| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 43 |
| Tarih: | 20.12.2017 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; merkezi yönetim bütçe kanunu tasarısının 8'inci maddesi hakkında Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, aslında dünyayı kuzeyden güneye ya da doğudan batıya böldüğümüzde hep karşımıza bir durum çıkıyor. Doğudan batıya böldüğümüzde işte, zengin Batı, mutlu Batı, gelişmiş Batı, işte, demokratik ilkeleri geliştirmiş Batı; geri Doğu ya da güney, kuzeye böldüğümüzde yine yoksul Güney, gelişmemiş Güney ama buna karşı zenginleşmiş, gelişmiş, kültürel alanda, sanat alanında, bilim alanında gelişmiş bir Kuzey'le karşı karşıya kalıyoruz. Tabii, hiç şüphesiz bu gelişmişlik düzeyiyle bu ülkelerdeki demokrasi, özgürlük, eşitlik ilişkisi söz konusu yani gelişmenin demokrasiyle, özgürlüklerle doğrudan bir bağlantısı olduğunu görüyoruz. Şimdi, dünyada geri kalmış ülkelerin neredeyse tamamının ortak bir yönü var, ortak oldukları bir özellik var; o da nedir? Kişisel iktidarlarını sürdürmek için demokrasiden, özgürlükten, hukuktan uzaklaşan, bütün suçu dış güçlere yükleyen, kendilerini ülkeleri için vazgeçilmez kılan birtakım liderliklerin olduğunu görüyoruz. Yani bu ülkelerin hemen hemen tümünde demokrasi yoktur; totaliter yönetimler var, tek adam rejimleri var. Yani "Ben olmazsam ülke olmaz. Ben olmazsam ülke yıkılır, ülke gider, ülkeyi ancak benimle devam ettirebilirsiniz." iddiasında olan liderler tam tersine ülkelerini çöküşe, ülkelerini dağılmaya, yok oluşa sürükleyen liderler.
Şimdi, bunun spesifik örneğini, belki, işte, Güney Kore, Kuzey Kore'yle açıklayabiliriz veya geçmişte Doğu Almanya, Batı Almanya örnekleri vardı. Şimdi, aynı ulus, aynı kültür, aynı inanç, aynı tarihe sahip, aynı coğrafyada yaşayan iki farklı devlete bakıyoruz, her şeyiyle ortak, dilleri, kültürleri, inançları, tarihleri ama gelişmişlik düzeylerine bakıyoruz, örneğin, Kuzey Kore ile Güney Kore'yi kıyasladığımızda, mesela Kuzey Kore'nin gelir seviyesi nedir? Kişi başına düşen yıllık gelir 1.300 dolar. Ama buna karşı aynı kültüre, aynı inanca, aynı tarihe sahip olan ve aynı coğrafyada olan Güney Kore'nin gelişmişlik düzeyine bakıyoruz, kişi başına yıllık gelir 28 bin dolar gibi. Geçmişte bunu Doğu Almanya ile Batı Almanya için de görmüştük. Peki, bu fark nereden doğuyor?
Bakın değerli arkadaşlar, aslında bunlar bize bir şeyi de hatırlatıyor yani ülkemizdeki durumu da bir bakıma ortaya koyuyor. Bugün ülkemizde işçi, esnaf, çiftçi, çalışanlar kan ağlıyor. 40 milyona yakın bir nüfus yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Mesela, IPSOS'un kasım ayı anketine göre toplumun yüzde 61'i gidişattan memnun değil, mutlu değil, huzurlu değil; geleceğe güvenle bakmıyor. Yani toplumun büyük çoğunluğu gidişatın kötüye gittiğini düşünüyor ve böyle bakıyor geleceğine. Kendisini şimdi mutlu hissetmeyen ve geleceğe de umutla bakmayan bir toplum ve gençlerin neredeyse dörtte 1'inin de işsiz olduğu bir sistem içinde, bir ekonomik düzen içerisinde döviz de sürekli bir biçimde yükselme baskısını gösteriyor. Peki, bu mutsuzluk, bu kötüye gidiş niye? Bu niye böyle oluyor? Şimdi, ekonomide işlerin iyiye gidebilmesi, halkın refah düzeyinin gelişmesi, yatırımların olabilmesi için öncelikle iki temel şeye ihtiyaç var: Yurt içinde ve yurt dışında yani içte ve dışta yatırımcıya ihtiyaç var. Şimdi, yatırımcının da yatırım yapabilmesi için ne yapması gerekiyor? Ülkede bir güvenin oluşması lazım, demokrasinin olması lazım, daha da önemlisi yargı bağımsızlığının olması lazım. Yani yatırım yapmak isteyen yatırımcı bunu yaparken de işte, fabrikalar açılır, istihdam alanları oluşur ve ülkenin genel refah düzeyi yükselecektir. Peki, bunun için böyle bir ortam var mıdır? Bu ortam maalesef Türkiye'de yok.
