| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 7'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 41 |
| Tarih: | 18.12.2017 |
MHP GRUBU ADINA ARZU ERDEM (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, öncelikle, bizleri ekranları başında izleyen aziz Türk milletini saygılarımla selamlıyorum.
2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı'nın Avrupa Birliği Bakanlığı, Türk Akreditasyon Kurumu bütçeleri üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubum adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
Evet, konumuz Avrupa Birliği. "Avrupa Birliği" dediğimiz zaman uzun yıllara dayanan, benim yaşımdan ve burada bulunan milletvekili arkadaşlarımın önemli bir bölümünün yaşından belki daha uzun olan bir süreden bahsediyoruz, uzun bir serüven. Tarihçesine biraz girdikten sonra, son geldiğimiz noktaya da değinmek istiyorum.
Avrupa Birliğinin başlangıç noktasına bakıldığı vakit, İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllar olduğu kabul edilebilmektedir. Bu yıllar, acıların bir daha yaşanmaması için Avrupa'da bir birlik yaratılması gerektiği fikrinin özellikle kıta uluslarında ve yöneticilerinde uyandığı bir dönemdir. İkinci Dünya Savaşı'ndan yıkık ve tükenmiş olarak çıkan Avrupa ülkeleri özellikle yeni bir politik ve ekonomik model arayışına girmişlerdir. Bu arayış özellikle onların güçsüz düştüğü döneme denk geldiği için, güç birliği sağlamak için bir birlik oluşturma arayışından ibaretti. "Marshall yardımı" adı altında Avrupa'ya akan Amerika Birleşik Devletleri sermayesinin kendilerini giderek ABD'ye bağımlı kılacağı düşüncesiyle, birazcık da o tedirginlikle, ufak ve güçsüz Batı Avrupa ülkeleri Avrupa menşeli yeni bir sermaye piyasası oluşturmak istemişlerdir. Bu şekilde Avrupa pazarı oluşmuştur. Bu öneriyi kabul eden ülkeler, ileride, özellikle savaş sanayisini birbirlerine karşı -savaşmamak üzere- kullanmamak üzere anlaşma yapmışlardır. Nitekim, Fransa'nın bu çağrısına Almanya, Belçika, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda cevap vermişlerdir. Bu 6 ülke arasında 18 Nisan 1951'de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu kuran anlaşma Paris'te imzalanmıştır. Bu aslında, aynı zamanda, ilk Avrupa Birliğinin doğuş günüdür. Ardından -1 Ocak 1958'de, Avrupa Tek Senedi- 1991'de Hollanda'nın Maastricht şehrinde Avrupa toplulukları kurucu anlaşmalarında, özellikle, değişiklik yapılması anlaşmaları ve 1993'te bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi yatıyor.
21-22 Haziran 1993'te Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da AB Zirvesi, 16-17 Haziran 1997'de Amsterdam Antlaşması, 7-9 Aralık 2000'de Nice Antlaşması, 18-19 Ekim 2007 tarihlerinde Lizbon Antlaşması, özellikle Avrupa Birliğinin kendi aralarında, Avrupa Birliği ülkeleri, üye ülkeler arasındaki birleşme taşlarını oluşturmuştur.
Türkiye Avrupa Birliği üyeliği sürecine 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu Ortaklık Anlaşması'nı imzalamasıyla adım atmıştır. 1987 yılında ise tam üyelik müracaatı gerçekleşmiştir. Tam üyelik müracaatından sonra, 1999 yılında, Avrupa Birliği üye ülkeleri tarafından ülkemiz, Türkiye, özellikle aday ülke olarak gösterilmiştir ve kabul edilmiştir. Yani bahsettiğimiz serüven, elli dört yıllık bir serüven.
