GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 8'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:42
Tarih:19.12.2017

HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sevgili arkadaşlar, Türkiye Bilimler Akademisi, TÜBİTAK ve üniversitelerle ilgili bir konuşma yapacağım ben, bütçenin bu kısımları üzerine söz aldım.

Üniversitelerde ve bilim dünyasında Türkiye'de son yirmi yıldır, özellikle son on beş yılda hızlanacak şekilde büyük bir yıkım yaşanıyor. Her gün yeni veriler ortaya çıkıyor bu yıkıma ilişkin. AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılından sonra önemli bütün kurumlarda ve özellikle üniversitelerde, bilim akademilerinde, kurumlarında hızla bir kadrolaşma yaşandı, cemaatin, Gülen cemaatinin buralara yerleşmesi sağlandı. Böylece liyakat, bilimsel esaslar gibi önemli ilkeler bir kenara bırakıldı. Bütün bunlar dönemin iktidarları, hükûmetleri marifetiyle ancak gerçekleşebilirdi. Siyasi kararları hükûmetler veriyordu, icraatı alt kademede cemaat gerçekleştiriyordu ta ki 2013 yılına kadar. 2013 yılında ortaya çıkan çatışma, cemaat ile AKP arasında ortaya çıkan çatışma o güne kadar yapılanların görünmesi için bir fırsat oldu ancak maalesef, Hükûmet bu fırsatı iyi kullanmadı. Sonra, 2016'daki darbe girişimine geldik, darbe girişiminden sonra da tersine bir yöntemle bu yıkımı daha da derinleştirecek uygulamalar yaptı AKP Hükûmeti, mevcut iktidar. Mesela, ihraçlar, üniversitelerden yoğun ihraçlar yaşandı. Bunlar olağanüstü hâl fırsat bilinerek gerçekleştirildi. Bugüne kadar üniversitelerden ihraç edilen personelin, daha doğrusu, akademisyenlerin tam sayısını da bilemiyoruz ama 5.700 civarında akademisyenin ihraç edildiğini söyleyebiliriz, böyle tahminî bir rakam var elimizde. Fakat ihraçlar -üniversiteden kayıp var- bunlardan ibaret değil, 15 vakıf üniversitesi cemaate bağlı olduğu gerekçesiyle kapatıldı, buradaki öğretim üyelerinin durumunun ne olacağı da belirsiz, onlar da üniversiteden tasfiye edilenler arasında yer alıyor. Ayrıca Öğretim Üyesi Yetiştirme projesi kapsamında da pek çok akademisyen adayı kadro güvencesinden yoksun bırakıldı. Bu sayının 23.427 olduğu tespit edilmiştir, yani Öğretim Üyesi Yetiştirme projesi kapsamında kadro güvencesinden yoksun bırakılan yani istendiği anda boşta bırakılacak, tasfiye edilecek akademisyen adayı sayısı 23.500 civarındadır. Şimdi bu açıdan baktığınızda, Türkiye'de, gerçekten, üniversitelerin bütün yatırımlarının, üniversitelere yapılan akademisyen yatırımının bir çırpıda yok edildiğini görebiliyorsunuz. Evet, bunlar yıllar içinde yapılan yatırımlardır.

Darbe girişiminden sonra tasfiyeler yapmak iktidarın hakkıdır. Bunu daha önce de söyledik ancak bunu belli ölçütlere ve belli usullere ve denetime tabi olarak yapması gerekiyordu. Meclis burada yetkili olmalıydı. Bu tasfiyeler doğrudan darbeyle bağlantı esasına göre gerçekleşmeliydi. Yoksa kanlı bir darbe girişimi olduktan sonra hiçbir şey yokmuş gibi devam etmeyi kimse beklemiyor. Bunun da çeşitli sıkıntıları olduğu biliniyor ama Hükûmet, iktidar, bu yolu tercih etmedi. Olağanüstü hâl ilan etti. Böylece bütün yetkiyi Hükûmete verdi. Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulunun birlikte çıkardıkları kanun hükmünde kararnamelerle hangi ölçüte dayalı olduğu bilinmeyen tasfiyeler gerçekleştirildi. Bu arada darbeyle, darbe girişimiyle hiçbir ilişkileri olmadığı bilinen, hatta daha önce bu darbe girişimini gerçekleştirdiği söylenen cemaatin hedefi durumunda bulunan, cemaatin bizzat mağdur ettiği, etmek istediği akademisyenler de tasfiye edildi. Buradaki amaç, böylece darbeyle etkili bir mücadele değil. Bu ortaya çıktı. Buradaki amaç, bütün kurumları Hükûmetin ya da mevcut iktidarın kontrolü altına almaktı tıpkı 1933'teki "Darülfünun Reformu" adı altında gerçekleşen tasfiyeler gibi, tıpkı 27 Mayıstan sonra gerçekleşen "147'ler" tasfiyesi gibi, 12 Eylülden sonra gerçekleştirilen tasfiyeler gibi.

Özellikle böyle bir amaç ortaya konunca keyfîliğin sınırı artık kalmıyor, sınırsız keyfîlik devreye giriyor. Sadece üniversitelerde değil ama üniversitelerdeki bu tahribatın Türkiye'nin geleceğini de çok büyük bir ipotek altına aldığını, Türkiye'de bilimsel, akademik gelişmeleri tamamıyla baltaladığını da ekleyelim değerli arkadaşlarım. Bu kadar yetişmiş beyin gücü, bu kadar yetişmiş akademisyen ne kadar sürede yeniden yetiştirilebilir, bunların hiçbirinin hesabı yapılmadı.

