GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:45
Tarih:22.12.2017

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe ve kesin hesap tasarılarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle yüksek heyetinizi ve ekranları başında bizleri izleyen aziz milletimizi hürmetle selamlıyorum.

Konuşmamın ilk bölümde dış politika, ikinci bölümünde de sosyal politikayla ilgili gelişmeler hakkında değerlendirmeler yapacağım.

Türkiye'nin öncülüğünde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun gündemine gelen Kudüs tasarısı hakkında dün alınan karar ülkemizde ve İslam âleminde sevinçle karşılanmıştır. ABD'nin ilk kıblemiz Kudüs üzerinde oynadığı oyun fiilen bozulmuştur. Kudüs'ün tarihî statüsü, manevi hakları teyit ve tescil edilmiştir. ABD, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma kararıyla Orta Doğu barış sürecini dinamitlemiş, uluslararası hukuku, Birleşmiş Milletler kararlarını hiçe saymış ve İslam dünyasına meydan okumuştur. Bu karara karşı İslam dünyası, dayanışma içinde ortak ve kararlı bir tavır almıştır. 13 Aralık 2017 tarihinde İstanbul'da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatının zirve toplantısı Kudüs'ün ve Filistinli kardeşlerimizin yalnız ve çaresiz olmadığını ABD'ye ve işgalci İsrail'e somut olarak gösteren ilk adım ve tarihî bir uyarı olmuştur.

İslam dininin kutsallarının işgalci Arap-İsrail'in egemenliği altına sokulması hiçbir şart altında kabul edilmeyecektir. İslam dünyasının Doğu Kudüs'ü Filistin devletinin başkenti olarak tanıması Arap-İsrail ihtilafında çok önemli bir dönüm noktasıdır. İşgalci İsrail'in en büyük cesaret kaynağı ABD'dir. Birleşmiş Milletler toplantısı öncesi ABD'nin veto, tehdit ve şantaj silahına sarılması bu gerçeği bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, ABD'nin tehdit ve şantajları, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun vicdan duvarına çarpmıştır. Dün yapılan oylamada 128 ülke, ABD'nin uluslararası hukuku hiçe sayan saldırgan tutumuna karşı çıkmıştır. Türkiye'nin öncülüğünde Genel Kurulda alınan karar, İsrail ve hamisi ABD'ye milletlerarası camianın attığı çok anlamlı bir tokat olmuştur. Kudüs davasının dünya gündemine gelmesini ve geniş bir destek bulmasını sağlayan başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere AKP Hükûmetini ve diplomatlarımızı kutluyoruz. Kudüs, İslam âleminin namusudur. Doğu Kudüs'ün başkent olduğu bağımsız Filistin devleti er ya da geç tarih sahnesinde mümtaz yerini alacaktır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, varlığımızı ve geleceğimizi hedef alan tehdit, tehlike ve tuzaklarla dolu çok zor ve sancılı bir dönemden geçmektedir. Dış politikada kriz riskleri artmış, sorun ve sıkıntılar derinleşmiştir. Güney komşularımız Irak ve Suriye'de yaşanan gelişmelerin millî güvenliğimiz üzerindeki etkileri yeni boyutlar kazanmıştır. Avrupa ve ABD'yle ilişkilerde çok ağır bir kriz ve gerginlik ortamına girilmiştir. Türkiye, küresel saldırı ve husumet kuşatması altındadır. Irak ve Suriye'de yaşanan gelişmeler, Türkiye'yi çok ciddi millî güvenlik tehlikeleri ve tehditleriyle karşı karşıya bırakmıştır. Bu çok yönlü tehditlerin birincisi terör tehdididir. Kanlı terör örgütü PKK, Kuzey Irak'ı Türkiye'ye karşı bir saldırı cephesi olarak kullanmayı sürdürmektedir. Kandil'den ve Kuzey Irak'taki terör kamplarından sonra PKK Sincar'a da yerleşmiştir. Ayrıca Telafer'den başlayarak Musul ve Kerkük'e uzanan hatta da yuvalanmıştır. PKK'nın Suriye kolu PYD, YPG de Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'ye karşı yeni bir terör cephesi oluşturmaktadır. PYD'nin Kuzey Suriye'ye kurduğu üç sözde kantonun birleştirilerek güney sınırlarımız boyunca kesintisiz bir terör koridoru oluşturması çabaları sürmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Fırat Kalkanı harekâtı ve İdlib misyonuyla bu kantonların birleştirilmesinin şimdilik önüne geçilmiştir ancak tehlike henüz sona ermemiştir. Bu kapsamda Afrin'den kaynaklanan terör tehdidi ciddiyetini korumaktadır. Türkiye, bu konuda gereken askerî tedbirleri almak ve bu bölgeyi terör yuvası olmaktan çıkarmak durumundadır.