Peki, bu serüvende neler yaşadık? Özellikle, Türk milletinin beklentileri neydi? Bizim mali olarak beklentilerimiz nelerdi? Avrupa Birliğinden elde etmek istediklerimizi elde edebildik mi, edemedik mi? Bunlarla ilgili de bir genel değerlendirme yapmak istiyorum. Şöyle ki: Avrupa Birliği üye ülkeleri ülkemizi bu süre içerisinde, üyelik müzakereleri içerisinde sürekli yargılamıştır ve birtakım kriterler ile bu kriterlerin yerine getirilmesi noktasında, bilhassa -her gittiğimiz toplantıda bunları da gördük- parmağını göstermek suretiyle ülkemizi hizaya çekme noktasında bir gayret içerisinde olmuştur. Elbette ki bir birlik anlaşmasının, bir birliğe girmenin mutlaka karşılığı vardır, yapılması gereken, atılması gereken adımlar vardır ki bu konuda Bakanlığımız önemli adımlar atmıştır. Bunun için kırılma noktası olarak 4 Mayıs 2016 tarihinde Avrupa Birliği tarafından ülkemize sağlanmış olan vize serbestisi ve geri kabul anlaşması tavsiye kararıydı. Hepimiz o günü çok iyi hatırlayacağız. O gün özellikle şu söylendi: 72 kriterden 67 kriteri yerine getirmiş olan ülkemizle ilgili, 5 kritere ilişkin sene sonuna kadar yani 2016'nın sonuna kadar bir müeyyide verildi ve denildi ki: "O tarihe kadar yerine getirdiğiniz vakit geri kabul anlaşmasını yapacağız." O zaman ciddi bir Suriyeli sığınmacı krizi olduğu için kendilerini bunlardan korumak adına özellikle bu adımları attıklarını da görebiliyoruz. O tarihte, Avrupa Birliği Komisyonu, Schengen ülkelerine yapılacak olan seyahatlerde Türk vatandaşları için vizelerin kaldırılması yönünde tavsiye kararlarını aldı, bu kararla vizesiz Avrupa seyahatleri için ilk adım atılmış oldu. 72 kriterden 67'sini yerine getiren Türkiye'nin 5 kriteri daha tamamlaması gerekiyordu. Avrupa Birliği Komisyonu, geri kalan şartların yerine getirilmesi durumunda Türk vatandaşları için vizelerin en geç haziran ayı sonuna kadar kaldırılmasını isteyen bir tavsiye kararı aldı. Avrupa Birliği Komisyonunun üçüncü raporu, Türkiye'nin vize serbestisi için 72 kriterden 67'sini yerine getirdiğini belirterek tavsiye kararlarına yer verdi. Vize muafiyeti için Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve Avrupa Birliği Parlamentosunun da onayı gerekmekteydi. Kararı, Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmermans açıkladı. Açıklamada biyometrik pasaportu olmadan Türklerin Avrupa'ya giremeyeceğini de vurguladı.
Bu, yıl sonuna kadar verilmiş olan sürede kalan 5 kriter hangisiydi, bunu da tekrar hatırlatmakta fayda var.
1)
Biyometrik pasaportların her vatandaşımız için çıkarılması.
2)
1 Haziranda geri kabul anlaşmasının hayata geçmesi.
Burası kritik bir nokta çünkü geri kabul anlaşması, aslında Avrupa Birliği ülkelerinin kendilerini sığınmacı krizinden korumasını sağlayan anlaşmaydı ve ülkemizi de bir nevi tampon bölge olarak kullanmalarının gayretini gösteriyordu.
3)
Basın özgürlüğünün güçlendirilmesi.
4)
Rüşvetle mücadele.
5)
Bilgi güvenliği.
Özellikle bu 5 kriterle ilgili üzerlerinde durdukları, terör konusunda, terörle mücadele konusunda bizim etkin olarak mücadele etmemiz noktasındaki kararlılığımızla ilgili, bunların yumuşatılmasını, basın özgürlüğü noktasında da onların istediği kriterlere gelinmesini istemişlerdir.
28 üyeden 16'sının onayı alınacaktı ancak kabul oyu veren ülkelerin toplam nüfusunun Avrupa Birliği nüfusunun yüzde 65'ini oluşturması gerekiyordu yani aslında neredeyse imkânsız görünen bir karardı bu.
Tabii, ardından, yaşadığımız 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesi ve hain darbe girişimi gecesinden sonra Avrupa Birliğinin, Avrupa Birliği üye ülkelerinin, bizim dostumuz görünen, gerçekten kendi ülkemizin milyonlarca vatandaşının yaşadığı, Türklerin yaşadığı, başta Almanya olmak üzere, ülkelerin bir ay süren sessizliği ve bizleri ziyaret etmeyip bu konuyla alakalı, özellikle hain darbe girişimiyle alakalı, bizim acılarımızı paylaştıkları ve destek verdikleri yönünde bir aylık sessizlikten sonra bizimle temasa geçmeleri de aslında ne kadar bizden uzak durmaya çalıştıklarının göstergesiydi ve ne kadar, kendi ülkelerini koruma adına, hesap içerisinde olduklarını da göstermiştir bize.