Yani, yabancı yatırımcı, parasını götüreceği ülkenin o bağımsız ve özgürlükçü, demokratik sistemi içinde öncelikle şunu düşünür: "Ya, bu ülkede hukuk var mı? Başıma yarın herhangi bir olay geldiği zaman başvuracağım bir kurum var mıdır ya da bunun ötesinde, benim malıma, mülküme, servetime el konulabilir mi?" Şimdi, bir yatırımcı elbette kararını vermeden önce bunu düşünecek ama daha da önemlisi şu: Her kararın bir kişinin iki dudağı arasında olduğuna inanan bir yatırımcı da asla böyle bir ülkeye yatırım yapmaz. Peki, niye yapmaz? Sonuçta, geleceğe yatırımcı da güvenle bakmamış oluyor.
Peki, bütün bunun bedelini kim ödüyor, yani yatırımsızlığın, işsizliğin güçsüzlüğün ya da sermayenin gelmemesinin, özcesi yoksulluğun bedelini kim ödüyor? Halk ödüyor. Peki, niye ödüyoruz biz bu durumda? Şimdi, ortada iki şey var: Biri, halkın çıkarlarıyla siyasal iktidarın çıkarları zıt, çakışıyor. Niye çakışıyor? Anlattığım bütün yatırımların yani demokrasinin, özgürlüğün, yargı bağımsızlığının olduğu bir ortamda ülke gelişeceği için, işsizlik azalacağı için bu, halkın çıkarlarına denk gelen bir durum, halk bunu talep ediyor. Peki, siyasal iktidar bunu istiyor mu? Siyasal iktidar istemiyor. Niye? Çünkü böyle bir ortamda siyasal iktidar iktidarı kaybetme riskiyle karşı karşıya, çıkarlar çatışıyor. Peki, siyasal iktidar için gerekli olan ne? Siyasal iktidar için gerekli olan şey şu: Kendi iktidarını sürdürmek. Bunu sürdürme işini de işte... Örneğin olağanüstü hâl gibi bir durum gerekiyor. Olağanüstü hâl niye gerekiyor iktidara? Çünkü daha kolay yönetecek; kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi yönetmek, halkı susturmak çok daha kolay olacak.
Bakın, değerli arkadaşlar, aklı başında bütün ekonomistler, bütün iktisatçılar hatta TÜSİAD bile açık bir şey söylüyor, eminim Meclisin büyük çoğunluğu da buna katılacaktır. Ne diyor? "OHAL kaldırılırsa döviz düşer, başka bir şey daha düşer, faiz de düşer." diyor. Bunu bağıra bağıra bütün iktisatçılar, ekonomistler ve TÜSİAD gibi bir kurum söylüyor. Ben TÜSİAD kadar bilgi sahibi değilim ama bu işin erbabı olan Türkiye'nin en zenginleri bunu açıkça söylüyor. Doğru mu? Doğru. Peki, niye AKP ve Erdoğan kaldırmıyor OHAL'i, sebep ne? Çünkü kanun hükmünde kararnamelere ihtiyaç var. Hâlbuki kanun hükmünde kararnameler ve OHAL üç ay için getirilmişti. Niye üç ay için getirilmişti? Darbecilerden kalan kalıntıları üç ay içinde temizleyeceklerdi, bunu açıkça ilan etmişlerdi. Üç ay geçti, bir üç ay daha geçti, bir üç ay daha geçti, velhasıl bir buçuk yıl geçti, OHAL hâlâ devam ediyor, hâlâ kanun hükmünde kararnamelerle yönetiliyoruz.
Şimdi, bunu devam ettirmek için de Hükûmetin bir şeye ihtiyacı var yani OHAL'i devam ettirmek için de bir şeye ihtiyacı var. O nedir? Sürekli operasyonlar yapacak, sürekli dış düşmanlar, iç düşmanlar üretilecek, sürekli bir biçimde "Vatan millet Sakarya." denilecek. "İçeride bölücüler var, Kürtler var, her an ülke bölünebilir." Şimdi, bu algı üzerinden halkı ikna etmesi lazım. Doğrusu belli ölçüde de halkı kandırabiliyor. Bu konuda maalesef bu algı operasyonlarını da yaratıyor. Bunu yarattıkça OHAL de devam edecek, kanun hükmünde kararnamelerle de ülkeyi yönetmeye ve iktidarda kalmaya devam edecek.
Özcesi, değerli milletvekilleri, 80 milyon halkımız bedel ödüyor; yoksulluk, işsizlik ve kötüye gidişat var. Bu, halkın çıkarlarına bir durum değil ama mevcut AKP iktidarının çıkarınadır. Bu sistemin, bu olağanüstü hâlin, bu hukuk üzerindeki vesayetin devamı da iktidarı besleyen en önemli olgulardan, dolayısıyla devam ediyor. Bu, uzun süre böyle gitmeyecektir, geçmişe baktığımız zaman bu şekilde ülkeyi yönetenlerin önünde sonunda halkın nezdinde deşifre olduklarını, halk nezdinde itibarlarını kaybettiklerini de biliyoruz.
MUSTAFA ILICALI (Erzurum) - Sadece bir ayda gelen yatırım 3,4 milyar dolar; ekim ayında, bir ayda.
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Devamla) - Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Adıyaman.