Türkiye'nin karşısındaki ikinci tehdit, Irak ve Suriye'nin etnik ve mezhep temelinde bölünme dinamiklerinin harekete geçmiş olmasıdır. Barzani'nin nihai hedefi olan Kerkük'ün başkent olacağı bağımsız devlet kurmak amacıyla 25 Eylül 2017'de yaptığı referandum ters tepmiş ve Barzani için hüsranla neticelenmiştir. Başta Kerkük olmak üzere fiilî kontrolüne aldığı bölgelerde kontrolünü kaybetmiş, buralardan çekilmek zorunda kalmıştır ancak nihai hedef olan bağımsızlık fikrinden vazgeçmemiştir. Bunun için uygun bir zaman kollamakta, yeni şartların oluşmasını beklemektedir.

Suriye'de de benzer oluşumlar adım adım ilerletilmektedir. PKK'nın Suriye kolu PYD'nin amacı da ileride bir devlete dönüştürmek üzere Suriye'nin kuzeyindeki üç kantonu birleştirip ilk adım olarak buralarda özerk bölge oluşturmaktır. Irak ve Suriye'den sonra ülkemizin güneydoğu bölgesinde benzer bir oluşum için her zorlamanın yapılacağı açıktır. Barzani, Kuzey Irak'taki diğer siyasi partiler, PKK ve PYD bu konuda amaç ve hedef birliği içindedir. Türkiye'nin Irak ve Suriye'den kaynaklanan millî güvenlik tehditlerine karşı gereken önleyici tedbirleri alması ve bu konuda caydırıcı bir strateji izlemesi millî bekamız için hayati önem taşımaktadır. Bu stratejinin amaçları Irak ve Suriye topraklarının Türkiye için güvenlik tehdidi olmaktan çıkarılması, terör saldırıları için üs olarak kullanılmasının önüne geçilmesi ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünü ve millî birliğini hedef alan oluşumların buralarda yuvalanmasının önlenmesi olmalıdır. Türkiye bu amaçlar doğrultusunda fiilî askerî güçle desteklenen kapsamlı bir siyasi caydırıcılık stratejisi izlemelidir.

Irak ve Suriye'deki gelişmelerin Türkiye için endişe verici bir diğer boyutu da Türkmen kardeşlerimizin durumudur. Irak ve Suriye Türkmenleri çok zor şartlar altında millî varlıklarını sürdürme mücadelesi vermektedir. Türkmen kardeşlerimizin hak ve hukuklarının korunması ve güvenliklerinin sağlanması Türkiye için millî bir görevdir. Türkmenlerin tek umudu Türkiye'dir. Türkiye'nin Türkmen kardeşlerini yalnız ve çaresiz bırakması düşünülemeyecektir. Bu nedenle Irak ve Suriye konusunda Türkiye'nin izleyeceği caydırıcılık stratejisinin bir diğer ayağı da Türkmenlerin güvenliğiyle hak ve hukuklarının teminat altına alınması olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğiyle ilişkilerde her alanda bir gerginlik ve kriz ortamına girilmiştir. Göstermelik Avrupa Birliğine katılım müzakereleri tıkanmıştır. Avrupa Birliği, başından beri Türkiye konusunda riyakâr ve samimiyetsiz bir tutum sergilemiştir, Türkiye'nin AB üyeliği nihai hedef olmaktan çıkarılmıştır. AB'nin amacının Türkiye'nin AB'nin yörüngesinde tutunacağı bir ortaklık ilişkisi olduğu artık bütün çıplaklığıyla anlaşılmıştır.