Nasıl olsa geri kabul anlaşması imzalanmıştı. Geri kabul anlaşması onlar için çok önemliydi. Özellikle sığınmacılarla ilgili verilmesi gereken yardımları, verdikleri taahhütleri yerine getirmedikleri gibi, süreci aslında yarıda kesmiş oldular ve bizi bu anlamda, bu elli dört yıllık serüvenin önemli bir bölümünde tekrar yanıltmış oldular. Ne oldu? Darbe girişiminden sonra, ülkemizle ilgili, antidemokratik tutumlar sergilediğimizi söylediler, özellikle olağanüstü hâlle ilgili sürecin sonlandırılması gerektiğini söylediler. Geldikleri zaman, özellikle komisyonlarda yaptığımız toplantılarda heyetler bize "Vermiş olduğunuz, çıkarmış olduğunuz kanun hükmünde kararnamelere vâkıf mısınız?" dediler. Bunları söyledikleri zaman, bizler sayın grup başkan vekilimizle yaptığımız toplantılarda özellikle şunu vurgulamışızdır: Kendi ülkelerinde en ufak terör saldırısında üçüncü dereceden güvenlik tedbirleri alıp olağanüstü hâl ilan eden ülkeler ülkemizi anlamaz durumdaydı, bunu da onlara anlattık.
Bunun yanında, tabii, Avrupa Birliğiyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak tavrımız ve tutumumuz nettir. Avrupa Birliğiyle ilgili, olmazsa olmazımız mı? Değil. Olursa... Mücadeleler verildi, bugüne kadar çalışmalar yapıldı, çalışmaların devamı sürdürülebilir ama dayatmalarla, ülkemizi rencide edecek şekilde yapılmayacak şeyler önümüze getirildiği zaman da Avrupa Birliği üyesi olma şartımızın da olmadığını, içe dönük bir yapının ya da farklı yerlere yönelik bir yapının, ekonomik kalkınmayla ilgili, sürdürülebilir olduğunu da belirtmemizde fayda var.
Değerli milletvekilleri, bütçe dediğimiz zaman özellikle milletimizin hizmet beklediği hususlar geliyor aklıma ve milletimiz için yapılan, Türk milleti için yapılan hizmetlerin her birine harcanacak olan her kuruşun onların analarının ak sütü kadar helal olduğunu da buradan belirtmek isterim.
Burada, kadınlarımızın sorunları var, bunlarla ilgili çok kısa bir geçiş yapmak istiyorum: Burada her birimiz milletvekili seçilirken, bu koltuklara otururken milletimizin vebaliyle, özellikle onların dertleriyle, onların sıkıntılarıyla dertlenmek üzere oturduğumuzu hepimiz bir yemin olarak içtik ve Türk milletine hizmet etmeyi şiar edindik. Bu anlamda, özellikle nüfusumuzun yaklaşık yüzde 50'sinin kadın olduğu bir ülkede, kadınların güçlendirilmesi yönünde yapılması gerekenlere önem vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Orantısız katılım ülkelerin gücünü azaltır yani kadınlara orantısız güç verilirse özellikle ülkenin önündeki gücü engelleyeceğini de bilmemiz gerekir. Bu sebeple başımızın tacı kadınlarımızla ilgili talepler hepinize gelmekte, bu taleplerin tarafımızca değerlendirilmesi, özellikle yeni yasama döneminde onların taleplerinin karşılık bulması gerekmektedir. Devlet bütçesini elbette ki koruyacağız, gözeteceğiz, dengeleri mutlaka koruyacağız ama hesaplamaları yaparken Türk milletinin ferasetine de güvenmemiz gerektiğini biliyoruz. Türk kadınları özellikle şunu söylüyor: "Erkeklere askerlik borçlanması var, neden bize doğum borçlanması yok? Şunu istemiyoruz: 4 çocuğumuz var, 4'üne de SGK girişi öncesinde doğum borçlanması hakkı verin istemiyoruz. Ama en azından 2 çocuğa doğum borçlanması hakkı verin." Bu yapılabilir bir şey değerli milletvekilleri. Hep birlikte bunu değerlendirmemizde fayda var diye düşünüyorum.
Kızlarımızla ilgili polis özel harekât alımında bir adaletsizlik vardı. Özellikle Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı olması hasebiyle kız alımı olmadığı için Sayın İçişleri Bakanının vermiş olduğu sözü buradan tekrar hatırlatmak istiyorum. Gelecek olan alımda kız alımı yapılacağı yönünde açıklama yapıldı ancak resmî açıklama ve müracaatlar ocak ayında geleceği için buradan, kürsüden, tekrar, o kahraman kızlarımızın her biri vatan aşkıyla hakikaten yüreklerinde şunu söylüyorlar, diyorlar ki: "Vatan aşkının cinsiyeti var mı?" Elbette ki yok. Onun için kadınlarımızın, kızlarımızın da polis özel harekât alımı noktasında değerlendirilmesi şart.
