyasetçi, bürokrat, asker, herkes- ilgili bir yönetmelik ve buna bağlı olarak yapılan işlemlerin denetlenmesi.

Hadi, şimdi size çağrım... Aslına bakarsanız yönetmeliğe bile gerek yok çünkü biz tarafız. Herkes bu madde ve bu listenin getirdiği sorumluluk dâhilinde incelensin, bu listenin de gereği yapılsın diyorum.

Sayın Maliye Bakanı burada değil ama ona da bir sözüm var.

YUSUF BAŞER (Yozgat) - Böyle bir şey yok!

BİHLUN TAMAYLIGİL (Devamla) - Bitiriyorum, son söz, bitiriyorum.

Rahatsız mı ettim?

YUSUF BAŞER (Yozgat) - Altı dakikadır konuşuyorsun. Adaletten bahsediyorsun, haktan bahsediyorsun...

BİHLUN TAMAYLIGİL (Devamla) - Yani yanlış bir şey söylemiyorum.

YUSUF BAŞER (Yozgat) - Haklarını yiyorsun bak.

BİHLUN TAMAYLIGİL (Devamla) - Başkan var, Başkan var.

Şunu da söylüyorum: Bütçe şeffaflığında da 24'üncü sıradan 48'inci sıraya geldik Sayın Maliye Bakanı. Bütçeyle ilgili de diğer başlıkları arkadaşlarım anlatacak.

Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Her aşamada, her şartta bizi, birbirimiz içerisinde, eleştiriyoruz diye veyahut doğru şeyleri paylaşıyor diye farklı yönlere çekmeye çalışanlar olabilir -uluslararası, kendi içinde- ama şunu bilin ki sonuna kadar vatansever, yurtsever ve Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu bu Meclisin ilkeleriyle yürüyecek olan bir anlayıştayız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tamaylıgil.