Son dönemde AB üyesi ülkelerle ilişkilerimizi zehirleyen diğer bir konu, Avrupa'nın teröre sağladığı himaye olmuştur. AB, güya PKK'yı terör örgütleri listesine almıştır, ancak bu kâğıt üzerinde kalmıştır. PKK, Avrupa'da serbestçe at koşturmaktadır, Avrupa'nın başkentleri PKK'nın bölücü propaganda karargâhına dönüşmüştür, Avrupa Birliğinin bazı üyeleri PKK'nın siyasi hamisi olmuştur. Terör kutsanmış, teröristler kucaklanmış ve Avrupa değerleri ayaklar altına alınmıştır.

Avrupa, PKK'dan sonra FETÖ'ye de kucak açmıştır. 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi sonrası FETÖ hainlerini de siyasi himayesi altına almıştır. FETÖ'cü kaçak hainler Avrupa'ya sığınmaktadır; Almanya ve Yunanistan başta olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri bu hainleri Türkiye'ye iade etmemekte, siyasi sığınma hakkı vermektedir.

Avrupa'da Türk düşmanlığı ve İslam düşmanlığının giderek güç kazanması ve yaygınlaşması çok vahim bir gelişme olarak karşımızdadır. Yüce İslam dinine karşı bir husumet seferberliği başlatılmıştır. Türk düşmanlığı bazı Avrupa ülkeleri yöneticileri tarafından âdeta siyasi hedef hâline getirilmiştir.

Avrupa Birliğinin Türkiye'yi dışlayan tutumunun sürmesi ve AB'ye tam üyelik kapısının tamamıyla kapanması Türkiye'yi bir yol ayrımına getirmiştir. Türkiye, AB'nin vesayeti altında alınacak ve yörüngesinde tutulacak bir ülke değildir; Avrupa Birliği bu gerçeği bir an önce anlamalıdır. Türkiye Avrupa Birliğine muhtaç, mecbur ve mahkûm değildir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde çok ciddi kriz dönemine girilmiştir. Obama döneminde başlayan ve Başkan Trump döneminde giderek ağırlaşan sorunlar yumağı ilişkileri zehirlemiş ve güven ortamının temellerini dinamitlemiştir.

ABD'nin, IŞİD terörüyle mücadelede "taktik ittifakı" adı altında PYD'yle ortaklık yapmasının teröre ortaklıktan başka bir anlamı yoktur. ABD'nin, PYD teröristlerini Suriye'de kara ordusu olarak kullanması, 4 bin tır dolusu ağır silahlarla donatması ve siyasi, askerî koruması altına alması ABD'nin Suriye'nin geleceği hakkındaki düşünce ve niyetleri hakkında haklı ve meşru şüphelerin doğmasına yol açmaktadır. Buradaki temel soru ve sorun, ABD'nin Suriye'nin yeni siyasi mimarisinde kuzeyde özerk bir PYD terör bölgesi kurulmasını isteyip istemediği noktasında düğümlenmektedir.

Türkiye'nin sınırları boyunca bir terör koridoru oluşması millî güvenliğimize açık bir tehdit oluşturacaktır. ABD'nin bunu çok iyi anlaması ve siyasi tutumunu buna göre yeniden ayarlaması dostluk ve müttefikliğin gereği olacaktır. Türkiye bu konuda sonuna kadar kararlı bir tutum izlemeli ve elindeki tüm imkânları, tereddüt etmeden, kullanmalıdır.