Özellikle iki kelimenin yan yana gelmesini hiç istemiyoruz: Kadın ve şiddet. Ve bunun önlenmesi için her bir parti grubunun mutlaka çok büyük mücadele içerisinde olduğuna inanıyorum. Bizler burada getirdiğimiz araştırma önergeleriyle ilgili siyasetüstü meselelerde özellikle iktidar partisinden siyasi bir refleks değil de hakikaten millete dönük, milletin sorununun çözümüne dönük bir refleks beklemekteyiz. Muhalefet partisi araştırma önergesini veya kanun teklifini getirdi diye buna ret oyu vermenin hakikaten vicdanlara sığmaması gerektiğini düşünüyorum. Kızlarımızın güçlü bir şekilde toplumda temsil görmesi, bu anlamda desteklenmesi yönünde özellikle önümüzde sorun olarak duran ve hâlâ çözümlenmemiş olan 3'üncü lig kız futbol takımlarıyla ilgili 2 bin liralık deplasman ücretleri kesintiye uğradı. Bu çocukların maçları başladı. Maçlara kendi imkânlarıyla gidip aç dönen kızlarımız var. Bunlarla ilgili müracaatlar bana geliyor, mutlaka sizlere de geliyordur. Bunu çözmek çok zor değil. Çok büyük paraların konuşulduğu, çok büyük bütçelerin olduğu Spor Bakanlığı bütçesinin mutlaka bu kızlarımıza yönelik değerlendirilmesi şart.
Elbette ki kötüye kullanım ve bunların suistimalinin önlenmesi için bütçenin kesilmesi doğru değil. Ne yapılması gerekiyor? Bu kötüye kullananlarla ilgili cezalandırma sürecinin başlatılması ve önlemlerin o şekilde alınması gerekiyor.
Gençlerimiz ülkemizin geleceği ve bu anlamda, TÜİK Mayıs 2017 verilerine göre adrese dayalı nüfus kayıt sistemi sonuçlarına göre ülke nüfusumuzun, toplam 79 milyon 814 binin 15-24 yaş grubu arasındaki nüfusumuzun 12 milyon 989 bin olduğunu tespit ettik. Genç nüfus, toplam nüfusumuzun yüzde 16,3'ünü oluşturmaktadır. Buradan anlaşılacağı üzere, nüfusumuzun yaklaşık dörtte 1'i genç nüfustur. Yine, buradan vurgulamamız gerekir ki gençlerimize bütçeden harcanacak olan her kuruş analarının ak sütü gibi helaldir.
Her birimiz büyük umutlarla çocuklarımızı büyütüyoruz, iyi okullarda okusun istiyoruz, iyi üniversiteleri bitirsinler istiyoruz, iyi bir meslek edinsinler istiyoruz. Ne için yapıyoruz bunu? Geleceğe umutla baksınlar ve mutlu olsunlar diye, vatanlarına, milletlerine faydalı birer birey olsunlar diye. Ancak ne oluyor özellikle onların cephesinden baktığımızda? Onların sorunlarını buradan dile getirmek, her birinin derdiyle dertlenip buna çözüm bulmak, özellikle yasal düzenleme ve kadrolarla ilgili gereğini yapma noktasında her bir milletvekilinin boynunun borcudur diye düşünüyorum.
Önemli olan burada, gençlerimizin hakikaten okumak istedikleri okullarda okuması, okumak istedikleri okullardan mezun olduktan sonra da aslında kendi mesleklerini yapmaları ve mutlu olmaları. Bu anlamda, özellikle eğitim sistemi içerisinde ülkenin ihtiyacı olan kadroların hesaplanması, maksimum düzeyde kadro için millî projelerin geliştirilmesinin gerekliliği üzerinde defalarca bu kürsülerden her bir Milliyetçi Hareket Partisi milletvekili durmuştur.
Ön lisans mezunlarımız, tekniker ve teknisyenlerimiz, ziraat, veteriner, su ürünleri ve balıkçılık teknolojisi, gıda mühendisleri, iktisadi idari bilimler fakültesi mezunları, adalet mezunları, emlak ve emlak yönetimi, tıbbi sekreterler ve benzeri bölümlere kadro verilmesine ilişkin mutlaka bir çalışma yapılması gerekiyor. Bu hususta, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun kanun teklifleri mevcut. Hesaplama yapılabilir, hesaplama yapıldıktan sonra, bu gençlerimizle ilgili kadro açıklarına ilişkin gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra, liyakat esasına dayalı... Özellikle burada, mülakat problemini tekrar tekrar vurguladık, kanun tekliflerimizde mevcut. Özellikle mülakattaki adaletsizliği kaldırmamız gerektiğini biliyoruz. Hadi kaldırılmıyorsa mülakat, mutlaka kamera kayıt sisteminin gelmesi gerekiyor ve bu kamera kayıt sisteminin delil olarak müracaat eden kardeşlerimizin de önünde bulunabilmesi gerekmektedir.