"Darbeyle, darbe girişimiyle mücadele" adı altında hızla, keyfî ve çok büyük kapsamlı tasfiyeler yapıldı ne 1933'le kıyaslanabilir ne 1960'la ne de 1980'le yani hiçbir darbe dönemiyle kıyaslanamaz. Üstelik bunlar yapılırken siyasi iktidarın sorumluluğu da bir kenara bırakıldı. Bütün bu kadrolaşmaların sebebi, siyasi iktidarın bunlara imkân tanımasıydı, o kararlara imza atanlardı.

Şimdi, TÜBİTAK ve TÜBA'ya çok fazla zaman kalmadı ama TÜBA üzerine biraz durmak istiyorum. Türkiye Bilimler Akademisi 1993'te kuruldu -burada kendisini rahmetle yâd etmek gerekiyor- Sayın Erdal İnönü'nün büyük çabasıyla ve kendisinin çok titizlikle takip ettiği kuruluş çalışmaları neticesinde evrensel ölçütlere uygun bir akademi ortaya çıktı. Bizde 1993'te kurulabilen Bilimler Akademisinin Batı'daki tarihi birkaç yüz yıldır arkadaşlar. Batı'da birkaç yüz yıla dayanan geçmişe sahip olan bu kuruluşlar, bilim akademileri tamamen özerk çalışırlar ve üyeleri de tamamen bilimsel ölçütlere göre belirlenir kendileri tarafından, bizatihi akademinin kendisi tarafından. Şimdi, ben size 1993'teki o kuruluş kararnamesinde yer alan üye seçimi ölçütlerini söylesem gerçekten, ayrıntıya girmeden, şaşarsınız. Türkiye'de artık bunları hayal bile edemiyoruz yani kendi içinden seçiliyor, öneriliyor, ölçütü var, uluslararası alanda yayım yapmış olmak gerekiyor. Bütün bunlardan sonra, en az 6 tane, uluslararası indekslere yayını girmiş yabancı, yerli akademisyene gönderiliyordu hakem olarak, bunlar bilim akademisi üyesi olma niteliğine sahip midir, yeterliliğine sahip midir diye. Bütün bu aşamalardan sonra 12 kişilik bilim kurulunun 9 üyesinin onayı gerekiyordu. Bu da yetmiyor, genel kurulun da en az yüzde 50'sinin onaylaması gerekiyordu. Bu kadar sağlam bir sistem kurulmuştu ve çalışabildiği on sekiz yıl boyunca gerçekten çok değerli işler de üretti. Ne zamana kadar? 2011 yılına kadar. 2011 yılında bir kanun hükmünde kararname çıkarıldı ve bu kadar iyi işleyen bir sistem evrensel, çağdaş ilkelere uygun işleyen, iyi işler yapan bu kurum birdenbire yıkıldı, bozuldu ve Hükûmetin kontrolüne, iktidarın kontrolüne sokulmak istendi. 300 üyeye çıkarıldı; 300 üyenin 100 üyesi TÜBİTAK Bilim Kurulu tarafından seçiliyor -ki orada zaten Hükûmetin kontrolü var, ayrıca onu anlatmaya gerek yok, zaman da yetmez- 100 üyesi YÖK tarafından belirleniyor ve bütün bunlar da iktidara tabi kuruluşlar.

Neden yapıldı? Bir muhasebe, bir öz eleştiri, biraz hicap gerekmez mi? TÜBA'da yapılan bu değişiklikler daha sonra cemaatin bir operasyonu olarak nitelendirildi, doğruydu. O zaman TÜBA üyesi birçok akademisyen, Türkiye'nin uluslararası alanda en itibarlı akademisyenleri TÜBA'dan istifa ettiler ve uyardılar, Hükûmeti uyardılar. "Bakın, buradaki operasyon kötü bir operasyondur, kirli bir operasyondur; ayrıca bilimsel bütün özelliklerini de TÜBA'nın ortadan kaldıracaktır." dediler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın lütfen.

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Ama hayır, dönemin AKP Hükûmeti bunlara kulakları tıkadı. Sonradan, 15 Temmuz 2016'dan sonra bir bakıyorsunuz üyeler buharlaşmış. Ya, böyle bir tabir var "buharlaşma." Nereye gidiyor üyeler, bilmiyoruz. İhraç ediliyor, sessiz çekiliyor, bir FETÖ operasyonu yapılıyor bu arada ama alınanların yerine getirilenlerle ilgili yetersizlik iddiaları, bırakın iddiayı, hakikati apaçık ortada duruyor. TÜBİTAK'a yapılan, işte, ne bileyim, park bahçeler müdürünün atanması gibi işlemler TÜBA için de geçerli. Türkiye'nin geleceğini bu kadar tahrip etme hakkı hiçbir hükûmette olamaz. Bütün bunları, darbe girişiminin yarattığı tahribatlar dâhil, gidermenin tek yolu kamuya açık, şeffaf, demokratik bir denetim mekanizması oluşturmaktır.

Saygılarımla efendim. (HDP sıralarından alkışlar)