ABD'nin FETÖ'nün elebaşını Pensilvanya'da hâlâ misafir etmesinin ve korumasının hukukla, dostlukla, ahlakla ve vicdanla izah edilebilecek bir yönü bulunmamaktadır. "İran'a Amerikan ambargosunu deldiği gerekçesiyle Türkiye'nin bir millî bankasından hesap soran ABD'nin, 15 Temmuz darbe girişiminin elebaşı Pensilvanya iblisini yargılamak için Türkiye'ye iade etmemesinin gerçek nedenleri nedir?" sorusunun cevabını Türk milleti merak etmektedir. ABD FETÖ'yle iş birliği yaptığı için mi bu haini korumaktadır? "Bunlar açığa çıkar." endişesiyle mi bu haini Türkiye'ye iade etmemektedir? Bu soruların cevabı bir gün mutlaka verilecek, gerçekler bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.

ABD'de süren Zarrab davasında hukuk hiçe sayılmış, mahkeme süreci siyasallaştırılmıştır. Zarrab denilen şarlatan kullanılarak Türkiye'ye tezgâh kurulmakta, sanık sandalyesine Türkiye oturtulmak istenmekte, Türk ekonomisinin çökertilmesi hedeflenmektedir. İddia edilen suçlar Türkiye'de işlendiğinden bu şarlatan Türkiye'ye iade edilmeli ve burada yargılanmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde, Amerikan Mahkemesinin siyasi saiklerle vereceği kararın hiçbir hükmü olmayacaktır. ABD yönetimi şu gerçekleri artık anlamalıdır: Türkiye, ABD'nin 51'inci eyaleti değildir, sömürgesi de değildir. Türkiye üzerinde Amerikan yargı vesayeti kurmak tam bir hayaldir. Türkiye'yi şantaj, baskı ve tehditlerle boyunduruk altına almak da mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye çok yönlü saldırılar altındadır. Türkiye'nin millî birliği, millî güvenliği ve millî çıkarları hedef alınmıştır. 15 Temmuz hain FETÖ darbe girişimiyle hedeflerine ulaşamayanlar bu defa sinsi yöntemli hamleleri devreye almışlardır. Son dönemde Türkiye ekonomisini hedef alan spekülatif nitelikli, uluslararası kaynaklı haberler yapılmaktadır. Ülkemiz, piyasaları manipüle etmeye yönelik spekülatif saldırılara maruz kalmakta, kur üzerinde baskı kurularak, sıcak para kozu kullanılarak köşeye sıkıştırılmak istenmektedir. Türkiye, bu alçak senaryonun bir benzerini 2000 ve 2001 yıllarında da yaşamıştı. Hatırlarsanız, Türk milletine ekonomik savaş açılmıştı. Bir gecede faiz ve döviz ne yazık ki fırlamış, tüm makroekonomik parametreler bozulmuştu. Türkiye, bölgesel ve küresel ilişkilerde tavizler vermeye zorlandı. Aynı oyun, aynı tertip, aynı tezgâh şimdi yeniden tedavüldedir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak dün yaşananlardan dolayı bizi acımasızca eleştirenlere, yıllarca haksız yere aleyhimize kullananlara bakmaksızın bu oyunlara millî, duyarlı ve ahlaki bir siyasi üslupla yaklaşıyoruz ve diyoruz ki: Krizden medet ummak, kurulan ekonomik tuzaklarda yabancıların lehine iş birlikçilik yapmak, millete husumet, Türkiye'ye ihanettir. (MHP sıralarından alkışlar) Türkiye zorlu, yıpratıcı, sosyal ve ekonomik maliyeti oldukça ağır bir terörle mücadele sürecinin içindedir. Türkiye'nin her cepheden önü kesilmek, iradesine ipotek konulmak istenmektedir. Türk milleti terörle yıldırılmak, terörle korkutulmak, kanlı eylemlerle susturulmak istenmektedir. FETÖ, PKK/PYD-YPG, IŞİD, DHKP-C aynı hain amaca odaklanmış, aynı karanlık cepheye sürülmüş Türk ve Türkiye düşmanlarıdır. Türkiye, devlet olmaktan kaynaklanan hak ve tarihsel çıkarlarını canı pahasına savunmaktadır. Türkiye, millî bekasını korumak için bütün millî güç unsurlarını seferber etmektedir. Terörizmle mücadele çok boyutlu icra edilmektedir. Ülke topraklarıyla birlikte sınır ötesinde süren operasyonlarımız millî güvenliğimizi sağlamaya dönüktür ve kesinlikle ara verilmeden devam ettirilmelidir. Türkiye'yi hedef alan komplo, kumpas ve suikastlar karşısında millî bir duruş sergilemek, herkes için ahlaki ve vicdani bir zorunluluktur, vatanseverliğin asgari bir icabıdır. Türkiye Cumhuriyeti tam bağımsızdır, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, ilelebet böyle de kalacaktır. İster ekonomik saldırılarla ister silahlı eylemlerle isterse de farklı vasıtalarla olsun millî güvenliğimizi açıktan hedef alan, toprak bütünlüğümüze ve millî birliğimize acımasızca suikasta yeltenen kim olursa olsun kaybetmeye mahkûmdur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisi ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Ekonomimizde yapısal sorunlar her alanda devam etmektedir. Yükselen enflasyon ve işsizlik, büyüyen bütçe açığı ve cari açık, bozulan vergi ve gelir dağılımı adaletsizliğiyle birlikte borçlarda ve faizlerdeki yükselme ekonomi açısından endişe vermektedir. Türkiye ekonomisinin üçüncü çeyrekteki büyüme performansı, baz etkili ve tüketim kaynaklı olsa da, ekonomideki karamsar havayı kısmen dağıtmıştır. Özellikle uzun süredir negatif gerçekleşen makine, teçhizat yatırımlarında yüzde 15,3 artış olması gelecek için umut vermiştir.