Bu sorun, gençlerimizin sorunları sadece Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun sorunu değildir, bunlar siyasetüstü meseleler. Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında gençlerin de oyunu alarak oturan her bir milletvekilimizin, her birimizin sorunudur aslında. Çözüm önerilerimizi getirdik ve bu hususta komisyonların da kurulması gerektiğini söyledik. Ancak yine siyasi bir refleksle ne yazık ki reddedildi.
Polis meslek eğitim merkezleri alımlarında, iki yıllık çalışma döneminde vermiş olduğunuz mücadeleler sonucunda ön lisanslı kardeşlerimizin alımları artık gerçekleşmektedir. Lakin alımla ilgili yaş düzenlemesi aşağı doğru çekildiği için burada tekrar yaşın esnetilmesi ve kadın kontenjanının artırılmasıyla ilgili yine bir eksiklik görülmektedir, değerlendirilmesinde fayda var. Kardeşlerimizin bu talepleri haklı talep olarak önümüzde duruyor. 84 bin mezunu olan ön lisans muhasebe mezunlarına bu yıl merkezî atama 12 kadro vermiştir. Bu durum, KPSS'den 86 üstü puan alan kardeşlerimizin atanmamasına sebep olmuştur. Bu başarılı gençlerimize istihdam sağlamamız gerekmektedir. Bilhassa "işsiz genç ordusu" dediğimiz zaman, gerçekten işsizlik ve gençliği bir araya getirdiğimizde ne kadar acıdır ki genç bir çocuk, genç bir delikanlı -bir yetişkin artık- 18 yaş sonrasında annesinin, babasının eline bakmak zorunda kalsın. Bu anlamda, özellikle adalet mezunları, kâtiplik, infaz koruma memurluğu, mübaşirlik gibi kendi bölümlerini ilgilendiren atamalarda adalet mezunlarına mutlaka öncelik verilmesi gerekmektedir yani buradan da aslında liyakat esası ortaya çıkmaktadır.
Kamu görevlisi olmayan, sözleşmeli aile sağlığı çalışanı olarak, 2011 tarihli Kanun Hükmünde Kararname'yle ülkemizde mesleğini icra etmeye, yetkili ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarından ebelik, hemşirelik, sağlık memuru ve acil tıp teknisyenleri bölümlerinden mezun olanlar görevlerine başlamışlardır. Bu konuda yine aynı şekilde, bu komisyonda görevli olan hocamız Sayın Ahmet Selim Yurdakul Beyefendi özellikle sağlık çalışanlarıyla ilgili kadroların düzenli olarak verilmesine ilişkin gerekli çalışmaları yaptı. Bu çalışmaların hepsi burada sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsülerinden değil, komisyonlardan da gündeme taşındı ve komisyonlarda özellikle değerlendirilmesi noktasında her birinizin refleksinin gerekliliği şart. Burada, özellikle "Yenikapı ruhu" dediğimizde "Siyasi kısır çekişmeleri bir kenara bıraktık." dediğimizde bu şöyle anlaşılmalı: Sadece siyaseten geçmişte yapılmış olan hataların tekrar edilmemesi değil, bundan sonra atılacak olan adımlarla ilgili, birlik ruhu içerisinde, hakikaten Yenikapı ruhu içerisinde, ülkemizin, çocuklarımızın, gençlerimizin, kadınlarımızın, yaşlılarımızın, erkeğimizin ihtiyacı olan konularda bir Yenikapı ve birlik beraberlik ruhunun mutlaka sağlanması gerekiyor.
Bu anlamda, Milliyetçi Hareket Partisi terörle mücadele konusunda, bilhassa devletin yanında olma noktasında ve milleti için yapılması gerekenlerle ilgili devletin yanında olma noktasında gerekli adımları her zaman atmıştır, atmaya da devam edecektir. Bizim yönümüz milletimize dönük ve bizim yönümüz milletimizin taleplerine dönük. Haklı talepler, parti politikalarımıza uygun ülke dengelerini, devlet dengelerini bozmayacak olan talepler olduğu sürece değerlendirilmeli.
Bu anlamda, her bir milletvekilinin hassasiyet göstermesi gerektiğini düşünüyor, Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erdem.