Ancak, büyümenin ağırlıklı olarak inşaat yatırımlarına, vergi teşvikleriyle ivmelenen dayanıklı tüketim harcamalarına ve Kredi Garanti Fonu'yla artan kredi hacmine dayalı olduğu görülmektedir. İnşaat yatırımlarının millî gelire oranı yüzde 17,5 düzeyine çıkmıştır. Bu durum, sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme konusunda kaygıları da beraberinde getirmektedir.

Sayın Başbakan bütçe konuşmasında "Son on beş yılda Türkiye'yi 3 kat büyüttük." dedi, Maliye Bakanı da kişi başına millî geliri 3 kat artırdıklarını söyledi. Birçok bakan ve AKP milletvekili de millî geliri 3 kat artırdıklarını övünerek ifade ettiler. "Ne var bunda, övünmekte haklı değil miyiz?" diyen arkadaşlarımız olabilir. Elbette millî gelirin artırılması önemlidir. Ama sormak lazımdır, millî gelir 3 kat ne zaman arttı? 2016 yılında da kişi başına millî geliri 3 kat artırdığınızı söylemişsiniz. Geriye doğru ta 2008 yılına kadar gidiyorum. Dokuz yıl boyunca her sene yine millî geliri 3 katına çıkardık, millet olarak hepimiz zenginleştik demişsiniz. Bir taraftan böyle övünülürken diğer taraftan bir itirafta bulunulmuyor mu? Demek ki dokuz yıl genel anlamda boşa gitmiş. Demek ki dokuz yıldır havanda su dövülmektedir. Neticede dokuz yıl öncesine göre bu yıl beklenen kişi başına düşen millî gelirimiz daha düşüktür.

Halihazırda vatandaşlarımızın en büyük sorunu geçim zorluğudur. Geliştik, büyüdük ve zenginleştik iddialarının vatandaşlarımız nezdinde yeterli karşılığı olmamıştır. Özellikle son beş yıldır işsizlik artıyor, kişi başına millî gelirimiz azalıyor.

Türkiye, genç işsizlikte bir numaradır. OECD'nin Eğitime Bir Bakış 2017 Raporu'na göre ülkemizde 15-29 yaş arası genç nüfusta ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerin oranı yüzde 28.8 olup, Türkiye OECD ülkeleri içerisinde bir numaradır.

İşsizlik kronik bir sorun hâline gelmiştir. Özellikle genç işsizlik ürkütücü boyutlardadır. TÜİK verilerine göre, genç nüfusta resmî işsizlik oranı yüzde 20'dir. 15-24 yaş arası yükseköğretim mezunu nüfusta ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerin oranı ise yüzde 39,5 düzeyindedir. Ne yazık ki yükseköğretim mezunu 505 bin gencimiz atıl vaziyettedir.

Türkiye'de gelir dağılımı adaletsizliği de artmaktadır. Ülkemiz, OECD'de gelir dağılımı en bozuk ülkeler arasında 3'üncü sıradadır.

Sayın Başbakan bütçe konuşmasında "Gelir dağılımındaki adaletsizliği gösteren Gini katsayısı 2002 yılında 0,44 hesaplanmıştı. 2016 yılında Gini katsayısı 0,40 seviyesine geriledi." diyor. Sayın Maliye Bakanı da yüzde 10'luk gelir gruplarını karşılaştırarak en yüksek gelirli grubun ortalama geliri, en düşük gelirli grubun gelirinin 2002 yılında 18,3 katı iken, 2016 yılında 12,8'e gerilediğini ve gelir dağılımının düşük gelir grubunun lehine düzeldiğini söylemiştir. Bir defa, TÜİK, 2006 yılında anket ve yöntem değişikliği yaptığından önceki yıllarla mukayese yapmak doğru sonuçlar vermeyecektir. O nedenle sonraki yıllara bakmak lazımdır. Gini katsayısı, hane halkı kullanılabilir gelire göre, 2008 yılında 0,386 iken 2016'da 0,396'ya yükselmiştir. Yine, yüzde 10'luk gelir gruplarına göre de en yüksek gelirli grubun geliri, en düşük gelirli grubun gelirinin 2008 yılında 11,9 katı iken, 2016 yılında 12,8 katına yükselmiştir.

Dolayısıyla ülkemizde gelir dağılımı 2008 yılına göre daha bozuk durumda olup özellikle 2015 ve 2016 yıllarında gelir dağılımı adaletsizliği yüksek oranda artış göstermiştir.

Hükûmete tavsiyemiz şudur. 2002 yılına takılıp kalmayın, bugüne gelin. Birçok makroekonomik gösterge 2008 yılına göre daha da bozulmuş, hatta bazıları 2002 yılından daha kötü duruma gelmiştir. Türk ekonomisi dokuz yıldır patinaj yapmaktadır. Bizim de koalisyon ortağı olduğumuz 1999-2002 döneminde gerçekleştirdiğimiz reformlarla 2008 yılına kadar sıkıntısız gelinebilmiştir ancak bu dönemden sonra ortaya çıkan reform ihtiyaçlarına tam cevap verilmemiştir.

Ülkemizin borç düzeyi sürekli olarak artmıştır. AKP, en fazla borçlanan ve en fazla faiz ödeyen iktidar olmuş, cumhuriyet tarihinin rekorlarını kırmıştır. AKP iktidarından önceki 1989-2002 dönemini içeren on dört yılda ödenen faiz 65,5 milyar dolar iken, 2003-2016 dönemini içeren on dört yıllık AKP döneminde ödenen faiz 132,3 milyar dolardır. Tüketici kredisi borçları on beş yılda 186 kat artmıştır. Bankalar Birliği Risk Merkezi verilerine göre ekim ayı itibarıyla, bireysel tüketici kredisi ve kredi kartı borçları 519 milyar liraya, kullanan kişi sayısı da 29 milyon 479 bine ulaşmıştır. Milletimiz dipten tepeye faize bulaştırılmıştır.

Değerli milletvekilleri, 2018 yılı bütçesinde, başta çiftçi, esnaf, işçi, memur, emekli olmak üzere dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızın refahına yansıyacak önemli bir gelişme öngörülmemekte, 2018 yılının da çok zor geçeceği görülmektedir. Çiftçimiz yine kaderi ile baş başa bırakılmaktadır. Hükûmet, ithalat politikasıyla da çiftçiyi ve üreticiyi cezalandırmaktadır. Çiftçimiz gırtlağına kadar borçludur, borç ekip faiz biçmektedir, ürünlerinden elde ettiği gelir faizle kabaran borçlarını karşılamamaktadır. Çiftçimiz dünyanın en pahalı elektrik, mazot, gübre ve ilacını kullanmaktadır. Sayın Başbakana soruyorum: Çiftçiye "Deponun yarısı sizden, yarısı bizden. Hayırlı uğurlu olsun." demiştiniz. Ne oldu? Bir yılı geçti, ortada hayır da yok, uğur da yok. Sayın Başbakanın çiftçimize "deponun yarısı bizden" dediği 14 Kasım 2016'dan beri mazota yüzde 25 zam yapılmıştır. Bugüne kadar çiftçi bir şey alamadığı gibi, deposu dörtte bir daha eksilmiştir.

2018 yılı bütçesi emeklilere ve çalışanlara da umut vermemektedir. Emekliler ve çalışanlar 2018 yılında da resmî enflasyon kadar zamma talim edecektir. Yaptığı zamlarla vergi gelirlerini yüzde 15 artırmayı hedefleyen Hükûmet, çiftçiye, memura, işçiye, emekliye gelince cimrileşmektedir. Soruyorum: Emeklilere ve kamu çalışanlarına aynı oranda maaş zammı niye vermiyorsunuz? Lafa gelince "Ekonomiyi büyüttük, zenginleştik." deniyor. Öyleyse emekliler ve çalışanlar refah payını niye alamıyor?

Hükûmet, taşeron, geçici işçi ve 4/C'li çalışanlara yönelik yılbaşına kadar bir düzenleme yapılacağını açıklamıştır. Bu yönde bir düzenlemeye gidilmesinde Milliyetçi Hareket Partisinin etkisi büyüktür. Zira, bu konuda kadro vadeden, gerekli teklif ve önergeleri veren ve sürekli gündeme taşıyan Milliyetçi Hareket Partisidir. Bunu da en iyi bilen taşeron işçisi, 4/C'li ve geçici işçi kardeşlerimizdir.

Düzenleme yapılırken KİT'ler de dâhil tüm kamuda taşeron, sözleşmeli, 4/C'li, geçici, fahri, ücretli ve vekil statüsünde çalışanların tamamı kapsama alınmalı ve tüm hakları verilmelidir. Personel çalıştırmaya dayalı ihalelerle kamuya hizmet veren binlerce firmanın geleceği ve imzaladıkları sözleşmelerin durumu da mutlaka dikkate alınmalıdır. Konu tüm boyutlarıyla ve tüm taraflarıyla değerlendirilmeli, yeni mağduriyetler yaşatılmamalı ve düzenleme mutlaka Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmelidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin en güçlü yanı olan kamu maliyesi de alarm vermektedir. Bütçe açıkları iki yıldır yüksek oranda artış göstermektedir. Bütçe açığındaki hızlı artışın, bazı vergilerin ve borçlanmanın arttırılmasıyla telafi edilmeye çalışılması kalıcı bir çözüm değildir.

Sayın Başbakan bütçe konuşmasında, 2018 yılı bütçesini mali disiplini sürdürmek, enflasyonu düşürmek, büyümeyi hızlandırmak, istihdamı artırmak ve gelir dağılımını iyileştirmek hedefleri çerçevesinde hazırladıklarını ifade etmiştir. Bu hedefler elbette önemlidir. Ancak, 2018 yılı merkezî yönetim bütçesinin bu hedeflere ulaşmada ve milletimizin biriken sorunlarını gidermede yetersiz olduğunu düşünüyoruz. 2018 bütçesi ekonominin yapısal sorunlarına çözüm getirecek bir yaklaşım da içermemektedir.

Sonuç itibarıyla 2018 yılı bütçesine Milliyetçi Hareket Partisi olarak ret oyu vereceğimizi ifade ediyorum. Konuşmama son verirken 2018 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, sizleri ve ekranları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımızı saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.